Peygamberlere iman

 

İmanın dördüncü şartı nedir?

CEVAP

İmanın dördüncü şartı, Peygamberlere imandır. Amentüdeki "Ve rüsülihi" kelimesi, "Allahü teâlânın Peygamberlerine iman etmeyi bildirmektedir.

 

Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselam ve sonuncusu, bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi ve sellemdir. Bu ikisinin arasında, çok peygamber gelmiş ve geçmiştir. Sayıları belli değildir. Yüzyirmidört binden çok oldukları meşhurdur.

 

Resul ve nebi arasındaki fark nedir?

CEVAP

Yeni din ve ahkam getiren Peygamberlere Resul denir. Yeni bir din getirmeyip, insanları, önceki dine davet eden Peygamberlere Nebi denir. Peygamberlere iman etmek, aralarında hiçbir fark görmeyerek, hepsinin Allahü teâlâ tarafından seçilmiş sadık, doğru sözlü olduklarına inanmak demektir. Onlardan birine inanmayan kimse, hiçbirine inanmamış olur.

Peygamberlik, çalışmakla, çok ibadet yapmakla, açlık ve sıkıntı çekmekle ele geçmez. Yalnız Allahü teâlânın ihsanı, seçmesi ile olur.

 

Allahü teâlâ, ilk insan ve ilk Peygamber olan Âdem aleyhisselamdan beri, her bin senede din sahibi yeni bir Peygamber vasıtası ile, insanlara dinler göndermiştir. Bunlar vasıtası ile, insanların dünyada rahat ve huzur içinde yaşamaları ve ahirette de sonsuz saadete kavuşmaları yolunu bildirmiştir. Kendileri ile yeni bir din gönderilen Peygamberlere (Resul) denir. Resullerin büyüklerine (Ülülazm) Peygamberler denir. Bunlar, Âdem, Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed aleyhimüssalatü vesselamdır.

 

Meşhur olan 33 peygamberin isimleri nelerdir?

CEVAP

Şunlardır:

Âdem, İdris, Şit, Nuh, Hud, Salih, İbrahim, Lut, İsmail, İshak, Yakub, Yusuf, Eyyub, Şuayb, Musa, Harun, Hıdır, Yuşa bin Nun, İlyas, Elyesa, Zülkifl, Şemun, İşmoil, Yunus bin Meta, Davud, Süleyman, Lokman, Zekeriyya, Yahya, Üzeyir, İsa bin Meryem, Zülkarneyn ve Muhammed aleyhimüssalatü vesselam

 

Bunlardan yalnız yirmisekizinin ismi, Kur'an-ı kerimde bildirilmiştir. Zülkarneyn, Lokman, Üzeyir ve Hıdırın, Peygamber olup olmadıklarında ihtilaf vardır. Muhammed Masum hazretleri 2. cilt, 36. mektupta, Hıdır [Hızır] aleyhisselamın Peygamber olduğunu bildiren haberin kuvvetli olduğunu yazmaktadır. 182. mektupta, Hıdır aleyhisselamın insan şeklinde görülmesi ve bazı işleri yapması, onun hayatta olduğunu göstermez. Allahü teâlâ, onun ve birçok Peygamberlerin ve velilerin ruhlarının insan şeklinde görülmesine izin vermiştir. Onları görmek, hayatta olduklarını göstermez, demektedir.

 

Şimdi dünyada kaç tane semavi din vardır?

CEVAP

Şimdi, dünyada semavi kitabı olan üç din vardır:

1- Musevilik,

2- Hıristiyanlık,

3- İslamiyet.

 

Musa aleyhisselama Tevrat, İsa aleyhisselama İncil kitabı indirilmiş idi. Museviler, Musa aleyhisselamın; Hıristiyanlar İsa aleyhisselamın getirdiği dine tâbi olduklarını söylerler.

Kur'an-ı kerim, en son Peygamber olan, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselama gönderilmiştir. Kur'an-ı kerim, bütün ilahi kitapların hükümlerini nesh etmiş, yani yürürlükten kaldırmış ve bu hükümleri kendisinde toplamıştır. Bugün, bütün insanların Kur'an-ı kerime tâbi olmaları lazımdır. Şimdi, hiçbir memlekette, hakiki Tevrat ve İncil yoktur. Bozulmuş İnciller vardır. Bu kitaplar sonradan tahrif edilmiş, yani insanlar tarafından değiştirilmiştir. Bozulmamış olsaydı bile, geçerliliği yoktu, hepsi Allahü teâlâ tarafından neshedilmiştir.

 

Âdem aleyhisselamdan, son Peygamber Muhammed aleyhisselama kadar bütün Peygamberler, hep aynı imanı söylemiş, ümmetlerinden aynı şeylere iman etmelerini istemişlerdir. Yahudiler, Musa aleyhisselama inanıp, İsa ve Muhammed aleyhimesselama inanmazlar. Hıristiyanlar, İsa aleyhisselama da inanıp, Muhammed aleyhisselama inanmazlar. Müslümanlar ise, bütün Peygamberlere inanırlar. Vehhabiler, Âdem aleyhisselamın peygamber olduğuna inanmıyorlar. Bunun için ve Müslümanlara müşrik dedikleri için, kâfir oluyorlar. [Vehhabilik maddesine bakınız.]

 

İlk insan ve ilk peygamber

Ekte gönderdiğim Tevhid inancı nasıldır?

CEVAP

Kitabın yazarı İbni Hudayri diye birisidir.  Bu kitabın 19 ve 20. sayfalarında ilk peygamber Hz. Nuh idi diyor. Ondan önce gelen İdris, Şit ve Âdem (aleyhimüsselam)ın peygamberliklerini inkâr ediyor. İdris aleyhisselam, Şit aleyhisselamın torunlarındandır. Hz. Şit, Hz. Âdem’in oğludur. Daha önce de İbni Baz’ın kitapları gönderiliyordu. İbni Baz’a da gerekli cevaplar verilmişti. Keşf-üş-şübühât isimli kitaplarının başında da, (İlk peygamber Nuh’tur) deniyor. Hz. Nuh’tan önce gelen üç peygamber inkâr ediliyor. Şit aleyhisselamın peygamber olduğu hadis-i şerifle bildirilmiştir. Diğer ikisinin Kur’an-ı kerimde peygamber olarak isimleri geçmektedir. Bunları inkâr, Kur’an-ı kerimi inkâr olur. Kur’an-ı kerim tevili imkansız bir şekilde şöyle bildiriyor:

(İdris de pek doğru bir insan, bir peygamberdi.) [Meryem 57]

 

Her âyeti inkâr gibi, bu âyeti de inkâr küfürdür. Hz. İdris’in peygamber olduğu hadis-i şerif ile de sabittir. İşte iki hadis-i şerif meali:

(Miracta, ikinci göğe vardık. Cibril, bekçisine “Kapıyı aç” dedi. Melek O’na dünya semasının bekçisininkine benzer sorular sordu. Hz. İdris’e uğradığımda bana şöyle dedi: “Merhaba ey salih Peygamber ve salih kardeş.” Ben “Bu kim?” diye sordum. Cebrail, “Bu İdris Peygamberdir” dedi.) [Buhari, Müslim, İ. Ahmed]

(Resullerin ilki Âdem, sonuncusu ise Muhammed’dir. İsrail oğullarının nebilerinin ilki Musa ve sonuncusu İsa’dır. Kalem ile yazan ilk peygamber ise İdris’tir.) [Hakimi Tirmizi] 

 

Âdem aleyhisselamın ilk insan ve ilk peygamber olduğu da bütün kitaplarda yazılıdır. Kur’an-ı kerimde de buyuruluyor ki:

(Allah birbirinden gelme bir nesil olarak Âdem‘i, Nuh’u, İbrahim ailesi ile İmran ailesini [peygamber] seçip âlemlere üstün kıldı.) [Al-i imran 33]

(İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden Âdem’in soyundan, Nuh ile birlikte [gemide] taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail’in soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir.) [Meryem 58]

 

Âdem aleyhisselamın ilk peygamber olduğunu bildiren bir hadis-i şerif de şöyledir:

(Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselamdır.) [Taberani]

 

Ehl-i sünnet itikadı da böyledir. Nitekim Ehl-i sünnetin reisi ve Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı a’zam hazretleri de buyuruyor ki:

Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselam, sonuncusu Muhammed aleyhisselamdır. (Fıkh-ı ekber)

 

Nebi ve resul nedir

Nebi, kendinden önce gelen Resulün dinini tebliğ eden peygamberdir. Her resul=nebidir; fakat her nebi resul değildir. Kitap gönderilen peygambere Resul denir. Yeni din getirmeyip, önceki dine davet eden peygamberlere Nebi denir. Peygamber Farsçadır, resul veya nebi anlamında kullanılır. Kur’an-ı kerimde bir resul için, nebi de denmesi onun resul olmadığını göstermez. Peygamber efendimize nebi de denmektedir. Kendilerine kitap verilen resullerden bazıları şunlardır:

Hz. Musa, resul ve nebi idi. (Meryem 51, Araf 104, Zuhruf 46),

Hz. İsa, resul ve nebi idi. (Nisa 157, Maide 75),

Hz. Hud, Hz. Salih, Hz. Lut, Hz. Şuayb resul idi (Şuara 125, 143, 162, 178),

Hz. Harun nebi idi. (Nisa 163, Meryem 53) [Hz. Musa devrinde, Museviliği tebliği etti.]

Hz. Yahya nebi idi (Al-i İmran39) [ Hz. İsa zamanında İseviliği tebliğ etti.]

 

Peygamberler en büyük rehberlerdir

İnsan, kendi başına doğru yolu bulabilir ve Allah’ı tanıyabilir mi?

CEVAP

Tarihi inceleyecek olursak, insanların, önlerinde Allahü teâlânın gönderdiği bir rehber olmadan kendi başlarına gittiklerinde, hep yanlış yollara saptıklarını görürüz. İnsan, kendisini yaratan büyük kudret sahibinin var olduğunu, aklı sayesinde anladı. Fakat ona giden yolu bulamadı.

 

Peygamberleri işitmeyenler, Halıkı, yani yaratıcıyı önce etraflarında aradı. Kendilerine en büyük faydası olan güneşi, yaratıcı sandılar ve ona tapmaya başladılar. Sonra, büyük tabiat güçlerini, fırtınayı, ateşi, kabaran denizi, yanardağları ve benzerlerini gördükçe bunları yaratıcının yardımcıları zannettiler. Herbiri için bir suret, alamet yapmaya kalktılar. Bundan da putlar doğdu. Böylece, çeşitli putlar zuhur etti. Bunların gazabından korktular ve onlara kurbanlar kestiler. Hatta, insanları bile bu putlara kurban ettiler. Her yeni hadise karşısında, putların miktarı da arttı. İslamiyet zuhur ettiği zaman Kâbe-i muazzamada 360 put vardı.

 

Kısacası insan, bir, ezeli ve ebedi olan Allahü teâlâyı kendi başına bir türlü tanıyamadı. Bugün bile güneşe ve ateşe tapanlar vardır. Bunlara şaşmamalıdır! Çünkü, rehbersiz, karanlıkta doğru yol bulunamaz. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Biz, Peygamber göndererek bildirmeden önce azap yapıcı değiliz.) [İsra 15]

 

Allahü teâlâ, kullarına verdiği akıl ve düşünme kuvvetinin nasıl kullanılacağını onlara öğretmek ve kendi birliğini onlara tanıtmak ve iyi işleri fena, zararlı işlerden ayırmak için, dünyaya peygamberler gönderdi. Peygamberler beşeri sıfatlarda bizim gibi insandır. Onlar da yer, içer, uyur ve yorulur. Diğer insanlardan farkları, zeka ve muhakeme kuvvetlerinin çok üstün olması, tertemiz ahlaklı ve Allahü teâlânın emirlerini bize tebliğ edecek bir güçte bulunmalarıdır. Peygamberler en büyük rehberlerdir.

 

Peygamberlerin sıfatları

Peygamberlerin sıfatları nelerdir?

CEVAP

Her Peygamberde şu beş sıfatın bulunduğuna inanmak lazımdır:

1- Emanet: Her Peygamber, emindir.

2- Sıdk: Dinde ve diğer meselelerde sadık ve doğrudurlar. Yalandan uzaktırlar.

3- Adalet: Adildirler. Zulümden uzaktırlar.

4- İsmet: Büyük ve küçük günahtan uzaktırlar. Günah şeklindeki şeyler, ister Kur'an-ı kerimde olsun, ister sahih hadislerde olsun tevil edilip yakışan mana verilir. Peygamberlikleri bildirilmeden önce de, bildirildikten sonra da hiç günah işlemezler. İnsanlardan, masum, günahsız olan, yalnız peygamberlerdir.

5- Emn-ül azl: Hiçbiri peygamberlikten azl olmaz.

Bazı âlimler bunlara iki sıfat daha ilave etmişlerdir:

6- Tebliğ: Peygamberler, Allahü teâlânın emir ve yasaklarının hepsini ümmetlerine bildirirler.

7- Fetanet: Bütün Peygamberler, diğer insanlardan daha akıllıdırlar. (Feraid-ül fevaid)

 

Her Peygamber masumdur

Peygamber günah işlemez mi yani masum mudur?

CEVAP

Masum olmak, kusursuz ve günahsız olmak, Peygamberlere mahsustur. (Merec-ül-bahren)

Her peygamber, büyük küçük her günahtan masumdur. (Riyad-ün-nasıhin)

Peygamberler günah işlemekten masumdur, temizdir, günah işleyemezler. (Mekt. Rabbani 2/44)

 

İmam-ı Gazali hazretleri, Ravda-tüt-talibin isimli eserinde buyuruyor ki:

(Resulullah, icma ile büyük-küçük günahlardan ve mekruh işlemekten uzaktır. Unutmaktan, gafletten, verdiği haberlerde hata edip yanılmaktan da uzak olduğu icma ile sabittir.

 

Tebliğ ettiği sözlerde yanılmasının caiz ve mümkün olması, üzerinde durmayıp derhal farkına varması şartı iledir. Bu da icra ettiği şeydeki hikmetleri bilmeyi ve ona tâbi olmayı ve unutmanın faydasını bildirmek içindir. Resulullahın bu husustaki yanılma haline sebep, ilmin anlatılması ve dinin açıklanmasıdır. Nitekim hadis-i şerifte, (Ben hiçbir hususta unutup yanılmam. Böyle bir şey vaki olursa, bu sadece bildirmek istediğimi açıklamam içindir) buyuruldu. Bu durum, onun için bir noksanlık değil, bilakis tebliği genişletmek ve nimeti tamamlamak içindir. Fakat bir tebliğde bulunmak, fiillerindeki hükümleri açıklamak, dini emirleri bildirmek ve kalbine gelen vahy haberlerini anlatmak maksadı bulunmayan hususlarda bütün mutasavvuflar ve kalb ilmine sahip âlimler, yanılmanın, unutmanın, gaflet ve gevşekliğin imkansız olduğunu bildirmişlerdir.

 

Kadı İyad hazretleri, Şifa-i şerif isimli kitabında buyuruyor ki:

(Küçük günahları peygamberlere caiz görenler, bu cevazlarına birçok âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin zehirlerini delil olarak almaları, büyük günahları caiz görmeye, icmayı parçalamaya ve müslüman kimsenin söyleyemeyeceği şeyleri söylemeye sevk etmiştir.)

 

Bütün bu nakillerden anlaşılacağı üzere, peygamberler küçük, büyük günah işlemezler. Peygamber Zelle işleyebilir. Zelle ise günah değildir. En efdali ve en evlayı yapmayıp, fadılı, yani fazileti tercih etmektir. (Riyad-ün-nasıhin)

 

Fetih suresinde Peygamber aleyhisselama hitaben (Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetti. Üzerindeki nimetini tamamladı ve seni doğru yola iletti) buyurulan bu âyet-i kerimede, Allahü teâlâ, Resul-i ekremini her türlü ayıplardan teberri ve Onun ismetini, günahsızlığını beyan buyurmaktadır (Şifa-i şerif)

Bazı âlimler de bu âyet-i kerimeyi şöyle açıklamışlardır:

(Allahü teâlâ, seni geçmişte ve gelecekte günah işlemekten korudu.)

 

Hz. Âdem

Peygamberlerin günah işlemediğini biliyoruz. Hz. Âdem’in günah işlediği, bu sebepten Cennetten çıkarıldığı söyleniyor. Delil olarak da Taha suresinin 115. âyeti gösteriliyor. Âyetin mealini okudum, anlayamadım. Açıklar mısınız?

CEVAP

Evet peygamberler günah işlemez, masumdur. Zelle işler. Zelle ise günah demek değildir. Doğrular içinde en doğruyu bulamamak demektir. Bahsettiğiniz âyet-i kerimeyi müfessirler, (Âdem aleyhisselam, yasak edilen meyveden unutarak yedi. Fakat bunu azm ile, kara ile yapmadı) şeklinde tefsir etmişlerdir. (Şeyhzade)

 

Evliyanın bile günahlarını, diğer insanların günahları gibi sanmamalıdır. İyilerin, iyilik etmek olarak bildikleri şeyleri, dostlar, günah işlemek bilirler. Bunlardan günah ve kusur sadır olsa da, başkalarının günahları gibi değildir. Yanılmak ve unutmak gibidir. Niyet ederek, karar vererek yapılmış değildir. Kur'an-ı kerimde mealen (Âdem'e önce söyledik. Fakat unuttu. Azm ile, karar ile yapmadı) buyuruldu. (Taha115) [c.2, m. 99]

 

Peygamberler aya güneşe tapmaz

Bütün peygamberlerin peygamberlikleri bildirilmeden önce de, günah işlemedikleri malum iken, neden meallerde, Hz. İbrahim’in, yıldıza, aya ve güneşe "Bu benim Rabbim" dediği yazılı?

CEVAP.

Hiçbir peygamber, peygamberliğini tebliğ etmeden önce de günah işlemez, hele Allahü teâlâya şirk koşmaz. Müşrikler gibi (Güneş benim Rabbim) demez. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:

(İbrahim ne Yahudi, ne de Hıristiyandı. O gerçekten Allah’ı tanıyan doğru bir müslümandı. Müşriklerden de olmadı.) [Al-i İmran67]

(Andolsun ki bundan önce, İbrahime de rüşdünü [büluğundan önce hidayeti] verdik. [Onun buna ehil ve müstehak olduğunu] biliyorduk.) [Enbiya 51]

 

Bu âyet-i kerimeler de İbrahim aleyhisselamın büluğundan önce de hidayet üzere olduğunu göstermektedir. (Beydavi)

 

Durum böyle iken, İbrahim aleyhisselamın yıldıza, aya ve güneş taptığını söylemek, Kur’an-ı kerimdeki ifadeleri anlamamak demektir. Hemen bütün tercüme ve meallerde, yıldız, ay ve güneş için (Bu benim Rabbim) diye yazılmıştır. Hiçbir açıklama yapılmamıştır. Bu bakımdan Kur’an-ı kerim tercümelerinden fıkıh, akaid gibi ilimler öğrenilmez. 

 

Tefsir-i Mazharide, Enam suresinin 76-79. âyetlerinin açıklaması şöyledir:

İbrahim aleyhisselam, yıldızları, ay ve güneş gösterip Bu mu benim Rabbim diyerek bunlara tapanları ilzam etmek [susturmak] istemiştir. Beydavi tefsirinin Şeyhzade haşiyesinde de böyle bildirilmektedir.

 

Tibyan’da (Acaba Rabbim bu mu?) şeklinde tercüme yapılmış.  Bu ifadede bile şüphe var. Ancak  tefsirlerden aldığı dört açıklama şöyledir:

1- İbrahim aleyhisselam, müşriklerin cehaletlerini bildirmek için böyle söylemiştir.

2- Müşriklerin yaptıkları şeyleri başlarına kakmak, doğruyu öğretmek için (Bunun gibi şeyden hiç Rab olur mu, bu mu benim Rabbim) demek istemiştir.

3- Müşriklerin aleyhine hüccet için, (Sizce benim Rabbim bu ha) demek istemiştir.

4- (Kavmim Rabbimin bu olduğunu söylüyor) demek istemiştir.

 

Bu dört açıklama da Hz. İbrahim’in; yıldız, ay ve güneş için (Bu benim Rabbim) demediğini, yani müşriklerden olmadığını açıkça göstermektedir. Ay veya güneş için Bu benim Rabbim demek şirktir. Halbuki peygamberler, şirk değil, günah bile işlemezler. (Feraid)

 

Bekara suresinin, (İbrahim, “ya Rabbi, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster” dediğinde, Rabbi “İnanmıyor musun” dedi. İbrahim, inanıyorum ama, kalbimin tatmin olması için görmek istedim, dedi) mealindeki 260. âyetinden dolayı da bazı sapıklar, (Hz. İbrahim, Allah’ın yaratmasından şüphe ediyordu) diyorlar. Halbuki yukarıdaki âyetlerde, İbrahim aleyhisselamın, büluğundan önce de rüşd sahibi doğru bir Müslüman olduğu açıklanmıştı. Buna rağmen böyle söylemek, cahillik değil ise, art niyettir.

 

Hz. İbrahim’e bu çeşit saldırılar olduğu gibi, İslamın iki göz bebeğinden birisi olan Hz. Ömer’e de İbni sebeciler, (Ömer Hudeybiye’de, Resulullahın peygamberliğinden şüphe etmişti) diyebiliyorlar. Orada da, Hz. Ömer aynen, Hz. İbrahim gibi, Allah ve Resulüne olan teslimiyetini bildirmek için, (Ya Resulullah sen Allah’ın peygamberi değil misin? Biz hak, kâfirler bâtıl yolda değil mi?) mealindeki sözlerinden dolayı ona saldırıyorlar. Hz. Ömer, (Ya resulallah, (Sen elbette Allah’ın resulüsün, bizim yolumuz elbette hak, kâfirler elbette bâtıl yoldadır. Zahiren aleyhimize görünen bu anlaşmada asla dinden taviz verilmemiştir) demek istediğini bütün Ehl-i sünnet âlimleri bildirmektedir. (Kurret-ül-ayneyn)

 

Kur'an tercümesi denilen kitapların ne kadar yanlış ve zararlı oldukları buradan da anlaşılmaktadır. Kelam, fıkıh ve tasavvuf gibi lüzumlu bilgileri Kur'an tercümesi denilen kitaplardan öğrenmemiz mümkün değildir. Hatta muteber tefsirlerden bile anlamamız mümkün olmaz. Lüzumlu bilgileri, nakli esas alan ilmihallerden öğrenmemiz gerekir.

 

Hz. İbrahim ve Azer 

Azer, Hz. İbrahim’in babası mı idi?

CEVAP

Peygamber efendimizin bütün dedelerinin temiz bir mümin olduğu, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle sabittir. Bunun aksini söylemek, bu husustaki nassları inkâr olur.

 

Tevbe suresinin 28. âyet-i kerimesinde müşriklerin necis, yani pis olduğu bildiriliyor. Peygamber efendimiz de bütün dedelerinin temiz olduğunu bildiriyor. Şuara suresinde (Vetekallübeke fissacidin) buyuruluyor. Yani mealen, (Sen, yani senin nurun, hep secde edenlerden dolaştırılıp, sana inkılab etmiş, ulaşmıştır) demektir. Ehl-i sünnet âlimleri bu âyet-i kerimeyi tefsir ederken, bütün ana-babalarının mümin olduğunu bildirmişlerdir. Mevahib-i ledünniyye kitabının başında, bütün dedelerinin temiz birer mümin olduğunu bildiren hadis-i şerifler nakledildikten sonra buyuruluyor ki:

(İbni Abbas hazretleri buyuruyor ki:

"Seni bir peygamberin neslinden diğer bir peygamberin nesline naklettim. Yani senin soyun peygamberler silsilesidir. Bir babanın iki oğlu olsa, peygamberlik hangisinde ise, Resulullah ondan gelmiş demektir.")

 

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Her asırdaki insanların en iyilerinden dünyaya getirildim.) [Buhari]

 

(Allah, İsmail evladından, Kinaneyi ve onun sülalesinden Kureyşi beğendi, seçti. Kureyş evladından da, Haşimoğullarını sevdi. Onlardan da, beni süzüp seçti) [Müslim]

 

(En iyi İnsanlardan vücuda geldim. Silsilem, en iyi insanlardır.) [Tirmizi]

 

(Allahü teâlâ, Arabistan’daki seçilmişlerden beni seçti. Beni her zamandaki insanların en iyilerinde bulundurdu.) [Taberani]

 

(Dedelerimin hiçbiri zina etmedi. En iyi babalardan, temiz analardan geldim. Dedelerimden birinin iki oğlu olsaydı, ben bunların, en iyisinde bulunurdum.) [Mevahib]

 

(Hz. Âdem’den babama kadar hep nikahlı ana-babadan geldim. Ben ecdad olarak sizin en hayırlınızım.) [Deylemi]

 

(Soy bakımından da insanların en şereflisiyim. Öğünmek için söylemiyorum.) [Deylemi]

[Yani (Hakikati bildiriyorum, hakikati bildirmek vazifemdir, bunları söylemezsem vazifemi yapmamış olurum) demektir.]

 

Bu hadis-i şerifler ve Şuara suresindeki âyet-i kerime, Peygamber efendimizin bütün dedelerinin temiz bir mümin olduğunu göstermektedir. Kâfirler pis olduğuna göre, Hz.İbrahim’in babasının kâfir olması mümkün değildir.

 

Molla Cami hazretleri buyuruyor ki:

(Muhammed aleyhisselamın zerresini taşıdığı için, Hz. Âdem’in alnında nur parlıyordu. Bu zerre, Hz.Havva’ya ve ondan Hz.Şit’e ve böylece temiz erkeklerden temiz kadınlara ve temiz kadınlardan temiz erkeklere geçti. O nur da, zerre ile birlikte, alınlardan alınlara geçti.) [Şevahid]

 

Bu nur, kâfire geçmediği gibi, zina gibi bir günah işleyen mümine bile geçmiyordu. Bu bakımdan da Azer, Hz. İbrahim’in babası değildi. [Hz.İbrahim’in babasının ismi Taruh idi.]

 
Amcası ve üvey babası idi

Enam suresinin 74. âyetinde, (İbrahim, babası Azere dediği zaman...) buyuruluyor. Burada Azer kelimesi, baba kelimesinin atf-ı beyanı olduğu Beydavi tefsirinde yazılıdır. Bir kimsenin iki ismi olup, birlikte söylenince, birinin meşhur olmadığı, ikincinin meşhur olduğu anlaşılır. Meşhur olmayan birincisindeki kapalılığı açıklamak için ikincisi söylenir. Bu ikincisine atf-ı beyan denir.

 

Hz.İbrahim iki kimseye baba demektedir. Birisi kendi babası, diğeri de üvey babası ve amcası olan kimsedir. İcaz, belagat ve fesahat kaidelerine göre, âyet-i kerimenin manası, (İbrahim, ismi Azer olan babasına dediği zaman) demektir. Böyle olmasaydı, sadece (Azere dediği zaman) veya (Babasına dediği zaman) demek yetişirdi. Eğer Azer kendi öz babası olsaydı Babası kelimesi fazla olurdu. Türkçe’de bile (Babam Ali geliyor) denmez, (Babam geliyor) denir.

 

Kur’an-ı kerimde amcaya baba denilmektedir. Hz.İsmail, Hz.Yakubun amcasıdır. Fakat Kur’an-ı kerimde (Amcan İsmail) denmiyor, (Baban İsmail) deniyor. Çocukları, Hz. Yakuba (Babaların İbrahim ve İsmail ve İshak...) diyor. (Bekara 133) Yani, (Baban İbrahim, baban İsmail ve baban İshak) deniyor. Halbuki Hz.İsmail, Hz.Yakubun babası değil, amcasıdır. Tefsirlerde, Kur’an-ı kerimde amcaya baba denildiği bildirilmektedir. Peygamber efendimizin yaşlı köylüye, amcaları olan Ebu Talibe ve Hz. Abbasa baba dediği, çeşitli muteber kitaplarda yazılıdır.

 

Yalnız Arablar değil, çeşitli milletlerde, amcaya, üvey babaya, kayınpedere ve yardımsever zatlara baba demek âdettir.

 

Türkiyede de, insanlara iyilik eden, onları himayesine alan kimselere mecaz olarak, "Baba adam", "Fakir babası" dendiğini hepimiz biliriz. Yaşlı kimselere de hürmeten "Baba" denir.

 

Yaşlı kadınlara da "Ayşe ana", "Fatma ana" veya "Hacı anne" dendiği meşhurdur. Böyle söylemekle, yani baba demekle, o kimse bizim babamız olmadığı gibi anne dediğimiz kadın da annemiz olmaz. Bunlar hürmet için söylenir.

 

Yine yaşlı kimselere, bir akrabalığımız olmadığı halde, "Amca, dede", yaşlı kadınlara da, "Teyze, nine" deriz. Bunlar bir saygı ifadesidir.

 

Bu bakımdan Hz.Yakubun öz babası Hz. İshak iken, Kur’an-ı kerimde, Hz.Yakuba hitaben (Baban İsmail) buyurulmuştur.

[İmam-ı Süyuti hazretleri, Kitabüd-derc-il-münife kitabında Azerin Hz. İbrahimin amcası olduğunu vesikalarla ispat etmektedir.]

 

Bütün Peygamberler Müslüman idi

Allahü teâlânın var ve bir olduğunu bildiren ilahi dinlerin hepsi, insanlar bozmadan önce, amele ait hükümler hariç, inanılacak şeylerde hepsi aynı idi. Bütün Peygamberler Müslüman idi. Mesela Yahudi ve Hıristiyanların bizim peygamberimiz dedikleri nebiler için Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:

(İbrahim ne Yahudi, ne de Hıristiyandı. O Allah’ı tanıyan doğru bir Müslümandı.) [Al-i İmran 67]

(İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunları [Müslümandır], onların Yahudi veya Hıristiyan olduğunu söyleyenlere de ki, siz mi iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah’ın bildirdiğini gizleyenden daha zalim kim olabilir.) [Bekara 140]

 

Hz. Âdem’den başlayarak, gelen bütün hak dinler, Hz. Musa’dan Peygamberimiz Muhammed aleyhisselama kadar gelen 3 din, [Musevilik, İsevilik ve İslamiyet] Allah’ın bir ve Peygamberlerinin de birer insan olduğunu bildirmiştir. Ancak Yahudiler, Hz. İsa’ya inanmadılar. Hıristiyanlar da putlara tapınmaktan kurtulamadı. Hz. İsa, (Ben de sizin gibi bir insanım. Allah’ın oğlu değilim, Onun oğlu kızı yok) dediyse de, Baba, Oğul ve kutsal ruh ismi ile 3 ayrı ilaha tapındılar.

 

Hz. Hud, Ad; Hz. Salih, Semud kavmine; Hz. Musa, Beni İsrail’e gönderilmişti. Harun, Davud, Süleyman, Zekeriyya ve Yahya "aleyhimüsselam" da, yine Beni İsrail’e gönderilmiştir. Fakat, bunların ayrı dini olmayıp, Beni İsrail’i, Hz. Musa’nın dinine davet etmişlerdi. Hz. Davud’a inen Zebur’da emir ve yasakları bildiren hükümler  yoktu. Vaaz ve nasihat dolu idi. Tevrat’ı nesh etmedi, yani, yürürlükten kaldırmadı, onu kuvvetlendirdi. Bunun için Hz. Musa’nın dini devam etti. Fakat zamanla Yahudiler Tevrat’ta değişiklik yaptılar, Musevilik bozuldu. Hz. İsa gelince, bunun dini, Hz. Musa’nın dinini nesh etti. Yani Tevrat’ın hükmü kalmadı ve bundan sonra, Hz. Musa’nın dinindeki bozulmayan hükümlerine de uymak caiz olmadı. Hz. İsa’nın dinine uymak lazım oldu. Fakat, Yahudilerin çoğu, "Biz Tevrat’a uyarız" diyerek Hz. İsa’ya iman etmedi. Bozulan Yahudilikte kaldılar.

 

Hz. İsa, Beyt-ül-lahmde doğdu. Sonra Mısıra gidip, daha sonra da. Nasıra’ya yerleşti. Burada 30 yaşında nebi oldu. Bunun için, Hz. İsa’ya iman edene Nasrani ve hepsine Nasara denir.

 

Yahudiler, Hz. Musa’nın dinine uyuyoruz, Tevrat ve Zebur okuyoruz diyor. Nasara da Hz. İsa’nın dinine uyuyoruz, İncil okuyoruz diyor. Halbuki, bütün cihana gönderilen Muhammed aleyhisselamın dini yani İslamiyet, daha önce gelmiş bütün dinleri nesh etmiştir. Sadece bozulan kısımları değil, bozulmayan kısımları da yürürlükten kaldırmıştır. İslam dininin hükmü kıyamete kadar süreceğinden, başka bir dinde bulunmak caiz olmaz. Çünkü Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:

(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran19]

(Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3]

(İslam’dan başka din arayanın bulacağı din asla kabul edilmez.) [Al-i İmran85]

 

Peygamber efendimizden sonra, hiç peygamber gelmeyecektir. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:

(Muhammed aleyhisselam, Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur.) [Ahzab 40] (Bu bakımdan ben peygamberim veya yeni peygamber gelecek diyen sapıklara itibar edilmez.)

 

Nimetlerin ihsanların en büyüğü

Allah’ın en büyük ihsanı hangisidir?

CEVAP

Allahü teâlânın, insanlara olan nimetlerinin, ihsanlarının en büyüğü, peygamberler göndermesidir. Peygamberler göndererek, razı olduğu ve razı olmadığı şeyleri bildirmiştir. Peygamberler, fen bilgilerini öğretmediler. (Bunları akıl ile araştırınız, bulunuz, faydalı işlerde kullanınız) dediler. Kendileri de, kendi zamanlarında bilinen fen vasıtalarını yaptılar ve kullandılar. Daha fazlasını ve yenilerini yapmakla uğraşmadılar. Bunları yapmayı başkalarına bıraktılar. Kendileri, Allahü teâlânın bildirdiği dini yaymaya, öğretmeye uğraştılar.

 

Eshab-ı kiram, bir gün Peygamber efendimize sordu:

- Yemen’e gidenlerimiz, orada hurma ağaçlarını, başka türlü aşıladıklarını ve daha iyi hurma aldıklarını gördük. Biz Medine’deki ağaçlarımızı babalarımızdan gördüğümüz gibi mi aşılayalım, yoksa, Yemen’de gördüğümüz gibi aşılayıp da, daha iyi ve daha bol mu elde edelim?

Resulullah efendimiz, bunlara şöyle diyebilirdi:

(Biraz bekleyin! Cebrail aleyhisselam gelince, ona sorar, anlar, size bildiririm) veya, (Biraz düşüneyim. Allahü teâlâ, kalbime doğrusunu bildirir. Ben de, size söylerim.)

Fakat böyle demedi ve şöyle buyurdu:

- Tecrübe edin! Bir kısım ağaçları, babalarınızın usulü ile, başka ağaçları da, Yemen’de öğrendiğiniz usul ile aşılayın! Hangisi daha iyi hurma verirse, her zaman o usul ile yapın!

 

Yani fennin esası olan tecrübeye güvenmeyi emir buyurdu. Kendisi meleklerden anlar veya mübarek kalbine elbette doğar idi. Fakat, dünyanın her tarafında, kıyamete kadar gelecek Müslümanların, tecrübeye, fenne güvenmelerini işaret buyurdu.

 

Eğer peygamberler gönderilmeseydi, akıl, Allah’ın varlığını anlayamaz, Onun büyüklüğünü kavrayamazdı. Nitekim, kendilerini akıllı sanan eski Yunan filozofları, Allahü teâlânın varlığını anlayamadılar, Yaratanı inkâr ettiler. Nemrut ve Firavun gibi birçok kimse de, ilahlık iddiasında bulunmuştu. Demek ki, insanların kısa akılları, bu en büyük nimeti anlayamıyor, peygamberler bildirmedikçe, sadece akılları ile bu sonsuz saadete kavuşamıyor.

 

İslamiyet’te aklın ermediği şeyler çoktur. Fakat, akla uymayan bir şey yoktur. Ahiret bilgileri ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akıl ile doğru olarak, bilinebilselerdi, binlerce peygamberin gönderilmesine lüzum kalmazdı. İnsanlar, dünya ve ahiret saadetini kendileri görebilir, bulabilirdi ve Allahü teâlâ, hâşâ peygamberleri boş yere ve lüzumsuz göndermiş olurdu. Hiçbir akıl, ahiret bilgilerini bulamayacağı, çözemeyeceği içindir ki, Allahü teâlâ, her asırda dünyanın her tarafına, peygamber göndermiş ve en son ve kıyamete kadar değiştirmemek üzere ve bütün dünyaya, peygamber olarak, Muhammed aleyhisselamı göndermiştir.

Bütün peygamberler, akıl ile bulunacak dünya işlerine dokunmayıp, yalnız bunları araştırmak, bulup faydalanmak için çalışmayı emir ve teşvik buyurmuş, kendileri dünya işlerinden her birinin, insanları ebedi saadete ve felakete nasıl sürükleyebileceklerini anlatmış ve Allahü teâlânın beğendiği ve beğenmediği şeyleri açık olarak bildirmişlerdir.

 

Peygamber gönderilmeseydi

Peygamberler olmasaydı insan, Allah’a nasıl ibadet edileceğini, nasıl şükredeceğini bilebilir miydi?

CEVAP

İnsanları var eden ve varlıkta kalabilmeleri için gereken her nimeti gönderen, Allahü teâlâdır. İyilik edene şükretmek gerektiğini herkes bilir. Allahü teâlânın nimetlerine nasıl şükredileceğini bilmek için de, yine peygamberler "aleyhimüssalevatü vetteslimat" gerekir. Onların bildirmediği şükür ve saygı, Ona layık olmaz. Ona nasıl şükür olunacağını, insan bilemez. Ona karşı saygısızlık olan bir şeyi, şükretmek ve saygı sanabilir. Şükredeyim derken, saygısızlık yapabilir. Allahü teâlâya nasıl şükredileceği, ancak peygamberlerin bildirmeleri ile anlaşılır.

 

Evliyanın kalblerine doğan (İlham) denilen bilgiler de, peygamberlere uymakla hasıl olmaktadır. İlham, akıl ile hasıl olsaydı, yalnız akıllarına uyan eski Yunan felsefecileri yoldan sapmazlardı. Allahü teâlâyı herkesten iyi anlarlardı. Halbuki, Allahü teâlânın ve Onun üstün sıfatlarının varlığını anlamakta, insanların en cahilleri, bu felsefecilerdir. Bunlardan birkaçı, peygamberlerden işiterek ve mümin olan tasavvufculardan görerek, riyazet ve mücahede yapmış, nefslerine sıkıntı vererek onu parlatmışlar, böylece birkaç şey bulabilmişler ise de nefsin safasının, parlatılmasının ve bu yoldan ele geçenlerin sapıklık olduğunu anlayamamışlardır.

 

Kalbi parlatmak, temizlemek gerekir. Kalb temizlendikten sonra, nefs temizlenmeye başlar. Nurlar önce temiz kalbe girer. Kalb temizlenmeden nefsi parlatmak, gece düşmanın yağma yapması için, ona ışık yakmaya benzer. Nefsin yardım ettiği düşman, İblistir. Evet, açlıkla, nefsin istediklerini yapmamakla, ona sıkıntı vermekle ve akıl ile aramakla da, doğruya ve saadete kavuşulabilir. Fakat, bu ancak peygamberlere ve bunların Allahü teâlâdan getirdiklerine inandıktan sonra mümkün olabilir. Çünkü peygamberlerin her sözü, yanılmayan meleklerle bildirilmiştir. Bu bilgilere, şeytan düşmanı karışamaz.

 

Bu büyüklere uymayanlar ise, şeytanın aldatmasından kurtulamazlar. Felsefecilerin büyüklerinden olan Eflatun, İsa aleyhisselamın zamanında bulunmak şerefine kavuşmuştu. Fakat, kaba cahillik yaparak, kendisinin kimseden birşey öğrenmeye ihtiyacı olmadığını sandı. O yüce Peygamberin "aleyhissalevatü vetteslimat" bereketlerinden mahrum kaldı.

 

Peygamberleri ve kitapları inkâr

(Allah’a inanıyorum, ama peygamberlere ve kitaplara inanmıyorum) diyen kimse müslüman mıdır?

CEVAP

İmanın şartı altıdır. Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahirete, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna ve öldükten sonra dirilmeye inanmaktır. Birini inkâr eden kâfir olur.

 

Her şeyi hikmetli yaratan Allah, insanları başıboş mu bırakır? Onların nasıl hareket edeceğini elbette bildirir. Peygamberleri vasıtası ile kitaplar göndererek, neleri yapıp neleri yapmamak gerektiğini bildirmiştir. Peygamberleri inkâr, Allah’ı inkâr olur.

 

Peygamberler, Allah’ın emirlerini noksansız bildirmişlerdir. Her şeye gücü yeten Allahü teâlâ, gelecekte olacak [yani yaratacağı] şeyleri de bildiği için emrini değiştirecek, yanlış iş yapacak kimseleri peygamber olarak gönderir mi? Hâşâ Allah’ın emirlerini değiştirseler, yanlış şeyler söyleseler, her şeye gücü yeten Allahü teâlâ buna mani olmaz mı? Her vasfını bildiği, en güvenilir insanları peygamber yaparak göndermiştir. Allahü teâlâ, peygamber yapacağı kimselerin durumunu, onları yaratmadan önce de biliyordu.

 

Allahü teâlâ, (Ben insanları bana ibadet etmeleri için yarattım) buyuruyor. Peygamberler, kitaplar göndermeseydi, biz Allah’a nasıl ibadet edecektik? Bir kimsenin Allah’a inanıp da onun peygamberlerine inanmaması, o kimsenin normal olmadığını gösterir.

 

Her yere Peygamber gönderilmiştir

Peygamberler niçin hep Arabistan’dan çıkmıştır? Neden Avrupa ve Uzakdoğu gibi yerlere peygamber gelmemiştir?

CEVAP

Dünyanın her tarafına, her şehrine, hatta her köyüne peygamber gönderilmiştir. Ancak bunlara inanan hiç olmadığı veya çok az olduğu için peygamber gelmemiş zannedilmektedir.

 

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

(Eski zamanlarda, bütün dünyada peygamber gönderilmedik yer kalmamış gibidir. Hatta, bundan en mahrum zannedilen, Hindistan’da bile, Hindlilerden peygamber gönderilmiştir. Bu şehirleri sayabilirim. Hatta köylere kadar peygamber gönderilmiştir. Fakat deli diyerek alay ediyor, inanmıyorlardı. Azgınlıkları artınca Allahü teâlâ da onları helak ediyordu. Bir müddet sonra başka peygamber gönderiyor, ona da böyle yapıyorlardı. Hindistan’da böylece yıkılmış şehir harabeleri çoktur.) [1/259]

[Dağda, ormanda, mağarada veya çölde yaşayıp da dinden haberi olmayan kimseler, imanlı olmadıkları için Cennete girmezler. Allah’ı, Cenneti, Cehennemi duymadığı ve inkâr etmediği için Cehenneme de girmezler. Dirildikten sonra hesaba çekilip, varsa günahları kadar mahşer yerinde azap çekeceklerdir. Herkesin hakkı verildikten sonra, bütün hayvanlar gibi, bunlar da yok edilecekler, bir yerde sonsuz kalmayacaklardır. (Mektubat-ı Rabbani, Feraid-ül fevaid, Tac)

 

Dağda, çölde yaşayıp da Peygamberleri işitmemiş olana Şahik-ul-cebel denir. Bunlar mazurdur. Peygamber gelmemiş hükmündedir. Bunların, peygamberlere inanmaları, emrolunmadı. Bunlar için Kur'an-ı kerimin İ(s.a.v.)uresinin on beşinci âyetinde, (Peygamber göndermeden önce, azap yapmayız) buyuruldu. (İsbat-ün-nübüvve)]

 

Nuh aleyhisselama ikinci baba denilmesinin sebebi nedir?

CEVAP

Nuh aleyhisselam zamanında Tufan olup, bütün dünyayı su kapladı. Yeryüzünde bulunan insanların ve hayvanların hepsi boğuldu. Fakat, Nuh aleyhisselam ile gemide bulunan müminler kurtuldu. Nuh aleyhisselam gemiye binerken, her hayvandan birer çift almış olduğundan, hayvanlar da, bunlardan üredi.

 

Nuh aleyhisselamın gemide üç oğlu vardı: Sam, Yafes ve Ham. Şimdi yer yüzünde bulunan insanlar, bu üçünün soyundandır. Bunun için, Nuh aleyhisselama ikinci baba denir.

 

Hz. İsa’dan sonra

Hz. İsa ile Peygamber efendimiz arasında peygamber gelmiş midir?

CEVAP

Hz. Âdemden beri birçok peygamber geldiği kitaplarda yazılıdır. Bunlardan bin senede bir gelene Resul denir. Her asırda en az bir peygamber gelerek, Resullerin bildirdiği dinleri kuvvetlendirmişlerdir. Resullere tâbi olan bu peygamberlere Nebi denir. Hz. İsa’dan sonra da nebiler gelmiştir. Mesela Hz. Yahya, İsa aleyhisselamla aynı senede doğmuştur. Hz. İsa’ya İncil inince, Hz. Yahya da Ona tâbi olup İncilin hükümlerini bildirmiştir. Hz. İsa’dan sonra da nebiler [peygamberler] gelmiştir. Bunlardan üçünün hayatı, Türkiye Gazetesinin yayınlarından Peygamberler Tarihi Ansiklopedisinin 5. cildinde bildirilmiştir. Bunlar, Şemun, Circis ve Halid bin Sinandır. (Aleyhimüsselam)

 

Mürsel peygamberler

Hz. İsa resul olarak gelince, Hz.Musa’nın dini ile amel etmek caiz mi idi?

CEVAP

Hz. Âdemden beri, her bin senede bir Resul gelirdi. Her yüz senede bir veya birkaç Nebi denilen peygamber gelirdi. Resul ve Nebi olan bütün peygamberler, hep aynı esaslara iman edilmesini istemişlerdir. Yani Hz. Âdemin bildirdiği iman ile, Peygamber efendimizin bildirdiği iman aynı idi. İmanda değişiklik olmaz. Amele ait hükümlerde zamanla değişiklikler oldu. Önceleri haram olan bir şey, sonra helal, önce helal olan bir şey sonra haram olmuştur.

 

Bir resul gelince, bunun geldiğini duyanların, artık önceki Resulün bildirdikleri ile amel etmeleri caiz olmaz. Mesela Hz. İsa gelince, bunu işitenlerin artık Hz. Musa’nın getirdiği hükümlerle amel etmeleri caiz değildi. Ancak başka bir beldede bulunup da Hz. İsa’nın geldiğini işitmemiş olanlar, bundan müstesnadır. Onların yine Hz. Musa’nın dini ile amel etmeleri gerekirdi.

 

Eğer bir mürsel peygamberin getirdiği din zamanla tahrif olmuş, değişmişse, ona da uyulmaz. Ondan önce gelmiş, tahrif olmamış din ile amel edilir.

 

Hz. İsa gelmeden önce, Hz. Musa’nın dini tahrif olmuştu. Hz. Üzeyre Allah’ın oğlu deniyordu. Hz. İsa’nın gelişinden kısa bir müddet sonra da, Isevilik tahrif olmuş, hak olarak hiçbir yerde kalmamıştı. Hz. İsa’ya "tanrı" veya "tanrının oğlu" deniyordu.

 

Akl-ı selim sahipleri, tahrif olmuş bu dinlere uymadılar. Daha önce gelen ve bozulmamış olan Hz. İbrahimin dinine tâbi oldular. Peygamber efendimizin mübarek ana-babası ve Mekke’deki birçok kimse, bu sebeple Hz. İbrahim’in dini ile amel etmişlerdir.

 

Hz. İsa’nın müjdesi

İncilde Peygamber efendimizin geleceği bildirilmiş midir?

CEVAP

İsa aleyhisselamdan sonra, bir son Peygamber (aleyhissalatü vesselam) geleceği İncilde bildirilmişti. Bu haber, bütün tahriflere rağmen bugünkü bozuk İncillerde bile vardır. Yuhanna İncilinin 14.babının 16.âyetinde İsa aleyhisselam;

(Allah size, sizinle beraber kalacak bir teselli edici gönderecektir) demektedir.

 

26. âyetinde ise, (Bu hakiki tesellici size her şeyi öğretecek ve size benim öğrettiklerimi de hatırlatacaktır) demektedir.

 

16.babın 13.âyetinde ise, (O, size her hakikate yol gösterecektir. Zira O, size kendiliğinden bir şey söylemeyecek, fakat Allah’ın söylediklerini size bildirecektir) demektedir. [Hıristiyanlar (Tesellici) kelimesini (Ruh) diye tercümede ısrar ederler.]

 

Bundan başka, Kitab-ı mukaddesin Eski Ahd (Tevrat) kısmında Arab ırkından bir Peygamber geleceği yazılıdır. Tesniyenin 18.babının 15.âyetinde, Musa aleyhisselamın İsraillilere, (Rab sizin için aranızdan, kardeşlerinizden benim gibi bir Peygamber “aleyhissalatü vesselam” çıkaracaktır) dediği yazılıdır. Burada bahis konusu olan İsraillilerin kardeşleri, İsmaililer yani arablardır. İşte İncilde ve Tevratta yazılı olan ve Arab ırkından geleceği müjdelenen bu son Peygamber, Muhammed aleyhisselamdır.

 

Barnabas İncilinde, Hz. İsa’nın, son Peygamberin geleceğini, isminin [Muhammed ile aynı manadaki] Ahmed olacağını) bildirdiği açıkça yazılıdır. Bu husus, Kur'an-ı kerimde de bildirilmektedir:

(Meryem oğlu İsa "Ey İsrailoğulları, benden önce gelmiş olan Tevratı tasdik eden, benden sonra gelecek ve ismi Ahmed olan bir Peygamberi müjdeleyen, size gönderilmiş bir Peygamberim" demişti. Ancak, o kendilerine apaçık delillerle [mucizelerle] gelince, bu apaçık bir sihirdir dediler.) [Saf 6]

 

Gayri müslimler, Peygamber efendimizin mucizelerine sihir dedikleri gibi, Hz. Musa ve Hz. İsa’nın mucizelerine de sihir demişlerdi.

 

Hz. İsa, peygamber olduğunu bildirince, yahudiler, mucize göstermesini istediler. "Bu hastayı iyileştir" dediler. O da mübarek elini sürünce hasta iyileşti. "Şu körün gözünü aç" dediler. O da mübarek elini sürünce gözleri açıldı. Baktılar dedikleri oluyor. Daha zor bir şey istediler. "Şu ölüleri dirilt" dediler.

Hz. İsa, dua edince, istedikleri ölüler de dirildi. Daha zor bir şey aradılar. "Çamurdan bir kuş yap, memeli ve dişleri olsun, hayz görsün, yavru doğursun" dediler.

 

Hz. İsa, çamurdan yaptığı şekle üfürünce, bildirdikleri vasıfta bir hayvan [yarasa] meydana geldi. (Al-i İmran 4)

 

Hz. İsa beşikte konuştu ve çeşitli mucizeler gösterdi. Peygamber efendimizin de bin kadar mucizesi görüldü. Buna rağmen yahudiler ve diğer kâfirler "Bu bir sihir" diyerek inanmadılar.

 

Hz. İsa, son peygamber Muhammed aleyhisselamı müjdeleyince, havariler, Onun ümmetinin nasıl olacağını sual ettiler. Hz. İsa da (Bizden sonra gelecek ümmet, âlim, hakim, takva ehli iyi insanlardır. Allahü teâlâdan gelen az rızka razı olacaklar. Allahü teâlâ da, onların az ameline razı olacaktır) buyurdu. Bu vasıfların hepsi Eshab-ı kiramda var idi. (Tibyan)

 

“Sizi boş yere mi yarattık?”

Bir arkadaş “ Hiçbir şey kendiliğinden olamayacağı için Allah’a inanıyorum, ama dinlere, peygamberlere, ahirete inanmıyorum” diyor. Buna ahiretin varlığını nasıl inandırabilirim?

CEVAP

Arkadaş sözünde samimi değildir. Çünkü Nasreddin Hocanın, doğduğuna inanıyorsun da öldüğüne niye inanmıyorsun dediği gibi, “Ben öğrenciyim ama, öğretmene, derse, imtihana inanmam denir mi? Ben kanuna inanırım ama, savcıya, mahkemeye inanmam denir mi?

 

İstisnalar hariç, bütün fen adamları, bu kâinatın kendiliğinden var olmadığını, bir yaratıcısının bulunduğunu ittifakla bildirmişlerdir. Fen ne kadar ilerlerse ilerlesin, insanlar, bir karıncayı, bir kuşu, bir arpa tanesini yaratamaz. Akıllı ve bilgili bir kimse, kâinata bakınca, çok intizamlı yaratıldığını görür. Bunun kendiliğinden olmadığını anlar. Bir insan bir alet, bir makine yapınca bunun nasıl ve nerelerde kullanılacağına dair bir prospektüsünü [tarifesini] de yanına koyar. Yine de anlaşılması zor ise, kullanması için kurslar açar. Bir makine yanlış kullanılırsa elden çıkar. Her şeyin yaratıcısı olan cenab-ı Allah da, insan denilen bu muazzam makineyi yaratıp başıboş bırakmamıştır. Bir âyet meali:

(Sizi boş yere yarattığımızı mı sandınız?) [Müminun 115]

 

Başıboş yaratılmayan insanın, ne yapması gerektiğini elçileri vasıtası ile, kitaplar göndererek bildirmiştir. Son elçi olan Muhammed aleyhisselama gönderilen kitabı ise Kur'an-ı kerimdir. Kur'an-ı kerim çok veciz olduğu için, Peygamber efendimiz bunu hadis-i şerifleri ile açıklamıştır. Hadis-i şerifler de, diğer insanların sözlerine göre veciz olduğu için, bizlerin kolayca anlayabilmesi için âlimler bunları açıklamıştır. Bu, doktor ve eczacının ilacı hastaya verirken, aç karnına-tok karnına, sabah akşam birer tane, suyla iç, sütle içme gibi tarifine benzetilebilir. Kur'an-ı kerimde insanın niçin yaratıldığı bildirilmiştir: 

(Cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.) [Zariyat 56]

 

Allahü teâlâ, “Emrime uyan Cennete, uymayan ise Cehenneme gidecektir” buyurmuştur. İbadetlerin faydası Allahü teâlâya değil, herkesin kendinedir. Maaşla çalışan bir doktor, bir hastaya ilaç verse, ilacın doktora faydası yok diye o ilacı kullanmamak akla uygun değildir. Zehir içsem doktora ne zararı olur diyerek zehir içmesi de ahmaklıktır. İşte, günahlarımın Allah’a bir zararı yok diyerek, her çeşit günahı işlemek akıllı insanın yapacağı iş değildir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:

(Akıllı kimse, Allah’a ve Peygamberine inanan ve ibadetlerini yapandır.) [İ.Muhber]

 

Öldükten sonra başına gelecekleri düşünmeyene, kendisini ebedi tehlikeye atana akıllı denebilir mi? Kur'an-ı kerimin çok yerinde, (Düşünmüyor musunuz?) diye ikaz edilmektedir. Hadis-i şerifte, (Aklı olmayanın dini de yoktur) buyurulmuştur. (Tirmizi)

 

Her insanın yaptığı ibadetin faydası kendisinedir. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:

(Kim, [ibadetlerini yapar ve günahlarından] temizlenirse, faydası kendisinedir.) [Fatır 18]

 

(Benim ibadetime Allah’ın ihtiyacı yok) diye, yanlış düşünen kimse, perhiz yapmayan hastaya benzer. Bu hastasına doktor, perhiz tavsiye ediyor. Bu ise, “Perhiz yapmazsam doktora hiç zararı olmaz” diyerek, perhiz yapmıyor. Evet doktora zararı olmaz, ama kendine zarar vermektedir. Doktor, kendine faydası olduğu için değil, onun hastalıktan kurtulması için, perhiz yapmasını tavsiye etmiştir. Doktorun tavsiyesine uyarsa, şifa bulur. Uymazsa ölür gider. Tabibin bundan hiç zararı olmaz. Bunun gibi, (Allah’ın benim ibadetime ihtiyacı yok) diyerek ibadetten kaçanlar da, Cehenneme gider.