Dini
emirlerde mantık aramak
Bazı
kimseler diyor ki: (Domuz etini iyice kaynatınca bir zararı olmaz. Bir bardak bira, bir damla şarap içmek, vücuda zarar vermediği için günah olmaz. Gusül ve abdest temizlik içindir. Vücut kirlenmedikçe, gusletmek veya abdest almak mantıksızlıktır. Namaz iyi bir jimnastiktir. Ama bugün modern jimnastik şekilleri vardır. Kapanmaktan maksat da erkekleri tahrik etmemektir. Saçın görünmesi erkekleri tahrik etmez. Kapanmasının hiçbir mantıki sebebi yoktur. Yakın akraba ile evlenmek, çocukların sakat olma riskinden dolayı yasaklanmıştır.) Bu
konuda ne dersiniz? CEVAPDinimizde
bir şey haram ise, hikmetini, fayda veya zararını bilmesek de onun haram
olduğuna inanmak gerekir. Dinimizin bildirdiği şeylere akla uygun olduğu,
yahut tecrübe ile anlaşıldığı için inanmak iman olmaz. Çünkü bu, aklı,
tecrübeyi tasdik etmek demektir. Haramlarda muhakkak vücuda zarar veren
bir şey aranmamalıdır! Bugün
tıp, her ne kadar hastalık bulaştıran etin domuz eti olduğunu tespit
etmişse de, Domuz etinde bulunan büyüme hormonunun kansere sebebiyet
verdiği açığa çıkmışsa da, domuz eti ile trişinoz
hastalığı geçiyorsa da, domuz şeridi, mide ve barsak yolu ile kana geçerek,
göz, beyin gibi önemli organlarda ağır hastalıklara sebebiyet veriyorsa
da, domuz eti yiyenlerde, kıskançlık hislerinin dumura uğradığı, namusunu
kıskanmadığı ve daha başka zararları tespit edilmişse de, yine de (Mutlaka şu sebepten dolayı domuz haram edilmiştir) denilemez. Fakat
hiç zararı tespit edilmese de, dinimiz yasak ettiği için, domuz etini
yemek haramdır. Besmelesiz kesilen kuzu eti de haramdır. Demek ki, maksat,
dinin emrine uymaktır. Bir
yudum şarabın, bir bardak biranın vücuda zararı olmayabilir. Bir damla
idrarın da zararı olmayabilir. Ama dinimiz bunların damlasını yasak
etmiştir. Gusül
ve abdest mutlaka maddi kirlerin temizlenmesi için değildir. Öyle olsaydı,
su olmayınca toprakla yıkanmak, yani teyemmüm emredilmezdi. Halbuki
toprağa bulaştırmak temizlemediği gibi, üstelik elimizi de kirletir.
Demek ki gusül ve abdest, maddi temizlikten çok, manevi temizlik içindir.
Hatta manevi temizlik için de değil, sırf emre uymak içindir. Evet
guslün ve abdestin maddi temizliğe de faydası olur. Ama asıl gaye maddi
temizlik değildir. Modern jimnastik yapılsa namaz kılınmış sayılmaz.
İyi olur diye üç rekatlık bir namazı dört kılsak namaz sahih olmaz.
Demek ki, maksat, daha iyi hareket yapmak, daha çok namaz kılmak değil,
dinin emrine uymaktır. Kadınların
kapanmasında, erkeklerin tahrik
olma şartı yok. Hiç kimse olmasa da, dinimiz, namaz
kılarken kapan diyor. Hiç kimse olmasa da evde, açık dolaşma
diyor. Bunların erkekleri tahrikle bir ilgisi yok. Tahrik
için olsaydı, cariye denilen kadınların başları, kolları, bacaklarının
açık gezmesine, o kıyafetle namaz kılmasına
dinimiz izin vermezdi. Gaye tahrik olsaydı, bir erkek, ana, bacı, kardeş
çocuğu, süt kardeş, hala ve teyzenin saç, kol ve bacakları açık yanlarında
oturamazdı. Oturmasına izin verildiğine göre, demek kapanma emrinin
mutlaka tahrik ile ilgisi yoktur. Tahrik, belki birçok sebepten birisi
olabilir. Demek ki gaye, tahrikle hiç
ilgili değildir. Esas gaye, söz dinlemektir. Saçı açmanın insanlara
bir zararı yok, saçı kapatmanın mantığı, söz dinlemektir. Bir
erkek, kız kardeşi ile evlense çocukları mutlaka sakat olur diye bir
şey yok. Yabancı ile evlilikte de aynı hastalıklar olabiliyor. Hz. Âdem
zamanda kız kardeşle evlenmek Allah’ın emri idi. Eğer mutlaka çocuklar
sakat olsaydı, o zaman Allah bunu emretmezdi. Eğer maksat, çocukların
sakatlığı olsa idi, 20 yaşındaki bir gencin, artık doğurmaları mümkün
değil diyerek, menopoz dönemine giren halası ile, teyzesi ile evlenmesinde
sakınca görülmez, süt kardeşle evlenmesi yasaklanmazdı. Bununla
beraber, dinimizin emrinde mutlaka faydalar, yasaklanmasında da zararlar
vardır. Bir emirde hiç fayda, bir yasakta hiçbir zarar görülmese de,
bunlara riayet etmek gerekir. Hüküm koyma yetkisi
Ateist
diyor ki: (Namazın
nasıl kılınacağını, orucun nasıl tutulacağını ve benzeri emir ve yasakları
Allah değil, insanlar belirlemelidir. Mesela namaz kılarken herkesin
ayak bastığı yere alnı koymamalı, sandalye veya koltuk üzerine oturup,
ayak ayak üstüne atarak ve çağdaş jimnastik hareketleri yaparak
namaz kılmalı; oruç tutarken de, ihtiyaç hissedince, bir şey yiyip içilmeli.
Domuz, şarap gibi şeyler de sağlığa zararlı olmayacak şekilde tüketilmeli.
Altını ve ipeği de erkekler, kadınlar gibi kullanmalıdır.) Bunlar yanlış
değil midir? CEVAP Elbette
yanlış, hem de çok yanlıştır. Dinimizde bir şey haram ise, hikmetini
bilmesek de onun haram olduğuna inanmak gerekir. Muhammed aleyhisselâmın
peygamber olarak bildirdiği şeylere, akla uygun olduğu, yahut tecrübe
ile anlaşıldığı için inanmak iman olmaz. Çünkü bu, aklı tasdik etmek
demektir. Haramlarda muhakkak vücuda zarar veren bir şey aranmamalıdır!
Mesela Besmelesiz kesilen kuzu etini yemek haramdır. (Kuzu eti Besmelesiz
kesildi diye niye yenmez?) demeye hiç kimsenin yetkisi yoktur. Allah’a
inanan kimse, Onun emrine uymak zorundadır. Hükümleri beğenmemek Dinde
hüküm koyma yetkisi Allah’ındır. Allah’ın koyduğu hükme karşı gelinmez.
Bu, Allah’ın koyduğu hükmü beğenmemek olur. Allah’ın koyduğu hükümleri
beğenmeyen kimse ise kâfirdir. Bugün
tıp, insana en çok zarar veren ve hastalık bulaştıran etin domuz eti
olduğunu tespit etmiştir. Zaman
geçip fen ilerledikçe, domuzun daha başka zararları da tespit edilse,
yine de (Mutlaka bu veya şu sebepten dolayı domuz haram edilmiştir)
denilemez. Fakat hiç zararı tespit edilmese de, kuzu eti gibi leziz
olsa da, dinimiz yasak ettiği için, domuz etini yemek haramdır. Alkollü
içkiler de böyledir. Onları içmenin hiçbir zararı olmasa da, dinimiz
haram ettiği için içmemek gerekir. Erkeğe
ipek ve altın kullanmanın haram edilmesi de böyledir. Bunların hiçbir
zararı olmasa da, Allah’a inanan bir Müslüman, Onun emir ve yasaklarına
riayet eder. Allahü
teâlâ, isyan edenle itaat edenin belli olması için (Domuz eti yemeyin,
içki içmeyin) gibi bazı yasaklar koydu. Bu imtihanı kazanmaları için
Allahü teâlâ kurtuluş yolunu da göstermiştir. Öyle bir imtihan yapıyor
ki, soru ve cevapların hepsi bellidir. (Şunları yapan imtihanı kaybeder,
şunları yapan kazanır) buyurulmuştur. İmtihanı kaybedenleri de Cennete
koyabilirdi. Fakat mülk Onun olduğu için, iman etmeyenlere Cennetini
haram kılmıştır. Hiç kimseyi de gücünün yetmeyeceği işlerle mükellef
kılmamıştır. Herkese akıl ve imkan vermiş, yapacağı işlerde serbest
bırakmıştır. Artık insanlar için hiçbir bahane kalmamıştır. (Mek.Rabbani,
Hadika, Berika) Haram zararlıdır
Bir
şey zararlı olduğu için mi haram edilmiştir, yoksa haram edildiği için
mi zararlıdır? CEVAP Bu hususta Ehl-i sünnetin iki büyük imamı olan İmam-ı Eşari ile İmam-ı Matüridi hazretlerinin görünüşte farklı iki ayrı kavilleri var ise de, aralarındaki ayrılık lafızda olup esasta birdir. Her ikisi de, Allahü teâlânın haram kıldığı, yasak ettiği her şeyin kötü ve zararlı olduğunu bildirmişlerdir. Bu hususta âlimler arasında ihtilaf yoktur. Mesela domuz eti zararlı olduğu için haram kılınmıştır. Haram kılındığı için de zararlı ve kötüdür. Allahü
teâlânın gönderdiği eski dinlerde, bazı şeyleri yemek haram iken dinimizde
helal kılınmış, eski dinlerde helal olan, bazı şeyler de dinimizde haram
kılınmıştır. Fakat bunda da bazı hikmetler bulunmaktadır. Bu hikmetler
bildirilmemiştir. İnsanoğlu her şeyin hikmetini anlamaktan aciz kalmaktadır. İlahi hikmetler
Dinimiz,
sayısız varlıkların yaratılış hikmetini açıkça bildirmemiştir. Allahü
teâlânın yarattıklarındaki hikmetlere bakıp, gerekli ibreti almayı emrettiği
için insanoğlu gücü nispetinde ibret almaya gayret etmelidir! Her
varlığın yaratılışında, her emir ve yasakta nice hikmetler vardır. Ölçüsüz
konuşan bazı kimseler (Bunun hikmeti şudur) diyerek kestirip atıyorlar.
Halbuki, (Sayısız hikmetinden birisi de şu olabilir) dense belki daha
az hata edilmiş olur. Meşhur ölçüsüzlerden birisi (Domuz etinin yasaklanmasındaki
hikmet, içinde trişin isimli kurtların bulunmasıdır) demişti. Münkirler
ise (Haram olmasındaki sebep, trişin ise, öldürülmesi mümkün) diyerek
kafasına göre haramlığını kaldırıyordu. Eğer, (Domuz etinin haram edilişindeki
hikmetlerden birisi de trişin) denseydi, münkirin itirazına da sebep
olmazdı. Besmelesiz kesilen kuzu eti de haramdır. İnsanoğlu, emir ve
yasaklardaki hikmetlerden kaçını anlayabilir? O halde insan, akıllara
hayret ve durgunluk veren sayısız hikmetlere bakıp acizliğini idrak
etmelidir! Allah’a iman eden, Onun emir ve yasaklarına riayet ederse,
huzura kavuşur. Yeşile,
maviye, denize bakmak göz sıhhati için faydalıdır. Gökteki yıldızların,
gezegenlerin hepsinin hikmetleri vardır. Bu gezegenler yollarından azıcık
saparsa birbirlerine çarpıp paramparça olurlar. Yerin
içinde maden hazinesi saklıdır. Çeşitli madenler, kömür, petrol, soğuk
ve sıcak sular, maden suları, kaplıca suları... Yerin içinde daha neler
gizlidir. Yeryüzündekilerin hangi birisini sayabiliriz. İnsanoğlunun
istifadesine verilen çeşitli bitkiler, sebzeler, meyveler, hayvanlar
bulunur. Bütün
bunları yerli yerince dilediği gibi yaratan eşsiz hikmet sahibi Allahü
teâlâya hamd olsun. Bunlar Onun varlığının apaçık delilleridir. Bilmediğimiz
birçok hikmetlerin yanında bildiğimiz hikmetler çok azdır. Güneş ışığında
çeşitli ışınlar vardır. Işık olmasaydı gözlerden istifade mümkün olabilir
miydi? Renkler nasıl ayırt edilebilirdi? Güneş olmasaydı, gece ile gündüz
olmaz, her yer karanlık olurdu. Güneş, şimdiki yerinden dünyaya çok
yakın olsaydı, fazla sıcaktan dünyada hiçbir canlı yaşayamazdı. Güneş
dünyaya uzak olsaydı, soğuktan yine dünyada hayat olmazdı. Güneşi böyle
dünyaya en uygun uzaklıkta yaratan Allahü teâlânın şanı ne yücedir. Ayın
hikmetlerinden birisi, kameri takviminin hesap edilmesine yaramasıdır.
Bazı geceler ay ışığından da istifade edilir. Med-cezir
hadisesi, ayın çekim kuvvetinden ileri gelir. Eğer Ay, dünyaya çok yakın
olsaydı, med olayı olunca, denizlerdeki sular
kabarıp dünyayı su altında bırakırdı. Ayı zararsız ,ama faydalı bir
uzaklıkta yaratan Rabbimizin şanı çok yücedir. Muntazamdır, cümle efalin
senin, Akıl ermez, hikmetine kimsenin. Dini aklı ile
ölçen kadar zararlı kimse yoktur Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki: Nakil
yolu ile anlaşılan, yani Peygamberlerin söyledikleri şeyleri, akıl ile
araştırmaya uğraşmak, düz yolda güç giden, yüklü bir arabayı, yokuşa
çıkarmak için zorlamaya benzer. Yokuşa doğru at, kamçılanırsa, çabalaya
çabalaya, ya yıkılıp canı çıkar, yahut, alışmış olduğu düz
yola kavuşmak için sağa sola ve geriye kıvrılarak arabayı yıkar ve eşyalar
harap olur. Akıl da, yürüyemediği, anlayamadığı ahiret bilgilerini çözmeye
zorlanırsa, ya yıkılıp insan aklını kaçırır veya bunları alışmış olduğu,
dünya işlerine benzetmeye kalkışarak, yanılır, aldanır ve herkesi aldatır.
Akıl, his kuvveti ile anlaşılabilen veya hissedilenlere benzeyen ve
onlara bağlılıkları bulunan şeyleri birbirleri ile ölçerek, iyilerini
kötülerinden ayırmaya yarayan, bir miyardır, bir alettir. Böyle şeylere
bağlılıkları olmayan varlıklara eremeyeceğinden, şaşırıp kalır. O halde,
Peygamberlerin bildirdikleri şeylere, akla danışmaksızın inanmaktan
başka çare yoktur. Peygamberlere
tâbi olmak, aklın gösterdiği bir lüzumdur ve aklın istediği ve beğendiği
bir yoldur. Peygamberlerin, aklın dışında ve üstünde bulunan sözlerini,
akla danışmaya kalkışmak, akla aykırı bir iş olur. Gecenin koyu karanlığında
bilinmeyen yerlerde, pervasızca yürümeye ve engin denizde, acemi kaptanın,
pusulasız yol almasına benzer ki, her an uçuruma, girdaba düşebilirler.
Nitekim, felsefeciler ve tecrübeleri hayalleri ile izaha kakışan maddeciler,
akılları dışında bulunan sözlerinin çoğunda yanılmış, bir yandan birçok
hakikatleri meydana çıkarırken, bir taraftan da, insanların seadeti
ebediyyeye kavuşmalarına mani olmuşlardır. Tecrübelerin dışına
taşmayan akıl sahipleri, bu acıklı hâli, her zaman görmüş ve bildirmiştir. İslamiyet’te
aklın ermediği şeyler çoktur. Fakat, akla uymayan bir şey yoktur. Ahiret
bilgileri ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona ibadet
şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akıl ile doğru olarak,
bilinebilselerdi, binlerce Peygamberin gönderilmesine lüzum kalmazdı.
İnsanlar, dünya ve ahiret saadetini kendileri görebilir, bulabilirdi
ve Allahü teâlâ, haşa Peygamberleri boş yere ve lüzumsuz göndermiş olurdu.
Hiçbir akıl, ahiret bilgilerini bulamayacağı, çözemeyeceği içindir ki,
Allahü teâlâ, her asırda dünyanın her tarafına, Peygamber göndermiş
ve en son ve kıyamete kadar değiştirmemek üzere ve bütün dünyaya, peygamber
olarak, Muhammed aleyhisselamı göndermiştir. Bütün Peygamberler, akıl
ile bulunacak dünya işlerine dokunmayıp, yalnız bunları araştırmak,
bulup faydalanmak için çalışmayı emir ve teşvik buyurmuş, kendileri
dünya işlerinden herbirinin, insanları ebedi
saadete ve felakete nasıl sürükleyebileceklerini anlatmış ve Allahü
teâlânın beğendiği ve beğenmediği şeyleri açık olarak bildirmişlerdir. Allahü
teâlâ, insanı yaratınca, ona hakkı batıldan, iyiyi kötüden, faydalıyı
zararlıdan ayırabilmesi için aklı verdi. Akıl bir ölçü aletidir. Allahü
teâlâya ait bilgilerde ölçü olmaz. Mahluklara ait bilgilerde ölçü olur.
Akıl, insandan insana değiştiği için, bazı insanlar mahluklara ait bilgilerde
isabet ettiği halde, bazıları yanılabilir. Acaba insan, bir yol gösterici,
bir kılavuz olmadan aklı ile Allah’ın bildirdiği doğru yolu bulabilir
miydi? Tarih
incelenirse, insanların kendi başlarına gittiklerinde, hep yanlış yollara
saptıkları görülür. İnsan,
kendini yaratan büyük kudret sahibinin var olduğunu, aklı sayesinde
düşündü. Fakat, ona giden yolu bulamadı. Bunu önce etrafında aradı.
Kendine en büyük faydası olan güneşi, yaratıcı sandı ve ona tapmaya
başladı. Sonra büyük tabiat güçlerini, fırtınayı, ateşi, denizi, yanardağları
gördükçe, bunları yaratıcının yardımcıları sandı. Her biri için bir
suret, simge yapmaya kalktı. Bundan da putlar doğdu. Bunların gazabından
korkarak kurbanlar kesti. Her yeni olayla, o olayı simgeleyen putların
miktarı da arttı. İslamiyet başladığı zaman, Kâbe’de 360 put vardı.
Bugün bile güneşe, ateşe tapanlar vardır. Rehbersiz karanlıkta doğru
yol bulunamaz. Akıl,
göz gibidir, din bilgileri de ışık gibidir. Gözümüz, maddeleri, cisimleri
karanlıkta göremez. Allahü teâlâ, görme aletimizden faydalanmamız için,
güneşi, ışığı yaratmıştır. Güneşin ve çeşitli ışık kaynaklarının nuru
olmasaydı, gözümüz işe yaramazdı. Tehlikeli cisimlerden, zararlı yerlerden
kaçamaz, faydalı şeyleri bulamazdık. Evet, gözünü açmayan veya gözü
bozuk olan, güneşten faydalanamaz. Fakat, bunların güneşe kabahat bulmaya
hakları olmaz. Akıl
da, yalnız başına maneviyatı, faydalı-zararlı şeyleri anlayamaz. Allahü
teâlâ, akıldan faydalanmak için, peygamberleri, dinin ışığını yarattı.
Peygamberler, dünya ve ahirette rahat etmek yolunu bildirmeseydi, akılla
bulunmazdı. Tehlikelerden, zararlardan kurtulamazdık. İslamiyete
uymayan veya aklı az olan, Peygamberlerden faydalanamaz. Zararlardan
kurtulamaz. Peygamberlere
tâbi olmak, aklın istediği ve beğendiği bir yoldur. Peygamberlerin,
aklın dışında ve üstünde bulunan sözlerini, akla danışmaya kalkışmak,
akla aykırı bir iş olur. Akıl
çok şeyi anlar. Fakat her şeyi anlayamaz. Anlaması da kusursuz, tam
değildir. Çok şeyleri, peygamberler bildirdikten sonra anlamaktadır.
Akıl, dünya işlerinde bile çok kere yanılmaktadır. Böyle olduğunu bilmeyen
yoktur. Din bilgilerini, böyle bir akıl ile tartmaya kalkışmak doğru
olamaz. Din bilgilerini akıl ile inceleyip, akla uygun olup olmamasına
kalkışmak, aklın hiç yanılmaz olduğuna güvenmek olur ve peygamberlik
makamına inanmamak olur. Dinin temeli, Peygambere inanmaktır. Akıl,
bu temel bilgiyi kabul edince, Peygamberin bildirdiklerinin hepsini
kabul etmiş olur. Allahü
teâlâ, aklımızdan istifade edebilmemiz için peygamberler ve kitaplar
gönderdiğine göre, artık bunlara inanmamak için bir mazeret ileri sürülemez.
Bugün Kur’an-ı kerimin büyük bir mucize olduğunu Batılı bilginler bile
itiraf etmektedir. Ayrıca tecrübi ilimlerle
de ispat edilmiştir. Bir kelimesi değişse, insan sözü karıştığı ehlince
kolay anlaşılır. Allahü teâlâyı kabul edip de, emir ve yasaklarını kabul
etmemek akla uygun değildir. Güneşe inanıp da, ışık ve ısısına inanmamak,
doğuma inanıp da ölüme inanmamak gibi abestir. Akıl
herkeste eşit değildir. En yüksek akıl ile en aşağı akıl arasında binlerce
derece vardır. Her işte ve hele dini işlerde akla güvenilemez. Din işleri,
akıl üzerine kurulamaz. Çünkü akıl, bir kararda kalmaz. Herkesin aklı,
birbirine uymadığı gibi, selim olmayan akıl, bazen doğruyu bulur, bazen
de yanılır ve yanılması daha çok olur. En akıllı denilen kimse, mütehassıs
olduğu dünya işlerinde bile, çok hata eder. Hele ahiret bilgilerinde
akla nasıl güvenilebilir? İnsanların
şekil ve ahlakları gibi, akıl ve ilimleri de, farklıdır. Birinin aklına
uygun gelen bir şey, başkasının aklına uygun gelmeyebilir.O halde, din
işlerinde, akıl, tam bir ölçü olamaz. Ancak, akıl ile din birlikte,
tam ve doğru bir vesika ve ölçü olur. Selim
olmayan akıl, bir gerçeği kabul etmezse, bunun ne kıymeti vardır? Selim
olan akıl, din hükümlerinin hepsinin pek yerinde ve doğru olduğunu açıkça
görür. Bid’at
fırkalarından mutezileye göre aklın yolu birdir. Akıl, herkeste eşittir.
Akıl şaşmaz bir hüccettir. Akıl ile Allah’ın varlığını bilme mecburiyeti
olduğu gibi, haram ve helal olan şeyleri de akıl ile bilme mecburiyeti
vardır. Halbuki, haram, helal ancak nakil ile anlaşılır. Ehl-i sünnete
göre edille-i şeriyye dörttür: Bunlar; Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas-ı
fukahadır. Şiada dördüncüsü akıldır. Ehl-i sünnette ise akıl, edille-i
şeriyyeden değildir. Her
ne kadar akıl, iyiyi kötüden ayıran bir kuvvet ise de, her işte ölçü
olmaz. Allahü teâlâya ait bilgilerde akıl senet olmaz. Akıl, kendi başına
dinin emir ve yasaklarını bilseydi, peygamberlere, âlimlere lüzum kalmazdı.
İbni Sakka
isimli bir âlim, akla çok önem verirdi. Her şeyi akılla ispata kalkardı.
Allah’ın varlığını, birliğini 99 delil ile ispat eder ve hep bu konu
üzerinde çalışırdı. Zamanla aklının almadığı konular da çıktı, şüpheleri
arttı, bocalamaya başladı. Yusuf-i Hemedani hazretlerine bir şey sordu.
O da (Otur, senin sözünden küfür kokusu geliyor) buyurdu. İstanbul’a
elçi olarak gidince, hıristiyan oldu. Hıristiyan olduktan sonra da,
100 delil ile Allah’ın 3 olduğunu ispata kalkıştı. (Fetâvâ-yı hadisiyye) Dinimizin
bildirdiği iman, acaba doğru mu diye tahkik edilmez yani araştırılmaz.
İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği şeyleri,
tahkik etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan,
tasdiktir. Akla uygun olduğu için tasdik etmek, aklı tasdik etmek olur,
Resulü tasdik etmek olmaz. Yahut Resulü ve aklı birlikte tasdik etmek
olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca,
iman olmaz. Allahü teâlâ, (Onlar gayba iman ederler) buyurdu. (Bekara 4) Resulü de, (Dini aklı ile ölçen kadar zararlı kimse yoktur)
buyurdu. (Taberani) Allahü
teâlânın Peygamberler göndermesi, bütün mahluklara rahmet ve ihsandır.
Allahü teâlâ, kendi varlığını ve sıfatlarını, bizim gibi aciz insanlara,
bu büyük Peygamberleri ile haber verdi. Beğendiği şeyleri, beğenmediklerinden
bunlar vasıtası ile ayırdı. İnsanlara dünya ve ahirette faydalı şeyleri
zararlılarından, bunların aracılığı ile ayırt etti. Eğer Peygamberler
gönderilmeseydi, akıl, Allah’ın varlığını anlayamaz, Onun büyüklüğünü
kavrayamazdı. Nitekim, kendilerini akıllı sanan eski Yunan filozofları,
Allahü teâlânın varlığını anlayamadılar. Yaratanı inkâr ettiler. Kısa
akılları herşeyi zaman yapıyor sandı. Nemrud’un,
Hz. İbrahim ile çekişmesi Kur’an-ı kerimde bildirilmektedir. Firavun
da "Benden başka tanrınız yoktur" demiş ve Hz.Musa’yı "Benden
başka tanrıya inanırsan, seni hapsederim" diye korkutmak istemişti.
Demek ki, insanların kısa akılları, bu en büyük nimeti anlayamaz. Bir
Peygamber olmadıkça, bu sonsuz saadete kavuşamaz. Eski
Yunan felsefecileri, "Akıl hiç şaşmaz, her şeyin doğrusunu anlar"
diyor, aklın her şeye erdiğini sanıyorlar. Aklın eremediği şeyleri de,
akıl ile çözmeye kalkışıyorlar. Halbuki
akıl, dünya bilgilerinde bile yanılıyor. Ahiret bilgilerini ise, hiç
anlayamıyor. Akıl,
duygu organları ile anlaşılamayan şeyleri bulabildiği gibi, aklın eremediği
şeyler de Peygamberlerin bildirmeleri ile anlaşılır. Akıl, his organlarının
üstünde olduğu gibi, Peygamberlik de, akıl kuvvetlerinin üstündedir.
Akıl kuvvetlerinin varamadığı şeyler, Peygamberlerin bildirmeleri ile
öğrenilir. Peygamberlerin
haber verdikleri, Allahü teâlânın üstün sıfatlarının var olduğu, Peygamber
gönderdiği, meleklerin günahsız olduğu, öldükten sonra herkesin dirileceği,
Cennette sonsuz nimetler ve Cehennemde azaplar bulunduğu ve İslamiyet’in
bildirdiği daha nice şeyler, akıl ile anlaşılamaz. Bunlar,
Peygamberlerden işitilmedikçe, insanların kısa akılları ile bulunamaz. [Lise,
üniversite dersleri, matematik, madde, fen bilgileri, elbette faydalıdır.
Bunlar, aklı kendi sınırı içinde yanılmaktan korur. Dünyada insanların
rahat yaşamalarını sağlayan yeni şeyler bulunmasına yararlar. Dünya
işlerinde, akıl ile bulunabilecek şeylerde bu bilgilerden istifade edilir.
Bunların yardımı ile televizyon, elektronik beyin, radyo, sesten hızlı
uçak, nükleer denizaltıları ve casus peykler ve ay yolculuğu gibi nice başarılı
şeyler bulunabilir. Bunlar,
İslamiyet’e karşı değil, İslamiyet ile beraber olan ve imanı kuvvetlendiren
şeylerdir. Çünkü İslamiyet, aklın sınırı içinde olan bütün bilgilerde
fenne uygundur. Akıl, bu bilgilerin doğrusunu bulabildiği için, İslamiyet’e
uygun olur. Müslümanların bunları da öğrenmesi, istifade etmesi gerekir.] Fen
bilgilerinden dünya işlerinde faydalanıp da, ahiret bilgilerini anlamakta
bunlardan faydalanamamak, hatta bunları öğrenince, kendini beğenip,
aklına uyup, ahiret bilgilerini de akıl ile çözmeye kalkışarak dinden
çıkmak, insanlar için yüzkarasıdır. Bütün fen bilgileri, aklın erdiği
şeylerde işe yaramaktadır. Ebedi saadete ve felakete sebep olacak işleri,
bu bilgilere dayamak ve ahiret işlerini bu bilgilerle çözmeye kalkışmak
doğru olmaz. Bu en mühim işler aklın ve fen bilgilerinin sınırı dışındadır.
Bu en lüzumlu bilgileri, Peygamberlerden öğrenmeyip, yalnız dünya bilgileriyle
çözmeye uğraşmak, lüzumsuz vakit geçirmek olur. Çünkü o bilgiler, aklın
ermediği işlerde faydalı olamaz, bunlar ancak Peygamberlerin bildirmeleri
ile anlaşılabilir. İslam
bilgileri fen ve din bilgileri olmak üzere ikiye ayrılır. Din bilgileri,
yalnız nakil ile anlaşılır. bunların kaynağı, Kur’an-ı kerim ile hadis-i
şeriflerdir. His
organları ile anlaşılan şeylerin bir sınırı vardır. bunun dışında olan
bilgiler his organları ile anlaşılamaz veya yanlış anlaşılır. Bundan
başka, insanların hissetme kuvvetleri çok yerde hayvanlardan daha zayıftır.
His organlarımız ile anlayamadığımız şeyleri, akıl ile bulur, anlarız.
Bunun gibi aklın da bir anlayış sınırı vardır. bu sınırın dışında olan
bilgileri, akıl bulamaz ve anlayamaz. Akıl, erişemediği şeyleri anlamaya
kalkışırsa yanılır, aldanır. Böyle bilgilerde akla güvenilemez. Mesela,
Allahü teâlânın sıfatları, Cennet ve Cehennemde olan şeyler, ibadetlerin
nasıl yapılacağı ve din bilgilerinin çoğu böyledir. Akıl bunlara eremez.
Bu bilgilerde akıl ile nakil çatışırsa, nakle uyulur, aklın yanıldığı
anlaşılır. Kur’an-ı
kerimde dört şey bildirilmektedir: İman, ahkam, kıssalar ve haberler. İmanda,
inanılması gereken bilgilerde hiç değişiklik olamaz. Her peygamberin,
her ümmetin inanışı hep birdi. İnanışları arasında insanlar tarafından
bozulmadan önce hiç ayrılık yoktu. İkincisi
olan ahkam, Allah’ın emirleri ve yasaklarıdır. Yapılması ve sakınılması
emredilen ahkamda değişiklik olabilir. Fakat, bu değişikliği yalnız
Allahü teâlâ yapmış ve Peygamberleri ile değiştirmiştir. Kıssalar,
geçmiş insanların, ümmetlerin hallerini, yaşayışlarını anlatmak demektir. Haberler,
geçmişte olmuş ve gelecekte olacak şeyler demektir. Mesela, kıyamet
alametleri, Cennette akarsuların bulunduğu haber verilmiştir. Kıssalar
ve haberlerde değişiklik olmaz. Din bilgileri arasında birbirleri ile
çatışır gibi olanları görülürse, bunlar yine akla uydurulmaz. Birbirlerine
uydurulmaya çalışılır. Bunlar
arasında, birkaç türlü anlaşılabilen bilgiyi, açıkça bildirilmiş olan
başka bilgi ile çatışmayacak şekilde anlamalıdır. Burada akla düşen
vazife, böyle bilgileri, açıkça anlaşılabilene uygun anlamaktır. İslam
ilimlerinin ikincisi olan fen bilgileri, his organları ile ve bunlara
yardımcı aletlerle gözetleyerek, inceleyerek, hesap ederek ve deneyerek
anlaşılır. Hepsi akıl ve zeka ile yapılır. Hepsinde
aklın bulduğuna güvenilir. Nakil ile fen bilgisinde çatışma olduğu zaman,
akla uyulur. Yani nakil, akla uygun olarak açıklanır. Akıl
mütevati midir, yoksa müşekkik
midir? Mütevati, bir cins içinde bulunan fertlerin
hepsinde eşit miktarda bulunan sıfat demektir. En yüksek insan ile en
aşağı insan, insan olmakta eşittir. Âlim ile cahilin insan olması aynıdır.
Müşekkik, bir cins içindeki
fertlerin hepsinde eşit miktarda bulunmayan sıfattır. İlim sıfatı böyledir.
Mesela bir âlim ile bir cahilin ilmi eşit değildir. Akıl da insan gibi
mütevati değil, ilim gibi müşekkiktir.
Yani fertler arasında eşit olarak bulunmaz. En yüksek akıl ile en aşağı
akıl arasında binlerce dereceleri vardır. Şu halde "Aklın yolu
birdir" demek çok yanlıştır. Her
işte ve hele dini işlerde akla güvenilemez. Din işleri, akıl üzerine
kurulamaz. Çünkü akıl, bir kararda kalmaz. Herkesin aklı, birbirine
uymadığı gibi, bir adamın, selim olmayan aklı da, bazen doğruyu bulur,
bazen da yanılır ve yanılması daha çok olur. En akıllı denilen kimse,
din işlerinde değil, mütehassıs olduğu dünya işlerinde bile, çok hata
eder. Çok yanılan bir akla nasıl güvenilebilir? Devamlı, sonsuz olan
ahiret işlerinde, nasıl olur da, akla uyulur? İnsanların
şekil ve ahlakları başka başka olduğu gibi,
akıl, tabiat ve ilimleri de, ayrı ayrıdır. Birinin aklına uygun gelen
bir şey, başkasının aklına hiç de uygun gelmeyebilir. Birinin tabiatına
uygun olan bir şey, başkasının tabiatına uymaz. O halde, din işlerinde,
akıl, tam bir ölçü, doğru bir senet olamaz. Ancak, akıl ile din birlikte,
tam ve doğru bir vesika ve ölçü olur. Bunun için, (Dinini ve imanını,
insan düşüncelerinin neticelerine bağlama ve akıl ile inceleyerek varılan
sonuçlara uydurma) buyurmuşlardır. Selim olmayan akılların,
yanıldıkları için, bir hakikati kabul etmemeleri, uygun bulmamaları,
bir kıymet bildirmez. Selim olan akıllar, yani Peygamberlerin akılları,
din hükümlerinin hepsinin pek yerinde ve doğru olduklarını açıkça görür.
İslamiyet’in her hükmü, bu akıllar için, pek meydanda, aşikâr ve apaçıktır.
Senede, ispat etmeye lüzum olmadığı gibi, tembih etmeye, haber vermeye
de lüzum yoktur. (Mekt. Rabbani,
S. Ebediyye, Faideli Bilgiler, Mizan-ül kübra) |
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |