Atasözlerine düşmanlık
Bazı kimseler, atalarımızın tecrübe
mahsulü kıymetli sözlerindeki incelikleri anlamadıkları veya ters anladıkları
için, ceddimize dil uzatıyorlar. Halbuki atasözlerinin çoğu hadis-i
şerif mealleridir. Yahut İslam âlimlerinin sözleridir. Bazı örnekler
verelim: (Dilini tutan başını kurtarır) atasözü için dinimize aykırı
deniyor. Halbuki bu söz, bir hadis-i şerif mealidir. Susan, iki cihanda
da başını dertten kurtarır. İbni Mesud hazretleri, (Hapse, dilden daha
layık bir şey yoktur) buyurmaktadır. Hz. Ebu Bekir, konuşmamak için
ağzına taş kordu. Yine bir atasözü vardır: Bana benden olur, her ne olursa, Başım selamet bulur, dilim durursa. Dilini tutmak, ona sahip olmakla
ilgili birçok hadis-i şerif vardır. Bazıları şöyledir: (Dilini tutan kurtulur.) [Tirmizi] (Rahat isteyen sussun!) [Ebuş-şeyh] (Selamet isteyen, dilini tutsun!) [İ.Ebiddünya] (Susmak, hikmettir.) [Deylemi] (En makbul amel dilini tutmaktır.) [Taberani] (Dilini tutan, şeytanı mağlup eder.) [Taberani] (Sükut eden bir mümine yakın olun! O hikmetsiz değildir.) [İbni Mace] (Ya hayır konuş ya sus!) [Buhari] (Çok konuşan çok yanılır.) [Taberani] (Kurtuluş için dilini tut, evinde otur, günahların için ağla!) [Tirmizi] (Kişiyi Cehenneme sürükleyen dilidir.) [Tirmizi] (Dilini tutmayan, tam imana kavuşamaz.) [Taberani] (Çok konuşmak kalbi karartır.) [Beyheki] (Kusurların çoğu dildendir.) [Taberani] (Allah’ı görür gibi ibadet et, kendini ölmüş say, daha iyisi ise dilini
tutmaktır.) [Taberani] (Rahat olmak isteyen sağır, kör, dilsiz olmalıdır) sözüne de şahsiyetsizliğe
sevk ediyor diye saldırıyorlar. Yukarıdaki hadis-i şerifler de bu sözün
doğru olduğunu göstermektedir. (Her koyun kendi bacağından asılır) atasözü de yanlış anlaşılmamalıdır!
Fransa’daki birinin günahı, Mısır’daki bir kimseden sorulmaz. Herkesin
günahı, sevabı kendine aittir. Kur'an-ı kerimin çeşitli yerlerinde bu
husus açıkça bildirilmiştir. Fakat kişi, emrinin altındakilerden mesuldür.
Başkalarının işlediği kötülükleri önlemek herkesin vazifesi değildir.
Abdülgani Nablusi hazretleri (Söz ve yazı
ile emr-i maruf âlimlerin vazifesidir. Kalb ile, dua ederek günah işleyene
mani olmaya çalışmak da her müminin vazifesidir. El ile müdahale ise
devletin vazifesidir) buyuruyor. (Geç olsun da güç olmasın!) atasözüne de kızgın boğa gibi saldırılmaktadır. İnsanın
fıtratında acelecilik vardır. Kur'an-ı kerimde (İnsan pek acelecidir) buyuruluyor. [İsra 11] Hadis-i şeriflerde de buyuruldu
ki: (Acele şeytandan, teenni Allah’tandır.) [Tirmizi] (Teenni eden isabet eder, acele eden hata eder.) [Beyheki] [Teenni, acelenin
zıddıdır] O halde, işlerde acele etmemeli
ve hemen karar vermemelidir! Acele ile verilen kararlara şeytan karışır.
Nefsin istediği bir şey hatıra gelince şeytan, "Fırsatı kaçırma,
hemen yap!" der. Onun için kalbe gelen şeyi yapmadan önce, bu işten
Allahü teâlâ razı olur mu, sevap mıdır, günah mıdır diye düşünmelidir!
Günah değil ise yapmalıdır! Böylece teenni edilmiş, yani acele edilmemiş
olur. Yalnız 5 yerde acele gerekir: 1- Misafir gelince yemek vermeli! 2- Günah işleyince, tevbe etmeli! 3- Vakti girince namazı kılmalı! 4- Çocuklara din bilgilerini ve namaz kılmayı öğrettikten sonra,
büluğa erip dengi çıkınca, hemen evlendirmeli!
Hadis-i şerifte, (Üç şeyi geciktirme!
Namazı vakti girince kıl, cenaze namazını hemen kıl! Kızını dengi isteyince,
hemen ver!) buyuruldu. O halde, namazını kılan, günahlardan sakınan
ve nafakasını helalden kazanan biri bulununca, kızını hemen onunla evlendirmelidir!
hadis-i şerifte, (Dinini, ahlakını
beğendiğiniz bir kimse, kızınıza talip olursa, hemen evlendirin! Evlendirmezseniz,
fitne ve fesada sebep olursunuz) buyuruldu. (Tirmizi) 5- Defin işini de acele yapmalıdır! İbadetleri ve hayırlı işleri
yapmakta acele etmelidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Ölmeden önce tevbe edin. Hayırlı işleri yapmaya mani çıkmadan
önce acele edin. Allahü teâlâyı çok hatırlayın. Zekat ve sadaka vermekte
acele edin. Böylece Rabbinizin rızıklarına ve yardımına kavuşun!) [İbni Mace] (En akıllınız, ölümü çok hatırlayan, ahiret için azık toplamakta
acele edendir.) [Taberani] (Sadaka vermekte acele edin, çünkü bela sadakayı geçemez.) [Beyheki] Zekatını vermeyen ve malını
ahiret yolunda sarf etmeyen kimse, fakir olunca çok pişman olur. Hadis-i
şerifte buyuruldu ki: (Tesvif eden helak olur.) [Berika] [Tesvif, hayırlı iş yapmayı sonraya bırakmaktır.] Tembellik, bir işi geciktirmek,
sonraya bırakmak nasıl kötü ise, acele etmek de kötüdür. Bunun biri
ifrat, diğeri tefrittir. Dinimiz orta yolu, aşırılıklardan uzak olmayı
emretmektedir. Hadis-i şerifte, (Aşırı
giden helak olur) buyuruldu. Bir kimse, müsrif olursa buna ifrat
denebilir. Bir kimse de cimrilik ederse, buna da tefrit denebilir. Dinimiz,
her iki aşırılığı da yasaklamıştır. Furkan suresinin 67. âyet-i kerimesinde,
israf edenlerle cimrilik edenler kötülenmiş, ikisinin ortası olanlar
övülmüştür. Acele eden fütura düşer. Yani
gevşeklik ve bezginlik hasıl olur. Hayırlı bir işin olması için acele
eden, gecikince, bezginliğe, ümitsizliğe düşer. Dua eder, hemen duasının
kabul olmasını ister. Duası gecikince duayı bırakır, maksudundan mahrum
kalır. Acele edenin ihlası, takvası bozulabilir. Şüpheli şeylere, hatta
haramlara dalabilir. Namaz kılarken acele
eden, tadil-i erkanı terk edebilir. Hızlı okurken tecvide uymayabilir,
yanlış okuyabilir. Onun için ağırbaşlı olmalı, düşünerek hareket etmelidir.
(İyilikten maraz doğar) ve (İyiliğe iyilik olsaydı kara öküze bıçak olmazdı) atasözlerine saldırıyorlar.
Bu sözlerin iyilik etmeyi engellediğini sanıyorlar. Genel olarak kötü
kimseler, kadirşinas değildir, nankördür. Nitekim Kur'an-ı kerimde (Allah ve Resulü kendi lütuflarından onları
[kötüleri] zenginleştirdiği
için öç almaya kalkıştılar) buyuruluyor. (Tevbe 74) Demek ki kötü kimselerin,
kendilerine iyilik edenlere zararları dokunabilir. Bunun için atalarımız,
(İyilik et kele, duyursun seni ele) de, demişlerdir. Bu atasözleri,
iyiliğin mutlaka zararlı olduğunu göstermiyor, kötülere iyilik edince
onlardan bazı zararların gelebileceğini gösteriyor. Hz. Ali, (Kerim kimse, iyilik
görünce yumuşar, kötü kimse de, kendisine iyilik yapılınca katılaşır)
buyuruyor. Hz. Ömer de, (Kötü insanları
mürüvvetsiz veya mürüvvetlerinin az olduğunu gördüm) buyurmaktadır.
Ebu Amr bin Ala buyuruyor
ki: (İyiye ihanet edince, kötüye
iyilik edince, akıllıyı sıkıntıya sokunca, ahmağa acıyınca, kötü ile
düşüp kalkınca şerrinden sakın!) Allahü teâlâ, (Kendisine iyilik edene kötülük eden, benim
nimetime nankörlük etmiş olur, kendisine kötülük edene iyilik eden de,
bana şükretmiş olur) buyuruyor. Bir menfaat elde etmek için seninle
arkadaşlık edenin şerrinden sakın! Çünkü beklediği şey kesilince; özür
kabul etmez. (Şuab-ül-iman) Genel olarak bir kimse, hiçbir
menfaat beklemeden Allah rızası için, kötü birine de iyilik ederse,
ondan zarar gelmez. Eğer, bir menfaat karşılığı iyilik ediyorsa, iyilik
ettiği kimseden zarar gelebilir. Hiçbir menfaat beklemeden,
sırf Allah rızası için iyilik etmekten korkmamalıdır. Kötü kimse, buna
zarar vermeye kalksa da, fazla başarılı olamaz. İyilik eden, kendine
iyilik etmiş olur. Onun için atalarımız,
(İyilikten kötülük gelmez), (İyilik eden iyilik bulur), (İyilik et,
denize at, balık bilmezse Hâlik bilir) demişlerdir. Demek ki, iyilik
balık için değil, Hâlik için, yani Allah rızası için yapılırsa zararı
olmaz. Muhammed Masum hazretleri
buyuruyor ki: İhsan eden, iyilik eden sevilir. Hadis-i şerifte, (İhsan sahibi kimseyi sevmek, insanların yaratılışında
vardır) buyuruldu. (Deylemi) İnsan, ihsanın, iyiliğin kölesidir.
Gönül, kendine iyilik edeni sever, kötülük edenden nefret eder. İnsan, ister istemez iyilik
edene karşı sevgi duyar. Bunun için Peygamber efendimiz şöyle dua ederdi:
(Ya Rabbi, kötü birinin, bana iyilik etmesini nasip etme!) [Deylemi] Allahü teâlânın kullarına
hizmet etmekle, dünya ve ahirette çeşitli nimetlere kavuşulur. İnsanlara
iyilik etmek, onların işlerini güler yüzle ve tatlı dille ve kolaylıkla
yapmak, insanı Allah sevgisine kavuşturur. Ahiret azaplarından kurtulmaya
ve Cennet nimetlerinin artmasına sebep olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu
ki: (Allahü teâlâ, nimetlerini kullarına ulaşmasına vasıta olanları
çok sever.) [Deylemi] (Her iyilik sadakadır.) [Tirmizi] (İnsanların iyisi, insanlara iyilik eden kimsedir.) [İ. Ahmed] (En iyiniz, kendisinden hep iyilik beklenilen ve şerrinden emin
olunandır. En kötünüz, kendisinden iyilik beklenilmeyen ve şerrinden
emin olunmayandır.) [Tirmizi]
(Layık olana da, olmayana da iyilik et! İyilik ettiğin kimse,
buna layıksa ne iyi. Layık değilse, sen iyilik ehlinden olursun.) [İbni Neccar] (İyilik zayi olmaz, kötülük unutulmaz, herkes ettiğini bulur.)
[Beyheki] O halde, maddi bir menfaat
beklemeden herkese iyilik etmeye çalışmalıdır. (Güzele bakmak sevaptır) sözünün sanki tek anlamı varmış gibi tenkit edilmektedir.
Güzele rağbet etmeyen olmaz. Çünkü hadis-i şerifte, (Allah güzeli sever) buyuruluyor. Mubah
olanı güzeli sevmek, ona rağbet kınanmamalıdır. Hakim’in rivayet ettiği
(Ali’nin güzel yüzüne bakmak ibadettir)
hadis-i şerifi de, helal olan güzele bakmanın sevap olduğunu göstermektedir.
Berika’da diyor ki: (Güzel yüze bakmak gözü kuvvetlendirir) hadis-i şerifi, bakması helal
olan şeylere bakmanın faydasını bildirmektedir. Yoksa, haram olan yabancı
kadınlara bakmak, gözü zayıflatır ve kalbi karartır. İmam-ı Gazali hazretleri
de buyurdu ki: Bir kimseyi, ettiği iyilikten
dolayı değil, bizzat zatından dolayı sevmek, yok olup tükenmeyen gerçek
sevgidir. Bu da güzeli sevmek demektir. Güzelliği anlayan güzeli sever.
Güzelliği sevmek, güzelliğin zatındandır. Çünkü ondaki güzelliği anlamak,
zevkin kendisidir. Güzeli anlamak da bir zevktir. Akarsu, yeşillik ve
tabiattaki güzellikler yiyip içildikleri için değil, sırf güzel oldukları
için sevilir. Bu, insanın elinde olmayan sevgidir. Güzel bir çiçeğe
bakmak, onu koklamak ruha tatlı gelir. Ruhun Allahü teâlânın varlığını,
büyüklüğünü anlamasına, Onun emirlerine uymasına sebep olur. Allahü
teâlânın güzel olduğu bilinirse, onu da sevmemek imkansızdır. O ise,
güzeller güzelidir. Hadis-i şerifte, (Allah güzeldir, güzeli sever) buyuruldu.
Kendine hiçbir faydası olmasa da insan, güzeli, güzelliğinden dolayı
sever. Beş duyu ile de anlaşılmayan; fakat kalb gözü ile görülen güzellikler
de vardır. Güzel ahlak böyledir. İmam-ı a’zamı
ve bir çok evliyayı güzel vasıflarından dolayı severiz.
[Güzel bir kitap, güzel bir şiir, güzel bir bina, güzel bir bahçe, güzel bir idare, güzel
ahlaklı bir idareci, güzel bir alet, güzel yemekler, güzel içecekler,
güzel öten kuşlar, güzel çiçekler. Tabiatta güzel olan ne varsa sırf
güzel olduğu için sevilir.] Mutlak güzel, eşi, benzeri olmayan yalnız
Allahü teâlâdır. Ne iyi o gözler ki, hep güzele bakıyor. Ne talihli o kalb ki, Onun için yanıyor. Ceddimize suizan edilerek, (Akçenin gittiğine bakma, işin bittiğine bak)
sözüne rüşvet teşvik ediliyor diyorlar. Halbuki bu, ne kadar güzel sözdür,
rüşvetle hiçbir ilgisi yoktur. Yağmur yağıyor, elimizde yükümüz
de var. Bir taksi tutup evimize gidersek, artık elbette paranın gittiğine
bakmaz, işimiz olduğuna sevinmemiz gerekmez mi? Eve gelin getirirken, arabanın önünü
kesiyorlar. Para vermezsen, vasıtanın önüne yatıyor, üç beş kuruş verip
kurtuluyoruz. Birkaç liramız gitmişse de, eve sağ salim gelini getirdiğimiz
için sevinmez miyiz? Elbette paramızın gittiğine değil, işimizin bittiğine
bakarız. Birçok ülkede pasaport almayınca
geçmeye izin verilmiyor. Pasaport almak için belli bir ücret vereceğiz
elbette. Hatta zorluk çıkartıyorlarsa, günlerce oralarda bekletilecekse,
oradakilere cay kahve ısmarlayıp işinin bittiğine bakacaksın. Bakmamak
ahmaklık olur. Çünkü İslam âlimleri, (Malını, canını, ırzını ve hakkını
kurtarmak için rüşvet vermek her zaman caizdir) buyuruyorlar. Eli silahlı
birkaç şehir eşkıyası, önümüzü kesse, yanımızda da hanımımız, kızımız
olsa, (Ya üstünüzdeki paraları verin, yoksa ırzınıza geçeriz) dese,
elimizdeki parayı verip, bu beladan kurtulmaya çalışırız. Paramızın
gittiğine değil, işimizin bittiğine bakarız. Hac için de öyledir. Hacda
ayak bastı parası adı altında rüşvet alınıyor. Vermezsen hac yaptırmazlar.
Âlimlerimizin sözünü dinleyip, hac etme hakkını elde edebilmek için
istedikleri rüşveti veririz. Günahı isteyene olur, verene olmaz. Rüşvet
büyük günahtır. Fakat malını, canını, hakkını ve namusunu kurtarmak
için rüşvet vermek caizdir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Dinini ve namusunu malı ile koruyabilen bunu yapsın.) [Hakim] (Kişi, şerefini ne ile korursa, o sadaka olur.) [Ebu Ya’la]
(Ahir zamanda insanların paraya ihtiyacı daha çok olur. Çünkü insan o zaman
din ve dünyasını ancak para ile korur.) [Taberani] Resulullahın ve onun varisi
olan âlimlerin sözüne uyarak, dünyamı (malımı, mülkümü) ve dinimi (şerefimi,
namusumu) para ile koruyorsak, bunu ayıplamak çok yanlış olur. (Para
kılıç gibidir. Kullanmasını bileni güldürür, kullanamayanı öldürür)
demişlerdir. (Şimdi rağbet güzel ile zengine) sözüne de hücum ediliyor. Eğer zengine, sırf zenginliğinden
dolayı rağbet ediliyorsa, Allah rızası gözetilmiyorsa, zamanın bozulduğunu
gösterir. Ama bu devir, ne zamandan beri bozulmuşsa, atalarımızın sözü,
eskimez bir kanun gibi geçerliğini hep korumaktadır. Atalarımız, haklıya
değil de zengine rağbet edildiği için böyle kıymetli bir söz sarf etmişler.
Her devirde güçlü olanın kendini haklı gösterdiğini vurgulamışlardır.
Gerçek bu iken niye bu doğru söze itiraz edilir ki? Atalarımız, haksız
olan güzele de, güzelliğinden dolayı haklı muamelesi yapılmasını da
uygun görmüyor. Atalarımız ne güzel söylemişler. (Gelen ağam, giden paşam, niye her işe karışam) sözü de
gadre uğrayanlardan. Her insanın belli görevi vardır.
Bu görevin dışına çıkmamalıdır. Geleni kim göndermişse, gideni kim uğurlamışsa,
onun görevidir bu. Gelen benim düşüncemde değil diye ona isyan etmek
asla caiz olmaz. Dinimiz, cemiyetin huzur içinde
yaşaması, kargaşadan uzak olması için âmirler kötü de olsa, onların
meşru emirlerine itaat edilmesini, gayri meşru emirlerine de isyan edilmemesini
emreder. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor
ki: (Ey iman edenler, Allah’a, Peygambere ve sizden olan emirlere
itaat edin!) [Nisa 59] Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Bir hayvanın ayağını veya yaş bir hurma ağacını kesenin yahut ortağına
hıyanet edenin, kazandığı sevapların dörtte biri gider. Emire
isyan edenin ise sevaplarının tamamı gider.) [Beyheki] (Emirinizin beğenmediğiniz bir şeyi yaptığını
görürseniz, ona sabredin! Çünkü cemaatten bir karış ayrılan, cahiliyet ölümü ile ölmüş olur.) [Buhari] (Müslüman, hoşuna gitse de, gitmese de, emirin
sözünü dinler ve ona itaat eder. Emir, günah olan bir şeyi emrederse,
o emri dinlemez.) [Buhari] Peygamber efendimiz, dine riayet
etmeyen, şeytan gibi emirlerin geleceğini bildirince, Eshab-ı kiramdan
Hz. Huzeyfe, (Ya Resulullah o zamana yetişirsem ne yapayım?) diye sordu.
Resulullah efendimiz buyurdu ki: (Sırtına vurup malını alsa da, emirin sözünü
dinle ve ona itaat et!) [Buhari] Avrupa’daki âmirler, patronlar,
Müslüman işçilere içki, kumar gibi haram şeyleri yapmalarını emrederlerse,
Müslümanlar, bunları yapmaz. Çünkü (Hâlıka isyan olan işte, mahluka itaat olmaz)
hadis-i şerifi vardır. Ancak, gayrı meşru emre itaat edilmez diye
isyan etmek caiz olmaz. Ana-baba da haramı, küfrü emretse, onlara da
itaat edilmez. Fakat isyan edip onları üzmek doğru olmaz. (Hakim)in bildirdiği hadis-i şerifte emir [âmir, başkan] (Ya Müslümanlığı bırakırsın veya öldürürüm)
derse, (Müslümanlığı bırakmamalı,
[kesilmesi için] boynunu
uzatmalı) buyuruluyor. Kâfir olmaya zorlayan bir emire bile isyan etmeyi dinimiz caiz görmüyor. Halbuki kâfir
olmayan bir emir, Müslümanı kâfir olmaya zorlamaz. Âmir kötü diye yakınmak doğru
değildir. Önce kendimize bakmamız gerekir. Acaba kendimiz iyi miyiz?
Kendimizi düzeltirsek, âmirlerimiz de düzelir. Nitekim bir hadis-i şerifte (Siz nasılsanız, başınıza öyle âmirler geçer)
buyuruluyor. O halde, ilkönce kendimizi ıslah etmeliyiz! Yönetilenler düzgün olursa, yönetenler de düzgün
olur. Sen üç kağıtçı olursan, yöneticinin düzgün olmasını istemeye hakkın
olur mu? Nasreddin Hocanın
meşhur fıkrasında geçen (Parayı
veren düdüğü çalar) sözüne de saldırılıyor. Bilindiği gibi, hoca
köyden şehre giderken, çocuğun biri bir miktar para verip, “Hocam pazardan
gelirken bana bir düdük al” diyor. Bunu gören diğer çocuklar da, para
vermeden, bana da düdük al” diyorlar. Tabii bu arada yiyecek vesaire
ısmarlayanlar da oluyor. Hoca şehirden dönünce, çocuklar
etrafını sarıyor, sipariş ettikleri şeyleri istiyorlar. Hoca cebinden
bir düdük çıkarıp parasını veren çocuğa uzatırken diyor ki: Parasını veren düdüğü çalar, para vermeyen avucunu yalar. Hoca, çocukların beleşe alışmamalarını,
çalışmadan bir nimete konulmayacağını, külfetsiz nimet olmayacağını
onlara anlatmak ister. Bu söz de yıllardan beri söylenir gelir. Bir
kimse ev, araba, yiyip içecek veya başka bir şey almak istese parasız
alabilir mi? Onun için “Kırmızı
meşin, paralar peşin” de demişlerdir. Bu güzel sözlere kızmak, beleşçiliği
tasvip etmek, haksızlığa prim vermek olur. (Ar dünyası değil, kâr dünyası, ar eden kâr etmez) atasözüne
de hücum ediliyor. Bu söz, utanıp çalışmayı kendisine yediremeyenler
için söylenmiştir. Başkasının
eline bakacağın yere, çöpçülük yap, inşaatta çalış, ayakkabı boyacılığı
yap, utanılacak zaman değil anlamında söylenmiştir. Birçok İslam büyüğü
de talebeliğe kabul ettiği kimselere böyle işler vermişler, mesela ciğer
sattırmışlar, elma sattırmışlar. Ele muhtaç olmak, ona buna el açmamak
için çalışmanın önemini bildiren böyle sözlere saldırmak cahillikten
kaynaklanmaktadır. (Yağmur yağarken, küpünü doldurmaya bak) sözüne de
saldıranlar çıkıyor. Yağmur, rahmeti, bir nimeti temsil ediyor. Ortada
bir nimet varsa, fırsatı ganimet bilip o nimeti kaçırmamak gerektiği
bildiriliyor. Ucuz arsalar satıldığı zaman alıp da, şimdi köşeyi dönenler
çok olmuştur. Diyelim ki Fizan’da bir zat
varmış, kendisini ziyaret edene dua ediyormuş. Duaya kavuşan da hidayete
eriyormuş. Durulur mu, hemen gitmek gerekmez mi? Madem rahmet yağıyor,
küpü doldurmak gerekir. Ceddimizin söylediği böyle sözlerde kötü maksat
aramamalıdır. Şimdi cahil misyonerler de, atasözlerine
saldıran cahiller gibi, Kur’an-ı kerimdeki sözleri kasıtlı olarak yorumluyorlar.
Mesela, Kur’an-ı kerimde, Mekke’nin
Rabbi ifadesi geçiyor. Misyoner, (Her şehrin bir rabbi mi olur,
Müslümanlar tek tanrıya değil, çok tanrıya inanıyorlar) diyerek cahilliğini
sergiliyor. Allah’ın evi mi olur da, Kâbe’ye Beytullah
denir diye de itiraz ediyorlar. Halbuki Kâbe’ye değer vermek için öyle
denmiştir. Camilere de Allah’ın evi denir. O söz, Mekke’ye, camiye verilen
kıymeti göstermektedir. İnsan sevdiği yardımcısına bu benim sağ kolum
der. Güvenilen baş yardımcı demektir. Niçin söylendiğini bilmeden sırf
tenkit olsun diye âyetlere, hadislere ve atasözlerine saldırmak, en
azından o kişinin cahilliğini gösterir. (Minareyi çalan kılıfını hazırlar) sözü de hışma uğrayanlardan.
Piyasada öyle sahtekârlar var ki, yaptığı yolsuzluklara meşru görünen
bir kılıf hazırlar demektir. Mesela adamı öldürüyor, intihar süsü veriyor.
Kötüler işini biliyor deniyor. Hırsızlık meşru iş gibi gösteriliyor
deniyor, burada hırsızlık müdafaa edilmiyor ki bu söze kızılsın. (İsteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü kara) sözünü de
eleştiriyorlar. İstemek kötü ise de, vermemek daha kötü deniyor. Bu
doğru sözün neresi tenkit edilir ki? İstemek tavsiye edilmiyor, isteyeni
boş çevirmenin kötülüğü bildiriliyor. Kıyamette günahı çok bir Müslümanı
hesaba çekerler. O kimse de, (Benim iyiliğim yoktur. Sadece çırağıma,
“Fakir olan borçluları sıkıştırma,
ne zaman ellerine geçerse, o zaman vermelerini söyle, bir şey isterlerse
yine ver, boş çevirme” diye söylerdim) der. Allahü teâlâ da, o kimseyi
affederek buyurur ki: (Ey kulum, bugün sen fakir, muhtaçsın. Sen dünyada benim kullarıma acıdığın
gibi, bugün biz de sana acırız.) [Buhari] Bir hadis-i şerifte, (Rabbiniz elbette kerimdir. Kendine açılan
elleri boş çevirmekten haya eder) buyuruldu. (Tirmizi) Veren el, alan elden üstündür. Vermekten
korkmamak gerekir. (Para isteme benden buz gibi soğurum senden) sözü de
kötülenmiş. Burada paraya böyle fazla değer verilmemesi isteniyor. Hatta,
(Canımı iste, para isteme) sözü de aynı
anlamdadır. Bu sözler paraya böyle değer verenleri kötülemektedir. Ne
günlere kaldık anlamındadır. Adam canını veriyor da, parasını vermiyor
deniyor. (Güvenme dostuna, ot doldurur postuna) sözüne saldıranlar çıkıyor.
Halbuki bu söz tedbirli olmayı gösterir. Nitekim Peygamber efendimiz,
(Dostunu günün birinde, aranızın açılabileceğini
hesaba katarak, düşmanına da bir gün dost olabileceğini düşünerek itidalli
ol) buyuruyor. Dostumuza bazı sırlar verirsek, ileride düşman olduğunda,
bunları koz olarak kullanır ve bizi mahcup eder. Düşmanımıza da düşmanlıkta
ileri giderek, ileride dost olduğumuzda, söylediğimiz kötü sözler
ve işlerden dolayı mahcup oluruz. Onun için, dinimizin emrine
uyup, dostumuza sır vermekten sakınmalıyız. Sır, gizli kalması ve hiç
kimseye söylenmemesi gereken şeydir. Başkaları duyunca, ya mahcup oluruz
veya o işi başaramayız. Bunun için sır saklamak, başarının önemli sebeplerinden
biridir. Birçok devlet adamı, başarılarının en mühim sebebinin sır saklamak
olduğunu bildirmişlerdir. Fatih Sultan Mehmet Han, "Yapacağım işleri,
sakalımın bir kılı bilse, onu kopartırım" demiştir. Sırrını söyleyen
ekseriya pişman olur. Hikmet
ehli diyor ki: (İnsan, söylemediği sözün hakimi, söylediği sözün mahkumudur.) (Sır, insanın esiridir. Açıklayınca, insan ona esir olur.) (Sırrını akıllıya söylersen, seni zelil görür. Ahmağa söylersen, başkalarına
söyler, sana hıyanet eder.) (Akıllı kimse, sır küpüdür.) (Sırrını anlatmanı isteyene, sırrını söyleme, sırrını ifşa eder.) (Ahmağın kalbi ağzında, akıllının
dili kalbindedir.) Yani ahmak sır saklıyamaz, akıllı sırrı ifşa etmez. (Bir kişiye söylenen sır,
sırlıktan çıkar.) Kerem sahibi ile, aran açılsa
bile, İyiliğini söyler, kötülüğünü
gizler. Kötülere gelince, dostluk
sona erince, İyiliğini gizler, kötülüğünü
söyler. Sırrı
gizleyebilen insan, çok az olduğu için, sırrımızı başkalarına söylememiz
uygun olmaz. Başkalarının bize söylediği gizli şeylerini de, adeta unutmalıyız,
hiç kimseye söylememeliyiz! Cenab-ı Hakkın bir ismi de Settardır. Ayıpları,
çirkin işleri gizler. İnsanların ayıplarını gizleyen kulunu da sever.
Hadis-i şerifte, (Arkadaşının
aybını gizleyen, bir ölüyü diriltmiş gibi sevap kazanır) buyuruldu.
Bir sözünün duyulması, o kimseye zarar verecekse, o kimse "Bunu
kimseye söyleme" demese bile, o sözü gizlemelidir! Hadis-i şerifte,
(Bir kimse, etrafına bakınarak
bir söz söylerse, o söz dinleyene emanettir) buyuruldu. (Tirmizi) (Komşunun tavuğu komşuya kaz, karısı kız görünür) sözü de
tenkit ediliyor. Halbuki aynı anlamda,
(Davulun sesi uzaktan hoş gelir), (Uzak yerin somunu büyük olur),
(Dışı eli yakar, içi beni), (Dışı kalaylı, içi alaylı),
(Görünüşe aldanmamalı) gibi sözler de kullanılmaktadır. İşin mahiyeti
bilinince, görünüşe aldandığımız meydana çıkar. Mesela komşunun karısını
dışarıda süslü püslü görürüz ama, evdeki durumunu bilemeyiz. Belki de
evde çok pasaklı birisidir. Belki de dışarıda hanım hanımcık ise de.
Evde kocasına kan kusturuyordur. Yahut bir erkek dışarıda çok hâlim
selimdir, eve gelince aslan kesilir, dünyayı zavallı hanımına dar getirir.
Onun için görünüşe göre karar vermemeli, mahiyetini iyi öğrenmeli demek
istiyor atalarımız. Bir erkek, yabancı bayanlara gösterdiği saygıyı
evindeki hanımına gösterse, hanımını da aynı şekilde hareket etse, o
evde hiç huzursuzluk olur mu? (Düşenin dostu olmaz) sözüne de, safsata diye hücum
ediliyor. Bu
sözün devamında, hele bir düş
de gör ifadesi de vardır. Elinde mal varsa, iş başında yetkili birisi
isen, sözün geçiyorsa, o zaman sana dost görünen çok olur. Elinde avucunda
bir şey kalmamışsa, etkili görevinden de almışlarsa, sözüne değer verilmiyorsa,
yalancıktan bile olsa sana dost olanı bulman güç olur. Günümüzde gerçek
bu. Artık bunu kim inkâr edebilir? Asırladır bunun sayısız örnekleri
görülmüş, atalarımız bunu, bir vecize olarak söylemişlerdir. Tabii aslında,
herkes islam ahlakına sahip olsa, düşenle ayakta duran, zengin ile fakir
farklı muamele görmezdi. İmam-ı Maverdi hazretleri buyurdu ki: (Cahilin
yanında susmaya mahkum olan bir âlim, zelil ve hakir duruma düşmüş olur.
Esirler arasındaki bir cariyenin, cömertliği ile meşhur Hatim-i Tainin
kızı olduğunu öğrenen Peygamber efendimiz, (Aziz
iken [itibarlı, makam ve mevki sahibi büyük bir zat iken, bu makamdan
düşerek] zelil olana, zengin
iken fakir düşene ve cahiller arasında kalan âlime merhamet etmek [ve
iyi davranmak] gerekir) buyurup kızı serbest bıraktırdı.
[Edeb-üd-dünya] Böyle
bir ahlaktan mahrum kalan toplumlarda elbette düşenin dostu olmaz. Bu
doğru sözün Allah’ı dost kabul etmemekle ne ilgisi vardır? Atalarımıza
saldırmak için bahane mi aranıyor? (İki gönül bir olursa, samanlık seyran olur) sözü de gadre
uğramış. Bu söz, Allah’a itaatsizliğe ve zinaya
sevk edici imiş. Halbuki, birbirini seven iki kişi için maddenin önemi
yoktur. Evleri dayalı döşeli olmasa da, kulübede olsalar da, orası onlar
için saray olur. Önemli olan birbiri ile anlaşabilmeleridir. Anlaşamıyorlarsa,
saray onlar için zindan olur. (Kızı olan tez kocar) sözünden sanki kız evlat kötüleniyor
sanmışlar. Genelde kız evladı yetiştirmek, dengini
bulup evlendirmek zor olur. Geleneklerimizde, oğlumuz için her kapıyı
çalıp kız isteyebiliriz de, kızımız için aynı şeyi yapamayız. Bu yanlış
bir şey ise de, töremiz böyle olduğu için kızı olan sıkıntılara maruz
kalır. Bunun için atalarımız, (Kızı olan tez kocar) demişlerdir. Böyle
söylemenin dinimize aykırı bir tarafı yoktur. (Bahtım olsaydı anam kız doğururdu) sözünden de erkek kız ayrımı
yapıldığı sanılmış. Bazen, toplumda bayanlara öncelik
tanındığı oluyor. Bir bayan bir işi kolayca yaptığı halde, bir erkek
yapamıyor, (Bahtım olsaydı, anam kız doğururdu) diyor. Hatta bir işi
yaptırmak için, (Adamını bul, adamını bulamazsan madamını bul) da derler.
Bu yanlış bir iş ise de, maalesef toplumun gerçeği bu. (Keşke anam beni doğurmasaydı) sözünü de, Allah’ın emrine karşı
gelmek zannetmişler. Hz. Ebu Bekir, dalda bir kuş görünce,
(Ne mutlu sana ey kuş, dilediğin
dala konar, dilediğin meyveleri yersin, kıyamet günü hesaba çekilmez,
azap görmezsin, keşke, senin gibi bir kuş olsaydım) dediği meşhurdur.
Bir kere de, (Keşke bir yeşil
ot olaydım da, hayvanlar beni yiyeydi, böylece, kıyamette hesaba çekilmeseydim)
buyurdu. Büyük günahların sahibinin kalbinde iman varsa, azaptan sonra
şefaate kavuşur. Allahü teâlâ, onlara ikrâm eder. Asırlar geçtikten
sonra, onları Cehennemden çıkarır. Halbuki, Cehennemdekiler, yandıktan
sonra, tekrar yaratılmaktadır. Hasan-ı Basri hazretleri, (Keşke ben,
böyle olan kişi olsaydım) buyururdu. Atasözlerini savunmakla, bütün atasözlerinin
ve deyimlerin muhakkak doğru olduğunu söylemek istemiyoruz. Bunların
arasına karışmış uygunsuz sözler olabilir. Mesela Allah şaşırtmasın
yerine, yanlış olarak Allah şaşmasın
deniliyor. Bir de Allah tepen
akmasın deniliyor. Dikkatli konuşmak gerekir. (Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma) sözü ile
hocaların kötülendiği sanılıyor. Halbuki bu söz çok güzeldir. Hocaya
olan itimadı göstermektedir. Eskiden hocalarımız, kitaba bakarak konuşurlar,
kafadan bir şey söylemezlerdi. Bu sözün anlamı, (Hoca kitaptan ne söylemişse
ona uymalı, kendi insanlık icabı yanlış yaparsa bizi bağlamaz) demektir.
Hocaların gittiği yol, muhakkak dinimizin
emrettiği yol olmayabilir. Çünkü Hz. Enes, (Ya Resulallah, yapamadığımız
bir şeyi emretmeyelim mi? Kendimiz sakınamadığımız bir şeyi nehy etmeyelim
mi?) diye sual edince, Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Her ne kadar iyiliğin hepsini yapamasanız ve her ne kadar kötülükten sakınamasanız
da, emr-i maruf ve nehy-i münker yapın [İyilikleri
emredin, kötülüklerden sakındırın])
[İhya] Hocalarımız da bu hadis-i şerife
uyarak, kendileri bazı iyilikleri yapamasa da, bazı kötülüklerden sakınamasa
da, (siz şunu yapın, şundan da sakının) diyeceklerdir. (Hoca efendi,
sen bunu kendin yapmıyorsun, bize niye tavsiye ediyorsun) demeye de
hakkımız yoktur. Hoca dinin emrine uyarak ikazını yapmıştır. Evet eskiden (Hocanın dediğini
yap, yaptığını yapma) deniyordu. Şimdi hocalar da bozulmaya başladı.
Şimdiki insanlar, (Hocanın yaptığını yapma, dediğini de yapma) diyorlar.
Elbette böyle hocalar da vardır. Kimi tesettürü inkâr eder, kimi haccı
inkâr eder, kimi kurban kestirmez, kimi namaz kılmaz. Bir hocanın ak dediğine öteki kara
diyebiliyor. Bu da, kitaba göre konuşmamaktan ileri geliyor. Adam Kur’an-ı
kerimi açıyor, kendine göre yorumluyor, arkasından, (İşte din budur, diğer hocaların söylediği hurafedir) diyor. Oruç
kefareti diye bir şey yok diyor, sahih hadislere uydurma diyebiliyor.
Hocaların aleyhine uydurulmuş
fıkralar, sözler çoktur. Dinimiz gibi, hocanın kisvesi (elbisesi) bembeyazdır.
Ufak bir kir hemen görünmektedir. Halkımız hocaların bir kusur işlememesini
ister. Ufak bir hatasını büyütür. Hocalık mesleğini seçenler buna dikkat
etmelidir. (Çok yaşayan değil, çok gezen bilir) sözü, sanki dine aykırı imiş
gibi, boğazlananlar arasına alınmış. Köyde doğup büyümüş, hiçbir yeri
görmemiş kimse ile, seyyah olarak her yeri dolaşan daha çok şeyler görmüş,
daha yeni bilgiler edinmiş olabilir. Bunun anormallik neresindedir?
(Durdu durdu turnayı gözünden vurdu)
sözü
de insanı hırsızlığa sevk edermiş. Halbuki çok güzel bir söz. Durmasının,
beklemesinin, emeğinin karşılığını gördü, nimete kavuştu demektir. Aynı
anlamda, (Tekkeyi bekleyen çorbayı
içer), (Sabreden derviş,
murada ermiş) denmektedir. Tüyü bitmemiş yetimlerin hakkını
yiyen, hırsızları kötülemek için,
devletin malını deniz bilip, domuz gibi yiyorlar, anlamında, (Devletin malı deniz, yemeyen domuz) demişlerdir.
Hırsızlık yapmayan namuslu kimselere kim domuz der ki? Bunun gibi sözler çoktur. Mesela (Yap bir hile,
al bin akçe) sözü de, hile yaparak para kazananları tenkit için söylenmiştir. (Zengin arabasını dağdan aşırır, fakir düz yolda şaşırır) sözü de
beğenilmemiş, rüşvete teşvik var denilmiş. Buluttan nem kapma diye buna mı diyorlar
acaba? Zengin imkanlarını kullanarak
önemli işler yapması doğru değil mi? Yağmurlu bir günde, parası olan
bir taksi tutuyor, kısa zamanda evine geliyor. Parası olmayan da belediye
otobüsünü tercih ediyor, biri geliyor, dolu diye ona binmiyor, ötekini
bekliyor, yağmur yağdığı için, İstanbul trafiğe felce uğruyor, hele
ev ile durak arası da biraz uzaksa sırılsıklam olarak eve gelebiliyor.
(Parası olan eve tez gelir, parası olmayan ıslanır, geç kalır) desek,
rüşvete, hırsızlığa mı teşvik etmiş oluruz? Gerçekleri inkâr etmenin
faydası yoktur. Parası olan elbette arabasını dağdan aşırır. Bu sözlerde
suç aramak, öküz altında buzağı aramak gibidir. Atasözleri
hakkında
Birçok uydurma atasözlerini İslam düşmanları uydurmuş. Bu sözler
insanı korkaklığa, harama, hırsızlığa, nemelazımcılığa, yalana ve tembelliğe
teşvik eden sözlermiş. Bunları size gönderiyorum. Okuduğum yazıda bildirildiği
gibi midir? CEVAP
Yalnız atasözleri değil, hadis-i şerifleri de anlayamayan bazı
sapık fikirli kimseler, bunlara da uydurma, mevzu hadis damgasını basmışlardır.
Halbuki İslam âlimlerinin kitaplarında asla uydurma hadis olmaz. İslam
âlimlerinin kitaplarında uydurma hadis olduğunu söyleyen, her kim olursa
olsun ya sapıktır veya cahildir. Atasözlerinin ekserisi tecrübeye dayanan
sözlerdir. Bazıları hadis-i şerifleri açıklar mahiyettedir. Birkaçını
açıklayalım: (Dünya mümine
Cehennem, kâfire ise Cennettir) sözü doğrudur. Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Dünya mümine
zindan, kâfire de Cennettir.) [Müslim] Mümine dünyanın zindan olması, Cennete göredir. Cennette ebedi
nimetler karşısında dünya zindan gibi, Cehennem gibi olmaktadır. Kâfirler
için de Cehennem azabı, o kadar şiddetli olacaktır ki, dünyadaki en
şiddetli işkence bile hafif gelecektir. (Dilini tutan
başını kurtarır) sözü, uydurma değil, güzel bir sözdür. Hadis-i şerifte,
(Susan kurtuldu) buyuruluyor.
(Tirmizi) Susan, dünyada da ahirette de başını dertten kurtarır. İbni Mesud hazretleri, (Hapse, dilden daha layık bir şey yoktur)
buyurmaktadır. Hz. Ebu Bekir,
konuşmamak için ağzına taş koyardı. Sana senden olur, her ne olursa, Başın selamet bulur, dilin durursa. (Herkesin
nabzına göre şerbet vermeli) atasözü de, Yahudilerin uydurması
değildir. Allahü teâlâ buyuruyor ki: (İnsanları
Allah’ın yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et!) [Nahl 125] Hadis-i şeriflerde ise şöyle buyuruluyor: (İnsanlara,
akıllarının seviyesine, anlayışlarına göre söyleyin!) [Buhari] (Biz Peygamberler,
herkese seviyesine göre muamele yapmak ve anlayacağı şekilde konuşmakla
emrolunduk.) [İ.Gazali] Görüldüğü gibi insanların akıl, ilim ve kültür seviyesine göre
konuşmak dinimizin emridir. Bu emre uymayan, nabza göre şerbet veremeyen,
dine hizmet etmeye kalkarsa, fitne çıkarır, müslüman olacakları ürkütür. (Doğru söyleyeni
dokuz köyden kovarlar) atasözü de din düşmanlarının uydurması
değildir. Doğruluk ve doğru söz, dinimizin esasındandır. Fakat büyüklerimiz,
(Sözün doğru olmalı, ama her
doğruyu her yerde söylememelidir!) demişlerdir. Ulu orta, köre kör,
sağıra sağır demek uygun olmaz. Dünya ve ahireti yaramayan doğruyu söylemekte
ise zaten fayda yoktur. (Denizde su, ormanda ağaç, çölde kum olur) demek
doğrudur. Fakat boş sözdür. Bu doğru söz insanların içinde beş on kere
tekrar edilirse ona deli derler. Dokuz köyden kovulmamak için doğruyu
dinimizin emrine uygun söylemelidir! Mesela hırsız, ahlaksız, hain insan
kötüdür. Bunu ıslah için (Sen ahlaksızsın) denirse kabul etmez. Dokuz
köyde böyle konuşursak, her köyden kovuluruz. İyi ahlakın güzelliği
anlatılarak kötülükten vazgeçirmeye çalışılır. (Yiğitlik
ondur. Biri kaçmak, dokuzu hiç görünmemek) sözünde bir pasiflik görünüyor
gibi ise de, yiğitlik, kabadayılık değildir. Kavga çıkaran, baş yaran,
belasından yanına varılmayan kimseye yiğit denmez. Yiğit, haklı olduğu,
gücü yettiği halde, affeden, intikam almayan, kavga etmeyen, iyi geçinen
kimsedir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Yiğitlik,
kahramanlık, pehlivanlık hasmını yenen değil, öfkesini yenendir.) [Buhari] Harpte düşman karşısında cesur, fakat müslümanlar arasında
mütevazi olan yiğittir. Bunları söylemekle, bütün atasözlerinin ve deyimlerin muhakkak
doğru olduğunu söylemek istemiyoruz. Atasözlerimiz
arasına karışmış uygunsuz sözler olabilir. Atasözlerinin de dinimize
uygun olup olmadığı İslam âlimlerinin kitapları ile ölçülür. Sonra atasözünün
hangi devirde, ne maksatla söylendiği de bilinirse izahı kolaylaşır. "Üzümünü
ye, bağını sorma"
Ecdadımıza her fırsatta
hücum edenler, "Üzümünü ye, bağını sorma!" atasözünün yanlış
olduğunu söylüyorlar. Ceddimiz yanlış konuşur mu? Atasözleri bir tecrübenin
mahsulü değil midir? CEVAP
Genel olarak atasözlerinin hepsi doğrudur. Son asırda atasözü
diye bazı sözler ilave edilmiş olabilir. Bunlar ceddimize leke sürülmesine
sebep olmaz. "Üzümünü ye, bağını sorma" atasözü çok güzeldir,
dinimize uygundur. Bir sözün doğru olup olmadığı dinimize göre ölçülür.
Üzümünü ye, bağını sorma demek, üstüne vazife olmayan şeylere karışma,
her şeye burnunu sokma demektir. Açıklamalı atasözleri kitabında ise
(Mühim olan, bir nimetin gelmesidir. Nereden geldiğini bilmek lüzumsuzdur)
şeklinde açıklanmıştır. Bu söz, ecdat düşmanlarının iddia ettiği gibi, (Üzümün haram
olup olmadığını sorma) demek değildir. Âyet-i kerimeleri ve hadis-i
şerifleri de maksadına aykırı olarak açıklamak asla caiz değildir. Mesela,
Kur'an-ı kerimin çeşitli yerlerinde (Allah
dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini dalalette bırakır) buyuruluyor.
(Amentü)deki iman esaslarından birisi
de (Hayrın ve şerrin Allah’tan
geldiğine inanmak)tır. İnanmayan bir kimse, (Hidayet Allah’tan olduğuna
göre, dalalet üzere kalmamda benim suçum yoktur) diyemez. Yani âyet-i
kerimeyi kendi anladığı gibi açıklayamaz. (Mektubat-ı Rabbani)deki hadis-i
şerifte buyuruldu ki: (Kur'anı
kendi aklı ile, kendi düşüncesi ve bilgisi ile mana çıkaran kâfir olur.) [C.1, m.234] Hadis-i şeriflere de yanlış mana vermek, tehlikelidir. Her
işi ehline bırakmalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Koğuculuk
eden [söz taşıyan] Cennete
girmez.) [Buhari] Bu hadis-i şerife bakarak her söz taşıyanın muhakkak Cennete
giremeyeceği söylenemez. Bu hadis-i şerifi âlimler şöyle açıklıyor: Koğucu, söz taşıma günahını çekmedikçe Cennete giremez. Koğucunun sevapları günahlarından ağır gelirse, şefaate kavuşursa,
şehid olursa, affa uğrarsa, bunun gibi sebeplerle koğucu Cehennemi görmeden
Cennete girer. Ecdadımızın güzel atasözlerini ters şekilde yorumlamakla, onlara
dil uzatmakla bir yere varılamaz. Meşhur olmak için illa ecdadı mı kötülemek
veya zemzem kuyusunu mu kirletmek gerekir? |
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |