Müdahene ve müdara ne demektir

 

Müdahene ve müdara ne demektir?

CEVAP

Müdahene, gücü yettiği halde, haram işleyene mani olmamak, dalkavukluk yaparak, birinin gönlünü alırken, islamiyetin dışına çıkmak, günaha girmektir.

 

Müdara ise, dini veya dünyayı zarardan kurtarmak için, dünya menfaatinden vermek, insanlarla iyi geçinmek, islamiyetin dışına çıkmadan, güler yüz göstermek gönlünü almaktır.

 

Müdahene, dünyalık ele geçirmek için, dinden taviz vermektir. Haram işleyenlere olan saygısı yahut dine olan bağlılığının gevşekliği, müdaheneye sebep olur. Fitne olmadığı, yani dinine veya dünyasına veya başkalarına zarar olmadığı zaman, haram ve mekruh işleyene mani olmak gerekir. Mani olmamak, susmak haram olur. Hadis-i şerifte, (Allah’a isyan edenlerle gezip tozan, günah işleyene gücü yettiği halde, ses çıkarmayan, müdahene eden, kabrinden maymun ve hınzır şeklinde kalkar) buyuruldu.

 

Müdahene etmek, haram işlemeye razı olmayı gösterir. Susmak çok yerde iyi ise de, hakkı, hayrı söyleyecek yerde susulmaz. (Ya Resulallah, geçmiş ümmetlerden bir kısmına azap yapıldı. Hepsi öldü. Bunların arasında salihler de vardı) denildiğinde, (Evet, salihler de helak oldular. Çünkü, Allah’a isyan olunurken susmuşlardı) buyurdu.

 

Bazı hiziplerin takıyye dediği şeye İslam âlimleri Müdara diyor. Kalbinde olanın aksini söylemek, itikadını, dini ve siyasi görüşünü, saklamak demektir. Sırrını açıklayan kimse, çok defa söylediğine pişman olur, üzülür. İnsan, söylemediği sözüne hakimdi, söylediğinin ise, mahkumudur. Keşke söylemeseydim, der. Malı ve eşyayı emin olarak saklayan çok kimse, sır saklayamaz. Hiç ummadığınız kimse, gizli sırlarınızı açıklayabilir. Bunlar tecrübe ile bildirilmiş gerçeklerdir. Onun için eskiden, (Zehebini, zihâbını ve mezhebini gizli tut!) derlerdi. Yani paranı, dini ve siyasi görüşünü, hizbini gizli tut demektir. Bu birkaç çeşittir:

 

1- Kâfirler arasında kalıp, malından, canından korkanın, onlara kalben değil de, dilden sevgi göstermesi caizdir. Kalbindekini gizlememek daha iyidir. Peygamberim diyen yalancı Müseyleme, doğru söyleyen bir sahabiyi şehit etmişti. Sahabinin inancını gizlemesi de caiz idi. Nitekim, müşrikler, Hz. Ammar’a, babası Hz. Yasir ve annesi Sümeyye hatuna işkence edip, "Lat ve Uzza putu, Muhammedin dininden iyi de" derler, demeyince de işkenceyi artırırlardı. Nihayet ana babası şiddetli işkence ile şehit edildiler. Hz. Ammar, kâfirlerin zorlamaları üzerine dediklerini diliyle söyledi. Ammar kâfir oldu dedikleri zaman, Resul-i Ekrem efendimiz, (Ammar kâfir olmadı, o baştan ayağa iman ile doludur. O, iki durumda karşılaştığında en doğru olanını tercih eder) buyurdu. Demek ki küfür olan bir sözü, böyle durumlarda yalnız dil ile söylemek caizdir. Resulullah efendimiz, Hz. Ammar’a (Müşrikler eziyet ederse, yine böyle söyle) buyurdu. (İ.Asakir, İ.Mace)

 

2- Kâfirlerin galip olduğu yerde gerçeği söylememek caizdir. Şafii’de, zalim Müslümanlar arasında da caiz olur. Müslümanlar garip ve zayıf olduğu müddetçe kıyamete kadar her yerde caizdir. Çünkü, müminin kendinden zararı, mümkün olduğu kadar uzaklaştırması gerekir.

 

3- Malını korumak için de, gerçeği söylememek, mesela gaspçılar yakalayınca, parası olduğu halde yok demek caizdir. (Malını korurken öldürülen, şehit olur) ve (Müminin malı, canı gibi kıymetlidir) hadis-i şerifleri buna delildir. Çünkü, insanın mala ihtiyacı pek çoktur. Mesela, su pahalı satıldığı zaman, abdest almak, farz olmaz. Teyemmüm etmek caiz olur.

 

Kendisine veya başkalarına zarar gelme korkusundan dolayı iyiliği emretmek ve haramı men etmek mümkün olmazsa, böyle durumlarda fitneye mani olmak için susmaya, müdara denir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Allahü teâlâ, farzları emrettiği gibi, müdara etmemi de emretti.) [Hakim]

(Müdara etmek sadakadır.) [Deylemi]  

(Müdara edenler, şehit olarak ölür.) [Deylemi]

(Şerefinizi mallarınızla [para ile], dininizi de dilinizle [müdara ederek] koruyun!) [İ. Asakir]

(İyi geçinmek aklın başıdır.) [Beyheki]

 

Müdara ederken tatlı dilli ve güler yüzlü olmak gerekir. Talebeye ders verirken müdara gerekir. Hanımına müdara etmeyenin rahatı, huzuru kalmaz. İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki, insanlar üç kısımdır:

1- Gıda gibi olanlar, her zaman gerekir.

2- İlaç gibi olanlar, bazen gerekir.

3- Hastalık gibi olanlar. Bunlar gerekmez ise de, gelip musallat olur. Bunlardan kurtulmak için, müdara etmek gerekir.

 

Savaşta, hile yapmak, yalan söylemek caizdir. Bir örnek:

Düşmanın biri, oturmakta olan Hz. Ali’nin karşısına aniden kılıçla çıkıp, “Şimdi seni benim elimden kim kurtarabilir?” der. Hz. Ali de, parmağı ile adamın arkasını gösterip “Peki dövüşelim, fakat iki kişiyle mi?” der. Düşman, arkadaki kim diye bakınca, Hz. Ali, kılıcını çekip, düşmanını zararsız hale getirir. Düşmanı, “Bana hile yaptın?” der. Hz. Ali de, (Savaş hiledir) hadis-i şerifini bildirip, “Ama sen de beni gafil avlayacaktın der. Yani seninki hile değil miydi demek ister.

 

Fitneye sebep olmak haramdır

Camimizin bir hocası var. Cuma vaazlarını uzun tutuyor. Söyledikleri şeyler doğru ancak sanki hepimiz evliyaymışız gibi anlatıyor. Genci yaşlısı, âlimi cahili var. Cumadan Cumaya geleni var. Yeni namaza başlayanlardan bazıları daha gelmiyor. Dalga geçeni de oluyor. Bunlar dinimizi hiç bilmiyorlar. Hocanın herkesin durumunu göz önünde bulundurup, ona göre anlatması lazım değil mi?

CEVAP

İlmi siyaset diye bir ilim var, o ilmi bilmeyen her zaman rezil olur. Müdara ilmi var, bunu da bilmeyen sıkıntılara girer. Fitneye sebep olmak haramdır. Hadis-i şerifte (Ehli olmayana ilim öğretmek domuza inciden gerdanlık, kolye takmaya benzer) buyuruluyor. Bilmeyene dinden bahsetmek fitneye de sebep olur.

 

İnsanlara akılları ölçüsünde, anlayacağı şekilde, anlayacağı kadar konuşmak lazım. Aynı tabip gibi olmak lazım. Tabip ne yapıyor? Önce hastayı dinliyor, muayenesini yapıyor. Gerekirse röntgen çektiriyor, tahlil yaptırıyor. Ancak hastalığı teşhis ettikten sonra lüzumlu ilacı veriyor. Aç karnına veya tok karnına içeceksin, suyla içeceksin, sütle içeceksin diyor. Şunları şu kadar yiyeceksin, şunları yemeyeceksin diyor. Yani perhiz yapacaksın diyor. Yani hastanın, hastalıklarını doğru teşhis edip, doğru ilacı, doğru zamanlarda veriyor. Bunları yapmazsa, yahut eksik veya yanlış yaparsa, hastasına zarar verebilir, hatta ölümüne sebep olabilir.

 

Dini anlatmak, öğretmek de buna benziyor. Üstelik faydası veya zararı daha fazla, mukayese bile edilmez. Ebedi Cennet nimetleriyle, Cehennem azaplarıyla, dünyadaki rahatlık veya sıkıntı hiç mukayese edilir mi? Ehliyeti olmadan her önüne gelenin doktorluk yapamayacağı gibi herkes de dini anlatamaz. Biz boşuna mı islam âlimlerine uymak lazım, dört hak mezhepten birine uymak lazım diye anlatıyoruz. Boşuna mı haykırıyoruz, bu büyüklere uyun diye. Boşuna mı yalvarıyoruz, vallahi bunlar doğru, billahi bunlar doğru, bu büyüklere uyun, ebedi saadete kavuşun diye. Çünkü Onlar da dinin mütehassıslarıdır. O mübarek insanlara uyan rahat eder, uyan doğruya kavuşur, uyan hem dünya hem ahiret saadetine kavuşur. Hacısı da hocası da, âlimi de cahili de bu büyük zatlara tabi olmalıdır. Hem kendi rahat eder, hem de insanlara iyilik eder, kötülük etmemiş olur. Kaş yapayım derken göz çıkartmamış olur. Herkes ahirette bunu çok güzel anlayacaktır, ama iş işten geçmiş olacaktır. 

Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri