Kaderin suçu yok Benim Cehenneme gideceğim alnıma yazılmışsa, yani kaderimde varsa, günah işler, Cehenneme giderim. İbadet yapmamın ne faydası olur, suç kaderimde değil mi? CEVAP Şunu iyi bilmeli ki,
Allahü teâlâ kimseye zor ile günah işletmez. İnsan, kendi isteği ile
günah işlemektedir. Allahü teâlâ, her insanın Cennete veya Cehenneme
gideceğini ezelde biliyordu. Bu bilgisine kader [alın yazısı] denir.
Ezeldeki takdir, bir emir değil, bir ilimdir. Allahü teâlâ, ezeli
ilmi ile, kullarının kendi istekleri ile yapacakları işleri bilir. Bilmesi
ise, insanların ibadet etmesine veya günah işlemesine tesir etmez. Mesela bir öğretmenin, bir talebesinin imtihanda kazanamayacağını önceden bilmesi, o talebenin imtihanını etkilemez. Talebe imtihanı kazanamayınca, (Sen benim kazanamayacağımı imtihana girmeden önce söylüyordun) diyerek suçu öğretmene yüklemesi doğru olmaz. Takvimlere, bir yıl
içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman batacağı hesaplanarak yazılmıştır.
Güneş, takvimde bildirilen saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle
yazıldı diye mi, güneş o saatte doğup batıyor? Takvimlere yazılması,
güneşin doğup batmasına hiç etki eder mi? Takvime öyle yazıldığı için
güneş bu saatte battı veya doğdu denebilir mi? Suçu takvime bulmak akla
uymaz. Levh-i mahfuz denilen kaderimiz, sanki takvime benzemektedir. İşte Allahü teâlânın
da ezeli ilmi ile, kulların kendi istekleri ile günah veya sevap işleyeceklerini
bilmesi, kulların işlerine zorla bir müdahale değildir. Sevap da, günah
da işleyen kendi arzusu ile işlemektedir. Zaten öyle olmasa idi, sevap
işleyene mükafat, günah işleyene ceza verilmesi anlamsız olurdu. (İbadete lüzum yok,
kaderimde ne var ise onu görürüm) diyen birine, Resulullah efendimiz,
(İbadet et, herkese ezelde takdir edilmiş
olanı yapmak kolay gelir) buyurdu. (Müslim) Cennetliklerin ibadet
yapması ve Cehennemliklerin isyan etmesi; genelde sağlıklı yaşaması
ezelde takdir edilmiş olanın gerekli ilacı almasına; hastalanması takdir
edilmiş olanın da, ilaç bulamamasına benzer. Hastalıktan ölmesi takdir
edilmiş olana, ilaç almak nasip olmaz. Zengin olması takdir edilmiş
olana, kazanç yolları açılır. Bunun gibi, ezelde Cennetlik olana iman
ve ibadet etmesi nasip olur. Hadis-i şerifte, (Cennetlik
olan, Cennete götürecek, Cehennemlik olan da, Cehenneme götürecek amel
işler) buyuruldu. (Ebu Davud) Cehennemlik kimse, (Herkesin Cennetlik veya Cehennemlik olduğu ezelde takdir edilmiş) der
ve ibadet etmez. Bol mahsul alması takdir edilene ise, tarlasını sürmek,
tohum ekmek nasip olur. Cennetlik olanın iman edip ibadet yapması, Cehennemliğin
de, isyan edip kâfir olması böyledir. Cennetlik ve Cehennemlik
olmak, Allahü teâlânın iki hazinesi gibidir. Birinci hazinenin anahtarı,
ibadet, ikincinin anahtarı, günahtır. Cennetlik olan, Allahü teâlâya
itaat eder. Cehennemlik olan, hep günah işler. Herkes, Cennetlik veya
Cehennemlik olduğunu, amelinden anlayabilir. Her izzet ve her nimet,
Allahü teâlâya ihlas ile itaat ve ibadet etmekten hasıl olur. Her kötülük
ve sıkıntı da, günah işlemekten hasıl olur. Herkese dert ve bela, günah
yolundan, rahat ve huzur da, itaat yolundan gelir. Allahü teâlânın âdeti
böyledir. Bunu kimse, değiştiremez. Nefse kolay ve tatlı gelen şeyi
iyilik, güç ve acı gelenleri de felaket sanmamalı. Ebüssüud efendi buyuruyor ki: Yapılacak her işi,
Allahü teâlâ, ezelde biliyordu. Fakat, insanın iyiliği, kötülüğü, Cennetlik,
Cehennemlik olacağı, son nefeste belli olur. Peygamber efendimiz buyurdu
ki: (Bir kimse, bütün ömrü boyunca Cehenneme götürecek günahlar
işler. Fakat ömrünün son günlerinde, Cennete götürecek iyilikler yaparak,
Cennete gider.) [Buhari]
Belli bir kâfirin ebedi
kâfir kalıp kalmayacağını Allahü teâlâ bilir. Bunun muhakkak kâfir kalacağını,
kimse söyleyemez. İlim, maluma tabidir. Allahü teâlâ, olacak şeyleri,
olacağı için biliyor. Kur'an-ı kerimde haber verilen şeyler de, olacakları
için bildiriliyor. Bir ressamın, at resmi yapması, at o şekilde olduğu
içindir. Yoksa, atın o şekilde olması, ressam öyle yaptığı için değildir.
Allahü teâlânın, bazı kimselerin imana gelmeyeceklerini bilmesi ve Kur'an-ı
kerimde haber vermesi, onlar, kendi arzuları ile küfür üzere kalmayı
niyet edip, iman etmek istemedikleri içindir. Yoksa, bunların kâfir
olması, Allahü teâlânın bunları kâfir bildiği ve haber verdiği için
değildir. Herkese gelen nimetBen inanmayan birisiyim.
Allah bana niye imanı nasip etmiyor? CEVAP Allahü teâlânın nimetleri
ve ihsanları [iyilikleri] her an, iyilere de, kötülere de gelmektedir.
Herkese mal, rızık, hidayet ve daha başka her iyiliği fark gözetmeden
göndermektedir. Fark, bunları kabul edip etmemek suretiyle, insanlardadır.
Allahü teâlâ, kimseye haksızlık etmez. İnsanı felakete sürükleyen, çirkin
işleridir. Güneş, elma ve bibere
aynı şekilde parladığı halde, elmayı kızartınca tatlılaştırır, biberi
kızartınca acılaştırır. Tatlılık ve acılık güneşin ışıkları ile ise
de, aralarındaki fark, güneşten değil, kendilerindendir. Allahü teâlâ, bütün
insanlara, bir ananın yavrusuna olan merhametinden daha çok acıdığı
için, her insanın, her ailenin, her toplumun işlerinde nasıl hareket
etmeleri gerektiğini, dünyada rahat etmeleri ve ahirette sonsuz mutluluğa
kavuşmaları için, gereken her şeyi bildirdi. İslam âlimleri, bunların
hepsini milyonlarca kitap yazarak, bütün dünyaya bildirdi. Allahü teâlâ,
insanları işlerinde başıboş bırakmamıştır. İnsanların, ahiretteki
nimetlere kavuşmamaları, ondan yüz çevirdikleri içindir. Yüz çeviren,
elbette bir şey alamaz. Ağzı kapalı bir kap, nisan yağmuruna kavuşamaz.
Evet, yüz çeviren çok kimsenin, dünya nimetleri içinde yaşadığı görülüp,
mahrum kalmadıkları sanılsa da, bunlara dünya için çalışmalarının karşılığını
vermektedir. Yalnız dünya için çalışanlara verdiği dünyalıklar, gerçekte
felaket tohumudur. Bunlar, nimet şeklinde gösterilen musibetlerdir.
Allahü teâlâ, (Kâfirlere çok mal ve evlat vermekle onlara iyilik ettiğimizi mi sanıyorlar?
Hayır bunlar birer musibettir) buyuruyor. Kâfirlere verilen dünyalıklar
felakettir. Şeker hastasına verilen tatlı gibidir. İnsan, günah işlemek
isteyince, Allahü teâlâ da ona acırsa, günah işlemesini istemez. O da,
yapamaz. Demek ki, insanın felaketlere sürüklenmesine sebep, kendisidir. Eden
kendine eder
Bazıları hiç ibadet
yapmayıp, haramlardan sakınmayıp "Allah kerimdir, rahimdir, kullarına
acır, affı sonsuzdur, kimseye azap etmez" diyorlar. Böyle söylemek
uygun mudur? CEVAP
Şeyh Yahya Müniri hazretleri buyuruyor ki: Allahü teâlâ, kerim,
rahim olduğu gibi, azabı da şiddetlidir. Bu dünyada, çoklarına fakirlik
ve sıkıntı veriyor. Çok kerim ve rezzak olduğu halde, çiftçilik sıkıntısı
çekmeyene mahsul vermiyor. Herkesi yaşatan O olduğu halde, yiyip içmeyeni
yaşatmıyor, ilaç kullanmayan hastaya şifa vermiyor. Yaşamak, hasta olmamak
ve mal sahibi olabilmek gibi dünya nimetlerinin hepsi için sebepler
yaratmış, sebebine yapışmayana hiç acımayıp dünya nimetlerinden mahrum
bırakmıştır. Ahiret nimetlerine kavuşmak da böyledir. Kâfirliği ve cahilliği,
ruhu öldüren zehir yapmıştır. Tembellik de, ruhu hasta yapar. İlaç kullanılmazsa,
ruh hastalanır, ölür. Küfrün ve cahilliğin tek ilacı, ilimdir. Tembelliğin
ilacı da, namaz kılmaktır. Bir kimse, zehir yer
ve (Allah rahimdir, beni korur) derse, hastalanır, ölür. İshal olan
müshil içerse, şeker hastası tatlı yerse, hastalık artar. Şehvete uymak,
yani nefsin arzularını yapmak, kalbi hasta eder. Şehvete uymanın, günah
olduğuna inanırsa, şehvete uyması, kalbini öldürmez. Günah olduğuna
inanmazsa, kalbini öldürür. Çünkü, inanmayan kâfir olur. Küfür ise kalbin
ve ruhun zehridir. "Allah’ın bizim
ibadetimize ihtiyacı yok. İbadet yapan, boşuna sıkıntı çekiyor"
diyene de rastlıyoruz. Böyle yanlış düşünen kimse, perhiz yapmayan hastaya
benzer. Bu hastaya doktor, perhiz tavsiye ediyor. Bu ise, (Perhiz yapmazsam
doktora hiç zararı olmaz) diyerek, perhiz yapmıyor. (Doktora zararı
olmaz) demesi doğrudur. Fakat kendine zarar vermektedir. Doktor, kendine
faydası olduğu için değil, onun hastalıktan kurtulması için, perhiz
yapmasını tavsiye etmiştir. Doktorun tavsiyesine uyarsa şifa bulur,
uymazsa ölür gider. İbadete lüzum var Yaptığım
ve yapacağım işler önceden takdir edilip yazıldığına göre, iş yapmanın
ne önemi var? CEVAP Eshab-ı kiramdan bir
zat da aynı suali sormuştu. Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Herkes,
kendi işine hazırlanır) [Müslim, Tirmizi] Aynı suali soran Hz.Ömer’e de buyurdu ki: (Herkes
önceden takdir edilmiş olan işlere hazırlanır. Saadet ehlinden olan,
saadet için çalışır; şekavet ehlinden olan da şekavet için çalışır.) [Tirmizi] Aynı suali soran, başka
birine de, Şems
suresini okudu. İlgili kısmın meali şöyle: (Cenab-ı
Hak, hayrı ve şerri [veya
taat ve günahı] ve bu ikisinin hallerini öğretip bunlardan birini
tutmak için, ihtiyar [tercih hakkı, irade-i cüziyye] verdi. Nefsini tezkiye eden
[kötülüklerden temizleyip faziletlerle dolduran] kurtuldu. Nefsini günahta, cehalette, dalalette
bırakan, ziyan etti.) [Şems 7-10 Beydavi] İnsan, irade-i cüziyyesini
kullanmakta serbesttir, mecbur değildir. Yani irade-i cüziyye, iyiliğe
kullanılırsa Allahü teâlâ iyilik yaratır, kötülüğe kullanılırsa, kötülük
yaratır. Kul irade-i cüziyyesini kullanıyor, Allahü teâlâ da yaratıyor.
(İrade-i cüziyye risalesi M.Akkermani) Zalimler iflah olmazİbrahim suresinin, (Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de
doğru yola iletir) mealindeki 4. âyeti ile aynı anlamda âyetler
vardır. Bizim sapıklıkta kalmamız Allah’ın dilemesiyle olduğuna göre,
Allah’ın bizleri, sapık, kâfir diye suçlaması uygun olur mu? Bir de
hayrı ve şerri Allah yarattığına göre, yaptığımız kötü işlerden niçin
mesul oluyoruz? CEVAP Kur’an-ı kerimi anlamak
öyle kolay değildir. Öyle olsa idi, Allahü teâlâ, (Resulüm, Kur’an-ı kerimi insanlara açıkla) diye
emretmezdi. Bazı âyetler, bazısını açıklar. Mesela buyuruluyor ki: (Allah, dilediğini saptırır, hakka yöneleni de doğru
yola eriştirir.) [Rad 27] (Allah, iman edenleri dünya ve
ahirette sapasağlam tutar, zalimleri ise saptırır.) [İbrahim 27] (Elbette zalimler iflah olmaz.) [Kasas 37] Demek ki, iflah olmayanlar yani kurtuluşa ermeyenler, zalimler, hainler
ve bunun gibi kötü kimselerdir. Allahü teâlâ, iyiliği ve kötülüğü, insanların
irade etmesi, dilemesi ile yaratır. Namaz kılana da, hırsızlık edene
de mani olmaz. Onlara namaz kılma ve hırsızlık etme gücünü veren de
Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, dilerse, bir kimseyi layık olmadığı halde,
hidayete kavuşturabilir. İyi kimseyi ise a(s.a.v.)apıklıkta bırakmaz. Zalim,
hain bir kimseyi ise, adaletinin gereği olarak sapıklığa düşürür. Bir
iyilik yapana on katı, yüz katı, bin katı sevap verebilir. Ama genelde
bir günah işleyene bir ceza verir. Sevap ve günah işlemek, insanların
irade-i cüziyesine bağlı kılınmıştır ki, buna kesb denir. Kesb kuldan,
yaratmak Allah’tandır. Allahü teâlâ, insanlara zorla günah işletmez.
Hâşâ zorla günah işletse, yarın “Niye günah işledin?” diye sorar mı
hiç? Diyelim ki, önümüzde iki tren yolu var. Garda da şunlar yazılıdır: (Sağ yoldaki trene binen, sonsuz mutluluk diyarı
olan Cennete gider. Sol yoldaki tren ise sonsuz azap diyarı olan Cehenneme
gider.) Yolcu, hür iradesiyle, gideceği yerin biletini
alır. İstediği trene biner. Son istasyona varmadan, fikir değiştirebilir,
dönüş yapabilir. Sağ yoldan giden trenden inip, sol yoldan giden trene
binenler çıkabildiği gibi, sol yoldan giden trenden inip, sağ yoldan
giden trene binenler de çıkabilir. Demek ki, insan serbesttir. İstediği trene binip, istediği diyara gidebilir. Ancak o, yaya değil, trenle gidiyor. Treni süren de birisi var. İnsanları mutluluk diyarına da, azap diyarına da götüren trendir. İşte iyi kötü dahil, bütün işleri Allah yaratır demek, kula o işi yapma gücünü Allah veriyor demektir. Bir benzinci bir arabaya benzin verse, araba da kaza yapsa, kaza yapanın, “Sen benzin vermeseydin ben kaza yapmazdım” demesi meşru mazeret sayılmaz. Kendi iradesi ile azap
diyarına giden kimsenin, “Bu diyara tren seferi koymasaydınız, biz de
buraya gelmezdik” diyerek, tren işletmesini suçlaması doğru olmaz. Çünkü
bu trene hiç kimse zorla bindirilmemiştir. Herkes kendi arzusu ile,
iradesi ile binmiştir. İnsan iradesini kullanarak, iyilik yaratılmasını
isteyen, sevap; kötülük yaratılmasını isteyen, günah kazanır. Kur’an-ı
kerimde de buyuruluyor ki: (İnsan, önceden ne hazırladığını görecektir.) [Tekvir 14] (Zerre kadar iyilik ve kötülük yapan, karşılığını görecektir.)
[Zilzal 7,8] (Kıyamet günü adalet terazileri kurarız. Hiç kimse haksızlığa
uğratılmaz. Hardal tanesi kadar iyilik eden, karşılığına kavuşur.) [Enbiya 47] Allahü teâlânın nimetleri her an, iyilere de, kötülere de gelmektedir. Herkese malı da, hidayete kavuşmayı da, fark gözetmeden göndermektedir. Fark, bunları kabul edip etmemek suretiyle, insanlardadır. Allahü teâlâ, kimseye haksızlık etmez. İnsanı felakete sürükleyen, çirkin işleridir. Güneş, elma ve bibere aynı şekilde parladığı halde, elmayı kızartınca tatlılaştırır, biberi kızartınca acılaştırır. Tatlılık ve acılık güneşin ışıkları ile ise de, aralarındaki fark, güneşten değil, kendilerindendir. |