İbadetin faydası kime “Allah’ın bizim ibadetimize ihtiyacı yok. İbadet yapan, boşuna
sıkıntı çekiyor” veya “Ben içki içersem, zina edersem Allah’a ne zararı
olur ki” diyenlere nasıl cevap vermeli? CEVAPYahya Müniri hazretleri buyuruyor
ki: Bazıları, ibadetlerin Allahü teâlâya faydası olduğunu ve bunun için emir olunduklarını zannediyorlar. Böyle zannetmek çok yanlıştır. Her insanın yaptığı ibadetin faydası, yalnız kendisinedir.
Böyle olduğu Fatır suresinin
18. âyet-i kerimesinde açıkça haber verilmektedir. Böyle yanlış düşünen kimse, perhiz yapmayan hastaya benzer.
Bu hastaya doktor, perhiz tavsiye ediyor. Bu ise, (Perhiz yapmazsam doktora hiç zararı olmaz) diyerek, perhiz yapmıyor.
Evet doktora zararı olmaz, fakat kendine zarar vermektedir. Doktor,
kendine faydası olduğu için değil, onun hastalıktan kurtulması için,
perhiz yapmasını tavsiye etmiştir. Doktorun tavsiyesine uyarsa şifa
bulur, uymazsa ölür gider. Bazı kimseler, "Allah’ın affı sonsuzdur, bizi de affeder"
diyerek ibadet etmiyorlar. İbadet etmeyen Cehenneme gitmez mi? CEVAP İmanlı ölen günahkârlar, geç de olsa Cennete girer. Ancak ibadet
etmeyen, günaha devam eden kimselerin imanlı ölmeleri çok zordur. İbadetler
imanı muhafaza eder. Günahlar imanın sönmesine yol açabilir. Bunun için
ibadetleri bırakmamalıdır. "Allah acır, affeder" diyerek
ibadet etmemek ve günah işlemek uygun mudur? CEVAP Şeyh Yahya Müniri hazretleri buyuruyor
ki: Allahü teâlâ, kerim, rahim olduğu gibi, azabı da şiddetlidir.
Bu dünyada, çoklarına fakirlik ve sıkıntı veriyor. Çok kerim ve Razzak olduğu halde, çiftçilik sıkıntısı çekmeyene mahsul
vermiyor. Herkesi yaşatan O olduğu halde, yiyip içmeyen kimseyi yaşatmıyor,
ilaç kullanmayan hastaya şifa vermiyor. Yaşamak ve mal sahibi olabilmek gibi dünya nimetlerinin hepsi için sebepler yaratmış, sebebine yapışmayana hiç acımayıp dünya nimetlerinden mahrum bırakmıştır. Ahiret nimetlerine kavuşmak da böyledir. Kâfirliği ve cahilliği, ruhu öldüren zehir yapmıştır. Tembellik de, ruhu hasta yapar. İlaç kullanılmazsa, ruh hastalanır, ölür. Tembelliğin ilacı da, namaz kılmaktır. Bir kimse, zehir yer ve (Allah rahimdir, rahmeti her şeyi kuşatmıştır, beni korur) derse, hastalanır, ölür. İshal olan müshil içerse, şeker hastası tatlı yerse, hastalık artar. O halde, Allah’ın bildirdiği sebeplere yapışmamız gerekir. Allah’ın
azabı çok şiddetlidir Bazı kimseler, hırsızların, hainlerin, ırz düşmanlarının, hatta
gayri Müslimlerin bile affa kavuşacağını bildirip, azap âyetlerinden
hiç bahsetmiyorlar. Allah’ın azabından bahsetmemek yanlıştır. İslamiyet, ifrat ve tefritten [aşırılıklardan] uzak bir dindir.
Allah’ın rahmetini de azabını da bildirmek gerekir. Çünkü Allahü teâlâ
Kur’an-ı kerimde kendi bildiriyor. Bunu gizlemek, örtbas etmek ihanet
olur. Ahirette kâfire af ve merhametin zerresi yoktur. Ebedi azap içinde
kalacaklardır. Cennete girme şartı Müslüman olmaktır. Müslüman da havf
ve reca arasında olmalıdır. Havf,
Allah’tan korkmak, reca da
Allah’ın rahmetini ümit etmek demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Havf ve
reca arasındaki mümin, umduğuna kavuşur, korktuğundan emin olur.) [Tirmizi] Hep Allah’ın azabından bahsedip insanları korkutmak doğru olmadığı
gibi, hep Allah’ın rahmetinden bahsedip azabından hiç bahsetmemek de
Kur’an-ı kerime aykırıdır. Mümin yaşarken havfı, ölürken recası daha
fazla olmalıdır! Allahü teâlânın rahmeti çoktur. İki âyet-i kerime meali
şöyledir: (Ey günahta haddi aşanlar, Allah’ın
rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah, bütün günahları affeder. O,
gafururrahimdir, affı, merhameti çoktur.) [Zümer 53] (Kötülük edip, nefsine zulmeden, mağfiret
dilerse, Allah’ı gafururrahim bulur.) [Nisa 110] İki hadis-i
şerif meali de şöyledir: (Hak teâlâ buyurdu: Kulun günahı göklere
kadar yükselse, tevbe ederse affederim.) [Tirmizi] (Allahü teâlâ,
kullarına bu kadının çocuğuna olan merhametinden daha merhametlidir.)
[Buhari] Allahü teâlânın rahmeti böyle çok olduğu gibi azabı da şiddetlidir. Kur'an-ı
kerimde buyuruluyor ki: (Elbette
azabım çok şiddetlidir.) [İbrahim 7] (Allah’ın
kahrı da pek şiddetlidir.) [Nisa 84] (Kullarıma
haber ver! Gafururrahim olduğum gibi, azabım
da çok şiddetlidir.) [Hicr 49-50] (O gün gerçek
hükümranlık Rahmanındır. Kâfirler için de pek çetin gündür.) [Furkan
26] (Allah’a ve Resulüne itaat edip Allah’tan korkup sakınanlar,
kurtuluşa erenlerdir.) [Nur 52] (İşlediklerinin cezası olarak, artık az gülüp, çok ağlasınlar.)
[Tevbe 82] (Rablerinin huzuruna çıkacaklarından kalbleri korku
ile çarpar) [Müminun 60] Bu âyette
bildirilenlerin hırsız mı, zani mi olduğu
sorulunca, Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Bunlar, namaz, oruç ve zekat gibi ibadetlerini yerine
getirdikleri halde “acaba ibadetlerimiz kabul olmadı mı” diye korkan
kimselerdir.) [Tirmizi] Kaderin suçu yok Benim Cehenneme gideceğim alnıma yazılmışsa, yani kaderimde varsa, günah işler, Cehenneme giderim. İbadet yapmamın ne faydası olur, suç kaderimde değil mi? diyenler çıkıyor. Şunu iyi bilmeli ki, Allahü teâlâ kimseye zor ile günah işletmez.
İnsan, kendi isteği ile günah işlemektedir. Allahü teâlâ, her insanın Cennete veya Cehenneme
gideceğini ezelde biliyordu. Bu bilgisine kader [alın yazısı] denir.
Ezeldeki takdir, bir emir değil, bir ilimdir. Allahü teâlâ, ezeli ilmi ile, kullarının kendi istekleri ile
yapacakları işleri bilir. Bilmesi ise, insanların ibadet etmesine veya
günah işlemesine tesir etmez. Mesela bir öğretmenin, bir talebesinin imtihanda kazanamayacağını
önceden bilmesi, o talebenin imtihanını etkilemez. Talebe imtihanı kazanamayınca,
(Sen benim kazanamayacağımı imtihana girmeden önce söylüyordun) diyerek
suçu öğretmene yüklemesi doğru olmaz. Takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman
batacağı hesaplanarak yazılmıştır. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde
doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye mi, güneş o saatte doğup
batıyor? Takvimlere yazılması, güneşin doğup batmasına hiç etki eder
mi? Takvime öyle yazıldığı için güneş bu saatte battı veya doğdu denebilir
mi? Suçu takvime bulmak akla uymaz. Levh-i mahfuz denilen kaderimiz,
sanki takvime benzemektedir. İşte Allahü teâlânın da ezeli ilmi ile, kulların kendi istekleri
ile günah veya sevap işleyeceklerini bilmesi, kulların işlerine zorla
bir müdahale değildir. Sevap da, günah da işleyen kendi arzusu ile işlemektedir.
Zaten öyle olmasa idi, sevap işleyene mükafat, günah işleyene ceza verilmesi
anlamsız olurdu. (İbadete lüzum yok, kaderimde ne var ise onu görürüm) diyen
birine, Resulullah efendimiz, (İbadet
et, herkese ezelde takdir edilmiş olanı yapmak kolay gelir) buyurdu.
(Müslim) Cennetliklerin ibadet yapması ve Cehennemliklerin isyan etmesi;
genelde sağlıklı yaşaması ezelde takdir edilmiş olanın gerekli ilacı
almasına; hastalanması takdir edilmiş olanın da, ilaç bulamamasına benzer.
Hastalıktan ölmesi takdir edilmiş olana, ilaç almak nasip olmaz. Zengin
olması takdir edilmiş olana, kazanç yolları açılır. Bunun gibi, ezelde
Cennetlik olana iman ve ibadet etmesi nasip olur. Hadis-i şerifte, (Cennetlik olan, Cennete götürecek, Cehennemlik olan da, Cehenneme götürecek
amel işler) buyuruldu. (Ebu Davud) Cehennemlik kimse, (Herkesin Cennetlik veya Cehennemlik olduğu ezelde takdir edilmiş) der
ve ibadet etmez. Bol mahsul alması takdir edilene ise, tarlasını sürmek,
tohum ekmek nasip olur. Cennetlik olanın iman edip ibadet yapması, Cehennemliğin
de, isyan edip kâfir olması böyledir. Cennetlik ve Cehennemlik olmak, Allahü teâlânın iki hazinesi
gibidir. Birinci hazinenin anahtarı, ibadet, ikincinin anahtarı, günahtır.
Cennetlik olan, Allahü teâlâya itaat eder. Cehennemlik olan, hep günah
işler. Herkes, Cennetlik veya Cehennemlik olduğunu, amelinden anlayabilir.
Her izzet ve her nimet, Allahü teâlâya ihlas ile itaat ve ibadet etmekten
hasıl olur. Her kötülük ve sıkıntı da, günah işlemekten hasıl olur.
Herkese dert ve bela, günah yolundan, rahat ve huzur da, itaat yolundan
gelir. Allahü teâlânın âdeti böyledir. Bunu kimse, değiştiremez. Nefse
kolay ve tatlı gelen şeyi iyilik, güç ve acı gelenleri de felaket sanmamalı.
Ebüssüud efendi buyuruyor
ki: Yapılacak her işi, Allahü teâlâ, ezelde biliyordu. Fakat, insanın
iyiliği, kötülüğü, Cennetlik, Cehennemlik olacağı, son nefeste belli
olur. Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Bir kimse,
bütün ömrü boyunca Cehenneme götürecek günahlar işler. Fakat ömrünün
son günlerinde, Cennete götürecek iyilikler yaparak, Cennete gider.) [Buhari]
Belli bir kâfirin ebedi kâfir kalıp kalmayacağını Allahü teâlâ
bilir. Bunun muhakkak kâfir kalacağını, kimse söyleyemez. İlim, maluma
tâbidir. Allahü teâlâ, olacak şeyleri, olacağı için biliyor. Kur'an-ı
kerimde haber verilen şeyler de, olacakları için bildiriliyor. Bir ressamın,
at resmi yapması, at o şekilde olduğu içindir. Yoksa, atın o şekilde
olması, ressam öyle yaptığı için değildir. Allahü teâlânın, bazı kimselerin
imana gelmeyeceklerini bilmesi ve Kur'an-ı kerimde haber vermesi, onlar,
kendi arzuları ile küfür üzere kalmayı niyet edip, iman etmek istemedikleri
içindir. Yoksa, bunların kâfir olması, Allahü teâlânın bunları kâfir
bildiği ve haber verdiği için değildir. İlim bulunan yerdeEhl-i sünnet itikadını ve ilm-i halini öğrenmeyen ve çocuklarına
öğretmeyenler, müslümanlıktan ayrılmak, küfür felaketine düşmek tehlikesindedir.
Böyle kimselerin duaları zaten kabul olmaz ki, küfürden korunabilsinler.
Hadis-i şerifte (İlim bulunan
yerde müslümanlık vardır. İlim bulunmayan yerde müslümanlık kalmaz)
buyuruldu. Ölmemek için, yiyip, içmek gerektiği gibi, kâfirlere aldanmamak,
dinden çıkmamak için de, dinini, imanını öğrenmek gerekir. Ecdadımız
her zaman toplanırlar. İlmihal kitaplarını okurlar, dinlerini öğrenirlerdi.
Ancak böyle müslüman kaldılar. İslamiyetin zevkini aldılar. Bu saadet
ışığını bizlere, doğru olarak ulaştırabildiler. Bizim de müslüman kalmamız, yavrularımızı içimizdeki ve dışımızdaki
kâfirlere kaptırmamamız için, birinci ve en lüzumlu çare, her şeyden
önce Ehl-i sünnet âlimlerinin hazırladığı ilmihal kitaplarını okumak
ve öğretmektir. Çocuğunun müslüman olmasını isteyen ana-baba, çocuğuna
Kur'an-ı kerim öğretmelidir. Fırsat elde iken okuyalım, öğrenelim ve
çocuklarımıza, sözümüzü dinleyenlere öğretelim! Bir kimsenin iyi veya kötü olduğu yaptığı işlerden anlaşılır.
Bir kimse, kötülüklerden kaçıyor, iyi işler yapıyorsa, o kişinin Cennete
gitme ihtimali çoktur. Onun için iyi kimselerle beraber olmaya çalışmalıdır.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâ,
bir kula hayır murad ettiği zaman, dinini kayıran kimseler yanında çalışmayı
nasip eder. Şerri murad edilen kul da, dinini kayırmayan kötülerin yanında
çalışır.) [Deylemi] “Sizi boş yere mi yarattık?” Bir
arkadaş “ Hiçbir şey kendiliğinden olamayacağı için Allah’a inanıyorum,
ama dinlere, peygamberlere, ahirete inanmıyorum” diyor. Buna ahiretin
varlığını nasıl inandırabilirim? CEVAPArkadaş sözünde samimi değildir. Çünkü Nasreddin Hocanın, doğduğuna inanıyorsun da öldüğüne niye inanmıyorsun dediği gibi, “Ben öğrenciyim ama, öğretmene, derse, imtihana inanmam denir mi? Ben kanuna inanırım ama, savcıya, mahkemeye inanmam denir mi?İstisnalar
hariç, bütün fen adamları, bu kâinatın kendiliğinden var olmadığını,
bir yaratıcısının bulunduğunu ittifakla bildirmişlerdir. Fen ne kadar
ilerlerse ilerlesin, insanlar, bir karıncayı, bir kuşu, bir arpa tanesini
yaratamaz. Akıllı ve bilgili bir kimse, kâinata bakınca, çok intizamlı
yaratıldığını görür. Bunun kendiliğinden olmadığını anlar. Bir insan
bir alet, bir makine yapınca bunun nasıl ve nerelerde kullanılacağına
dair bir prospektüsünü [tarifesini] de yanına koyar. Yine de anlaşılması
zor ise, kullanması için kurslar açar. Bir makine yanlış kullanılırsa
elden çıkar. Her şeyin yaratıcısı olan cenab-ı Allah da, insan denilen
bu muazzam makineyi yaratıp başıboş bırakmamıştır. Bir âyet meali: (Sizi boş yere yarattığımızı mı sandınız?)
[Müminun
115] Başıboş
yaratılmayan insanın, ne yapması gerektiğini elçileri vasıtası ile,
kitaplar göndererek bildirmiştir. Son elçi olan Muhammed aleyhisselama
gönderilen kitabı ise Kur'an-ı kerimdir. Kur'an-ı kerim çok veciz olduğu
için, Peygamber efendimiz bunu hadis-i şerifleri ile açıklamıştır. Hadis-i
şerifler de, diğer insanların sözlerine göre veciz olduğu için, bizlerin
kolayca anlayabilmesi için âlimler bunları açıklamıştır. Bu, doktor
ve eczacının ilacı hastaya verirken, aç karnına-tok karnına, sabah akşam
birer tane, suyla iç, sütle içme gibi tarifine benzetilebilir. Kur'an-ı
kerimde insanın niçin yaratıldığı bildirilmiştir:
(Cinleri ve insanları, ancak bana kulluk
etsinler diye yarattım.) [Zariyat 56] Allahü
teâlâ, “Emrime uyan Cennete, uymayan ise Cehenneme gidecektir” buyurmuştur.
İbadetlerin faydası Allahü teâlâya değil, herkesin kendinedir. Maaşla
çalışan bir doktor, bir hastaya ilaç verse, ilacın doktora faydası yok
diye o ilacı kullanmamak akla uygun değildir. Zehir içsem doktora ne
zararı olur diyerek zehir içmesi de ahmaklıktır. İşte, günahlarımın
Allah’a bir zararı yok diyerek, her çeşit günahı işlemek akıllı insanın
yapacağı iş değildir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Akıllı kimse, Allah’a ve Peygamberine
inanan ve ibadetlerini yapandır.) [İ.Muhber] Öldükten
sonra başına gelecekleri düşünmeyene, kendisini ebedi tehlikeye atana
akıllı denebilir mi? Kur'an-ı kerimin çok yerinde, (Düşünmüyor musunuz?) diye ikaz edilmektedir. Hadis-i şerifte, (Aklı olmayanın dini de yoktur) buyurulmuştur.
(Tirmizi) Her insanın yaptığı ibadetin faydası kendisinedir. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki: (Kim, [ibadetlerini yapar ve günahlarından]
temizlenirse, faydası kendisinedir.)
[Fatır 18] (Benim
ibadetime Allah’ın ihtiyacı yok) diye, yanlış düşünen kimse, perhiz
yapmayan hastaya benzer. Bu hastasına doktor, perhiz tavsiye ediyor.
Bu ise, “Perhiz yapmazsam doktora hiç zararı olmaz” diyerek, perhiz
yapmıyor. Evet doktora zararı olmaz, ama kendine zarar vermektedir.
Doktor, kendine faydası olduğu için değil, onun hastalıktan kurtulması
için, perhiz yapmasını tavsiye etmiştir. Doktorun tavsiyesine uyarsa,
şifa bulur. Uymazsa ölür gider. Tabibin bundan hiç zararı olmaz. Bunun
gibi, (Allah’ın benim ibadetime ihtiyacı yok) diyerek ibadetten kaçanlar
da, Cehenneme gider. Allah’ın emirleri kaç türlüdür? CEVAP Allahü teâlânın emirleri iki türlüdür: Emr-i tekvini ve Emr-i
teklifi veya Emr-i teşrii. Emr-i tekvini,
yaratmasını dilediği şeylere (Ol!) demesidir. Ol deyince, hemen var olur. Hiçbir kimse, bu şeyin
var olmasına mani olamaz. Her şeyin yaratılması için, belli şeyleri
sebep yapmıştır. Belli maddeleri, belli maddelerin yaratılmalarına sebep
yaptığı gibi, insanın maddi ve manevi gücü, çeşitli enerjiler de, birçok
şeylerin yaratılmalarına sebeptirler. Bir kuluna bir şey ihsan etmek,
iyilik vermek isterse o kimseyi o şeyin sebebine kavuşturur. Sebep tesir
ettiği zaman, O da dilerse, (Ol!) derse, o şey var olur. O dilemezse,
hiçbir şey var olmaz. Hikmetini, yaratmasını sebeplerle örtmüş, gizlemiştir.
Çok kimse, yalnız sebepleri görmekte sebepler arkasındaki hikmeti, Onun
yaratmasını anlayamamaktadır. Bu anlayışsızlığı da, onun felaketine
sebep olmaktadır. Emr-i teklifi,
insanlara, yapmaları veya sakınmaları için verdiği emirlerdir.
Bu emirlerin yapılması, insanın iradesine, dilemesine bağlıdır. İnsanı
iradesinde, dilemesinde serbest bırakmıştır. Fakat, insanın dilemiş
olduğu şeyi yaratan, yine Odur. İnsan diledikten sonra, o da dilerse,
yaratır. Dilemezse yaratmaz. Her şeyi yaratan, maddelere çeşitli tesirler,
özellikler veren, yalnız Odur. Ondan başka yaratıcı yoktur. Ondan başkasında
üluhiyyet sıfatı bulunduğuna inanmak, başkasını Ona şerik, ortak yapmak
olur. Başkasını kendisine ortak yapanı, kıyamette hiç affetmeyeceğini,
Ona sonsuz ve çok acı azaplar yapacağını bildirmiştir. İnsan, Onun emrini
yapmak, iyilik yapmak dileyince, O da merhamet ederek diliyor ve yaratıyor.
Kendisine inanmayanlar, karşı gelenler bir kötülük yapmak isteyince
o da diliyor ve yaratıyor. Kendisine inananlar, yalvaranlar, bir kötülük
yapmak isteyince, O merhamet ederek dilemiyor ve yaratmıyor. Bunun için
düşmanlarının her istedikleri hasıl olduğundan daha da azıp kuduruyorlar. Şunlara şaşılırHz. Ebu Zer, (Ya Resulallah, Musa aleyhisselama inen kitapta
neler vardı?) diye sorunca, Peygamber efendimiz buyurdu ki: (İbret verici bilgiler var idi. Mesela biri şöyle: Şunlara
şaşılır: 1- Ölümün geleceğine inanıp da [vurdumduymaz
görünene, hiç ölmeyecekmiş gibi] sevinene, 2- Cehenneme inanıp da gülüp oynayana, 3- Kadere inanıp da [hadiseleri değiştirecekmiş gibi]
telaşlanana, 4- Fani dünyanın kararsızlığını, vefasızlığını görüp de,
ona bel bağlayana, 5- Kıyamete, hesaba inanıp da hayırlı işler yapmayana şaşılır.)
[Beyheki] Hz. Âdem’in öğüdüÂdem aleyhisselamın oğullarına öğüdü varmış. Bunlar ne idi? CEVAP Âdem aleyhisselamın, oğlu Hz. Şit’e
vasiyeti söyle idi: 1- Çocuklarına
söyle, tamahkâr olmasınlar, dünyaya bel bağlamasınlar. Ben dünyaya değil,
Cennete bağlandım. Fakat Allahü teâlâ beni oradan çıkardı. 2- Çocukların,
hanımlarının heva ve heveslerine uymasınlar. Ben annenizin sözüne uyup
yasak meyveden yedim. Sonra pişman oldum. 3- Çocukların,
yapacakları işlerin neticesine baksınlar. Ben yaptığım işin akıbetine
bakmadığım için, malum musibete uğradım. 4- Çocuklarına
söyle, kalblerine korku veren şeyi terk etsinler, şüpheli şeylerden
kaçınsınlar. Ben yasak edilen meyveyi yerken kalbime korku düşmüştü. 5- Çocukların,
işlerini istişare ile yapsın. Eğer ben, yasak meyve konusunda meleklerle
istişare etseydim, musibete maruz kalmazdım. Ölmeden önce ölmek ne demektir? CEVAP (Dünyaya en az kim rağbet eder?) diye sual eden bir zata, Peygamber
efendimiz buyurdu ki: (Kabri ve
kabirde çürüyüp toprak olacağını unutmayan, dünya ziynetini terk eden,
ecri baki olan ahireti, fani dünyaya tercih eden, bugünün işini yarına
bırakmayan, kendini ölmüş sayan, ölmeden önce ölen kimsedir.) [İbni Ebiddünya] Demek ki, ölmeden önce ölmek, öldükten sonra başına gelecekleri
düşünerek, dinin emir ve yasaklarına riayet etmektir. Bir kimse, yaptığı ibadetlere güvense, mahzuru olur mu? CEVAP Bir kimsenin ameli, yani ibadeti
ne kadar çok olursa olsun, ameline güvenmemeli, Allahü teâlânın ihsanını
istemelidir! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Hiçbir kişiyi
ameli Cennete koyamaz.) [Buhari] (Bir kimse,
doğduğundan itibaren ölene kadar yere kapanıp Allah’a ibadet etse, kıyamette
yine zelil olur.) [İ.Ahmed] (Kıyamette
üç kitab çıkartılır. Birinde o kimsenin güzel amelleri, diğerinde günahları,
üçüncüsünde de Allah’ın verdiği nimetler yazılıdır. Hak teâlâ ona verdiği
her nimeti sorar ve: "Ey nimet, değer ölçün kadar bu adamın güzel amellerinden
al", buyurur. Nimet, kendi
değeri kadar ameli almaya çalışır, fakat yetmez. Hak teâlâya der ki:
"Bu adamın iyi amellerinden hakkımı alamadım." Geriye o adam, suçları ve aldığı nimetlerle kalır, güzel amelleri tükenmiş
olur. Hak teâlâ bu kula ihsan ederse ona, "Ey kulum, senin
iyi amellerini kat kat artırdım, suçlarını
da affettim, nimetlerimi de sana bağışladım" buyurur.) [Bezzar] Dedikoduya sebep olmamak için, kötülerden ibadeti gizlemek
gerekir mi? CEVAP Fitneye, dedikoduya sebep olmamak için, kötü kimselerden ibadetini
gizlemek iyi olur. Böyle kimselerin yanında açıktan ibadet yapmak emr-i
maruf olmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Bir zaman
gelir ki, şimdi aranızda münafıkların gizlendiği [ibadet yapar
göründüğü] gibi, o zaman da müminler
gizlenir. [İbadetleri gizli yapar.]) [İbni Sünni] Allahü teâlânın, bir kulundan razı olmasının alameti nedir? CEVAP Muhammed bin Alyan hazretleri buyurdu ki: (Allahü teâlânın, bir kulundan razı olmasının alameti, ibadet yapmaktan lezzet alması ve günahlardan sakınmasıdır.) Hadis-i şerifte de buyuruldu ki: (Günahtan
nefret eden ve ibadetten lezzet alan, hakiki mümindir.) [Taberani] |
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |