İmanın kısımları
Taklid ile iman
Ehl-i sünnet olup olmadığını
bilmediğim, fakat âlim denilen bir zata uymak caiz midir? CEVAPEhl-i sünnet âlimi olduğu anlaşılmayan kimsenin sözlerinin, kitaplarının
ve kendisinin övülmesine, yaldızlı, ateşli propagandalara aldanarak,
buna uymak caiz değildir. Nasıl kimse olduğunu araştırmadan, güvendiği
kimselere sormadan, itikadında, sözlerinde ve ibadetlerinde ona uymak,
insanı felakete götürebilir. Müslüman olmak için, yani Allahü teâlânın varlığını, bir olduğunu, kudretini,
sıfatlarını anlamak için, zaten kimseyi taklide ihtiyaç yoktur. Fen
bilgilerini iyi öğrenen, aklı başında bir kimse, yalnız düşünmekle,
Onun var olduğunu anlar, imana kavuşur. Eseri görerek müessirin, yani
eseri yapanın varlığını anlamamak, ahmaklık olur. Her insanın böyle
düşünerek imana gelmesi dinimizin emridir. İtikadda, taklid ederek, işittiğine iman etmek caiz ise de, nazar ve
istidlal etmediği için, yani inceleyip araştırmadığı için, günah işlemiş
olur. Amelde, ibadetlerde, araştırmadan, bir mezhep imamına tâbi olmak
ittifakla caizdir. (Hadika) Ana-babasını, hocalarını
taklid ederek, doğru itikada kavuşan kimsenin imanı sahih
ise de, nazarı ve istidlali terk ettiği için, yani fen bilgilerini kısaca
öğrenip, Allahü teâlânın varlığını düşünmediği için, günah işlemiştir.
Fen derslerini öğrenmemiş bir kimse, ana-babadan, kitaptan öğrenerek
iman ettiği, düşünerek kabul ettiği, aklını kullanarak inandığı için,
istidlali terk etmiş sayılmaz diyenler de vardır. Şuurlu olarak inanmak
İtikad edilecek şeyleri
sorup öğrendikten sonra, hemen iman hasıl olmuyor ki, buna taklid
denilsin. Öğrendikten sonra, düşünmek, beğenmek ve kabul etmek, ondan
sonra iman etmek hasıl oluyor. İslamın istediği iman budur. Öğrendikten
sonra, düşünmeden, beğenmeden, izansız olan iman, taklid
ile iman olur. Delilsiz olur. Kâfirlerin, ana-babalarını görerek kâfir
olmaları böyledir. İslamın istediği iman, insanın izan ile, delil ile,
kendi kararı ile olan imandır. Kâfirlerin küfrü, kendilerinden hasıl
olmayıp, ana-babalarından alınmaktadır. Onlardan kendilerine mal olmaktadır.
Görülüyor ki, imanda
taklidin yeri yoktur. İmanda taklid caiz olmadığı
için, taklid olunanlar, kendilerini bu bakımdan
taklid edenlerden kıyamette kaçacaklardır. İbadetlerde taklid, Allahü teâlânın emri ile hasıl olduğu için, öğretenler
de, öğrenenler de, Cennete kavuşacaklardır. Peygamber efendimizin,
Allahü teâlâdan getirip bildirdiği şeylerin hepsine kalb ile inanıp,
dil ile de söylemeye İman denir.
İmanın yeri Kalbdir. Kalb, yürek dediğimiz et parçasında
bulunan bir kuvvettir. Buna gönül
de denir. İmanı söylemeye mani bulunduğu zaman, söylememek affolur.
Mesela korkutulduğu, dilsiz olduğu, söyleyecek vakit bulamadan öldüğü
zaman, söylemek gerekmez. Anlamadan, taklid
ederek inanmak da, iman olur. Allahü teâlânın var olduğunu anlamamak,
düşünmemek günah olur. Bildirilenlerden birine inanmamak, hepsine inanmamak
olur. Herbirini bilmeden, hepsine inandım demek de, iman olur. İman
hasıl olmak için, İslamiyetin küfür alameti dediği şeylerden sakınmak
da gerekir. İslamiyetin emir ve yasaklarından birini hafif görmek, Kur'an-ı
kerim ile, melek ile, Peygamber ile alay etmek küfürdür. İstidlal ile iman
İstidlal ile yani akıl
ile bularak hasıl olan iman, taklid ile yani
başkasına uyarak hasıl olan imandan daha üstün değil midir? CEVAP İmam-ı Rabbani hazretleri
buyuruyor ki: Peygamberleri taklid ederek hasıl olan iman, iman-ı istidlalidir. Çünkü
böyle taklid eden kimse, Peygamberlerin bildirdiği
her şeyin doğru olduğunu, aklı ile, düşüncesi ile anlamıştır. Çünkü
Allahü teâlânın, bir kimsenin doğru olduğunu bildirmesi için, ona, mucizeler
vermesinden, o kimsenin elbette doğru sözlü olduğu anlaşılır. Başkasına
uyarak hasıl olan imanın kıymetsiz olması, babalarından görerek iman
etmektir. Peygamberlerin doğru söylediklerini, bildirdikleri her şeyin
doğru olduğunu düşünmeden, yalnız ana-babadan görerek hasıl olan imandır.
Böyle olan iman-ı taklidi, âlimlerin çoğuna göre kıymetsizdir. [Gayrı müslimlerin imanları ve şimdiki türedi ilericilerin imansızlıkları
ve din düşmanlıkları da, böyle iman-ı taklidi gibidir. Hiç önemi ve
doğruluğu yoktur. Ana-babadan ve yaldızlı propagandalardan hasıl olan
yanlış ve temelsiz birer inanıştır]. Mantığa dayanarak,
akıl ile, düşünce ile hasıl olan imana gelince, bu yoldan iman elde
edilebilir. Fakat elde edenler pek azdır. Peygamberleri taklid
etmeye dayanmadan, yalnız istidlal ile iman hasıl edenlere yazıklar
olsun! Allahü teâlâ, imanın nasıl elde edileceğini bize gösteriyor.
Al-i İmran suresinin 53 âyetinde, (Ya
Rabbi, senin indirdiğine inandık, Resulüne uyduk) buyuruldu. (Müj.M.272) Tevhid ve iman
Tevhid hakkında kâfi
bilgi verir misiniz? CEVAP İmam-ı Gazali hazretleri
buyuruyor ki: Tevhid, taze ceviz
gibidir. Cevizin iki kabuğunu ve içini herkes bilir. Özünün özü de,
yağıdır. Münafıklar, yalnız dil ile (La ilahe illallah) der, kalb ile
inanmaz. Bu tevhidin 1. derecesidir. Tevhidin 2. derecesi, kelime-i tevhidin manasına,
kalbin inanmasıdır. Bu inanış, ya başkasından görerek, işiterek olur
ki, bizim gibi cahillerin inanışı böyledir. Yahut delil ile, aklın ispat
etmesi ile inanır. Din âlimlerinin, kelam ilmi üstadlarının
inanması böyledir. 3. derece: Bir
yaratanın, her şeyi yarattığını görmek, her işin, tek bir fail tarafından
yapıldığını, başka kimsenin, hiçbir şey yapmadığını anlamaktır. Bu anlayış
için, kalbde bir nurun parlaması gerekir. Böyle hasıl olan iman, cahillerin
ve kelam âlimlerinin imanına benzemez. Onların imanı, taklid
ve ispat hileleri ile kalbe çekilen bir perde gibidir. Bu anlayış ise,
kalbin açılması, perdelerin kalkmasıdır. Mesela, bir ev sahibinin, evde
bulunmasına inanmak üç türlü olur: 1- Birisinden
işiterek inanmaktır. Taklid ile olan iman,
bunun gibidir. 2- Ev sahibinin,
her gün kullandığı bineğini, elbise ve ayakkabılarını evde gördüğü için
inanmaktır. Bu da kelam âlimlerinin imanına misaldir. 3- Ev sahibini
evde görerek inanmaktır. Bu, ariflerin tevhidine misaldir. Böyle tevhid,
her ne kadar yüksek derece ise de, bunun sahibi, mahlukları görmekte
ve Halıkı görmekte, bunların Halık
tarafından yaratıldığını bilmektedir. Mahlukları gördüğü için, tevhid
tam olamaz. 4. derece: Bir
var görür, birden başka bir şey görmez. Tasavvufta bu hâle, Tevhidde
fena derler. Bu dört dereceden birincisi,
münafıkların tevhidi olup, cevizin dış kabuğuna benzer. Cevizin dış
kabuğu, acıdır. Dış yüzü güzel, yeşil ise de, iç yüzü çirkindir ve yakılınca
bol duman yaparak ateşi söndürür ve birkaç gün cevizi korumaktan başka,
bir işe yaramaz. Münafığın tevhidi de, münafık olduğu bilinmediği için,
onu dünyada öldürülmekten kurtarır. 2. derece olan, cahillerin
ve kelam âlimlerinin tevhidi, cevizin tahta kabuğu gibidir. Bu tahta
kabuk, cevizi birkaç zaman korumaktan başka işe yaramadığı gibi, bu
derecedeki tevhid de, yalnız insanı Cehennem ateşinden korumaya yarar.
3. derece, cevizin özü gibidir. İmanın kısımları Taklid-i iman, hakiki iman gibi şeyler okudum. Bunlar ne demektir? CEVAP İman, bir bütün olduğu halde kuvvet yönüyle üç kısımdır: 1- Dinin hükümlerini bilmeyen,
ana-babasından gördüğü gibi ibadet eden, inanan kimsenin imanına taklid-i iman denir. Böyle kimsenin imanının gitmesinden korkulur. 2- Dinin hükümlerini yani farz, vacip, sünnet,
müstehap, mubah, haram, mekruh ve müfsidi ilmihalden öğrenip amel eden
kimselerin imanına, iman-ı istidlâli yani delil ile anlayarak bilmek
denir. Böyle kimselerin imanı kuvvetlidir. 3- Ariflerin imanıdır. Herkes dinsiz olsa,
onun kalbine asla şüphe gelmez. Onun imanı peygamber imanı gibidir.
Buna iman-ı hakiki denir. Peygamber efendimizin bildirdiği iman, acaba doğru mu diye tahkik edilmez,
yani araştırılmaz. İman, Muhammed aleyhisselamın, peygamber olarak bildirdiği
şeyleri, tahkik etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye danışmaksızın,
tasdik ve itikad etmektir, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik
ederse, aklı tasdik etmiş olur, resulü tasdik etmiş olmaz. Veya, resulü
ve aklı birlikte tasdik etmiş olur ki, o zaman peygambere itimat tam
olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz. Çünkü, iman parçalanamaz. Aklın üstündeki makam
Peygamberlik makamı, aklın üstündedir. Peygamberin sözlerini, akla uydurmaya
çalışmak, Peygamberliğe inanmamak, güvenmemek olur. Ahiret işlerinde,
iman esaslarında Peygambere, akla danışmadan tabi olmak, uymak gerekir. Tasavvufta fena makamına yükselmeyen
[evliya olmayan] gerçek imana kavuşamaz. [Fena,
Allah’tan başka her şeyi unutmak, kalbden dünya sevgisini çıkartmaktır.]
Muhammed Masum hazretleri buyuruyor
ki: (Allahü teâlâyı tanımak iki türlüdür: 1- Ehl-i sünnet âlimlerinin
bildirdikleri gibi tanımak, 2- Tasavvuf büyüklerinin
tanımaları. Birinci şekildeki imanda nefs azgınlığından vazgeçmemiştir. İman gerçek
değil, mecazidir. Bu iman gidebilir. İkincisinde nefs de imana geldiği
için iman yok olmaktan korunmuştur. (Ya
Rabbi, senden sonu küfür olmayan iman istiyorum) hadis-i şerifi
ve Nisa suresinin, (Ey iman sahipleri, iman edin) mealindeki 136. âyet-i kerimesi de
gerçek imanı bildirmektedir. Bu âyet, (Gerçek
imana kavuşun) manasındadır. İmam-ı Ahmed hazretleri ilim ve ictihadda
çok yüksek dereceye sahip olduğu halde, gerçek imana kavuşmak için Bişr-i
Hafi [ve Zünnun-i Mısri]
hazretleri gibi evliyanın sohbetinde bulundu. İmam-ı a'zam hazretleri de, ömrünün
son yıllarında Cafer-i Sadık hazretlerinin sohbetinde bulunduktan sonra,
(Bu iki yıl olmasaydı, Numan helak olurdu), yani (Gerçek imana kavuşamazdım)
buyurmuştur. Her iki imam da ilimde ve ibadette son derece ileri oldukları
hâlde, tasavvuf büyüklerinin sohbetinde bulunarak marifeti ve bunun
meyvesi olan gerçek imanı elde ettiler.) [C.2, m.106] Senaullah-i Dehlevi hazretleri ise buyuruyor ki: (Tasavvufta fena makamına kavuşan, muhakkak imanla ölür. Bekara suresinin,
(Allahü teâlâ imanınızı zayi
etmez) mealindeki 143. âyet-i kerimesi ve, (Allahü teâlâ, kullarının imanlarını geri almaz. Fakat âlimleri yok ederek
ilmi geri alır) hadis-i şerifi, gerçek imanın ve batın ilminin geri
alınmayacağını göstermektedir.) [İrşad-üt-talibin] Müslüman olmak
için Müslüman olmak için,
yani Allahü teâlânın varlığını, bir olduğunu, kudretini, sıfatlarını
anlamak için, zaten kimseyi taklide ihtiyaç yoktur. Fen bilgilerini iyi
öğrenen, aklı başında bir kimse, yalnız düşünmekle, Onun var olduğunu
anlar. İmana kavuşur. Eseri görerek müessirin, yani eseri yapanın varlığını
anlamamak, ahmaklık olur. Her insanın böyle düşünerek imana gelmesini
dinimiz emreder. Bunun için, ana-babasını, hocalarını taklit ederek,
doğru itikada kavuşanın imanı sahih ise de, inceleme ve istidlâli terk
ettiği için, yani fen bilgilerini kısaca öğrenip, Allah’ın varlığını
düşünmediği için, günah işlemiştir. (Fen bilgilerini öğrenmemiş bir
kimsenin, ana-babadan, kitaptan öğrenerek iman etmesi, bunu düşünerek
kabul ettiği için, aklını kullanarak inandığından dolayı, istidlâli
terk etmiş sayılmaz) diyen âlimler de vardır. Yalnız iman ile Cennete
girilirse de, yalnız amel ile Cennete girilmez. Amelsiz iman makbul,
imansız amel ise makbul değildir. İmanı olmayanların yaptığı ibadetler,
ahirette hiçbir işe yaramaz. İman başkasına hediye edilmez, fakat amelin
sevabı, başkalarına hediye edilir. İman vasiyet edilmez, fakat kendi
için amel yapılması vasiyet edilir. Ameli terk eden kâfir olmaz ise
de, imanı terk eden hemen kâfir olur. Özrü olan kimseden amel affolur
ise de, iman kimseden affolunmaz. |
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |