Kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna iman
İmanın altıncı şartı nedir? CEVAP İmanın altıncı şartı, kadere, hayır ve şerrin Allahü teâlâdan olduğuna imandır. Amentü’deki,
(Ve bil kaderi hayrihi
ve şerrihi minallahi
teâlâ) ifadesi, kaderin,
hayır ve şerlerin hepsinin Allahü teâlâdan olduğuna iman etmeyi bildirmektedir. İnsanlara gelen hayır ve şer,
fayda ve zarar, kazanç ve ziyanların hepsi, Allahü teâlânın takdir etmesi
iledir. Kader, lügatte, bir çokluğu
ölçmek, hüküm ve emir demektir. Çokluk ve büyüklük manasına da gelir.
Allahü teâlânın, bir şeyin varlığını ezelde dilemesine kader denilmiştir.
Kaderin, yani varlığı dilenilen şeyin var olmasına Kaza
denir. Kaza ve kader kelimeleri, birbirinin yerine de kullanılır. Buna
göre kaza demek, ezelden ebede kadar yaratılacak şeyleri, Allahü teâlânın
ezelde dilemesidir. Bütün bu eşyanın, kazaya uygun olarak, daha az ve
daha çok olmayarak yaratılmasına kader denir. Allahü teâlâ, olacak her
şeyi ezelde, sonsuz öncelerde, biliyordu. İşte bu bilgisine Kaza ve kader denir. Eski yunan felsefecileri buna
(inayeti ezeliyye) dedi. Bütün varlıklar,
o kazadan meydana gelmiştir. Ezeldeki ilmine uygun olarak, eşyanın var
olmasına da (Kaza ve kader) denir. Kadere iman etmek için iyi bilmeli
ve inanmalıdır ki, Allahü teâlâ, bir şeyi yaratacağını ezelde irade
etti, diledi ise, az veya daha çok olmaksızın, dilediği gibi var olması
lazımdır. Olmasını dilediği şeylerin var olmaması ve yokluğunu dilediği
eşyanın var olması imkansızdır. Bütün hayvanların, nebatların,
cansız varlıkların [katıların, sıvıların, gazların, yıldızların, moleküllerin,
atomların, elektronların, elektro-magnetik dalgaların, kısaca her varlığın
hareketi, fizik olayları, kimya tepkimeleri, çekirdek reaksiyonları,
enerji alışverişleri, canlılardaki fizyolojik faaliyetler], her şeyin
olup olmaması, kulların iyi ve kötü işleri, dünyada ve ahirette, bunların
cezasını görmeleri ve her şey, ezelde, Allahü teâlânın ilminde var idi.
Bunların hepsini ezelde biliyordu. Ezelden ebede kadar olacak, eşyayı,
özellikleri, hareketleri, olayları, ezelde bildiğine uygun olarak yaratmaktadır.
İnsanların iyi ve kötü bütün işlerini, Müslüman olmalarını, küfürlerini,
istekli ve isteksiz bütün işlerini, Allahü teâlâ yaratmaktadır. Yaratan,
yapan yalnız Odur. Sebeplerin meydana getirdiği her şeyi yaratan Odur.
Her şeyi bir sebep ile yaratmaktadır. Mesela, ateş yakıcıdır. Halbuki,
yakan Allahü teâlâdır. Ateşin, yakmakta hiçbir ilgisi yoktur. Fakat,
âdeti şöyledir ki, bir şeye ateş dokunmadıkça, yakmayı yaratmaz. [Ateş,
tutuşma sıcaklığına kadar ısıtmaktan başka bir şey yapmaz. Organik cisimlerin
yapısında bulunan karbona, hidrojene, oksijenle birleşmek ilgisi veren,
elektron alış-verişlerini sağlayan, ateş değildir. Doğruyu göremeyenler,
bunları ateş yapıyor sanır. Yakan, yanma tepkisini yapan, ateş değildir.
Oksijen de değildir. Isı da değildir. Elektron alış-verişi de değildir.
Yakan, yalnız Allahü teâlâdır. Bunların hepsini, yanmak için sebep olarak
yaratmıştır. Bilgisi olmayan kimse, ateş yakıyor sanır. İlk okulu bitiren
bir kimse, (ateş yakıyor) sözünü beğenmez. Hava yakıyor der. Orta okulu
bitiren de, bunu kabul etmez. Havadaki oksijen yakıyor der. Liseyi bitiren,
yakıcılık oksijene mahsus değildir. Her elektron çeken element yakıcıdır
der. Üniversiteli ise, madde ile birlikte enerjiyi de hesaba katar.
Görülüyor ki, ilim ilerledikçe, işin içyüzüne yaklaşılmakta, sebep sanılan
şeylerin arkasında, daha nice sebeplerin bulunduğu anlaşılmaktadır.
İlmin, fennin en yüksek derecesinde
bulunan, hakikatleri tam gören Peygamberler ve O büyüklerin izinde giderek,
ilim deryalarından damlalara kavuşan İslam âlimleri, bugün yakıcı, yapıcı
sanılan şeylerin, aciz, zavallı birer vasıta ve mahluk olduklarını,
hakiki yapıcının, yaratıcının sebepler değil, Allahü teâlâ olduğunu
bildiriyor.] Yakıcı, Allahü teâlâdır. Ateşsiz de yakar. Fakat, ateş
ile yakmak âdetidir. Yakmak istemezse, ateş içinde yakmaz. İbrahim aleyhisselamı
ateşte yakmadı. Onu çok sevdiği için, âdetini bozdu. [Nitekim ateşin
yakmasını önleyen maddeler de yaratmıştır. Bu maddeleri, kimyagerler
bulmaktadır.] Allahü teâlâ dileseydi, her
şeyi sebepsiz yaratırdı. Ateşsiz yakardı. Yemeden doyururdu. Tayyaresiz
uçururdu. Radyosuz, uzaktan duyururdu. Fakat lütuf ederek, kullarına
iyilik ederek, her şeyi yaratmasını bir sebebe bağladı. Belirli şeyleri,
belli sebeplerle yaratmayı diledi. İşlerini, sebeplerin altına gizledi.
Kudretini sebepler altında sakladı. Onun bir şeyi yaratmasını isteyen,
o şeyin sebebine yapışır, o şeye kavuşur. [Lambayı yakmak isteyen, kibrit
kullanır. Zeytinyağı çıkarmak isteyen, baskı aleti kullanır. Başı ağrıyan,
aspirin kullanır. Cennete gidip, sonsuz nimetlere kavuşmak isteyen,
İslamiyet'e uyar. Kendini tabanca ile vuran ölür. Zehir içen ölür. Terli
iken su içen, hasta olur. Günah işleyen, imanını gideren de, Cehenneme
gider. Herkes, hangi sebebe başvurursa, o sebebin vasıta kılındığı şeye
kavuşur. Müslüman kitaplarını okuyan, Müslümanlığı öğrenir, sever, Müslüman
olur. Dinsizlerin arasında yaşayan, onların sözlerini dinleyen, din
cahili olur. Din cahillerinin çoğu kâfir olur. İnsan hangi yerin vasıtasına
binerse, oraya gider.] Müslüman olunca
Yeni müslüman olanın veya akıl-baliğ olan çocuğun, önce Kelime-i şehadet söylemesi ve bunun manasını
öğrenip, inanması gerekir. Sonra, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında
yazılı olan itikad, yani iman edilmesi gereken bilgileri öğrenip, bunlara
inanması gerekir. Sonra Ehl-i sünnetin dört mezhebinden birinin kitaplarında
yazılı olan fıkıh bilgilerini, yani İslamın beş şartını ve helal, haram
olan şeyleri öğrenmesi ve bunlara inanması ve uygun yaşaması gerekir.
Bunları öğrenmek ve uymak gerektiğine inanmayan, önem vermeyen
mürted olur. Yani kelime-i şehadet getirerek müslüman olduktan sonra,
tekrar kâfir olur. Nikahlı müslüman bir kız, baliga olduğu zaman, müslümanlığı
bilmezse, nikahı bozulur. Yani mürted olur. Allahü teâlânın sıfatlarını
ona bildirmelidir. O da, tekrar etmeli ve (bunlara inandım) demelidir.
(Dürr-ül-muhtar) İbni Abidin hazretleri bunu açıklarken diyor ki: Kız küçük iken, ana-babasına tâbi olarak müslümandır. Baliga olunca, ana-babasının dinine tâbi olması devam etmez. İslamiyet’i bilmeyerek baliga olunca, mürted olur. İman edilecek şeyleri işitip de, inanmamış kimse, kelime-i tevhid söylese, yani (La ilahe illallah Muhammedün resulullah) dese, müslüman olmaz. (Amentü billahi...) de bulunan altı şeyi inanan ve (Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını kabul ettim) diye kimse müslüman olur. Her müslümanın, çocuklarına (Amentü billahi ve Melaiketihi ve Kütübihi ve Resülihi vel Yevmilahiri ve bil
Kaderi hayrihi ve şerrihi
minallahi teâlâ vel-basü badelmevti hakkun. Eşhedü en La
ilahe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden
abdühü ve resulühü)
ezberletmeli, manasını iyice öğretmelidir! Çocuk bu altı şeyi öğrenmez
ve inandığını söylemezse, baliğ olduğu zaman müslüman olmaz, mürted
olur. Peygamber efendimiz imanı şöyle tarif etmiştir: (İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahirete,
ölüme, öldükten sonra dirilmeye, Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana,
kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmaktır.) [Nesai] Amentü’deki altı esastan
birini inkâr eden kâfir olur. Sadece Allah’a inandım demek kâfi değildir.
Hıristiyan ve Yahudiler, bizim peygamberimiz dahil bütün peygamberlere
inanmadıkça kâfirlikten kurtulamazlar. Yahudiler, Hz. İsa’ya, Hıristiyanlar
da, Muhammed aleyhisselama inanmadıkları için kâfir oldular. Amentü’de
bildirilen altı husustan birini, mesela kaderi inkâr eden, kâfir olur,
bütün iyi amelleri yok olur. (R. Muhtar) Hayır
da, şer de Allah’tandır Kur’an âyetlerini istediği gibi eğip bükerek yanlış anlamlar verip dini içten yıkmaya çalışan birisi, “Hayır Allah’tan ama şer Allah’tan değil. Şerri insan kendisi yaratır. Bunlar, şerrin Allah’tan olduğu inancını bir de Amentü’ye dahil etmişler. Âyet ve hadiste böyle bir şey yok. Eğer herkesin Cennete veya Cehenneme gideceğini Allah biliyorsa, o zaman bizi niçin sorumlu tutuyor? Nereye gideceğimizi biliyorsa, peki niye bize koskoca Kur’anı gönderdi? Niye emirler ve yasaklar bildirdi? Bu dine iftiradır. Alın yazısı diye, kader diye bir şey yoktur, herkes kendi kaderini kendisi çizer” diyor. Lütfen bu konuyu âyet ve hadislerle açıklayın. CEVAP Böyle
ifadeler kullanan kimse, cahil, hatta sapık bile olamaz. Ancak azılı
bir hain olur. Çünkü Kur’an-ı kerimde de, hadis-i şeriflerde de hayrın
ve şerrin Allah’tan olduğu açıkça bildiriliyor. Şimdiye kadar gelen
istisnasız bütün İslam âlimleri, (Hayır da şer de Allah’tan)
demişlerdir. Şerrin Allah’tan olmadığı inancı Hıristiyanlık ile mutezile
ve bazı sapık fırkaların görüşüdür. Hiçbir Ehl-i sünnet âlimi şer Allah’tan
değildir dememiştir. Çünkü hiçbir âlim, Kur’an ve hadise aykırı konuşmaz.
Kul kendi kaderini yaratamaz. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki: (Kendilerine
bir iyilik dokununca, "Bu Allah’tan" derler; başlarına bir
kötülük gelince de "Bu senin yüzünden" derler. “Küllün min indillah = Hepsi Allah’tandır” de, bunlara ne oluyor ki bir
türlü laf anlamıyorlar.) [Nisa 78] (Lut’un karısının azaba uğramasını takdir ettik.) [Hicr 60] (Yani kaderini öyle kötü
yazdık) (Güzel
akıbet takdir ettiklerimiz [kaderi güzel olanlar] Cehennemden uzak tutulur.) [ Enbiya 101] (Rabbin,
kendi istediğini yaratır, dilediğini seçer. Onların seçim hakkı yoktur.) [Kasas 68] (Sizi
de, işlerinizi de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96] (Her
şeyin yaratıcısı Allah’tır.) [Zümer 62, Mümin 62] Müfessirlerin
şahı imam-ı Kadı Beydavi hazretleri bu âyet-i kerimeyi şöyle açıklıyor: (Hayrı,
şerri, imanı, küfrü ve her şeyi yaratan ancak Allah’tır. Her şey Onun
tasarrufu altındadır.) Peygamber
efendimiz, Kur'an-ı kerimdeki imanla ilgili âyetleri açıklayıp buyuruyor
ki: (İman,
Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, kıyamet gününe ve hayrın
şerrin, Allah’ın takdiri ile olduğuna inanmaktır.) [Buhari, Müslim] (Allah,
“kadere,
hayır ve şerrin takdirimle olduğuna inanmayan başka rab
arasın” buyurdu.) [Şirazi] (Bir
kişi, kaderin, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmadıkça, mümin
sayılmaz.) [Tirmizi]
Görülüyor
ki, (Hayır da şer de Allah’tandır) inancını Amentü’ye sokan Allah
ve Resulüdür. Cebriye
denilen sapık fırka da, bu âyetlere bakınca, (Bize günahları işleten
Allah’tır, biz günahlardan sorumlu değiliz) demiştir. Elbette bu da
yanlıştır. Ehl-i sünnete göre, insanda irade-i cüziyye vardır. İşlediği
günahlardan sorumludur. İmam-ı
Rabbani hazretleri
buyuruyor ki: İman-küfür,
hayır-şer, hidayet-dalalet, taat-günah, Allahü teâlânın yaratması olup,
hepsi de Onun takdir ve iradesiyledir. Hak teâlâ sevabı ve günahı kulların
ameline bağlı kılmıştır. İnsanı iradesine bırakmış, azabı ve sevabı,
iradenin sarfına bağlı kılmıştır ki, buna kesb denir. Kesb, kuldan,
yaratmak Allah’tandır. Kesb, kendi irademizle yaptığımız hareketlerdir. Allahü
teâlânın yaratacağı şeyleri ezelde bilmesi, irade sıfatını yok etmediği
gibi, kullarının yapacağı şeyleri de ezelde bilmesi, kulların irade
ve ihtiyar sahibi olmalarına mani değildir. Allahü teâlânın emirler, yasaklar koyması, insanda kesb
bulunduğu içindir. Eğer kesb olmasaydı, hâşâ bu emir ve yasaklar
lüzumsuz olurdu. Azap ve nimet vaadleri hâşâ
yanlış olurdu. Peygamberlerin ve kitapların gönderilmesi de yine bu
şekilde hâşâ temelinden yersiz bir iş olurdu. Görülüyor ki bu azılı
hainin maksadı dinleri temelinden yıkmaktır. Allahü
teâlâ elbette her şeyi bilir Yukarıda, hayır ve şerrin Allah’tan olduğunu âyet ve hadislerle kısaca ispat etmiştik. Şimdi ise, “ Eğer herkesin Cennete veya Cehenneme gideceğini Allah biliyorsa, o zaman bizi niçin sorumlu tutuyor? Nereye gideceğimizi biliyorsa, peki niye bize koskoca Kur’anı gönderdi? Niye emirler ve yasaklar bildirdi? Alın yazısı diye, kader diye bir şey yoktur, herkes kendi kaderini kendisi çizer” savına cevap veriyoruz. CEVAP Bu savların hepsinin cevabı Kur’an-ı kerimde vardır. İslam âlimleri açıklamıştır. Önce şunu soralım: Bir insanın Cennete mi Cehenneme mi gideceğini Allah bilmez mi? Bilmeyen Allah olur mu hiç? Kur’an-ı kerimdeki o kadar âyetler nasıl inkâr edilir? Bunun maksadı, (Çamur at, tutmazsa da iz bırakır) misali, belki bazı gafilleri avlarım diye böyle desteksiz atıyor. Önce
kaderi anlatalım: Kader, Allahü teâlânın, olacak şeyleri ezelde bilmesidir. Kaza, kaderde bulunan şeyleri, zamanı gelince yaratmasıdır. Yani kader, maaş bordrosu gibidir. Kaza ise, bu maaşın dağıtılmasıdır. Allahü teâlâ, herkesin ne yapacağını, nerede nasıl öleceğini bilir. Buna şans, kader, kısmet, baht, nasip, talih, yazgı, alınyazısı deniyor. İşte âyet-i kerimeler: (Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini
bilir.) [Bekara 255] (Allah her şeyi bilir.) [Hucurat 16] (Yaratan hiç bilmez mi?) [Mülk 14] (Bütün canlıların rızkı ancak Allah’a
aittir. Allah o canlıların karar kıldıkları yerleri de, emaneten durdukları
yerleri
[ana rahmindeki hallerini] de bilir. Hepsi açık bir kitapta [levh-i
mahfuzda] dır.) [Hud 6] (Yeryüzünde hiçbir olay ve başınıza
gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta
[levh-i mahfuzda] yazmış olmayalım.
Elbette bu, Allah’a göre kolaydır.) [Hadid 22] Bu âyetleri açıklayan üç örnek verelim: 1- Bir film tekrar tekrar gösterilse,
bunu önceden seyretmiş birisi, ikinci, üçüncü defa seyrederken, (Baş
roldeki oyuncu, attan düşüp ölecek) dese, o dediği için mi filmdeki
oyuncu ölüyor, yoksa, söyleyen daha önce seyrettiği için mi biliyor?
Allahü teâlâ da ezeli ilmi ile kimin nerede nasıl öleceğini ve Cennete
mi Cehenneme mi gideceğini elbette bilir. 2- Takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup,
ne zaman batacağı, hesaplanarak yazılıyor. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde
doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye bilinen saatlerde doğup
batmaz. Takvime yazılması, güneşin doğmasını ve batmasını etkilemez.
Allahü teâlâ da insanların başlarına ne geleceğini bildiği için, bunları
levh-i mahfuza yazmıştır. 3-
Bir öğretmen, daha önceki birçok tecrübesine
dayanarak, çok tembel bir öğrencisi için, (Bu öğrenci bu sınavı kazanamaz)
diye bir deftere yazsa, yazılan yazı, o öğrencinin sınavını etkilemez.
Öğrenci imtihanı kazanamayınca, (Sen deftere yazdığın için ben imtihanı
kazanamadım) diye suçu öğretmene yüklemesi insafsızlık olmaz mı? Allahü
teâlâ da, bir kâfirin, Cehennemlik olduğunu bilmez mi hiç? Nitekim Allahü
teâlâ Ebu Leheb’in kâfir olarak ölüp Cehenneme
gideceğini bildiği için, (Ebu Leheb alevli
ateşte yanacak) buyurmuştur. (Leheb 3) Allahü
teâlâ Ebu Leheb’in akıbetini Kur’an-ı kerimle
bildirdi. Diğer insanlarınkini ise Levh-i mahfuza yazdı. İnsanların
başlarına gelecek bütün işlerin levh-i mahfuzda yazılı olması onları
o işleri yapmaya mecbur kılmaz. Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri,
(Kader, ilim-i mütekaddimdir, cebr-i mütehakkim
değildir) buyuruyor. Yani kader, Allahü teâlânın ezeli ilmi ile
kullarının başına gelecek işleri bilmesi demektir. Yoksa başına gelecek
şeyleri onlara zorla yaptırması demek değildir. Kötülükleri
yaratan başkası mı? “Şer Allah’tan değildir, herkes kaderini kendisi
yaratır” diyenlere cevap vermeye devam ediyoruz. Mektubat-ı
Rabbanide buyuruluyor ki: İmam-ı
a'zam hazretleri,
imam-ı Cafer-i Sadık hazretlerine sordu: -
Allah, insanların istekli işlerini, onların arzusuna bırakmış mıdır? - Hayır, rübubiyetini,
[yaratmak
ve her istediğini yapmak büyüklüğünü] aciz kullarına bırakmaz. -
O zaman kullarına, işleri zorla mı yaptırıyor? -
O adildir. Kuluna zorla günah işletip, sonra da Cehenneme sokmaz. -
O halde, insanların, istekli hareketini kim yapıyor? -
İşleri ne insanların arzusuna bırakmış, ne de kimseyi, o işleri yapmaya
mecbur bırakmıştır. İkisi arası olagelmektedir. Yaratmayı kullarına
bırakmadığı gibi, zorla da yaptırmaz. Mutezile’den
Abdülcebbar Hemedani, Ehl-i sünnet âlimlerinden Ebu İshak
İsferaini'ye sordu:
-
Allah, kötülüğü, günahı istemez ve yaratmaz. Bunları şeytan yaratmıyor
mu? -
Hayrı da, şerri de, her şeyi yalnız
Allah yaratır. Başkası bir şey yaratamaz. -
Allah kendine isyan edilmesini diler mi? -
Allahü teâlâ, küfrü ve günahları dilemese ve yaratmasa, kul, zorla Ona
isyan edebilir mi? Kul, irade-i cüziyyesi ile küfür, günah, kötülük
yapmak ister. Allah da dilerse, onun istediğini yaratır. -
Bir kimse hidayet istediği halde,
Allah ona hidayet dilemese, ona kötülük etmiş olmaz mı? -
Kulun hakkını vermemeyi dilemez, ama kendi hakkını almayı dilemeyebilir.
Zerre kadar iyilik yapana karşılığını
verir. Küfürden başka günahların çoğunu da affeder. Küfrü dilemesine
gelince, Hak teâlâ âlimdir, ileride olacak her şeyi bilir. Hakimdir,
her şeyin en iyisini yapar. Dilediği kuluna hidayet verir. Sapıklıktan
dönmeyeceğini bildiği kulu da sapıklıkta bırakır. Bir âyet meali: (Dilediğini
sapık yolda bırakır, dilediğine de, hidayet eder.) [Fatır 8] Allahü teâlâ, iyiliği ve kötülüğü, kulların irade etmesi, dilemesi
ile yaratır. Kulun iradesi yaratmaya sebeptir. Müminler, irade-i cüziyyeleri
ile imanı ve itaati dileyince, Allahü teâlâ da, diler ve yaratır. Kâfir,
küfrü ve fasık, günahı dileyince, O da irade ederse, yaratır. Yalnız
kulun dilemesi ile bir şey var olmaz. O da dileyince var olur. Allahü
teâlâ dilemedikçe, bir sinek, kanadını kımıldatamaz. İnsanların yaptıkları
bütün iyilikler ve kötülükler, hep Onun dilemesi ile oluyor. Kullar
bir şey yapmak irade edince, O irade etmezse o iş olmaz. Var olmasını
dilemediği şey, var olmaz. Var olursa, gücü yetmemek olur. Allahü teâlânın
her şeye gücü yeter. Eshab-ı
kiramdan bir zat, (Ya Resulallah, yaptığımız ve yapacağımız işler önceden
takdir edilip yazıldığına göre, iş yapmanın ne önemi var) diye sual
etti. Peygamber efendimiz, (Herkes, kendi işine hazırlanır) buyurdu.
(Müslim, Tirmizi) Aynı
suali soran Hz. Ömer’e de buyurdu ki: (Herkes
önceden takdir edilmiş olan işlere hazırlanır. Saadet ehlinden olan,
saadet için çalışır; şekavet ehlinden olan da şekavet için çalışır.) [Tirmizi] Aynı
suali soran, başka birine de, Şems suresini okudu. İlgili kısmın
meali şöyle: (İnsana iyilik ve kötülükleri [hayrı ve şerri] öğreten ve bu ikisinden
birini tutmak için, ihtiyar [seçme hakkı, irade-i cüziyye] veren
Allah’a and olsun ki, nefsini kötülüklerden
temizleyen kurtuldu. Nefsini kötülükte bırakan, ziyan etti.)
[Şems 7-10 Beydavi] İnsan,
irade-i cüziyyesini kullanmakta serbesttir, mecbur değildir. Bu irade,
iyiliğe kullanılırsa Allahü teâlâ iyilik, kötülüğe kullanılırsa, kötülük
yaratır. (İrade-i cüziyye risalesi M.Akkermani)
Her
şey Levh-i mahfuzda yazılıdır Şimdi
de, “Herkesin Cennetlik veya Cehennemlik olduğunu Allah bir yere yazmamıştır,
alın yazısı, kader diye bir şey yoktur” iddiasına cevap veriyoruz. İnsanların
başına gelecek olaylar, doğacakları, ölecekleri ve ne iş yapacakları
gibi bütün bilgiler, levh-i mahfuz denilen bir kitaptadır. Bu
kitaptaki bilgilere kader deniyor. Kader hakkında birçok âyet-i kerime
vardır. Bazılarının meali şöyledir: (Allah, dilediğini siler, dilediğini
değiştirmez. Ümm-ül-kitab [levh-i mahfuz] Ondadır.) [Ra’d 39] (Herkesin
ömrü ve ömürlerin kısalması elbette kitapta yazılıdır.) [Fatır 11] {Kaza-i muallak, levh-i
mahfuzda yazılıdır. Eğer o kimse, iyi amel yapıp duası kabul olursa,
o kaza değişir. Hadis-i şerifte de, (Kader,
tedbir ile, sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan dua, o bela gelirken
insanı korur)
buyuruldu. (Taberani)} (Allah’ın
bilgisi olmadan hiçbir dişi ne gebe kalır, ne doğurur. Bir canlıya verilen
ömür ve ömrünün azaltılması da mutlaka bir kitaptadır.) [Fatır 11] (Göklerde
ve yerde zerre miktarı bir şey, Ondan gizli kalmaz. Bundan daha küçük
ve daha büyüğü de, apaçık kitaptadır.) [Sebe 3] Resulullah
efendimiz, kaderle ilgili âyet-i kerimeleri açıklayarak buyuruyor ki: (Allah,
ilk önce Kalemi yaratıp, “Sonsuza kadar olacak olanı yaz” buyurdu.) [Tirmizi, Ebu Davud] (Her
şey ezelde yazıldı. Allah’ın ilmine göre, kalem kurudu.) [Tirmizi] (Yani takdir son buldu ve
kaleme yazacak bir şey kalmadı.) (Kaderi
inkâr eden helak olur.) [Taberani] (Allahü
teâlâ, “kadere, hayır ve şerrin benim takdirimle olduğuna iman etmeyen,
benden başka Rab arasın” buyurdu.) [Şirazi] (Kadere
iman, iman esaslarındandır.) [Tirmizi] (Kadere iman etmek, tevhidin nizamıdır.) [Deylemi] (Kaderi inkâr eden
helak olur.) [Taberani] (Kadere inanmayan iman etmiş olmaz.) [Tirmizi] (Kadere
inanmayan imanın gerçeğine erişmez.) [Nesai] (Kadere iman, imanın aslındandır.) [E. Davud] (Kaderi
inkâr edenin İslam’dan nasibi yoktur.) [Buhari] İnsanların
nerede doğup nerede ve nasıl ölecekleri de kaderdendir. Yani ezelde
yazılmıştır. Bu konudaki âyet-i kerimelerden bazıları şöyledir: (Allah,
insanlara zulümleri [günahları
veya küfürleri] yüzünden hemen ceza verecek olsaydı, yeryüzünde canlı
bırakmazdı. Ama onları takdir edilen bir müddete kadar erteler. Ecelleri
gelince onu ne bir saat geciktirebilirler ne de öne alabilirler.) [Nahl
61] (Her
ümmetin bir eceli vardır, gelince ne bir an geri kalır, ne de bir an
ileri gider.) [Araf
34] (Bu ecele, ecel-i müsemma denir. Dua ile de gecikmez.) (Ölümü
Allah’ın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur.) [Al-i İmran 145] (Ölüm
zamanını takdir eden ancak Allah’tır.) [Enam 2] (Evlerinizde
kalsaydınız bile, öldürülmesi yazılmış [takdir edilmiş] olanlar, öldürülüp devrilecekleri yere
giderlerdi.) [Al-i İmran 154] (Allah’ın
emri mutlaka yerine gelecek, yazılmış bir kaderdir.) [Ahzab 38] Muhammed
Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki: Cebriyye
fırkası, her şeyi Allah yaptığı için, insanlarda cüz’i
irade, seçme hakkı yoktur diyerek, Mutezile fırkası da kaza ve kadere
inanmayıp, doğru yoldan ayrılarak bid’at ehli oldular. Biri ifrata,
diğeri tefrite düştü. İkisinin arasında kalan doğru yolu bulmak, Ehl-i
sünnet âlimlerine nasip oldu. (2/83) Herkes
istediği trene binebilir Eğer
kimin Cehenneme gideceğini Allah biliyorsa, niye emirler ve yasaklar
bildirdi? Hayrı ve şerri Allah yaratıyorsa, şer işlerimizden niçin sorumlu
oluyoruz? CEVAP Hayır
şer, Allahü teâlânın yaratması iledir. Sevap ve günah insanın irade-i
cüziyyesine bağlı kılınmıştır ki, buna kesb denir. Kesb kuldan,
yaratmak Allah’tandır. İki âyet-i kerime meali: (Allah
insana iyilik ve kötülükleri [hayrı ve şerri] öğretmek ve bu ikisinden birini tutmak
için, ihtiyar [irade-i cüziyye] vermiştir.) [Şems 7- Beydavi]
(Zerre
kadar iyilik ve kötülük yapan, karşılığını görecektir.) [Zilzal 7,8] Allahü
teâlâ, insanlara zorla günah işletmez. Diyelim ki, önümüzde iki tren
var. Garda şunlar yazılıdır: (Sağ
yoldaki trene binen, sonsuz mutluluk diyarı olan Cennete gider. Soldaki
trene binen sonsuz azap diyarı olan Cehenneme gider. Sağ yoldan gidenin
bazı şeyler yapması ve bazı şeylerden kaçması gerekir.. Mesela namaz,
oruç gibi dinin emirlerine uyması ve günahlardan sakınması gerekir.
Soldan giden ise, yol boyu sıkıntı görmez. Onun için hiçbir yasak yoktur.
Hiçbir şey yapmaya da mecbur değildir. Ama yol bitince sonsuz sıkıntılara
maruz kalacaktır.) Yolcu,
hür iradesiyle, gideceği yerin biletini alır. İstediği trene biner.
Son istasyona varmadan, fikir değiştirebilir, dönüş yapabilir. Sağ yoldan
giden trenden inip, sol yoldan giden trene binenler çıkabildiği gibi,
sol yoldan giden trenden inip, sağ yoldan giden trene binenler de çıkabilir.
Görüldüğü
gibi, insan serbesttir. İstediği trene binip, istediği diyara gidebilir.
Ama onu götüren bir araç var. Tren götürüyor onu. Treni yürüten de birisi
var. İnsanları mutluluk diyarına da, azap diyarına da götüren trendir.
İşte bütün işleri, yani hayrı ve şerri Allah yaratır demek, kula o işi
işleme gücünü veren Allah demektir. Örneğimizdeki tren olmasaydı, insan
çok uzun olan bu yolculuğa çıkamazdı. Kendi irade-i cüziyyesi ile azap
diyarına giden kimsenin, (Bu diyara tren seferi düzenlemeseydiniz, biz
de buraya gelmezdik) diyerek, tren işletmesini suçlaması doğru olmaz.
Çünkü bu trene hiç kimse zorla bindirilmediği gibi, üstelik binerken
de, yolda da, son ana kadar gerekli ikazlar yapılmaktadır. Herkes, kendi
arzusu ile işlediği hayır veya
şerrin karşılığını görecektir. (Allah,
dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir) mealindeki âyetleri gösterip, “Bizim
sapıklıkta kalmamız Allah’ın dilemesiyle olduğuna göre, Allah’ın bizleri,
sapık diye suçlamaya hakkı olmaz” ve “Hayrı ve şerri Allah yarattığına
göre, yaptığımız kötü işlerden sorumlu olmayız” diyenler çıkıyor. Suçlarını
Allah’a yüklemeye çalışıyorlar. Kur’an-ı kerimi anlamak öyle kolay değildir.
Öyle olsa idi, Allahü teâlâ, (Resulüm, Kur’anı insanlara açıkla)
diye emretmezdi. Bazı âyetler, bazısını açıklar. Bir âyet meali şöyledir:
(Allah, iman edenleri dünya ve ahirette sapasağlam tutar, zalimleri ise saptırır.) [İbrahim 27] Demek ki, iflah olmayanlar
yani kurtuluşa ermeyenler, zalimler, hainler ve bunun gibi kötü kimselerdir.
Allahü teâlâ, iyiliği ve kötülüğü, insanların irade etmesi, dilemesi
ile yaratır. Namaz kılana da, hırsızlık edene de mani olmaz. Onlara
namaz kılma ve hırsızlık etme gücünü veren de Allahü teâlâdır. Allahü
teâlâ, dilerse, bir kimseyi layık olmadığı halde, hidayete kavuşturabilir.
İyi kimseyi ise a(s.a.v.)apıklıkta bırakmaz. Zalim, hain bir kimseyi ise,
adaletinin gereği olarak sapıklığa düşürür. Bir iyilik yapana on katı,
yüz katı, bin katı sevap verebilir. Ama genelde bir günah işleyene bir
ceza verir. Sevap ve günah işlemek, insanların irade-i cüziyyesine bağlı
kılınmıştır. Hâşâ Allahü teâlâ, insanlara zorla günah işletmez. Zorla
günah işletse, yarın “Niye günah işledin?” diye sorar mı hiç? Zerre kadar iyilik ve kötülük yapanİyilik
yaratılmasını isteyen, sevap; kötülük yaratılmasını isteyen, günah mı
kazanır? CEVAPKur’an-ı kerimde
de buyuruluyor ki: (İnsan, önceden
ne hazırladığını görecektir.) [Tekvir 14] (Zerre kadar
iyilik ve kötülük yapan, karşılığını görecektir.) [Zilzal 7,8] (Kıyamet günü adalet
terazileri kurarız. Hiç kimse haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar
iyilik eden, karşılığına kavuşur.) [Enbiya
47] Allahü teâlânın nimetleri her an,
iyilere de, kötülere de gelmektedir. Herkese malı da, hidayete kavuşmayı
da, fark gözetmeden göndermektedir. Fark, bunları kabul edip etmemek
suretiyle, insanlardadır. Allahü teâlâ, kimseye haksızlık etmez. İnsanı
felakete sürükleyen, çirkin işleridir. Güneş, elma ve bibere aynı şekilde
parladığı halde, elmayı kızartınca tatlılaştırır, biberi kızartınca
acılaştırır. Tatlılık ve acılık güneşin ışıkları ile ise de, aralarındaki
fark, güneşten değil, kendilerindendir.
Kaderin de
kaderi var mı? Dua ile kader değiş mi? "Allah yazdıysa bozsun" deyimindeki
mana nedir? Dua etmeyi dilemek de kaderden mi? Kaderin ömrü nereye kadardır?
Ezeli mi, yoksa ebedi mi? Kaderin de bir kaderi var mı? CEVAP Önce kaza ve kader ile çeşitlerini bilmek gerekir. Kader, Allahü teâlânın, olacak şeyleri ezelde bilmesidir. Kaza, kaderde bulunan şeyleri, zamanı gelince yaratmasıdır. Yani kader, maaş bordrosu gibidir. Kaza ise, bu maaşın dağıtılmasıdır. Allahü teâlâ, herkesin ne yapacağını, nerede nasıl öleceğini bilir. Buna şans, kader, kısmet, baht, nasip, talih, yazgı, alınyazısı deniyor. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki: (Allah, onların
işlediklerini ve işleyeceklerini bilir.) [Bekara
255] Bir film tekrar tekrar gösterilse,
bunu önceden seyretmiş birisi, ikinci, üçüncü defa seyrederken, (Baş
rolde oynayan oyuncu, attan düşüp ölecek) dese, o dediği için mi filmdeki
oyuncu ölüyor, yoksa, söyleyen daha önce seyrettiği için mi biliyor?
Takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman
batacağı, hesaplanarak yazılıyor. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde
doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye bilinen saatlerde doğup
batmaz. Takvime yazılması, güneşin doğmasına ve batmasına tesir etmez.
Allahü teâlâ da insanların başlarına ne geleceğini bildiği için, bunları
levh-i mahfuza yazmıştır. Bir âyet meali şöyledir: (Allah her
canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekanı bilir. Hepsi açık
bir kitapta [levh-i mahfuzda] dır.)
[Hud 6] Kaderin değişeni de, değişmeyeni de vardır. Mesela değişmeyen
ecele, ecel-i müsemma denir.
Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Ecel bir
an gecikmez ve vaktinden önce de gelmez.) [Araf 34] İnsanın işine göre, ömrü ve rızkı
değişebilir. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki: (Allah, dilediğini siler, dilediğini değiştirmez. Ümm-ül-kitab [levh-i mahfuz]
Ondadır.) [Ra’d 39] Ümm-ül kitap, ezeli olan kelam-ı İlahinin yazılı olduğu kitaptır.
Melekler, bunu anlayamaz. Zamanlı değildir. Allah’tan başka, kimse bilmez.
Hiç yok olmaz. Levh-i mahfuzda değişiklik olur. Bunu melekler görür.
İnsanın, işine göre, ömrü ve rızkı değişir. İyiler kötü, kötüler iyi
olarak değiştirilebilir. Bir başka âyet meali de şöyledir: (Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması elbette kitapta yazılıdır.) [Fatır 11] Değişebilen kaza kadere kaza-i
muallak denir. Bir kimse, iyi amel yapıp duası kabul olursa, o kaza
değişebilir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Kaza-i muallakı hiçbir şey değiştirmez. Yalnız dua değiştirir.) [Hakim] (Kader, tedbirle, sakınmakla değişmez. Ama kabul olan dua, bela gelirken
korur.) [Taberani] (Sıla-i rahm ömrü uzatır.) [Taberani] Kaderin levh-i mahfuzda yazılması
kazadır. Bir kimseye takdir edilen bela, kaza-i
muallak ise, o kimsenin dua etmesi de takdir edilmişse, dua eder,
kabul olunca belayı önler. Duanın belayı önlemesi de kaza ve kaderdendir.
Şemsiye yağmura siper olduğu gibi, dua da belaya siper olur. Ecel-i müsemma değişmez ama; Ecel-i
kaza değişebilir. Bir örnek: İki kişi, Hz. Davud’a
birbirini şikayet etti. Azrail aleyhisselam gelip, (Bu iki kişiden birinin eceline bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de,
bir hafta önce bitmişti; ama ölmedi) dedi. Hz. Davud, hayret edip
sebebini sorunca cevaben dedi ki: (İkincisinin
bir akrabası vardı. Buna dargın idi. Bu gidip onun gönlünü aldı. Bunun
için Allahü teâlâ, bunun ömrünü 20 yıl uzattı.) [Levh-i Mahfuz ve Ümm-ül-kitab
risalesi] |