Sorumsuzca
söylenen sözler İnsanı küfre düşüren sözler hakkında piyasada birçok kitap
var. Bunlara göre kim müslüman kalabilir! Bu kitaplardan bazılarını
size gönderiyorum. İnceleyip, bu sözleri açıklar mısınız? CEVAP Küfür sözler konusunda piyasadaki kitaplarda, küfür olmayan
sözlere de küfür damgası basılmıştır. Şimdi bu sözleri inceleyelim: (Allah’ın oğlu
gelse bu işi yapamaz. Yürü Allah yürü, ye Allah ye, uyu Allah uyu gibi
sözleri söyleyen kâfir olur) deniyor. Allah’ın oğlu demek, Allah şunu yapamaz demek elbette
küfürdür. Fakat diğer sözlerin küfürle hiç alakası yoktur. Çünkü bunu
söyleyen kimse, Allah yürür, Allah yer içer, Allah uyur demek istemiyor.
Yolun uzunluğunu, bitip tükenmediğini bildirmek için yürümekle bitmiyor
demek istiyor. Şarkılarda, türkülerde ve böyle sözler arasında Allah ismini kullanmak doğru değildir. Ama küfür
de değildir. Küfrün ne olduğu dinin dört delili ile sabittir. Bunun
dışında küfür olmaz. Bütün milleti kâfir yapmak da çok tehlikelidir.
Müslüman’a kâfir diyenin kendisinin kâfir olacağı hadis-i şerifle de
bildirilmiştir. (En büyük Galatasaray,
başka büyük yok diyen kâfir olur) deniyor. Bunun küfürle ne alakası var? Kendi grubunda, yani futbolda
en büyük demektir. En büyük Türkiye gazetesi desek, başka büyük yok
desek, gazeteler içinde tirajı veya kalitesi en büyük olan demektir.
En büyük TGRT demek de böyledir. Televizyonlar içinde en kalitelisi
demektir. Hâşâ Allah’tan büyük anlamına gelmez. Zoraki böyle bir anlam
çıkarmak çok yanlıştır. Böyle sözlerle bütün milleti kâfirlikle suçlamak
ne kadar yersizdir. (İslam dini
akıl mantık dinidir demek çok yanlış bir sözdür) deniyor. Bu ifadeyi kullanmak ne kadar yanlıştır. Kur’an-ı kerimin
birçok yerinde (Akletmez misiniz, aklınızı kullanmaz mısınız?) gibi ifadeler
çok geçer. Peygamber efendimiz de buyuruyor ki: (Kişinin dini, aklı ölçüsündedir. Aklı olmayanın dini
yoktur.) [Ebuş-şeyh] (İnsanı ayakta tutan aklıdır. Aklı olmayanın dini de
yoktur.) [Beyheki] (Akıllı olmak, din işlerinde sevinç kaynağıdır.) [İbni Asakir] (Aklı doğru olmayanın dini de doğru olmaz.) [Taberani] (Kişi, ilmi ve aklı sayesinde kurtulur.) [Deylemi] (Akıllı kimse kurtuluşa ermiştir.) [Buhari] (Akıl imandandır.) [Beyheki] İslamiyet nakil dinidir
ve selim akla uygundur. Dinde aklın önemi büyüktür. Ancak yalnız akla
uyup, yalnız ona güvenip yanılan kimseye felsefeci denir. Aklın erdiği
şeylerde ona güvenen, aklın ermediği yanıldığı yerlerde, İslam ışığı
altında akla doğruyu gösteren büyük zatlara, İslam âlimi denir. Akıl
göz gibidir. İslamiyet de ışık gibidir. Göz karanlıkta cisimleri göremez.
Görmesi için ışık gerekir. Bunun için Hz. Ali,
(Din, akıl ve görüş ile olsaydı, mestin üstünü değil de altını meshetmek
gerekirdi) buyurmuştur. (Ne biçim kaderim varmış, alnımın kara yazısı, adam
ülkenin kaderini değiştirdi demek insanı imandan çıkarır) deniyor. Halbuki İslam âlimleri,
(Kaderin, hayırlısı, şerlisi, iyisi, kötüsü, tatlısı, acısı, hep Allahü
teâlâdandır. Çünkü, kader, bildiği şeyleri yaratmak demektir.) buyuruyorlar.
Bir insanın başına kötü işler gelirse, (Kaderim böyle imiş, veya bu
alnımın kara yazısıdır, ne kadar kötü kaderim varmış) demesinde mahzur
yoktur. Çünkü hayır şer Allah’tandır. Fakat (Adam ülkenin kaderini değiştirdi)
demek yanlıştır. Allah’ın kaderini kimse değiştiremez. (İntihar eden,
Allah’ın kaderini değiştirir) diyenler de vardır. Bütün bunlar kaderi
bilmeyen cahil kimselerin sözleridir. (Sözde müslümanlar, “ibadet ile Cennete girilmez, temiz
kalb gerek, Allah kalbe bakar” derler) diyerek böyle kimselerin müslüman olmadığı söyleniyor. Böyle söyleyen herkesi
suçlamak yanlıştır. Çünkü Peygamber efendimiz, (Hiç kimse, ibadeti sebebi ile Cennete girmez) buyurmaktadır. Çünkü
yaptığımız bütün ibadetler kabul olsa bile, bir gözümüzün şükrünün karşılığı
bile değildir. Cennete, Allahü teâlânın lütfu ve ihsanı ile girilir.
Lütfa ve ihsana kavuşmak için, imanlı olmak şart olduğu gibi,
ibadete de ihtiyaç vardır. Bir insan ne kadar çok ibadet ederse etsin,
ibadeti sebebiyle kendini mutlaka Cennetlik olarak bilmemelidir. Kulun
vazifesi ibadet etmektir. Kur'an-ı kerimde
(Ben cin ve insanları yalnız bana ibadet etmeleri için yarattım)
buyuruluyor. Temiz kalb gerek demekte
de mahzur yoktur. Çünkü Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Kalb bozuk olunca, bedenin işleri de bozuk olur.) [Beyheki] (Allah, sizin güzel suretlerinize, mallarınıza bakmaz.
Kalb ve amelinize bakar.)
[Müslim] Allahü teâlâ kalblerde
olan ihlasa ve Allah korkusuna bakar. Amellerin, ibadetlerin kabul edilmesi
için, yani sevap verilmesi için, hem şartlarına uygun olması, hem de
ihlas ile niyet edilmesi lazımdır. Yani ibadetin kabul olması için,
Allahü teâlânın rızası için yapılması lazımdır. (Arşimet kanunu,
Newton kanunu demek imanı zedeler) deniyor. Allahü teâlâ kâinatta çeşitli düzenler yaratmıştır. Suya
belli bir kaldırma gücü vermiştir. Bunu bulana onun ismini vermenin
küfürle ilgisi olmaz. Suya kaldırma gücünü Arşimet veriyor denmiyor
ki. Bunun varlığını Arşimet buldu deniyor. (Kur’an okumak çok zordur demek bâtıl bir yaygaradır) deniyor. Bilmeyene elbette zordur.
Kimine yabancı dil, kimine matematik zor gelir. Zora zor demenin bâtılla,
küfürle ne alakası vardır? (Hele şu namazımızı kılalım da, rahat rahat çayımızı içelim diyenlerin akıbetleri çok feci olur) deniyor. Bu ne kadar da yanlış
bir ifade? Adam, namaza çok önem veriyor ki, (Önce şu namazımızı kılalım,
namazı geciktirme endişesi ile çay içersek çayın tadını da alamayız,
hele namazı kılalım çayı nasıl olsa içeriz) demek istiyor. Bu sözün
neresi kötü ki? Âlimlerimiz, namaza mani olan işte hayır yoktur buyuruyorlar.
Vakit girer girmez, önce namazı kılmalı, ondan sonra diğer işleri yapmalıdır. (İslam bir bütündür, tamamını alan ancak müslümandır)
deniyor.
Bu söz izaha muhtaçtır.
İtikadda öyle ise de amelde öyle değildir. "Ya, dinimizin bütün
emirlerini yapıp, bütün yasaklarından kaçınmak veya hiçbirini yapmamak
gerektiğini" söylemek, "Ya hep, ya hiç" demek çok yanlıştır.
birkaç günah işliyorum diye, diğer günahları da yapmak gerekmez. İmam-ı
Rabbani hazretleri buyuruyor ki: (Bütün günahlara tevbe edip
hepsinden kaçmak büyük nimettir. Bu yapılamazsa, bazı günahlara tevbe
etmek de nimettir. Bunların bereketiyle belki bütün günahlara tevbe
etmek nasip olur. "Bir şeyin bütünü ele geçmezse, hepsini de kaçırmamalı"
buyuruldu.) (İbadet de gizli, rezalet de) diyenlere ateş püskürülüyor. Halbuki hadis-i şerifte,
(Kim, dünyada günahını gizlerse, Allahü teâlâ
da, Kıyamette, o günahı herkesten saklar) buyuruluyor. (Müslim) İnsanlardan utanarak
günahı gizlemek de hayadandır. Haya da imandandır. Günah gizlenmezse,
fâsıklar bundan cesaret alır. (Falanca günah işliyor. Ben de işlesem
ne çıkar?) diyebilir. Riya olmaması için ibadeti gizlemek caizdir. Onun
için (Kabahat da gizli, ibadet de gizlidir) denmiştir. Bunun gibi atasözlerinin
çoğu bir hadis-i şerife dayanmaktadır. (Haya elbisesine bürünenin ayıpları
görülmez. Duyulunca hoşlanılacak şeyleri yap! Kimsenin duymasını istemediğin
ve duyulunca insanların hoşlanmayacağı şeylerden kaç!) buyurulmuştur. Camileri siyasi arena
haline getirmek isteyen bazı din cahilleri,
(Emperyalist kâfirlerin “Camide dünya kelamı konuşmak günahtır” sözünü
söyleyerek. Camiler, ziyaret yerleri, mevlit ve hatim merkezleri haline
getirilmiştir) diyor. Camilerin ziyaret edilmesi,
mevlit okunması, hele hatim yani Kur’an okunmasına karşı çıkmak ne kadar
çirkindir. Camide konuşmayı emperyalist kâfirler değil, Allah ve Resulü
yasaklıyor. Camide konuşmak sevapları giderir. Hutbeyi bile nutuk çeker
gibi yüksek sesle okumak haramdır. Camide konuşulmaz. Hadis-i şerifte
buyuruldu ki: (Mescitte dünya kelamı söyleyenin ağzından kötü bir
koku çıkar. Melekler, "Ya
Rabbi, bu kulun mescitte söylediği dünya kelamından dolayı, ağzından
çıkan fena koku bizleri rahatsız ediyor"
derler. Hak teâlâ da buyurur ki: "İzzetim, celalim hakkı için,
onlara büyük bela veririm.")
[Ey Oğul İlm.] (Ahir zamanda bazı kimseler, mescitlerde dünyadan, dünya
kelamından bahsedecekler. Onlarla beraber olmayın! Allah’ın böyle kimselerle
işi yoktur.) [İbni Hibban] (Hayvanların otu yediği gibi, mescitte konuşmak da sevapları
yer, yok eder.) [İ.Gazali] Önce (tehiyyet-ül mescid)
namazı kılıp veya başka ibadet yapıp, itikafa niyet ettikten sonra,
hafif sesle ihtiyaç kadar konuşmak caizdir. İhtiyaçsız mescitte konuşulmaz. (Bu mahallenin çocuklar ahlaksız) diyenlere de hücum edilerek, (Her çocuk mümin ve günahsız doğar) deniyor. Çocuğun
günahsız doğduğu doğrudur, fakat mümin doğar demek yanlıştır. Çünkü
bir hadis-i şerifte (Kız çocuğunu
diri olarak gömen de, gömülen çocuk da Cehennemdedir) buyuruldu.
(Ebu Davud) Kâfirlerin
çocukları, akıl-baliğ olsaydı, mümin veya kâfir olacaktı. Bu ise ilm-i
ilahide bilindiğine göre, büyüyünce ne olacaksa hüküm de ona göredir.
Yani kâfir olacaklar Cehenneme, müslüman olacaklar ise Cennete gideceklerdir.
Peygamber efendimize, küçük yaşta ölen müşrik çocuklarının durumu sual
edildiğinde (Akıl baliğ olsalardı, ne amel işleyeceklerini
Allah elbette bilir) buyurdu. (Buhari) Bu
kavli bildiren âlimler olduğu gibi, çocuklar günahsız doğduğu için kâfir
çocuklarının da Cennete gideceğini söyleyen âlimler vardır. Fakat çocuklar
mümin olarak doğar diyen âlim yoktur (Can çıkmayınca huy çıkmaz) sözü yanlış deniyor. Bu söz, gazap, şehvet
gibi insanın fıtratında olan şeylerin tamamen yok edilemeyeceğini bildirmek
için söylenmiştir. Şu hadis-i şerif de aynı mealdedir: (Bir dağ yerinden ayrılmış denirse, tasdik edin. Fakat,
bir kimsenin ahlakı değişmiş denirse inanmayın. Zira fıtri yapı değişmez.)
[İ.Ahmed] Terbiye etmek başka,
yok etmek başkadır. Bir erik çekirdeği, ne elmadır, ne de eriktir. Bu
çekirdek, toprağa konur, sulanıp gübrelenirse, erik ağacı olabilir.
Bu ağaçtan da erik alınabilir. Bu ağaca ne kadar bakılırsa bakılsın,
erik çekirdeğinden elma olmaz. İşte can çıkar huy çıkmaz bu anlamdadır. (Kötü hava şartları demek korkunç bir
hatadır) deniyor. Bu
da cahilliğin daniskasıdır. Zira hayır şer de Allah’tandır. Amentü’de bunu her zaman söyleriz. İyi
havayı Allah yaratıyor da kötü havayı başkaları mı yaratıyor. Kur’an-ı
kerimde buyuruluyor ki: (Her şeyi yaratan Allah’tır.) [Zümer 62] (Çocukları camiye sokmayanlar var. Her cami avlusu,
çocuk bahçesi haline getirilmeli. Caminin mimarisinde, edebiyatında,
musikisinde hep fayda vardır. Bu faydalardan çocuklarımızı uzak tutmayalım) deniyor. Halbuki, hiç zarar
vermese de, camiye küçük çocuk getirmek mekruhtur. Zarar verir, kirletirse
haram olur. Hadis-i şerifte (Camiye
çocuk ve deli koymayın) buyuruluyor. (İbni Mace) Musiki haramdır, harama helal diyen küfre girer. (Allah yazdı ise bozsun demek imanı yok
eder) deniyor. İrade-i cüziyye risalesi’nde buyuruluyor ki: İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu
ki: (Kaza-i
muallak, Levh-i mahfuzda yazılıdır. Eğer o kimse, iyi amel yapıp, duası
kabul olursa, o kaza değişir). Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Kader, tedbir ile, sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan dua, o bela
gelirken korur) Duanın belayı def etmesi de, kaza ve kaderdendir.
yani, o kimsenin dua etmesi de, takdir edilmiş ise, dua eder, kabul
olunca, belayı önler. (Ecel-i kaza)yı da,
iyilik etmek geciktirir. Fakat, (Ecel-i müsemma) değişmez. Ecel-i kaza,
bir kimse, eğer iyi iş yapar, yahut sadaka verir, hac ederse
ömrü altmış sene, bunları yapmazsa kırk sene diye takdir edilmesi gibidir.
Vakit tamam olunca, eceli bir ân gecikmez. Birinin üç gün ömrü kalmış
iken akrabâsını, Allah rızası için ziyaret etmesi ile, ömrü otuz seneye
uzar. 30 yıl ömrü olan kimse de, akrabâsını terk ettiği için, ömrü üç
güne iner. Takdir, ezelde Levh-i mahfuzda yazılmıştır. Sonradan bir
şey yazılmaz. Yani, Levh-i mahfuzda olacak değişiklikler ve ömürlerin
artması ve kısalması da, ezelde yazılmıştır ki, buna kaza-i muallak
denir. Allahü teâlânın kaderi, yani ezelde ilmi nasıl ise, Levh-i mahfuzdaki
değişiklikler, ona uygun olur. (Ecel, bir an gecikmez ve vaktinden önce gelmez) âyeti, (Ecel hazır
olduğu vakit gecikmez. Fakat, ecel hasıl olmadan önce, sadaka ile, dua
ile, amel-i salih ile, ömür uzar. Zira Fâtır suresinde, (Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması hep yazılıdır) buyurulmaktadır)
dedi. Şu halde, Allah yazdı ise bozsun demek, eceli kaza ise Allah takdir
etmesin demektir. Kaza ve kaderi bilmeyen cahiller böyle rastgele konuşabilir. (Ben cahilim demek, cahiliyet
devrini kabul etmek olur)
deniyor. Halbuki
Peygamber efendimiz, (Âlimim
diyen kimse cahildir) buyuruyor. (Taberani) Hz.
Şabi, (Bilmem, demek, cahilliğini söylemek
ilmin yarısıdır. Allah rızası için bilmediği bir konuda, susanın aldığı
mükâfat, bildiği konuda konuşanın aldığı mükâfattan az değildir. Çünkü
cehaleti kabul etmek nefse çok ağır gelir) buyuruyor. İmam-ı Gazali
hazretleri, Tevekkülün ikinci derecesini anlatırken buyuruyor ki: (Bu
kelime-i tevhidin manasına, kalbin inanmasıdır. Bu inanış, ya başkalarından
görerek, işiterek olur ki, bizim gibi cahillerin inanışı böyledir. Yahut
delil ile, aklın ispat etmesi ile inanır. Din âlimlerinin, kelam ilmi
üstadlarının inanması böyledir.) Hikmet
ehli bir zat, (Kötü sözlerimize dayanan, isteyene veren ve cahilliklerimize
göz yuman bizim efendimiz) der. Ben cahilim demenin, ben cahiliyet
devri itikadındayım demekle hiç bir ilgisi yoktur. (Bekarlık sultanlıktır sözü yanlıştır) deniyor. İslamın
ilk zamanları evlenmek tavsiye ediliyordu. Peygamber efendimiz, (Evlenmek benim sünnetimdir, sünnetime uymayan
benden değil) buyuruyordu. Fakat ahir zamanda bu durum değişmektedir.
Çünkü Ebu Ya’lanın rivayet ettiği hadis-i şerifte, Peygamber efendimiz,
(İkiyüz
yılından sonra, sizin en iyiniz, hafifülhâz
olandır) buyurdu. Hafifülhâz nedir, dediklerinde,
(Hanımı ve çocuğu olmayandır) buyurdu. Bişr-i Hafi, Bayezid-i Bistami,
Ebül-Hüseyn Nuri [ve Rabia-i Adviyye] gibi büyük âlimler
bekar idi. Hicretin ikiyüz yılından sonra
gelenler arasında, bunların ve bunlar gibi olanların şeref ve üstünlüklerini,
bu hadis-i şerif bildirmektedir. (İhya) Ebu
Süleyman-ı Darani hazretleri, (Bekarlığa dayanmak,
ailenin çilesine dayanmaktan, onların eziyetine katlanmak, Cehennem
ateşine dayanmaktan daha kolaydır) buyurdu. (Millet din demektir. Bunun için Fransız
milleti, Türk milleti denmez. Türk milliyetçisiyim demek de, Türkün
dinindenim demek olur ki çok yanlıştır) deniyor. Millet
kelimesi çeşitli manalara gelir. Birkaçı şöyledir: 1- Din manasında kullanılır. "Millet-i İbrahim", "Millet-i
Resulullah" gibi. Bir kimse, İbrahim aleyhisselamın dinindenim
dese mahzuru olmaz. Çünkü bizim dinimizle onun dini arasında fark yoktur. 2- Ümmet manasında, bir din mensuplarının tamamına denir. "İslam milleti",
"Yahudi milleti" gibi. 3- Topluluk manasına gelir. "Kâfirler tek millettir.", "Kâfir
milleti zalimdir." gibi. 4- Sınıf, cins, taife manasına kullanılır. "Kadın milleti", "Şoför
milleti" gibi. 5- Halk manasına kullanılır. "Bu millet, iyiye layıktır." gibi. 6- Kavim manasında kullanılır. Din, dil, tarih, gelenek, kültür, ideal ve
vatan birliği olan topluluk demektir. "Türk milleti", "Arap
milleti" gibi. Milliyetçi
demek, aynı dine mensup, aynı dili konuşan, ortak tarihi olan, aynı
gelenekleri ve aynı kültürü olan, aynı ideale ve aynı vatana sahip olan
kimse demektir. "Ben milliyetçiyim" demek yanlış olmaz. Kelimenin
yalnız bir manasını düşünmek doğru değildir. Millet kelimesini yanlış anlayanlar
gibi, zaman kelimesini de yanlış anlayanlar çıkıyor. (Zaman çok kötüleşti demek, Allah’tan şikayettir.
Çünkü, zamana söven beni cezalandırır. Ben zamanım) hadisi kudsisi
vardır) deniyor. Zaman kelimesinin sanki tek bu anlamı mı var da böyle
söyleniyor? Zaman kelimesinin anlamlarından
birkaçı şöyledir: 1- Vakit
demektir. Olayları sıralamaya yarayan başı ve sonu belli olmayan mücerret
kavram. Zaman akıp gidiyor gibi. 2- Çağ demektir.
Osmanlıların ilk zamanlarında Türklerin itibarı yüksekti gibi. 3- Gün demektir.
Zaman olur beni de anlayan çıkar gibi. 4- An demektir.
Bir zaman durakladı, konuşmadı gibi. 5- Mevsim
demektir. Şimdi hasat zamanı gibi. 6- Elverişli
vakit demektir. Tam hücum etme zamanı gibi. 7- Yaşanılan
devir demektir. Zaman çok kötü oldu, bilir bilmez herkes din adına ahkam
kesiyor gibi. (Zaman sana uymazsa sen zamana uy sözü
çok yanlıştır) deniyor. Halbuki
“Zaman sana uymazsa, sen zamana uy” sözü doğrudur. Zamana uymak, zamanın
gerektirdiği hususlara uymak demektir. Zamanın değişmesiyle, örf ve
adete ait hükümler değişebilir. Nassa [Kur'an ve hadise] dayanan hükümler
zamanla değişmez. Dine aykırı olmayan örf ve adete ait hükümler değişirse,
bunlara uymakta mahzur yoktur. Mecellenin 39. maddesinde,
zamanın değişmesiyle âdete ait hükümlerin değişeceği bildirilmektedir.
Mubah olan âdetlerde ve fen bilgilerinde zamana uyulur. İbadetlerde
zamana uyulmaz. Herkes
traktörle, kamyonla giderken, kağnı ile gitmek gerek diye ısrar edilmez.
Fakat günah olan bir şey, herkes tarafından yapılsa, buna uyulmaz. Zamana
ait işlerin değişmesine, zamanın değişmesi denmiştir. Böyle misaller
Kur'an-ı kerimde de vardır. Mesela, (köy halkına sor) yerine, (köye
sor) denilmiştir. (Yusüf 82) Türkçede de, (şu sınıf tembel) denir.
Burada anlatılan, sınıfın kendisi değil, oradaki talebelerdir. Zamana
uymak da, zamanın icabı olan faydalı işlere uymak demektir. Zararlı,
günah olan şeylere uyulmaz. Zamanı kötülemek de, o zamanda yaşayan kötü
insanları tenkit etmektir. Yoksa zamanı yaratan Allah’ı kötülemek anlamında
değildir. (Din siyasete alet edilmez diyenler, Müslümanları
uşak olarak kullanmak isteyenlerdir) deniyor. Yani
apaçıkça din istismarı normal görülüyor. Dini kullanarak, gerek şahsi,
gerek siyasi menfaat veya nüfuz sağlama işine din istismarı denir. Koltuk
kapmak, alkış toplamak, bir grup insanı peşine takmak gibi herhangi
bir menfaat, Allah rızasından başka niyetlerle yapılırsa riya olur.
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki: İyi bil ki riya haramdır, riyakârı
Allah sevmez. Hadis-i şerifte: (Ahir zamanda dünya menfaati için dini
alet eden, gösteriş yapanlar çıkar. Sözleri baldan tatlıdır. Bunlar
kuzu postuna bürünmüş birer kurttur)
buyuruldu. (Tirmizi) Din alet edilerek elde
edilen mal, mevki için şair der ki: Şu mala, makama ola ki lanet, Ona din veya ırz edile alet. Dini siyasete, politikaya
alet etmek, yahut başka zararlı maksatlar ve menfaatler için kullanmak,
bir takım cahilleri, din ismi altında, tahrik etmek çok büyük bir günahtır.
Allahü teâlâ, en çok bunu kötülemektedir. Din, tertemiz ahlak sahibi
olmayı emreden, sırf merhamet, sevgi ve büyüklere itaat, küçüklere şefkat
emreden, insanları doğru yola götüren Allahü teâlânın razı olduğu yoldur.
Dini herhangi bir menfaate, mesela siyasete alet etmek, yahut başka
zararlı maksatlar için kullanmak, bir takım cahilleri, din ismi altında,
tahrik etmek çok büyük bir günahtır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Yazıklar olsun ilmini ticaret vasıtası yapan kötü âlimlere
ki, devlet adamlarına yaklaşır ve kazanç temin ederler. Allah onların
ticaretine kesatlık versin!)
[Hakim] Vaaz etmek, dini yazı yazmak, kitap çıkarmak, ancak Allah
rızası için olunca, mevki, mal ve şöhret kazanmak için olmayınca faydalı
olur. Aksine olursa çok zararlı olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Hak teâlâ,
Hz. Âdeme bin çeşit sanat öğretip buyurdu ki: Çocukların ve neslin,
bu sanatlardan biri ile rızkını talep etsin! Sakın ola ki dini geçim
vasıtası yapmasın! Dini kullanarak dünyayı talep edenlere yazıklar olsun!) [Hakim] Peygamber
efendimiz, (Kıyamet yaklaştıkça,
fitneler çoğalır) buyururken, bazıları çıkıyor, (Fitne devrinde yaşıyoruz demenin dinde yeri yoktur) diyebiliyor.
Fitne imtihan demektir. Anarşi, bozgunculuk, günah, şirk, bela ve daha
başka manalara gelirse de, ekseriya bölücülük, bozgunculuk anlamında
kullanılır. Abdülgani Nablusi hazretleri,
(Fitne, Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara,
günaha sokmak, insanları isyana kışkırtmak demektir) buyuruyor. İmam-ı
Birgivi hazretleri de, fitneyi böyle tarif etmiştir. Muhammed Hadimi
hazretleri de fitneyi böyle tarif ettikten sonra (Fitne çıkarmak haramdır.
Kur'an-ı kerimde, dinden saptırmak için fitne çıkaranların Cehenneme
atılacağı ve fitne çıkarmanın adam öldürmekten daha kötü olduğu bildirilmektedir)
buyuruyor. Fitne hakkındaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir: (Fitneden sakının! Söz ile çıkarılan fitne,
kılıç ile çıkarılan fitne gibidir.) [İbni Mace] (Fitne ve karışıklık zuhur edince, katil
[öldüren] olmaktansa, maktul [öldürülen]
olmayı tercih et!) [Ebu Nuaym] (Fitne zamanı saldırgan, evinize girerse,
[Maide suresinin 28. âyetinde
bildirildiği gibi] "Beni
öldürmek için sen bana elini uzatırsan da, seni öldürmek için ben sana
elimi uzatmam" diyen Hz.Âdemin oğlu [Habil] gibi ol!) [Tirmizi] (Kıyamet yaklaştıkça fitneler çoğalır.
Sabah evinden mümin çıkan, akşam evine kâfir olarak döner. Akşam mümin
iken, gece imanları gider, kâfir olarak sabaha çıkarlar!) [Ebu Davud] Peygamber efendimizin
bu sözlerine saldıranlara ne söylense azdır. (Ne yapayım emir kuluyum demek yanlıştır. Allah’ın kulu
olmalı, kulun kulu olmamalı)
deniyor. Bir başka cahil de şöyle diyor: (Osmanlılarda,
insan, Allah’ın değil, padişahın kuluydu. Onun için padişah, halka "Kullarım"
derdi. Sultanlık sistemine karşı çıkmak, soylu mücadele vermektir)
diyor. Bazı kelimeler birkaç
manaya gelir. Cümledeki yerlerine göre manaları değişir. Mesela Mevla
kelimesi, yedi manaya gelir. Daha çok ilah, efendi, köle manasında kullanılır.
(Mevla’nın rahmeti bol) cümlesindeki mevla,
ilah manasındadır. (Mevlana Celaleddin)deki
mevla da efendi demektir. Şimdi biri çıkıp
da (Sen Celaleddine ilah dedin) diyemez. Bunun
gibi kul kelimesi de mahluk, insan, köle, bende, emir altında bulunan,
tabi, mensup gibi manalara gelir. Şimdi birisi nezaket olsun diye (Bendeniz)
dese, bende kul, köle demek olduğu için, (Sen karşındakine bendeniz
demekle onu ilah yaptın) demek caiz olur mu? Padişahlar, sadık yardımcılarına "Kulum"
derdi. Burada kul, "Sağ kolum) demektir. Sultana ait seçkin askerlere
(Kapı kulu) denirdi. (Allah’tan başkasına itaat etmek şirktir, kula kulluktur)
deniyor. Bu söz de çok yanlıştır.
Çünkü Kur'an-ı kerimde, Allah ve Resulüne ve ülülemre
de itaat edilmesi emrediliyor. Âlimlere, ana babaya itaat da dinimizin
emridir. Bunlara itaat da Allah’a itaat olur. (Hadika) (Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır sözüne hadis demek
korkunçtur, Bayezid-i Bistamiye aittir) deniyor. O zaman adama şu soruyu
sorarlar: Bu korkunç sözü ne diye Bayezid-i Bistami hazretleri söylemiştir?
Bir âlimin söylemesi o sözün kötü olmasını mı gerektirir? Burada şeyh,
mürşid, rehber, üstad, öğretmen anlamındadır. Din ilimlerini hocasız
öğrenmek kolay mıdır? Hele tasavvufu rehbersiz öğrenmek imkansızdır.
Bayezid-i Bistami hazretlerinin bu sözü, korkunç olarak vasıflandırılıp
niye beğenilmez ki? Burada tasavvuf düşmanlığı mı yapılıyor? Rehbere,
üstada kızılır mı? Bir talebenin, ilim öğrenebilmesi ve doğru yolu bulabilmesi
için, bir öğreticiye ihtiyacı vardır. Çünkü hadis-i şerifte, (İlim
üstaddan öğrenilir) buyuruldu. (Taberani)
Kur'an-ı kerimde ise,
(Eğer bilmezseniz, bilenlerden sorun!)
buyuruldu. (Nahl 43) (Tesadüfen karşılaştık demek yanlıştır, tevafuk etti
demelidir) deniyor. İnsan, tesadüfen iyi
kötü iş yapabilir. Tevafuk, birbirine uyma, uygun gelme demektir. İnsan
sevmediği biriyle karşılaşınca, tevafuk etti demek tuhaf olur. Hiçbir
dini kitapta rastlantı anlamındaki tesadüf yerine tevafuk kullanmak
gerekir diye yazmaz. Tesadüf yerine tevafuk, nakli değil de, aklı esas
alanların uydurduğu bir bid'attir. "Tesadüfen Ali Beyle karşılaştım"
demek ve tesadüf kelimesini böyle yerlerde kullanmak caizdir. "Bu
âlem tesadüfen yaratılmış, dağlar, denizler tesadüfen olmuştur"
demek caiz olmaz. Çünkü her şeyi yaratan Allahü teâlâdır. Bu ikisini
karıştırmamak gerekir. (Bir şey için uğurlu, uğursuz demek cehalet kültürünün
eseridir) deniyor. Halbuki bu konuda Peygamber
efendimizin sahih hadisleri vardır. Uğur, iyilik getirdiği
sanılan şey veya belirti, hayır, iyilik, bereket. Uğursuz, kötülük ve
zarar getirdiği sanılan şey. Uğursuzluk, bir şeyi veya bir olayı kötüye yorumlamak. Bir şeyin, bir günün
veya bir yerin uğursuz sanılması, Yahudilikte vardır. Hıristiyanlıkta
da, 13 rakamının uğursuzluk getirdiğine inanılır. Dinimizde ise, bir
şeyi uğursuzluğa yormak yoktur. Fakat, (Şu iş veya şu ev bana uğursuz
geldi) gibi sözleri söylemek caizdir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor
ki: (Müslümanlıkta uğursuzluk [bir şeyi kötüye yorumlamak] yoktur.) [Hadika] (Bir şeyi uğursuzluğa
yorma, hayra yor! Sizden biriniz, hoşuna gitmiyen uğursuzluk zannettiği
bir şey görünce, şöyle desin: "Ya Rabbi! İyilikleri veren, kötülükleri
defeden ancak sensin. La havle vela kuvvete illa bike.") [Beyheki] (Yumuşak muamele uğurluluk [iyilik], çetin
davranmak uğursuzluk getirir.) [Harâiti] (Uğuru [hayrı] ve uğursuzluğu [şerri] en çok olan uzuv dildir.) [Taberani] (Kötü huy uğursuzluk getirir.) [Taberani] Eskiden, Arabistan'da yolculuğa çıkarken, bir kuş uçururlardı.
Kuş sağa uçarsa, uğurlu sayıp, yola devam ederler, kuş sola uçarsa,
uğursuz sayıp geri dönerlerdi. Peygamber efendimiz bunu yasaklamış,
(Kuşlara dokunmayın, yuvalarında kalsın!)
buyurmuştur. (İ. Maverdi) Bir olayı hayra yormakta
ise mahzur yoktur. Çünkü Peygamber efendimiz, gördüğü şeyleri hayra
yorardı. Hiçbir şeyi uğursuz saymazdı. (İ. Ahmed) (Mavi boncuk tak nazar değmesin demek hurafedir, bâtıl
bir inançtır, şirktir) deniyor. Böyle söylemek çok
yanlıştır. Boncuğun yaratıcı bir kuvvete sahip olduğuna inanmak şirktir.
Fakat hangi müslüman, bir boncuğun yaratıcı gücü olduğuna inanır? Hadis-i
şerifte, (Temime ve tivele şirktir) buyuruluyor.
Manasız şeyleri veya küfre sebep olan rukyeyi
okumaya Efsun denir. Efsunu veya nazarı bizzat önlediğine inanılan nazarlık
denilen şeyleri, üzerinde taşımaya Temime denir. Şirinlik muskası denilen
rukyelere Tivele denir. Rukye, okuyup üflemek veya üzerinde
taşımak demektir. Rukye, âyet-i kerime ile ve hadis-i şerifle bildirilen
dualarla yapılırsa buna Taviz denir. Taviz ise caizdir. Hadis-i şerifte
(İlaçların en iyisi Kur'an-ı kerimdir)
buyuruldu (İbni Mace) Mezhepsiz Kardavi ve
onun yoluna uyan yerli bid'at ehli, âyetlerle yapılan ve taviz denilen
rukyeleri taşımaya bile şirk diyorlar. Ellerinde bir şirk
çamuru, rastgele atıyorlar. İbni Abidin hazretleri
buyuruyor ki: (Nazar değmemek için tarlaya kemik, korkuluk, hayvan kafası
koymak caizdir. Bir kadın tarlasındaki mahsule nazar değmemesi için
ne yapacağını sorunca, Resulullah (Tarlaya
hayvan kafası as) buyurur. Bakan kimse, önce bunu görüp tarladaki
mahsulü sonra görür.) [R. Muhtar c.5, s.232 ve 275] R. Muhtardaki bu yazıdan
nazardan korunmak için korkuluk, hayvan kafası, nazar boncuğu ve benzeri
şeylerin temime olmayacağı, caiz olacağı pek açıktır. Bizzat nazar bocuğu
veya hayvan kafası nazarı önlemez. Nazarı önleyen Allahü teâlâdır. Bakan
kimse önce bunları görünce, gözlerinden çıkan zararlı şualar bunlara
isabet eder. Nazarın gerçek olduğu âyet-i kerime ile sabittir. Hadis-i
şerifte de (Nazar haktır) buyuruldu. (Müslim) (Eğer o iki sene olmasaydı Numan helak olurdu sözü imam-ı
a’zama ait değildir, uydurma bir sözdür. Tasavvuf olmadan da insan evliya
olur) deniyor. Maksat tasavvufu kötülemek.
Tasavvuf düşmanlığı selefiler arasında çok yaygındır. Evliyaya, keramete
düşmanlık yaparlar. Bilmeyenin bilmediği şeyleri düşmanlık yapması yadırganmaz.
Atalarımız böyle kimseler için, (Kişi bilmediği şeylerin düşmanıdır)
buyurmuşlardır. Muhammed Masum hazretleri,
Mektubat kitabında buyuruyor ki: (Allahü teâlâyı tanımak
iki türlüdür: 1- Ehl-i
sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi tanımak, 2-Tasavvuf
büyüklerinin tanımaları. Birinci şekildeki imanda
nefs azgınlığından vazgeçmemiştir, iman hakiki değil, mecazidir. Bu
iman gidebilir. İkincisinde nefs de imana geldiği için iman yok olmaktan
korunmuştur. (Ya Rabbi, senden
sonu küfür olmayan iman istiyorum) hadis-i şerifi ve Nisa suresinin
(Ey iman sahipleri, iman edin) mealindeki
136. âyet-i kerimesi de hakiki imanı bildirmektedir. Bu âyet, (Hakiki imana kavuşun) manasındadır. İmam-ı Ahmed hazretleri
ilim ve ictihadda çok yüksek dereceye sahip olduğu halde, hakiki imana
kavuşmak için Bişr-i Hafi [ve Zünnun-i Mısri]
hazretleri gibi evliyanın sohbetinde bulundu. İmam-ı a'zam hazretleri
de, ömrünün son yıllarında Cafer-i Sadık hazretlerinin sohbetinde bulunduktan
sonra, (Bu iki sene olmasaydı, Numan helak olurdu),
yani (Hakiki imana kavuşamazdım)
buyurmuştur. Her iki imam da ilimde ve ibadette son derece ileri oldukları
halde, tasavvuf büyüklerinin sohbetinde bulunarak marifeti ve bunun
meyvesi olan hakiki imanı elde ettiler.) [C.2, m.106] Senaullah-i Dehlevi hazretleri de buyuruyor ki:
(Tasavvufta fena makamına kavuşan, muhakkak imanla ölür. Bekara
suresinin (Allahü
teâlâ imanınızı zayi etmez) mealindeki 143. âyet-i kerimesi ve (Allahü teâlâ, kullarının
imanlarını geri almaz. Fakat âlimleri yok ederek ilmi geri alır) hadis-i
şerifi, hakiki imanın ve batın ilminin geri alınmayacağını göstermektedir.)
[İrşad-üt-talibin]
(Sizin
düşmanınız şeytandır) âyet-i kerimesini delil getirerek, bize düşman olan birisine (Sen benim düşmanımsın)
demenin küfür olduğu söyleniyor.
Cahilliğin bu kadarına da pes artık. Bir müslüman da diğer
müslümana düşmanlık yaptı diye hemen ona kâfir denir mi? Hangi kitap
böyle yazar? Tarihte iki müslüman ordu çarpışmadı mı?
Bunlara kâfir denir mi? Bu cahil adamlar, ellerine almışlar,
bir kâfir karası, önüne gelenlere rastgele sürüyorlar.
Müziğin her çeşidinin
haram olduğu muteber eserlerde
bildirilirken, müziğin eğlendirici, düşündürücü, dinlendirici ve eğitici
yönleri de bulunduğu anlatılarak sanki bazı müziklerin caiz olduğu söyleniyor.
Mehter marşı, def, düğünde davul çalmak hariç elbette müziğin her çeşidi
haramdır. Tasavvuf müziği diye de bir şey yoktur. (Kâfirler Allah’tan ümit keser) âyetini delil getirerek, (Bu toplum düzelmez) diyenlerin
küfre girdiği söyleniyor. Halbuki bu âyetin,
bununla hiç ilgisi yoktur. Delinin biri çıksa, (Ben hiç hastalanmayacağım,
göklerde uçacağım, dünyadaki herkesi
müslüman edeceğim) dese, bir başkası da bunları yapamazsın dese, hemen
eldeki kara, bu adamın alnına yapıştırılır, (Sen Allah’tan ümit kestiğin
için kâfirsin) denir. Ben inansam da, ibadet etsem de Allah beni affetmez)
demek küfürdür. Allah’tan ümit kesmek, Allah’ın rahmetinden ümit kesmektir.
Yoksa bu işi yapamazlar demenin küfürle ne ilgisi vardır? Atasözlerine düşmanlık
edenler, (Doğru söyleyen dokuz
köyden kovulur) sözünü de beğenmemişler. Bu sözün nesi var.
Sakın doğru söylemeyin, yalan söyleyin mi deniyor? Yine atalarımız,
(Her söylediğin doğru olsun ama her doğruyu
her yerde söyleme) demişlerdir. Demek ki rasgele konuşursan dokuz
köyden kovulursun. Mesela her yerde her şiir okunmaz. Okunursa ne olur, adamın canına okurlar. Söylediğin doğrunun bir
faydası varsa söyleyeceksin. Zarar veriyorsa, kimseye faydası dokunmuyorsa,
söylemenin alemi nedir? Peygamber efendimiz,
yalanı çok kötülediği halde, caiz olduğu yerleri de bildirmiştir. Demek
ki doğrunun söylenmeyeceği yerler de vardır. Gencin biri, iftiraya uğrar. Sonunda idama mahkum olur.
İnfaz saatini beklerken, kendisine iftira edenlere, bu arada hükümdara
ağzına gelen sözleri sarf eder, sövüp sayar. Bu acı bağırmalar, bir
süre devam eder. Hükümdar, saraydan bu feryatları duyar. Fakat ara uzak
olduğu için ne söylediğini anlayamaz. İki vezirinin yanına
giden hükümdar, bu gencin neler söylediğini sorar. Birinci vezir, (Hükümdarım
bu genç, (Allah, affedenleri
aziz eder) hadis-i şerifini söylüyor, "Affedenlerin
yeri Cennet" diyor. Sizden af talebinde bulunuyordu) der. Bu söz, hükümdarın
hoşuna gider. (Bu genci affettim, serbest bırakın) der. İkinci vezir,
hemen atılıp der ki: (Haşmetli hükümdarımız, bu veziriniz, zât-ı âlinize
karşı, utanmadan yalan söylüyor. Genç, af istemiyor, size sövüp sayıyordu.) Hükümdarın kaşları çatılıp der ki: (Bre vezir,
sen yersiz doğru söylemekle, iki kişinin ölümüne sebep olmak istiyorsun.
Şu vezirin yalanı ise bir canı kurtarmıştır. Unutma ki, "İş bitiren
yalan, fitneye sebep olan doğrudan daha iyidir") Hükümdar, yersiz doğru
söyleyen veziri azleder, yerinde yalan söyleyerek bir suçluyu kurtaran
veziri de kendisine sadrazam yapar. Eli yağlı karalılar,
(gemisini kurtaran kaptan) sözüne de saldırıyorlar,
bu kâfir uydurmasıdır diyorlar. Halbuki bu söz, Hadis-i
şeriflere ve âlimlerimizin bildirdiklerine aykırı değildir, çok güzel
bir sözdür. Atalarımız aynı anlamda, (Önce
can, sonra canan) demişlerdir. Can kurtarılmadan canan kurtarılmaz.
Abdülgani Nablusi hazretleri (Söz ve yazı ile emr-i maruf âlimlerin
vazifesidir. Kalb ile, dua ederek günah işleyene mani olmaya çalışmak
da her müminin vazifesidir. El ile müdahale ise devletin vazifesidir)
buyuruyor. Faydası olmayacağı
ve zarar geleceği bilindiği halde, her günah işleyene emr-i maruf yapmaya
kalkmak doğru değildir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kıyamette, bir kimseye, günah işleyene, niçin engel
olmadığı sorulacak, o da, “Onun zararından korktum, Allah’ın affına
güvendim” diyecek ve mazur görülecektir.)
[İbni Mace] Peygamber efendimiz, ortalık bozuk iken, ortalığı düzletmeye
kalkmak yerine, evine çekilip kimseye karışmamak gerektiğini, hatta
öldürmek yerine ölmeyi tavsiye ederek buyuruyor ki: (Fitne zamanı, evinize girilince, Âdem aleyhisselamın, [Maide suresinin 28. âyetinde bildirildiği gibi] "Sen, beni öldürmek için bana el uzatsan
da, seni öldürmek için ben sana el uzatmam" diyen oğlu [Habil] gibi ol!)
[Tirmizi] Kötü de olsa mevcudu kabullenme olacağı için, (Beterin de beteri vardır) sözü de tenkid
ediliyor. Halbuki İmam-ı rabbani hazretleri, (Hiç bir zaman, hiç bir şekilde, halinizden şikayetçi olmayın. Her zaman
şükredici olun. Beterin beteri vardır) buyuruyor. Topal olan kimse, (Beni niye topal yarattın veya niye
kazada ayağımı koparttın) diye Allah’a isyan mı etmesi gerekir, yoksa
(Ya rabbi gözümü kör etmediğine, kulağımı sağır etmediğine çok şükürler
olsun demesi gerekmez mi? Her zaman beterin beteri vardır diyerek hâlimize
şükretmeliyiz. Kur'an-ı kerimde şükretmek emredilmektedir: (Bana şükredin, nankörlük etmeyin!) [Bekara 152] (Şükrederseniz elbette nimetimi artırırım. Eğer nankörlük
ederseniz, iyi bilin ki azabım çok şiddetlidir.) [İbrahim 7] Hadis-i şerifte de (Kıyamet
günü "Şükredenler gelsin!" diye seslenilir. Onlar bir bayrak
altında Cennete girer. Bunlar, darlık ve genişlikte, her hâl-ü karda
Allah’a şükredenlerdir) buyuruldu. Şükür, nimeti değil, nimeti vereni görmektir. Nimeti vereni
bilip gereğiyle amel etmektir. Bu amel, kalb, dil ve diğer azalarla
olur. Kalb ile iyiliğe niyet eder. Dil ile hamdeder, şükrünü açıklar.
Uzuvlarla şükür ise, Allahü teâlânın verdiği nimetleri yerli yerinde
kullanmaktır. Mesela gözün şükrü, müslümanların, arkadaşların kusurunu
görmemektir. Kulağın şükrü, söylenilen ayıpları duymamış olmaktır. İmam-ı Mücahid hazretleri Nahl suresinde (Onlar, Allah’ın nimetini bilip itiraf ederler.
Sonra da onu inkâr ederler) mealindeki 83. âyet-i kerimesini (Onlar, nimetlerin Allah’tan olduğunu bilirler.
Fakat "Bu nimetleri biz kazandık veya bize miras kaldı" diyerek
nankörlük eder) diye tefsir etmiştir. İnsan, bir hasta veya
sakat görünce, kendisinin böyle bir derde müptela olmadığı için şükretmelidir!
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Bir kimse, hasta, sakat birini görünce, "Allahü
teâlâya hamdolsun ki beni böyle etmedi. Bundan
ve daha başka dertlilerden üstün kıldı" derse, nimetin
şükrü olur.) [Beyheki] Nimete şükredince, hem eldeki nimet yok olmaktan kurtulur,
hem de yeni nimetlerin ele geçmesine sebep olur. Hadis-i şerifte, (Az veya çok bir nimete kavuşan, "Elhamdülillah"
derse, Allahü teâlâ, o kimseye bu nimetten daha iyisini verir) buyuruldu.
Şükredenden Allahü teâlâ razı olur. Yine hadis-i şerifte, (Yiyip
içtikten sonra "Elhamdülillah" diyenden Allahü teâlâ razı
olur) buyuruldu. Şu üç şeyi yapan tam şükretmiş olur: 1- Bir nimet
gelince bunu Allah’tan bilip şükretmek. 2- Allahü
teâlânın verdiği her şeye razı olmak. 3- Verilen
nimetten istifade edildiği müddetçe, Allahü teâlâya isyan etmemek. Hadis-i şerifte, (Din işlerinde kendinden üstün olanı görüp
ona uyan, dünya işlerinde ise kendinden aşağısına bakıp Allah’a hamd
eden şükretmiş olur) buyuruldu. Nimet umumi olunca, herkese gelince
insan bu nimetin kıymetini bilemez. Görmek büyük nimet iken, herkeste
göz olduğu için göz nimetine her zaman şükretmeyiz. Gençler; yaşlanmadıkça
gençliğin kıymetini bilmez. Hastalar sağlığın kıymetini anlar. Fakirler
zenginliğin kıymetini bilir. Hayatın kıymetini de ancak ölüler anlar.
Şu halde yaşlanmadan gençliğin, hastalanmadan sıhhatin ve ölmeden önce
de hayatın kıymetini bilip şükretmelidir. (Allahsızlar demek zehirli gazdır) deniyor. Bir kimseye Allahsız
demek, (Seni Allah yaratmadı, sen maymundan geldin) demek değildir.
(Dinsiz, imansızsın) demektir. Allahsız demek her ne kadar pek hoş değilse
de, bunu konu etmeye, bunun için kitap yazmaya değmez. Dinde mecazi
çok şey vardır. Kur’an-ı kerimde, hadis-i şeriflerde örnekleri çoktur. (Kedinin bacağını gerdek gecesi ayırmak gerekir) sözüne de saldırıyorlar. Halbuki bu sözün anlamı,
tedbirini zamanında almak gerekir demektir. Yoksa kedinin bacağını tutup
ayırmak demek değildir. Tedbir işin başında alınmazsa, zamanla olayları önlemenin güç olduğunu bildirilmektedir.
Gerdek gecesi hanımı dövmek gerekir diye bir şey yoktur. Çünkü çoluk
çocuğu terbiye etmek için dövmek doğru değildir. Ancak yanlış bir iş
yapınca, cezalanabileceği hissini vermek gerekir. Peygamberimiz, ev
halkının dövülmemesini emrettiği halde, terbiye edilmeleri için cezalanacakları,
dövülecekleri hissini taşımaları gerektiğini bildirmiştir. Bu hususta
peygamber efendimiz, (Ev halkınızı
terbiye edebilmek için bastonunuzu onların göreceği yere asın!)
buyurmaktadır. (Taberani) Kur’an-ı kerimde de cenab-ı Hak, (Azabım çok şiddetlidir) diyerek kullarını ikaz etmektedir. O halde
son pişmanlık fayda vermez, kedinin bacağını ilk gece ayırmak gerekir. (Haram tatlıdır
diyen, haramı beğendiği için kâfir olur) diyorlar. Nefsimiz kâfir olduğu için, nefsimizin her istediği bizim
aleyhimizedir. Nefsimiz, helal olandan değil, haram olandan daha çok
zevk alır. Nefsimizin hoşuna gittiğini bildirmek için, haram ama bana
tatlı geliyor demekle insan kâfir olmaz. Bir kimsenin dünya güzeli bir hanımı olsa, çirkin bir bayanın bacağı açılsa,
nefsimiz ona bakar ve ona bakmaktan hoşlanır. Yani haram ona tatlı gelir.
Gelmez diyenler, nefsin mahiyetini bilmeyen cahil kimselerdir. Nefsimiz,
kötü bir bayana iltifat etmekten zevk alır da, evimizde yemeğimizi pişiren,
çocuklarımıza bakan, evimizi düzenleyen, yoldaşımız, sırdaşımız, fedakâr
hayat arkadaşımıza iltifat etmekten hoşlanmaz. Bu bakımdan tatlı gelen harama, tatlı geliyor demekle küfre girilmez. Fakat günahını açıklamak
doğru değildir. Acı geliyor dersek belki o zaman gerçeği söylememiş
oluruz. Kumarın, içkinin başından kalkmayanlar, tatlı gelmese orada
dururlar mı? Bilgisayarda çeşitli oyunlardan zevk almasalar, saatlerce
onun başında beklerler mi? Sabahlara kadar internette chat yaparlar
mı? Kendimizi kandırmaya çalışmanın alemi yoktur. (Meleksin, melek gibisin) demeye de saldırıyorlar. Halbuki caiz olan teşbihler
vardır. Bir kimseye böyle söylemekle, onun melek olduğu veya melek gibi
günahsız olduğu söylenmiş olmaz. Ona iyi insan dendiği anlaşılır. Mesela
biz bir arkadaşa, günahlardan kaçtığı için Melek Kasım diyoruz. Çocuğunu
severken, melek kızım demekte de mahzur yoktur. (Vakit nakittir) sözü de tenkit edilerek, bu paraya tapmanın başka ifadesi deniyor. Adam oradaki nakitin ne anlama geldiğini bilmediği için böyle söylüyor.
Mesela nakden ödemek peşin ödemek demektir. Vakit nakit demek de, vaktin
değerini bilmek, onu boşa harcamamak, vaktinde yani peşin olarak değerlendirmek
gerekir anlamındadır. Böyle sözlerin ne mahzuru olur? (Babam öldü, hemen mezarını yaptırdım) diyene kızıyorlar, israftır, dine aykırıdır diyorlar.
Mezar düşmanı olduğunu
çekinmeden açıklıyorlar. Âlimlere evliyaya türbe yaptırmak bile caizdir.
Bunun için atalarımıza dil uzatmak çok yanlıştır. Aynı zihniyet enbiya
ve evliya kabirlerin yardım istemeye de, onlar için kurban kesmeye de
şirk diyorlar. Ben Allah rızası için kurban kesip
sevabını yatırdaki evliyaya bağışlamanın dinen bir mahzuru yoktur.
Hele şirk ile zerre kadar ilgisi yoktur. Evliya kabirlerine gidip evliyanın
aracı olmasını istemenin şirkle bir ilgisi yoktur. Biz her şeyin yaratıcının
ve o evliyaya yardım etme gücünü verenin Allahü telâlâ olduğunu biliyoruz.
En cahil bir kimse de, insanın yaratıcı olmadığını bilir. Onun için
evliya kabirlerine dua etmeye giden kimselere müşrik demek çok çirkin
bir harekettir. Fitneci
insanlar, kötü bir iş yapılırken, (Elâlem ne der, dost düşman ne der) sözüne de saldırıyorlar.
Halbuki
diğer sözler gibi, bu söz de dinimize aykırı değildir. Kuldan utanmayan
Allah’tan da utanmaz. Bir kötülüğü işlerken Allah’tan utanmayan kimse,
hiç değilse kuldan olsun utanmalıdır. Kötü örnek olacağı için kötülüğü
açıktan işlemek daha fazla günahtır. Açıktan oruç yemek gizli yemeye
göre daha büyük günahtır. Onun için dinimizde açıktan oruç yiyen dünyada
da cezalandırılır. Çünkü kötülüğe örnek oluyor. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor
ki: (Kim, dünyada günahını gizlerse, Allahü
teâlâ da, Kıyamette, o günahı herkesten saklar.) [Müslim] (Bir günaha düşen, Allah’ın örtüsünü,
onun üzerinde bulundurmalıdır!) [Müslim] İnsanlardan utanarak günahı
gizlemek de hayadandır. Haya da imandandır. Günah gizlenmezse, fâsıklar
bundan cesaret alır. (Falanca günah işliyor. Ben de işlesem ne çıkar?)
diyebilir. Riya olmaması için ibadeti gizlemek caizdir. Onun için (Kabahat
da gizli, ibadet de gizlidir) denmiştir. Bunun gibi atasözlerinin çoğu
bir hadis-i şerife dayanmaktadır. (Haya elbisesine bürünenin aybı görülmez.
Duyulunca hoşlanılacak şeyleri yap! Kimsenin duymasını istemediğin ve
duyulunca insanların hoşlanmıyacağı şeylerden kaç!) buyurulmuştur. Yani
dost düşmanın ayıplıyacağı kötülükleri yapmamalıdır. Eli
karalılar, saldıracak yer arıyorlar, (İyi
atadan kötü evlat, kötü atadan iyi evlat olabilir, sözü bâtıl bir sözdür,
hiçbir dayanağı yoktur) diyorlar. Bu
çok normal bir sözdür. Adem aleyhisselam, Nuh aleyhisselam, büyük birer
peygamber oldukları halde, çocuklarından kâfir olanlar da olmuştur.
Aksine Ebu cehilin oğlu, Eshab-ı kiramdan olmakla şereflenmiştir. (Yeni yılınız kutlu olsun diyen kâfir
olur, çünkü Noel kutlanmış olur)
diyorlar. Yeni yıl başka, Noel başkadır. Yeni yıl Hıristiyanların yeni
yılı mı, yoksa bütün dünyanın yeni bir yılı mı? Yılın ne günahı var?
Allah bütün yeni yıllarımızı kutlu etsin. Yeni yılımızın iyi geçmesi
için dua etmenin Noeli kutlamakla ne ilgisi olabilir. Adamlar
her düğünü oyun eğlence sandıkları için,
(Sünnet düğününde Kur’an okumak küfürdür) diyorlar. Halbuki
içkisiz yapılan ve başka haram bulunmayan sünnet düğünlerinde mevlit
ve Kur’an-ı kerim okutmakta hiç mahzur yoktur. Müzik varsa, davul veya
def çalınıyorsa, eğlence arasında elbette Kur’an-ı kerim okunmaz. Sünnet
düğünü sebebiyle Kur’an-ı kerim okumaya engel olmak çok çirkin bir harekettir. (Allah cezanı versin demek bedduadır,
böyle söylemek haramdır)
deniyor. Ceza
kelimesi, iyi veya kötü karşılık, mükafat demektir. Mesela ahirete,
iyilik ve kötülüklerin karşılığının verildiği yer anlamında dâr-ül-ceza denir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İyilik gördüğüne, cezakellahü
hayran kesira [Allah, seni çok hayırla mükafatlandırsın] diyen, ona en büyük duayı etmiş olur.) [İ.Asakir] Allah
seni mükafatlandırsın anlamında Allah cezanı versin demek beddua olmaz.
Atalarımız Arapça bildiği için böyle konuşurlardı. Yeni neslin bunları
bilmediği için beddua sanması yadırganmaz. (Zalim felek) sözüne de saldırıyor. Feleğin
ne için kullanıldığı bilinmeden böyle ulu orta konuşmak doğru değildir.
Felek, gök demektir. Çoğulu eflaktır. Dünyaya
da felek denir. Şarkı ve türkülerde geçen Kahpe felek deyiminde dünya
kastediliyorsa sakıncası yoktur. İlah kastediliyorsa elbette küfür olur.
Felek
hakkında söylenen deyimlerden birkaçı şöyledir: Feleğin çemberinden geçmek. Başından çeşitli olaylar geçip çok tecrübe sahibi olmak,
bu yüzden zorlukların üstesinden gelmek. Felek, kimine kavun yedirir, kimine kelek.
Kimi rahat, kimi sıkıntı
içinde yaşar. Feleğin sillesini yemek. Kötü durumlara düşmek, perişan olmak, felakete uğramak.
Feleğini şaşırmak. ummadığı bir durumda kalmak, şaşkına dönmek. Felekten bir gece çalmak. Eğlenceli bir gece geçirmek. Felek yâr olsa. Şartlar uygun giderse. Feleğe baş eğmez. Hiç kimseye müdarası yok. Felek dönektir. Dünyaya güven olmaz. Ecelim gelmeden öldürdün felek. Dünyanın kahrı, gençken beni perişan etti demektir.
Kimse eceli gelmeden ölmez. Onun için bu deyimi kullanmamalıdır. Feleğin
her işi aksinedir deyimini İmam-ı Rabbani hazretlerinin şu sözü güzel
açıklamaktadır: Dünya, insanın gölgesine benzer. Kovalarsan kaçar, kaçarsan
kovalar. Acı
olaylara maruz kalmayan, her istediğini yapacağını zanneder anlamında
denir ki: Feleğin sillesini yemeyen bir baş, Elini demir sanır, yumruğunu taş. (Gözden ırak olan gönülden de ırak) olur sözünü de beğenmiyor. Halbuki
bu mealde hadis-i şerif vardır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor
ki: Kalb
[gönül] çok zaman his organlarına bağlıdır. Duygu organlarından uzak
olanlar, gönülden de uzak olur. Hadis-i şerifte, (Göz
görmeyince, gönülden de ırak olur) buyuruldu. Bu hadis-i şerif,
kalbin duygu organlarına bağlı bulunduğu mertebeyi göstermektedir. Tasavvuf
yolunun nihâyetine varılınca, kalbin his organlarına bağlılığı kalmaz.
Histen uzak olmak, kalbin yakın olmasını bozmaz. Bunun içindir ki, tasavvuf
büyükleri, başlangıçta ve yolda olanların, olgun rehberin yanından ayrılmalarına
izin vermemişlerdir. (Bir
şeyin hepsi yapılamazsa, hepsini de elden kaçırmamalı) sözüne uyarak
yolunuzu değiştirmeyin! Uygunsuz kimselerle arkadaşlık etmekten, elden
geldiği kadar sakının! (M.117) İslam
âlimlerinin eserlerinden ırak olanlar, onların gönüllerinden de ırak
olurlar. (İyi işler, iyi günler, iyi yolculuklar)
demeye saldırıyorlar. Hayırlı işler, hayırlı günler demek gerekiyormuş.
Arapça
olan hayrın, yaklaşık Türkçe karşılığı iyi kelimesi ile ifade edilir.
Ha hayırlı dediniz, ha iyi dediniz fark eden bir şey olmaz. Bunun gibi
ifadeleri bir problem haline getirmek yanlıştır. Malum
yağlı karalılar, (Bana göre şöyle,
bence böyle) sözünü tenkit ederek birkaç güzel örnek vermişler,
fakat yazdıkları üç ciltlik eserleri şahsi görüşle, bana göre ile doludur.
Atalarımız, bunun gibiler için, (Bu
ne perhiz…) demişlerdir. (Yaş günü, anneler, babalar günü Batıdan
gelen sapıklıktır) diyorlar.
Hem de bunu din adına söylüyorlar. Batıdan gelen her şeye günah denir
mi? Dinimiz sadece kâfirlerin
ibadetle ve haram olan âdetlerini yapmayı yasaklar. Mubah olan adetlere
izin verir. Peygamber efendimizin papaz ayakkabısı ve rum
cübbesi giydiği muteber eserlerde bildirilmektedir. Doğum
gününe önem vermeyi Hıristiyanlar, Müslümanlardan öğrenip, almışlardır.
Mevlid, doğum zamanı demektir. Peygamber efendimizin doğum günü, bütün
Müslümanların bayramıdır. Mevlid gecesinde, Peygamber efendimizin doğduğu
için sevinenlerin günahları affedilir. Bu gece, Peygamber aleyhisselamın
doğum zamanlarında görülen halleri, mucizeleri okumak, dinlemek çok
sevaptır. Kendisi de anlatırdı. Eshab-ı kiram da bir yere toplanıp,
okurlar ve birbirlerine anlatırlardı. Yaş
günü kutlamak ibadet değil âdettir. Bu âdet Hıristiyanlardan gelmiş
olsa bile, ibadet olmadığı için bir Müslümanın, doğum günü, evlilik
yıldönümü, anneler babalar günü gibi günler tertip etmesinde, yılbaşlarında
tebrik kartı yazmasında mahzur yoktur. Günah olmayan böyle âdetleri
taklit etmek caiz olur. Ancak yaş gününde mum dikmek gibi faydası olmayan
adetleri yapmak uygun olmaz. Peygamber efendimiz, uzun
entari giymiş, şalvar ve pantolon giymemiştir. Şalvar giymek âdette
bid’attir. Âdette bid’at olan şeyi yapmak günah değildir. Uçağa binmek
de âdette bid’attir, günah değildir. Bunun için âdet olan yerlerde,
kâfirlerden gelmiş olsa bile, kadınların çarşaf ve erkeklerin pantolon
giymeleri günah olmaz. Peygamber efendimiz, bazen Rum, bazen Arap elbisesi
giyerdi. Tirmizi’nin bildirdiği hadis-i şerifte, kolları dar, Rum cübbesi giyerdi. (Mevâhib-i ledünniyye) Hakim’in rivayet ettiği (Bir kavme benzeyen onlardandır) hadis-i şerifindeki benzemek, ibadetlerde
benzemektir. Kılık kıyafetle ilgili şeyler âdettir. Çirkin olmayan âdetlerde
kâfirlere benzemek günah olmaz. İbadette kâfirlere benzemek bazı yerlerde
mekruh, bazı yerlerde haram, bazı yerlerde küfür olur. Mesela haç takan
kâfir olur. Fakat kâfir gömleği giymek, saç uzatmak günah olmaz. Çünkü
bunlar âdettir. Bizden değil ne demek? Mutezile itikadında
birisi, salih bir Müslüman’a, (Bizi
aldatan bizden değildir) hadis-i şerifini naklederek, (Müstear isim
kullandın, bizi aldattın, küfre girdin) demiş. Müstear isim kullanan
arkadaş da, (Elbette sizden değilim, yani mutezile değilim) demiş. (Bizden değildir) ne demek? CEVAP Herkes hadis-i şerifleri
kendi aklına göre açıklıyor. Hele mutezile fırkası, tamamen aklı esas
alır, akıl ile Allah’ın varlığını ispat etmeye kalkar. Bu fırka mensupları,
hep iman bilgileri üzerinde uğraştıkları için, fıkıh bilmezler. Neyin
küfre sebep olup olmadığını da anlayamazlar. Günümüzde bu fırka mensupları
kalmamıştır. Fakat o fırkanın metodunu kullananlar az da olsa vardır.
Şimdi, bizden değil
denilen hadis-i şerifleri İslam âlimleri nasıl açıklıyor, onu görelim.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Büyüğünü saymayan, küçüğüne acımayan bizden değildir.)
[Biz Müslümanlar, büyüklerimizi
sayar, küçüklerimize acırız, acımayan bu güzel ahlaka sahip değildir.
Fakat kâfir de değildir. ] (Tırnağını kesmeyen ve bıyığını kısaltmayan kimse, bizden
değildir.) [Yani sünnete uymamış
olur. Kâfir olmaz. Her hafta saç, sakal, tırnak kesmek, koltuk altını
temizlemek sünnettir.] (Guslettikten sonra abdest alan bizden değildir.) [Gusletmekle abdest
de alınmış olur. Ayrıca namaz abdesti almak mekruh olur. Burada bizden
değil demek, bizim sünnetimize uymamış olur demektir.] (Alışverişte hile yapan bizden değildir.) [Müslüman kendi menfaati
için, başka müslümanı kandırmaz. Kandırırsa haram işlemiş olur. Fakat
haram işlemekle kâfir olmaz.] (Bize silah çeken bizden değildir.) [Müslümanla dövüşmek,
hatta savaş etmek küfür değildir. Eshab-ı kiram arasında savaşlar olmuştur.
Timur Han, kendisi gibi Müslüman sultanlarla savaşmıştır. İki tarafa
da kâfir denmez. Çünkü Kur’an-ı kerimde, (Eğer
müminlerden iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltiniz) buyuruluyor. Hücurat
9] (Soygun yapan bizden değildir.) [Hırsızlık eden, gasp
eden, soygun yapan haram işlemiş olursa da kâfir olmaz. Günah işleyen
müslümana kâfir denmez. Mutezile kâfir diyor.] (Korktuğu için yılan öldürmeyen bizden değildir.) [Zararlı hayvanları,
suda boğmamak, ateşte yakmamak şartı ile öldürmek gerekir. Yılandan
korktuğu için, onu öldürmeyen, dinimizin emrine uymamış olur, fakat
yine müslümandır.] (Verilen selamı almayan bizden değildir.) [Verilen selamı almayan,
günah işlemiş olur, fakat yine müslümandır.] (Irkçılık yapan bizden değildir.) [Biz Müslümanlarda
ırk üstünlüğü yoktur. Buna rağmen, iyi kimseler geldiği için Arabı
severiz, Türkü severiz. Sevmemizin mahzuru olmaz. Fakat Müslüman bir
Arabı, Müslüman Fransız’dan üstün tutamayız. Böyle bir ırkçılık
yapmak dinimize aykırıdır. Hele Hıristiyan bir Türk, Müslüman Araptan üstündür demeyiz. Böyle söyleyen Müslümanlıktan çıkar.
(Evlenmeyen bizden değildir.) [Evlenmeyen sünnete
uymamış olur. Ama bir mazeretten dolayı evlenmeyen Müslümana kâfir denmez.
Hatta hiç bir mazereti olmasa da yine evlenmeyen kâfir olmaz. Evlenmek
sünnetine veya sakal sünnetine uymayana da kâfir denmez. (Müşriklere
muhâlefet edip sakalınızı uzatınız!) ve (Bizden başkasına benzeyen bizden değildir) hadis-i şeriflerini okuyup, sakal bırakmayana, kâfir,
müşrik dememelidir. Mubah olan âdetlerde kâfirlere benzemekte mahzur
yoktur. İbadetlerde değişiklik yapmak, kâfirlere
veya bid’at ehline benzemek caiz olmaz. Çünkü, (İbadetleri bizim gibi yapmayan bizden değildir) buyuruluyor. İbadetleri
değiştirmek haramdır, bid’attir. Beğenmediği için değiştirmek ise küfür
olur. Hamdolsun denir mi? Bir yazar, "Allah
ismini unutturmak için, filmlerde, TVlerde, şarkı ve türkülerde, "Allah
kahretsin" yerine "Kahrolsun", "Allah’a şükürler
olsun" yerine "Şükürler olsun" deniyor. Böyle söylenmemeli
diyor. Başka bir yazar da "Nasılsın" diyene, "Hamdolsun iyiyiz" demek caiz değildir, bid'attir. Allah’a
hamdolsun demeli" diyor. Doğru mudur? CEVAP
İmam-ı Birgivi hazretleri
buyuruyor ki: Doğru olsa da çok yemin
etmek, Allahü teâlânın ismine ve yemine kıymet vermemek olur. Bunlara
kıymet vermeyerek yemin etmek çok çirkindir. Şarkılarda, temsillerde,
eğlencelerde yemin etmek böyledir. (Tarikat-ı Muhammediyye) Allahü teâlânın ismini,
çirkin filmlerde değil, temiz yerlerde kullanmalıdır! Lüzumsuz yere
kullanmak da uygun değildir. Mesela çok uzak bir yere gittiğini belirtmek
için (Yürü Allah’ım yürü, bir türlü varamadık) ve çok yemek yendiği
zaman (Ye Allah’ım ye bitmiyor) demenin Allah’ın ismini hafife almak
olduğunu âlimlerimiz bildiriyor. O halde şarkılarda, türkülerde, filmlerde
Allah’ın ismini lüzumsuz yere kullanmak doğru değildir. Bunun gibi Allah
aşkına diyerek bir kimseden para, dünyalık şey istemek de caiz değildir.
(Hadika) Allahü teâlânın ismi
maddi işlere, kötü şeylere alet edilmemelidir! Hamdolsun iyiyiz
İkinci yazarın görüşü
de dinimize aykırıdır. Çünkü İslam âlimleri tek başına hamdolsun,
şükürler olsun şeklinde kullanmışlardır. İmam-ı
Rabbani hazretleri, her mektubunda Allahü teâlâya hamdolsun
diye yazdığı halde, bazı mektuplarında Allah kelimesini kullanmadan
da hamdolsun diyor. Mesela Mektubat kitabının ilk cildinde buyuruyor
ki: (Sizin için ne kadar hamdetsek,
ne kadar şükretsek azdır. Sayenizde Lahor şehrine İslamiyet yerleşmektedir.) [M. 76] (Kıymetli kardeşim! Hamdolsun,
hepimiz iyiyiz) [M. 241] Hamd veya şükür elbette
yalnız Allahü teâlâya mahsustur. Fatiha suresinin ilk âyet-i kerimesi
de böyle olduğunu bildirmektedir. Nitekim âlimlerimiz buyuruyor ki: Herhangi bir kimse,
herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde, herhangi bir kimseye, herhangi
bir şeyden dolayı, herhangi bir suretle hamd ederse, bu hamd ve şükürlerin
hepsi, Allahü teâlânın hakkıdır. Hamd yalnız Allahü teâlâya yapıldığı
gibi, dua da, secde de Allah için yapılır. Allah’a dua ediyorum, Allah’a
secde ediyorum demek şart değildir. Dua ediyorum, namaz kılıyorum, oruç
tutuyorum demek yanlış değildir, Allah adı kasten kaldırılmış olmaz. Seadet-i Ebediyye’deki şu dörtlüğü de okuyalım! Huda Rabbim, nebim
hakka Muhammeddir Resulullah, Hem islam dinidir dinim,
kitabımdır kelamullah. Akaidde, Ehl-i sünnet oldu mezhebim, hamdolsun, Amelde, Ebu Hanife
mezhebi, mezhebim vallah. |
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |