Farklı ictihad rahmettir İctihad, bir ibadet, yani Allahü teâlânın emri olduğundan,
hiçbir müctehid, diğer bir müctehidin ictihadına yanlış diyemez. Çünkü,
her müctehide, kendi ictihadı hak ve doğrudur. Beyheki’deki
hadis-i şerifte, (Müctehid âlimlerin
farklı ictihadları rahmettir) buyuruluyor. İmam-ı Şafii hazretleri,
İmam-ı a’zam hazretlerinden farklı ictihadları olduğu ve Hanefi mezhebinde
olmadığı halde, (İmam-ı a’zam Ebu Hanife’nin
rey ve ictihadını beğenmeyene, Allahü teâlâ lanet etsin!) buyurmuştur.
İmam-ı Ebu Yusuf ve imam-ı Muhammed ve diğer imamların, İmam-ı a’zama
uymayan sözleri, onu beğenmemek, kabul etmemek değildir. Kendi ictihadlarını
bildirmektir. Bunu bildirmeye memurdurlar. Mezheplerdeki farklılıkların çoğu, Resulullah efendimizin ibadetleri
değişik şekilde yaptığındandır. Bir de âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden
müctehidlerin farklı anlayışları vardır. Müctehid
ictihadında yanılabilir. Fakat yanılsa da mahzuru yoktur. Buhari’deki hadis-i şerifte de, (Müctehid, ictihadında isabet ederse iki, yanılırsa bir sevap alır)
buyuruluyor. Demek ki ictihad hatası, günah değil, aksine sevaptır.
Farklı ictihadlarından dolayı Eshab-ı kirama ve müctehidlere
dil uzatılmaz. Server-i âlem uzak ülkelere gönderdikleri
Sahabe-i kirama, güçlük karşısında kalınca, âyet-i kerimelere müracaat
etmelerini, orada bulamazlarsa, hadis-i şeriflere müracaat etmelerini,
orada da bulamazlar ise, kendi rey ve ictihadları ile hareket etmelerini,
kendilerinden daha yüksek ilimli ve fikirli olsalar dahi, başkalarının
ictihadına uymamalarını emrederdi. İşte bunun gibi, İmam-ı Ebu Yusuf ve imam-ı Muhammed de hocaları
olan İmam-ı a’zamın reyine tâbi olmayıp, kendi
ictihadları ile hareket ederlerdi. Halbuki, İmam-ı a’zamın
ilmi onların üstünde idi. Dört mezhep arasındaki farklar da, bundan
ileri gelmektedir. O halde namaz, oruç ve diğer ibadetlerde, büyük âlim olan mezhep
imamlarımızın birbirine uymayan ictihadları için, hiçbiri diğerinin
sözüne yanlış dememiştir. Sahabe-i kiram da böylece birçok işlerde birbirlerine uymamışlarsa
da, hiçbiri diğerinin ictihadına yanlış dememiş, dalalet, fısk
demeyi hatırlarına bile getirmemişlerdir. Mesela, Ebu Bekir-i Sıddık halife iken, Müslüman olmasını teşvik için, gayrı müslim
olan birisini, bir sahabinin yanına katarak,
beyt-ül-malın muhafaza memuru olan
Hz. Ömer’e gönderdi. Buna zekat hissesini versin dedi. Ömer ise, bu
parayı vermedi. Müellefe-i kulub
ismi verilen bu gibi kimselere zekat verilmesi, âyet-i kerimede emr edilmiş iken, niye vermedin diye sorunca, Hz. Ömer, (Kâfirlerin
kalblerini yumuşatmak emri, Allahü teâlânın
vaad ettiği zafer ve galibiyet başlamadan
önce, kâfirlerin azgın olduğu zamanda idi. Şimdi ise, Müslümanlar kuvvetlenmiş,
kâfirler mağlup ve aciz olmuştur. Şimdi kâfirlerin kalblerini
mal ile kazanmaya lüzum kalmamıştır) buyurduktan sonra, Müellefe-i
kulub denilen kâfirlere zekat verilmesi emrini
nesh eden, yani yürürlükten kaldıran âyet-i kerimeyi ve Muaz hadisini okudu. Hz. Ömer’in bu ictihadının, Sıddık-ı a’zamın rey ve ictihadına
uymaması, onun bu emrini red etmek değildir.
Beyt-ül-malın muhafazasına
ve idaresine memur olduğu için, ictihadını söylemişti. Hz. Ebu Bekir
de bu ictihadından dolayı ona bir şey dememişti. Hatta, ictihadını değiştirerek,
Eshab-ı kiramın hepsi, Hz. Ömer gibi ictihad eylediler. (Eshab-ı
kiram kitabı) |
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |