Peygamber ve Sahabenin mezhebi nedir?
Bazı kimseler, (Peygamber,
ne hanefi, ne de şafii
idi, sünni de değil idi) diyor. Sünnet ne
demektir? CEVAP
Demek ki mezhep de, sünnet de, bilinmiyor. Askerlikte, kara, hava ve deniz kuvvetleri vardır. Genel kurmay, karacı, havacı veya denizci değildir diyerek bu kuvvetlerden ayrı sayılır mı? Kuvvetler genel kurmaya bağlı olduğu gibi, mezhepler de Resulullaha bağlıdır. Nasıl ki kuvvet komutanlıkları
birbirinin yardımcısı ise, mezhepler
de öyledir. Kendi mezhebine göre yapılması güç olan bir iş başka mezhebe
göre yapılır. Mezhepler, bir elin parmakları gibi, aynı ele hizmet eder.
Sünnet kelimesi de yerine göre, farklı anlamlarda kullanılır: 1- Kitab ve sünnet ifadesindeki sünnet, hadis-i şerifler demektir. Hadis-i
şerifte buyuruldu ki: (Allah’ın kitabına, Peygamberin sünnetine sarılırsanız
hiç sapıtmazsınız.) [Hakim] 2- Farz ve sünnet ifadesindeki sünnet, Resulullahın
emirleri demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ümmetim bozulunca, sünnetime uyana şehid sevabı verilir.) [Hakim] 3- Sünnet, yalnız olarak
kullanılınca, genelde İslamiyet anlaşılır. Hadis-i şerifte buyuruldu
ki: (Bir zaman gelecek ki, ortalık bozulduğu zaman sünnetime
[İslamiyete] tutunmak avuçta ateş tutmak gibi olacaktır.)
[Hakim] 4- Sünnet,
yol, çığır, gibi manalara da gelir. Mesela sünneti hasene
iyi çığır, sünneti seyyie kötü çığır demektir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Bir kimse, sünneti hasene
çıkarırsa, [iyi bir çığır
açarsa] onun sevabı ve kıyamete kadar onunla amel
edenlerin sevabı kadar sevap alır. Bir kimse de sünneti seyyie
çıkarırsa, [kötü bir çığır açarsa]
onun günahı ve kıyamete kadar onu işleyenlerin günahı kadar günah kazanır.)
[Müslim] Sünnet, yol demektir.
Sünnetullah,
Allah’ın yolu demektir. Sünneti Resulullah, Resulullahın yolu
demektir. Sahabilerin de sünneti olur. Hz. Ömerin sünneti, Hz. Alinin sünneti gibi. Nitekim hadis-i şerifte buyuruldu
ki: (Sünnetime ve hulefa-i raşidinin sünnetine sımsıkı sarılın!) [Buhari] Sünnet, âdet,
kanun manalarına da gelir. Mesela, Allah’ın sünneti; Allah’ın kanunu
demektir. Bu Kur’an-ı kerimde sünnetullah olarak geçmektedir. (Allah’ın sünnetinde [kanununda]
asla bir değişiklik bulamazsın) buyuruluyor. (Ahzab
62, Fetih 23, Fatır 43) 5- Ehl-i
sünnet, kurtuluş fırkasının adıdır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu
ki: Tirmizi’nin bildirdiği hadis-i şerifte, (Ümmetim 73 fırkaya ayrılır, 72si Cehenneme
gider, yalnız bir fırka kurtulur. Bu fırka, benim ve Eshabımın yolunda
gidenlerdir) buyuruldu. Bu fırkaya (Ehl-i sünnet vel
cemaat) denir. Ehl-i sünnet ne demektir
Ehl-i sünnet ne demektir?
Mezheplere ayrılmak parçalanmak mıdır? CEVAP
Ehl-i sünnet vel-cemaat demek, Resulullahın ve eshab-ı kiramın gittikleri
doğru yolda bulunan âlimler demektir. Hak olan cemaat ve 73 fırka içinde
Cehennemden kurtulacağı bildirilmiş olan Fırka-ı naciyye
bunlardır. Kur’an-ı kerimde, (Parçalanmayın)
buyuruldu. Bu âyet-i kerime, itikadda, inanılacak
bilgilerde parçalanmayın demektir. Yani nefslerinize
ve bozuk düşüncelerinize uyarak, doğru imandan ayrılmayın demektir.
İtikadda ayrılmak, parçalanmak elbette hiç caiz değildir.
Hadis-i şerifte de (Cemaat rahmet, ayrılık azaptır) buyuruldu. (Parçalanmayın) âyet-i kerimesi fıkıh bilgilerinde ayrılmayın demek
değildir. Ahkâmda, amellerde olan ictihad bilgilerindeki ayrılık, hakları,
farzları, amellerdeki, ince bilgileri ortaya koymuştur. Eshab-ı kiram
da, günlük işleri açıklayan bilgilerde, birbirlerinden ayrılmışlardı.
Fakat, itikad bilgilerinde hiç ayrılıkları yoktu. Hadis-i şerifte, (Ümmetimin ayrılığı [mezheplere ayrılması] rahmettir) buyuruldu. Dört mezhebin, amel bilgilerinde ayrılması böyledir.
(Hadika) Mezhep imamı ne demektirMezhep imamı demek,
Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmiş olan din bilgilerini,
Eshab-ı kiramdan işiterek toplayan kitaba geçiren büyük âlim demektir.
Açıkça bildirilmeyenleri, açıkça bildirilmiş olanlara benzeterek meydana
çıkaran derin âlimlerdir. Eshab-ı kiramın herbiri
müctehid ve mezhep imamı idi. Herbiri kendi
mezhebinde idi. Hepsi de, mezhep imamlarımızdan daha üstün idi. Mezhepleri
daha kıymetli idi. Fakat, bunlar kitaplara yazılmadığı için, mezhepleri
unutuldu. Peygamberin, sahabenin mezhebi nedir demek, Ordu kumandanı, hangi bölüğün eridir veya Fizik öğretmeni, hangi sınıfın talebesidir demeye benzer. Çünkü sahabenin
herbiri bir mezhep imamı, hatta mezhep imamlarının
hocaları idi. Resulullah efendimiz de kâinatın hocası idi. (Mizan, Hadika) Eshab-ı kiramın mezhebi Herkes Kur’ana bağlanmalı,
çünkü Peygamberin mezhebi ne idi? Eshabın
mezhebi mi vardı? CEVAP Bin küsur yıldan beri
herkes bir mezhebe bağlı iken, bazı türediler, böyle sorularla zihinleri
bulandırıp herkesi başı boş, mezhepsiz yapmaya çalışıyorlar. Dini delillerden
anlamayanlara iki akli örnek verelim: Milli eğitime bağlı okullar, sınıflar, müdürler, öğretmenler ve öğrenciler vardır. Okul ile sınıf, müdürle öğretmen mukayese edilmez. Çünkü hepsinin görevleri farklıdır. Öğretmenle öğrenci de mukayese edilmez. Öğrencileri müdür veya öğretmen yerine, öğretmenleri de öğrenci yerine koymak yanlış olur. Öğretmen veya müdür hangi sınıfın öğrencisi denemeyeceği gibi, şu öğrenci, hangi okulun müdürü denmez. Öğretmen ve müdüre öğrenci denmez. Atalarımız, Temsilde hata olmaz demişlerdir. Müctehid
âlimler birer öğretmen gibidir. Mutlak müctehidler
ise müdür gibidir. İnsanlar da öğrenci gibidir. Öğretmene, bu hangi
okulun müdürü denmeyeceği gibi, öğrenciye de hangi okulun öğretmeni
denmez. Öğrenciler öğretmene tâbi olduğu gibi, insanlar da müctehide
tâbi olur. Öğretmenler nasıl müdüre
bağlı ise, tamamı müctehid olan Eshab-ı kiram da, Resulullah efendimize
bağlı idiler. Tabiinde ise müctehidler ve
halk var idi. Halk müctehidlere tâbi oluyordu.
Halkın mezhebi tâbi olduğu müctehidin mezhebi idi. Mezhepsiz kimse yok
idi. Eshab-ı kiram, Resulullaha değil, biz yalnız Allah’a tâbiyiz demediler ve demeleri de mümkün değildir. Sıradan
bir müslüman da, Müctehide tâbi
olmam, ben yalnız Resulullaha tâbi olurum diyemez. Müctehid, Allah’ın
ve Resulünün emirlerini bildiriyor. Müctehide uymak Allah ve Resulüne
uymak demektir. Bugün ise, bazı mezhepsizler, müctehide değil, Resulullaha
bile tâbi olmayı uygun görmüyorlar. Yalnız Kur’ana tâbiyiz
diyorlar. Nasıl ki öğretmen müdüre, müdür de Milli eğitim Bakanına, Milli eğitim bakanı da Başbakana bağlı ise, insanlar bir müctehide, müctehidler mutlak müctehide, mutlak müctehidler de Resulullah efendimize bağlıdır. Bağsız yani mezhepsiz kimse yok idi. Ordudaki misal daha cazip. Bütün subayların bir sınıfı olur. Topçu yüzbaşı, piyade albay gibi. Ama general olunca artık sınıf kalmaz. Topçu general olmaz. Artık o bütün sınıfların generalidir. Generaller de, sınıfsız
ama, onlar da ya havacı, ya karacı veya denizcidir. Bunlardan birinde
olmayan general olmaz. Bunlar da, ordu komutanlıklarına, ordu komutanları
da hava, deniz veya kara kuvvetlerine bağlıdır. Kuvvet komutanları genel
kurmaya bağlıdır. Dikkat edilirse, gerek
eğitim sisteminde ve gerekse orduda bağımsız bir kurum yoktur. Herkesin
bağlı olduğu, sorumlu olduğu bir yer vardır. İnsanlar birer er gibidir.
Bağlı oldukları bölükler, taburlar alaylar vardır. Ben genel kurmay
başkanına bağlıyım bölük komutanını falan takmam diyemez. Müctehidler
generaller gibidir. Mutlak müctehidler kuvvet
komutanları gibidir. Resulullah efendimiz de genel kurmay başkanı gibidir.
Genel kurmay başkanı, hangi bölüğün eri veya hangi kuvvet komutanlığına
bağlı denilemeyeceği gibi, Eshab-ı kiramın veya Resulullahın mezhebi
ne idi denemez. Bu durum iyice anlaşılınca,
herkes haddini bilmeli, er olan erim demeli, subayla, generalle benim
aramda ne fark var dememeli. Bir müslüman da müctehidle
boy ölçüşmemeli. Hatta peygambere bile uymayıp ben Kur’ana göre hareket
ederim demesi ne kadar yanlıştır. Sünnete uymanın önemi
(Mezhebe, hadise uymam)
demek (Kur'ana uymam) demektir. Zira Hak teâlâ buyurdu ki: (Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80] (Peygamberin emrine uyun, nehyettiğinden
sakının.) [Haşr 7] (İndirdiğimi insanlara beyan edesin, açıklayasın.) [Nahl 44] Beyan etmek, âyetleri,
başka kelimelerle ve başka suretle anlatmak demektir. Âlimler de, âyetleri
beyan edebilselerdi ve kapalı olanları açıklayabilselerdi ve Kur’an-ı
kerimden hüküm çıkarabilselerdi, Allahü teâlâ Peygamberine, (Sadece sana vahy olunanları tebliğ et) derdi. Ayrıca beyan etmesini
emretmezdi. (Huccetullahi alelalemin) Sünnet [hadis-i şerifler], Kur’an-ı kerimi, mezhep imamları
da sünneti açıklamışlardır. Âlimler de, mezhep imamlarının sözlerini
açıklamışladır. Hadis-i şerifler olmasaydı, namazların kaç rekat olduğu,
nasıl kılınacağı, rüku ve secdede okunacak tesbihler,
cenaze ve bayram namazlarının kılınış şekli, zekat nisabı, orucun, haccın
farzları, hukuk bilgileri bilinmezdi. Yani hiçbir âlim, bunları Kur’an-ı
kerimden bulup çıkaramazdı. Bunları Peygamber efendimiz açıklamıştır.
Sünneti müctehid âlimler açıklamış, böylece mezhepler meydana çıkmıştır.
Allahü teâlâ, (Bilmediklerinizi âlimlere sorun) [Nahl 43] buyurduğu gibi, Peygamberimiz
de bu âlimlere uymamızı emrediyor: (Kur’an-ı kerime tâbi
olmak, hepinize farzdır. Onu terk etmek için hiçbir özür olamaz. Kur’an-ı
kerimde bulamadığınız işlerde, sünnetime uyunuz. Sünnetimde de bulamazsanız,
Eshabımın sözüne uyunuz.) [Beyheki] (Âlimlere tâbi olun!) [Deylemi] (Âlimler rehberdir.) [İ. Neccar] (Ulema, enbiyanın vârisidir.) [Tirmizi] (Bize yalnız Kur'andan
söyle!) diyen birine, İmran bin Husayn hazretleri: (Ey ahmak! Kur’an-ı
kerimde, namazların kaç rekat olduğunu bulabilir misin?) dedi. Hz. Ömer’e,
farzların seferde kaç rekat kılınacağını Kur’an-ı kerimde bulamadık
dediklerinde, (Allahü teâlâ, bize Muhammed aleyhisselamı gönderdi. Kur’an-ı
kerimde bulamadığımızı, Resulullahtan gördüğümüz gibi yapıyoruz. O,
seferde dört rekat farzları iki rekat kılardı. Biz de öyle yaparız)
buyurdu. (Mizan-ül-kübra) İslam
ayrı mezhep ayrı değildir
Mezhebe uymam Kur'anla amel
ederim demek, Kanunlara uymam, yalnız Anayasaya göre hareket ederim demek gibi yanlıştır.
Çünkü Anayasada bütün hükümler, bütün cezalar bildirilmemiştir. Anayasa,
kanunlara havale etmiştir. Kanunlardan başka tüzükler, yönetmelikler
de çıkmıştır. (Anayasa varken, kanuna lüzum yok) demek ne kadar yanlış
ise, (Kur'an varken, mezhebe lüzum yok) demek, bundan daha yanlıştır.
Kur’an-ı kerimi hadis-i şerifler, hadis-i şerifleri de mezhep imamları
açıklamıştır. Kanunlar, Anayasanın gösterdiği istikamette hazırlanmış,
mezhepler de, Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin gösterdiği istikamette
teşekkül etmiştir. Hiç kimse, Madem, mezhep, Kur’an-ı kerimin ve hadis-i
şeriflerin açıklamasıdır. Ben de açıklar bir mezhep kurarım diyemez.
Çünkü bir kimsenin Madem doktor
olmak, tıp kitabı okumaya bağlıdır. Kimyager olmak için de kimya kitabı
okumak kâfidir diyerek eline aldığı bir tıp ve kimya kitabı ile
doktorluk yapmaya, ilaç imal etmeye kalkışması ne kadar gülünç ise,
(Ben de Kur'andan, hadisten hüküm çıkarırım) demek daha gülünçtür. Ben İslama göre hareket ederim,
mezhebe uymam demek, Ben devletin emrine uyarım. Fakat, kanunu,
polisi, hakimi dinlemem demeye benzer. Çünkü İslama
uymak demek, dört hak mezhepten birine uymak demektir. İslam ayrı, mezhep
ayrı değildir. Mezhebin lüzumu
Bir müctehidin ictihad
ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin mezhebi denir. Eshab-ı
kiramın hepsi derin âlim, birer müctehid idiler. Din bilgilerinde, siyaset,
idarecilik ve zamanlarının fen bilgilerinde ve tasavvuf marifetlerinde
birer derya idiler. Bu bilgilerinin hepsini, Resulullahın kalblere
işleyen, ruhları çeken sözlerini işitmekle, az zamanda edindiler. Herbirinin mezhebi vardı. Mezhepleri az veya çok farklı idi. Tâbiinin ve Tebe-i tâbiinin arasında da müctehidler
vardı. Bu müctehidlerin ve Eshab-ı kiramın
mezheplerinden yalnız dördü kitaplara geçip, dünyanın her yerine yayıldı.
Diğerlerinin mezhepleri unutuldu. Bu dört mezhebin imanları Eshab-ı
kiramın ortak olan imanıdır. Bunun için dördüne de Ehl-i sünnet denir.
İmanları arasında esasta ayrılık yoktur. Birbirlerini din kardeşi bilirler.
Birbirlerini severler. Birbirlerine uymayan işlerini, zaruret olunca,
birbirlerini taklit ederek yaparlar. Allahü teâlâ, mezheplerin böyle
ayrı olmalarını istemiştir. Bu ayrılığın, müslümanlara Allahü teâlânın
rahmeti olduğunu, Peygamberimiz haber vermiştir. Çünkü, dört mezhep
arasındaki ufak tefek başkalıklar, müslümanların işlerini kolaylaştırmaktadır.
Her müslüman, vücut yapısına, yaşadığı iklim şartlarına ve iş hayatına
göre, kendisine daha kolay gelen mezhebi seçer. İbadetlerini ve her
işini, bu mezhebin bildirdiğine göre yapar. Allahü teâlâ dileseydi,
Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde, her şey açıkça bildirilirdi.
Böylece, mezhepler hasıl olmazdı. Kıyamete kadar, dünyanın her yerinde,
her müslümanın uyacağı tek bir nizam olurdu. Müslümanların halleri,
yaşamaları güç olurdu. Resulullahın
yolu
Peygamberimizin yolu,
Kur’an-ı kerim ile hadis-i şerifler ile ve müctehidlerin ictihadları ile gösterilen yoldur. Bu üç
vesika ile bir de, İcma-ı ümmet
vardır ki, Eshab-ı kiramın ve Tâbiinin sözbirliği olduğu, R.Muhtar’da
yazılıdır. Bir hüküm üzerinde, dört mezhebin ictihadları arasında icma
hasıl olursa, bu icmaya da inanmak gerekir,
inanmayan küfre girer. (Mektubat
2/36) İslam âlimleri yanlış bir şey üzerinde ittifakta bulunmazlar.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ümmetim dalalet üzerinde birleşmez.) [İ.Ahmed] Bu dört vesikaya Edille-i şeriyye denir. Bunların dışında kalan her şey bid’attir. Hadis-i
şerifte buyuruldu ki: (Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak,
bunlardan yalnız biri Cennete girecektir. Bunlar, benim ve Eshabımın
yolunda olanlardır.)
[İbni Mace] Bu ayrılık, usulde, imanda olan ayrılıktır. Eshab-ı
kiramdan sonra, yeni müslüman olanlardan bir kısmının imanları bozuldu.
Eshab-ı kiramın doğru imanından ayrıldılar. Dalalet fırkaları meydana
geldi. Bu bozuk fırkalara, bid’at fırkaları denir. Bunlar, bazı nassları
tevil ederek yanıldıkları için kâfir değildir. Fakat, İslamiyet’e zararları,
kâfirlerin zararlarından çok oldu. Birbirleri ile ve Ehl-i sünnet ile
çekiştiler. Harp ettiler. Çok müslüman kanı döküldü. Müslümanların yükselmelerini,
ilerlemelerini baltaladılar. Bid’at fırkalarını,
Ehl-i sünnetin dört doğru mezhebi ile karıştırmamalıdır. Mezhep ve rahmet
Allahü teâlâ ve Resulü,
müminlere merhamet ettikleri için, bazı işlerin nasıl yapılacağı, Kur’an-ı
kerimde ve hadis-i şeriflerde açık bildirilmedi. Açıkça bildirilse idi,
öylece yapmak farz ve sünnet olurdu. Farzı yapmayanlar günaha girer,
kıymet vermeyenler de kâfir olurdu. Müminlerin hali güç olurdu. Böyle
işleri, açık bildirilmiş bulunanlara benzeterek işlemek gerekir. Din
âlimleri arasında, işlerin nasıl yapılabileceğini, böyle benzeterek
anlayabilenlere, Müctehid denir. Dört mezhebin hali,
bir şehir halkının haline benzer ki, önlerine çıkan bir işin nasıl yapılacağı
kanunda bulunmazsa, o şehrin eşrafı, ileri gelenleri toplanıp, o işi
kanunun uygun bir maddesine benzetip yaparlar. Bazen uyuşamayıp, bazısı
devletin maksadı, beldeleri tamir ve insanların rahatlığıdır der. O
işi, rey ve fikirleri ile, kanunun bir maddesine benzetir. Bunlar, Hanefilere benzer. Bazıları da, devlet
merkezinden gelen memurların hareketlerine bakarak, o işi, onların hareketine
uydurur ve devletin maksadı böyle yapmaktır derler. Bunlar da, Maliki mezhebine benzer. Bazısı ise ifadeye,
yazının gidişine bakıp, o işi yapma yolunu bulur. Bu da, Şafiiye benzer. Bir kısmı ise, kanunun
başka maddelerini de toplayıp, birbiri ile karşılaştırarak, bu işi doğru
yapabilmek yolunu arar. Bunlar da, Hanbeli
mezhebine benzer. Dört doğru yol
İşte şehrin ileri gelenlerinden herbiri,
bir yol bulur ve hepsi, yolunun doğru ve kanuna uygun olduğunu söyler.
Kanunun istediği ise, bu dört yoldan biri olup, diğer üçü yanlıştır.
Fakat, kanundan ayrılmaları, kanunu tanımadıkları için, devlete karşı
gelmek için olmayıp, hepsi kanuna uymak, devletin emrini yerine getirmek
için çalıştıklarından, hiçbiri suçlu görülmez. Belki, böyle uğraştıkları
için, beğenilir. Fakat, doğrusunu bulan daha çok beğenilip, mükafat
alır. Dört mezhebin hali de böyledir. Allahü teâlânın istediği yol,
elbette birdir. Dört mezhebin ayrıldığı bir işte, birinin doğru olup,
diğer üçünün yanlış olması gerekir. Fakat, her mezhep imamı, doğru yolu
bulmak için uğraştığından, yanılanlar affolur. Hatta sevap kazanır. Dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. Bu, Eshab-ı
kiramın ve Tâbiinin mezheplerini küçümsemek değildir. Çünkü, Eshab-ı
kiramın ve başkalarının mezheplerini tam olarak bilmiyoruz. O mezhepleri
de bilseydik, onlara uymamız da caiz olurdu. Çünkü, hepsinin mezhepleri
doğru idi. Dört mezhep, tam bilindiği ve kitapları her yere yayılmış
olduğu için, her müslümanın yalnız bunlardan birine uyması gerekir. İmam-ı Rabbani hazretleri,
(Bir mezhebe tâbi olmayan mülhid olur) buyuruyor. (Mebde ve Mead) Yusuf Nebhani
hazretleri, (Şimdi her müslümanın,
dört mezhepten birine uyması gerekir) buyurduğu gibi, İmam-ı Şarani,
S.Ahmed Tahtavi hazretleri gibi birçok âlim de, aynı şeyi bildirmişlerdir. Kur’an-ı kerimdeki;
(Allah’ın ipine sarılın!) emri, (Fıkıh âlimlerinin, mezhep imamlarının bildirdiğine
uyun!) demektir. [Tahtavi (Dürr-ül
muhtar) haşiyesi, zebayıh kısmı] Mezhep değiştirmek
Dört mezhebin imamları
ve onları taklit eden âlimler, her müslümanın dört mezhepten dilediğini
taklitte serbest olduğunu ve bir mezhepten başka mezhebe geçmenin caiz
olduğunu ve harac, sıkıntı olduğu zamanlarda, başka mezhebin taklit edileceğini
bildirdiler. Allahü teâlâ, müminlerin dört mezhebe ayrılmalarını ve
bunun, kulları için faydalı olacağını ezelde takdir ve irade buyurdu.
Amelde mezheplere ayrılmaktan razı olduğunu bildirdi. Razı olmasaydı
Resulü, bu ayrılığın rahmet olduğunu bildirmezdi. İtikadda
ayrılmayı yasak ettiği gibi, amelde ayrılmayı da yasak ederdi. (Mizan) Resulullah, Kur’an-ı kerimde icmalen bildirilenleri, yani kısa ve kapalı olarak bildirilenleri açıklamasaydı, Kur’an-ı kerim kapalı kalırdı. Resulullahın vârisleri olan mezhep imamlarımız, hadis-i şeriflerde mücmel olarak bildirilenleri açıklamasalardı, sünnet-i nebeviyye kapalı kalırdı. Böylece, her asırda gelen âlimler, Resulullaha tâbi olarak, mücmel olanı açıklamışlardır. Bilinen 4 imam zamanında,
başka mezhep imamları da vardı. Bunların da mezhepleri vardı. Fakat,
bunların mezheplerinde olanlar azala azala
bugün hiç kalmadı. (Hadika) Ehl-i sünnetin dört mezhebinin imanları, inandıkları şeyler, birbirlerinin aynıdır. Aralarında hiç fark yoktur. Ayrılıkları yalnız ameldedir. Bu da, müslümanlara bir kolaylıktır. Her müslüman, dilediği mezhebi seçerek, bunu taklit eder. Her işini, seçtiği mezhebe göre yapar. Müslümanların, dört mezhebe ayrılmaları, Allahü teâlânın rahmetidir. Bir müslüman, kendi mezhebine göre ibadet yaparken, bir zahmet, bir meşakkat hasıl olursa, başka bir mezhebi taklit ederek, bu işi kolayca yapar. Atalarımızın yolundayız Selefi
itikadlı bir genç, (Mezhep imamlarının yolundan
gitmek, ataların yolundan gitmektir. Âyetlere rağmen ataların yolundan
gitmek şirktir) diyor. Bu yanlış değil mi? CEVAP Elbette
yanlıştır. Kâfirler için inen âyetleri, müslümanlara yüklemektedir.
Bu âyetler kâfir atalar içindir. Konu ile ilgili âyetler şunlardır: (Onlara, "Allah’ın indirdiğine uyun" dendiği zaman, "Hayır, biz atalarımızı
üzerinde bulduğumuz şeye uyarız dediler. Ya ataları bir şey anlamamış,
doğruyu bulamamışlarsa? Kâfirlerin hali, bağırıp çağırmak dışında bir
şey duymayan, yine de haykıran kişiye benzer. O kâfirler sağır, dilsiz
ve kör oldukları için akledemezler.) [Bekara
170, 171] (Kâfirler Allah’a karşı yalan
uydururlar ve çoğu da akletmez. Onlara, “Gelin
Allah’ın indirdiği Kitaba ve Resule uyun” denildiğinde, “Atalarımızın
yolu bize yeter” derler; ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda
olmayan kimseler idiyse?)
[Maide 103, 104] Bu
iki âyet de müşrikler için inmiştir. (Allah’a
ve resulüne uyun) denilince, biz atalarımız gibi putlara taparız
diyorlar. Bu ataların mezhep imamları ile hiç ilgisi yoktur. Putperestler,
Hud peygambere dediler ki: (Sen bize tek Allah’a kulluk
etmemiz ve atalarımızın taptıklarını [putları] bıraktırmak
için mi geldin? Eğer sözünde sadık isen, tehdit ettiğin azabı getir.)
[Araf 70] Kâfirler,
Peygamberlere dediler ki: (Siz de bizim gibi bir insansınız.
Siz bizi atalarımızın taptığı şeylerden [putlardan] döndürmek istiyorsunuz.) [İbrahim 10] (Bu da aynen sizin gibi bir
insandır. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah isteseydi, elbette
[peygamber olarak] melekleri gönderirdi. Biz atalarımızdan böyle
[bir Allah’a ibadet etmek diye]
bir şey duymadık.) [Müminun 24] Hz.
İbrahim putlara tapanlara dedi ki: (Atalarınızın ve sizin neye
taptığınızı şimdi gördünüz mü? Taptığınız putlar benim düşmanımdır.
Dostum ancak âlemlerin Rabbidir.) [Şuara
75-77] (Musa, kâfirlere apaçık mucizelerimizle
gelince: [Kâfirler], “Bu uydurma
bir sihirdir. Önceki atalarımızdan böyle [tek ilaha ibadet etmek
diye] bir şey işitmedik” dediler.) [Kasas 36] (Onlar [kâfirler] atalarını sapıklıkta buldular ve peşlerinden
koşup gittiler.) [Saffat 69,70] Görüldüğü
gibi bu âyetler müşrikler, putperestler için gelmiştir. Müslümanlar,
Resulullahın vârisleri olan âlimlere uyarsa, müşriklere uymuş olmaz.
Eğer Müslümanların ataları doğru yolda ise
elbette uymak gerekir. Nitekim Yakup aleyhisselam, ölürken oğullarına
sordu: (Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?) dedi.
Oğulları dediler ki: (Senin ve
ataların İbrahim, İsmail ve İshakın ilahı
olan tek Allah’a kulluk edeceğiz.) [Bekara 133] Hz. Yusuf da dedi ki: (Atalarım
İbrahim, İshak ve Yakubun
dinine uydum.) [Yusuf 38] Demek ki
atalarımız Müslüman ise, müşrik değil ise, onlara uymamız lazımdır.
Hz. Yusuf müslüman olan atalarının yolundan gittiğine göre, biz de müslüman
atalarımızın, yani mezhep imamlarımızın,
ehl-i sünnet âlimlerinin yolundan gitmeliyiz. Bir hadis-i şerifte de
buyuruluyor ki: (Ahir zamanda bazıları, sizin
ve atalarınızın yolundan ayrılıp, sünnetimden uzak kalacaklar, onlardan
uzak durun.) [Müslim] |
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |