Resulullahın vârisi
olduğu bildirilen İslam âlimleri kimlerdir? Bugün bir profesöre İslam
âlimi denebilir mi, sözü fetva olur mu? CEVAP Resulullahın vârisi olan ve kendilerine Ulema-i rasıhin denilen âlimler eskiden çok idi. Şimdi yeryüzünde böyle âlim yoktur. Mutlak müctehid bulunmadığı gibi, mezhepte müctehid de yoktur. Şevahid-ül-hakta buyuruluyor ki: Hicri dördüncü asırdan sonra, dünyada ictihad edebilecek âlim hiç kalmadı. Şimdi bütün müslümanların, bilinen dört mezhepten birine uymaları gerekir. Din âlimi olmak için,
8 yüksek din bilgisini, bütün inceliğiyle öğrenmek, fen bilgisinde de
kâfi ilme sahip olmak gerekir. İslam âlimlerinden müfessir,
muhaddis, mütekellim, mütesavvıf ve fakih denilen zatlar, din imamıdır. Bunların her sözü, her
beyanı, Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin açıklamasıdır. Her sözleri
sabit ve müsellem ve muhakkak doğrudur. Müfessir, tefsir kitabı yazan
demek değildir. Müfessir, kelam-ı ilahiden, murad-ı ilahiyi anlayandır.
Tefsir, ancak Fahr-i âlemin mübarek lisanından, Sahabe-i kiram ve onlardan
Tabiin ve Tebe-i tabiine ve böylece sağlam,
kıymetli insanların söylemesi ile, tefsir kitabı yazanlara, daha doğrusu
fıkıh ve kelam âlimlerine gelen haberlerdir. Müctehid olmak için Müctehid olmak için
hangi kitapları okumak lazımdır? CEVAP (Eshab-ı kiram) kitabında
da buyuruluyor ki: Müctehid olmak için
Arabi ilimleri ve Kur’an-ı kerimi ezbere bilmek, her âyet-i kerimenin
manay-ı müradisini, manay-ı zımni ve iltizamisini bilmek
ve âyet-i kerimelerin geldikleri zamanları ve gelme sebeplerini ve ne
hakkında geldiklerini, külli ve cüzi olduklarını, nasih
veya mensuh olduklarını, mukayyed
veya mutlak olduklarını ve kıraeti seba ve aşereden ve kıraeti şazzeden nasıl çıkarıldıklarını
bilmek, hadis kitaplarındaki, yüzbinlerce
hadisi ezberden bilmek ve her hadisin ne zaman ve ne için irad
buyurulduğunu ve manasının ne kadar genişlediğini ve hangi hadisin diğerinden
önce veya sonra olduğunu ve bağlı bulunduğu olayları ve hangi vaka üzerine
buyurulduğunu ve kimler tarafından nakil ve rivayet olunduğunu ve nakledenlerin
ne halde ve ne ahlakta olduklarını bilmek, fıkıh ilminin üsul
ve kaidelerini tanımak, 12 ilmi ve Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin
işaretlerini, rumuzlarını ve açık ve kapalı manalarını kavramak ve bu
manalar kalbinde yer etmiş olmak, kuvvetli iman sahibi olmak ve itminan
ile dolu, nurlu ve saf bir kalbe ve vicdana malik olmak gerekir. Bütün bu üstünlükler,
ancak Eshab-ı kiramda ve sonra, 200 yıl içinde yetişen, bazı büyüklerde
bulunabildi. Daha sonraları, fikirler, reyler dağılıp, bid’atler
çıkıp yayıldı. Böyle üstün zatlar azala azala,
400 yıl sonra, bu şartlara haiz olan, yani mutlak müctehid olarak meşhur
olan görülmedi. Yüksek din bilgileri,
tefsir, usul-i kelam, kelam, usul-i hadis, ilm-i hadis, usul-i fıkıh,
fıkıh, ilm-i tasavvuftur. Bu 8 ilmi öğrenebilmek için gerekli alet ilimleri
ise 12 dir. Bunlar, sarf, iştikak, nahv,
kitabet, iştikak-ı kebir, lügat, metni lügat, beyan, meani,
bedi, belagat, inşa ilimleridir. (Hadika) Mevduat-ül ilim kitabının
(Tefsir İlminin Dalları) bölümünde, Kur’an-ı kerim ilmi, içinde şaşılacak,
akıllara durgunluk verecek sayısız acayip haller bulunan engin bir denizdir.
Öyle yüksek ve metin bir dağdır ki, ondaki hayret veren şeyleri öğrenmek,
her sırrına erişmek imkânsızdır. Bu ilmin sayılmayacak kadar dalı vardır,
denilerek altmışın üstünde tefsir ilminin kolları bildirilmiştir. Fetva ne demektir? Fetva ne demektir? CEVAP Fetva, bir hususun dine
uygun olup olmadığını, hangi fıkıh kitabının neresinden alındığını bildiren
hüküm demektir. Mehazını göstermeden caiz veya caiz değil demek fetva
olmaz. Müftinin müctehid olması gerekir. Müctehid olmayan kimse müfti yapılırsa, bunun müctehidlerin
bildirdiklerini okuyup, öğrenerek bunları söylemesi gerekir. (İbni Hümam)
Müctehid olmayan kimse
bir hadis işitince, bu hadisten kendi anladığına uyarak amel edemez.
Mezhebindeki müctehidlerin verdiği fetva ile
amel etmesi gerekir. (Kifaye) Cengiz Han, Fatımiler ve hatta Abbasiler zamanında, haramlara caiz diyen müfti adını taşıyan devlet memurları vardı. Bunların yanında bir kısmı da gerçekten islam müftisi idi. Bir kısmı ise, o zamanki hükümdarın arzusuna göre konuşurlardı. İslam müftileri, Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını bildiren âlimlerdi. Müfti denilen devlet memurları ise, zaten dini bilmezlerdi. Allahü teâlânın yasak ettiği bir şeyi, hükümdar emr etmiş ise, (Bunu yapmak caiz değil) demezlerdi. Yahut bir zâlim, Allahü teâlânın emrettiği bir şeyi yapmamış olsa, (Bunu yapmak gerekir) diyemezlerdi. Böylece müslümanları günaha ve büyük felaketlere sürüklemişlerdi. Böyle uydurma fetvaların verildiği zamanlarda, dinini kayıran müslümanlar, âlimlerin yazdığı fıkıh ve ilmihâl kitaplarına uyup dinlerini kurtardılar. Niçin günümüzdeki insanların
yazdıkları kitapları değil de, eski âlimlerin kitaplarını tavsiye ediyorsunuz? CEVAP İslam
âlimlerinin en büyüklerinden olan İmam-ı Rabbani hazretleri, dörtyüz sene önce buyurdu ki: (İslam
âlimleri, bugün garip oldu, azaldı. Şimdiki tarikatçıların yoluna bid'atler karıştığı ve bu yolu bozdukları için, Resulullahın
sünnetine sarılmış olan büyük âlimleri, bu millet tanımaz oldu. Bu bilgisiz
kimseler, milletin kalbini, bu bid'atleri ile kazanmaya çalıştılar.
Böyle yapmakla dini yayacaklarını, hatta İslamiyet’i olgunlaştıracaklarını
sandılar. Hâşâ öyle değildir. Bunlar, dini yıkmaya çalışıyorlar. Allahü
teâlâ bunları doğru yola kavuştursun! Şimdi büyük âlimlerden bu ülkede
pek az kalmıştır. İslamiyet’i sevenlerin, bu âlimlerin kitaplarının
bildirdiği yolda gitmeleri gerekir.) [c.2
m.62] Hadis-i
şeriflerde (Kıyamete yakın ilim
azalır, cehalet artar), (İlmin azalması âlimlerin azalması ile olur.
Cahil din adamları, kendi görüşleri ile fetva vererek fitne çıkarırlar,
halkı yoldan saptırırlar) ve (Her
asır, önceki asırdan daha bozuk olur. Böylece kıyamete kadar hep bozulur)
buyuruldu. İnsanların en iyileri olan âlimlerin yazdıkları kitapları
beğenmeyip, bozuk asrın bozuk insanların kitaplarına aldanmaktan sakınmalıdır!
(Hadika) Din yeni gelmedi. Hem
de kâmil olarak geldi. Eksik olarak gelmedi. İslamiyet saf, berrak şekildedir.
İslami ilimler, nakli ve akli ilimler olmak üzere ikiye ayrılır.
Nakli ilimler, yani din bilgileri zamanla değişmez, kıyamete kadar hep
aynıdır. Zamanla değişen, âdetler ve fen bilgileridir. Nakli ilimlerin
saf, berrak, bid’atsiz şekli geridedir. Akli
ilimlerin ise en gelişmiş şekli ileridedir. Zamanla gelişirler. Fende
değişiklik olur, dinde değişiklik olmaz. Nakli ilimleri yani din bilgilerini
fen bilgileri ile karıştırmak, cahillik değilse, nedir? Din düşmanlarının
oyunlarını anlayalım, tuzaklarına düşmeyelim. Dini yönden "O
kitap, o yazı muteber değildir. O yazar dini bilmez" deniyor. Bir
yazının muteber olmadığı veya bir yazarın dini bilmediği nasıl anlaşılır? CEVAP Bir yazı, Ehl-i sünnet
âlimlerinin ekserisinin muteber olarak bildirdiği eserlere aykırı değilse,
o yazı muteber demektir. Bir yazarın yazısı, bu eserlere uygunsa, o
yazarın dini bildiği anlaşılır. Bu eserlere uymuyorsa, o yazarın dini
bilmediği ve yazısının da muteber olmadığı anlaşılır. Kur'an-ı kerimi kendi görüşüne göre yorumlayanların yazıları da muteber değildir. Bu bakımdan nakli esas almayanların yazılarına, sözlerine itibar edilmez. Kur'anda vesileden
bahsediliyor. Vesile nedir? CEVAP Allahü teâlâ
mealen, (Bana
yaklaşmak için, vesile arayınız) buyuruyor. (Maide
35) Ehl-i sünnet
âlimleri ise buyuruyor ki: İbadetler içinde,
sahih, doğru, hâlis olan ibadetler vesile olur. İbadetlerin sahih olması
için, doğru iman, temiz ahlak sahibi olmak ve şartlarına uygun yapmak
lazımdır. Mesela, namazın sahih olması için, abdest almak, kullanılan
suyun temiz olması, namazı vaktinde kılmak ve kıbleye karşı kılmak,
namazdaki âyetleri, tesbihleri ve duaları doğru okumak ve diğer şartları,
vesileleri bilmek ve yapmak lazımdır. Her ibadetin de böyle şartları,
vesileleri vardır. Bunlar, senelerce çalışarak öğrenilir. Bunlar düşünmekle
öğrenilemez. Bunları bilen ve yapan âlimlerden işiterek veya kitaplarını
okuyarak öğrenilir. Fen bilgileri
de, bilenlerden uzun zamanda öğrenilmektedir. Böyle, imanı, kalbi temiz,
doğru din âlimlerine müderris, muallim ve mürşid
denir. Mürşid demek, su üstünde yürüyen, havada uçan, kaybolan şeyleri
bilen, okuyup, üfleyerek hastalara şifa dağıtan kimse demek değildir.
Şeriati, yani kalb, ruh ve beden ile yapılan ibadetleri bilen,
yapan ve başkalarına da öğreten Ehl-i sünnet âlimi demektir. Her müslüman,
Maide suresindeki emre uymak için, böyle bir âlimden veya kitaplarından
farz ve nafile ibadetleri öğrenmelidir! (F.Bilgiler) Her ilim sahibine
âlim denir mi? Her
ilim sahibine âlim denmez. Mal ve mevki sahibi olmak için ilim öğrenen
ve ilmi ile amel etmeyen, İslam âlimi değildir. Buyuruluyor ki: Âlimler
hariç, insanlar helak olmuştur. İlmiyle amel edenler hariç, âlimler
de helak olmuştur. İhlaslı olanlar hariç, amel eden âlimler de aldanmıştır.
O halde gerçek âlim, ilim, amel ve ihlas sahibi salih kimsedir. Hadis-i
şeriflerde buyuruluyor ki: (Cahiller ile mücadele etmek ve
meşhur olmak için ilim öğrenen Cehenneme gider.) [İ. Mace] (Allah rızasından başka maksatla
ilim öğrenen Cehennemdeki yerine hazırlansın.) [Tirmizi] (Dünya için ilim öğrenen, mala,
mevkiye kavuşursa, kazancı Cehennem ateşi olur.) [R.Nasıhin] (Âlim, ilmi az da olsa, ilmi ile
amel eden kimsedir.)
[Ebuşşeyh] |
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |