Görülmeyen şey
yok mudur? Ateistler, (Melek, cin, şeytan gibi varlıkları göremiyoruz. Görülmeyen şey yoktur) diyorlar. Adları üstünde, dinsiz oldukları için bu düşüncelerini yadırgamıyoruz. Fakat bir ilahiyat profesörü, melek diye bir şey yok, tabiat kuvvetleridir, bir başka ilahiyatçı da Cebrail diye bir melek yoktur, vahyin gelişi ruh ile irtibat, iletişim kurmasıdır, diyor. Bir başka sapık da, cinler, vücudumuza giren mikroplardır, hastalık yaparlar diyor. Bunların ateistlerden farklı tarafları ne? CEVAP Ateistlerden farklı
tarafları tevilli konuşmalarıdır. Yoksa melek, cin ve şeytanı inkâr
eden kâfir olur. Bunlar Kur’an-ı kerimde açıkça yazılıdır. Dünya, bir imtihan yeridir. Allahü teâlâ, Bekara suresinin başında gayba imanı, yani görmeden inanmamızı emretmiştir. İyi ile kötünün, inananla inanmayanın ayırt edilmesi için bir imtihan gerekir. Allahü telâlâ imtihan etmeden de kullarının ne yapacağını, suç, günah işleyeceğini bilir. Fakat, henüz suç işlemeden cezalandırılsa, (Suçum yokken, imtihan edilmeden, beni cezalandırmak doğru değil) diyebilir. İşte bunun gibi sebeplerle, insanlar imtihan için dünyaya getirilmiştir. Söz dinleyenle, dinlemeyen, suç işleyenle işlemeyen belli olsun diye, bazı yasaklar konmuş, bazı ibadetleri yapma mecburiyeti getirilmiştir. Mesela (domuz eti veya
besmelesiz kesilen kuzu eti niye haram) diye soruluyor. Etin mutlaka
bir zararı olduğu için değil, emri dinleyenle dinlemeyen belli olsun
diye de haram edilmiş olamaz mı? Bu öyle bir imtihan
ki sorular da, cevaplar da bellidir. [Üstelik kopya çekmekte
serbesttir. İstediğin kitaba da bakman serbesttir. Üstelik hocaya sorman
da serbesttir, hem de istediğin kadar. Hatta ve hatta imtihanı edenden
de yardım istemen, Ona sığınman da serbesttir. Akıl ve insaf sahibi
herkes, bu şekildeki imtihandan, Allahü teâlânın kullarına olan merhametini
anlamalıdır. Haşa zulmetmez kuluna hüdâsı, herkesin çektiği kendi cezası.] Kabirde ne sorulacak,
ahirette ne sorulacak hepsi bellidir. Ben soruları ve cevapları bilmiyordum
diye itiraz edilemeyecektir. Cin, şeytan, nazar,
Cennet, Cehennem gibi şeylerin görülmemesi de bir imtihandır. Görüldükten
sonra imtihanın ne önemi kalır? Çok çalışkan ve bilgili bir öğrenci
ile çok tembel ve cahil bir öğrenci imtihana girse, sorular ve cevaplar
belli olsa, ikisi de aynı şeyi yazacak, o zaman çalışkan talebe ile
tembel olan ayrılmayacaktır. Bilenle bilmeyenin ayrılması için [daha
doğrusu inananla inanmayanın ayrılması için] bir imtihan gerekmez mi? Görülmeyen her şeye
yok demek, aklı bırakıp, duyulara tâbi olmak demektir. Hayvanlar duyularına
tâbi olur; insan ise, akla tâbi olur. İnsanların duyuları, hayvanlarınkinden
daha geridedir. Köpek çok kuvvetli koku alır. İnsan, bu kadar koku alamaz,
gecenin zifiri karanlığında yarasa gibi hareket edemez. İnsan, ışık
olmadan, karanlıkta göremediği halde, kedi görebiliyor. O halde göze
değil, akla göre karar vermek gerekir. Mıknatısın manyetik gücünü gözle göremiyoruz. Fakat demiri
çekmesinden mıknatısta bir güç olduğunu anlıyoruz. Kumanda aleti ile,
TV’yi açıp kapatıyoruz. Kumanda aletinde gözle görmediğimiz bir güç,
bu işleri yapıyor. Uzaktan kumandalı bir aletle, otonun kapıları açılabiliyor.
Fakat bu işi yapan gücü göremiyoruz. O halde, hisse değil, akla değer
vermek gerekir. Lazer ışınları ile ameliyat yapılıyor, demir kesiliyor.
Bu ışınları ve manyetik dalgaları gözle göremiyoruz. Göremediğimize
yok demek akla, ilme uygun değildir. Bir teldeki elektrik
akımını gözle göremiyoruz. Fakat yaptığı işlerden, içinde cereyan olduğunu
anlıyoruz. Gözle görmediğimiz için cereyanı inkâr edemeyiz. Yer çekimini
de gözle göremiyoruz. Fakat cisimlerin havaya değil de yere düşmesinden,
yerde bir çekim kuvvetinin olduğunu anlıyoruz. İnsanları ayakta tutup
hareket etmesini sağladığı için ruhun varlığını anlıyoruz. Fakat gözle
göremiyoruz. Hakkı bâtıldan ayıran insana akıllı diyoruz. Fakat aklı
da göremiyoruz. Görülmediği halde, varlığı akılla anlaşılan çok şey
vardır. Kimisi, bir şeye bakıp beğendiği zaman gözlerinden çıkan şualar,
yani nazar, canlı cansız şeylerin bozulmasına sebep oluyor. Fen, belki
bir gün, şuaları ve etkilerini daha iyi açıklayacaktır. Kısacası,
tekrar edelim, göremediğimize yok demek akla, ilme uygun değildir. Görülmeyen
her şeye yok demek, aklı bırakıp, duyulara tâbi olmak demektir. Hayvanlar
duyularına tâbi olur; insan ise, akla tâbi olur.
Cin vardırMutezilenin bir kısmı
cinni inkâr ederken, bir kısmı, cinnin
varlığını kabul eder; fakat cinnin insana
zarar verdiğini inkâr eder. Nur-ül-İslam kitabında diyor ki: Cinlerin ilk babası
Can’dır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Canı da daha önce, zehirli, dumansız ateşten yarattık.) [Hicr 27] Şeytanlar, iblisin züriyetindendir. İblis de cin taifesindendir. Kur'an-ı kerimde
buyuruluyor ki: (İblis cinlerdendi.) [Kehf 50] Cin suresinin ilk
âyetlerinde, cinlerden iman edenlerin de olduğu bildirilmektedir. (Nas) suresinde cinlerden insanlara zarar
verenlerin bulunduğu, zararlarından Allah’a sığınılması bildirilmektedir.
Bu bakımdan cinleri inkâr edip, onların insanlara zarar verdiğini inkâr
eden kâfir olur. Süleyman aleyhisselamın cinlerden de düzenli askerleri
olduğu Kur'an-ı kerimde bildirilmiştir. (Neml
17) Cehennem, cin ve insanlarla
doldurulacaktır. (Secde 13) Cinler de insanlar gibi,
Allah’ı tanımak ve Ona ibadet etmek için yaratılmıştır. (Zariyat 56) Kur'an-ı kerimde cin ile ilgili daha birçok âyet-i kerime vardır. Hadis-i şerifte cinlerden korunmak için dualar bildirilmiştir. Göz ile görmediğini inkâr etmek, akla da, ilme de aykırıdır. Akıl, göze değil, göz
akla bağlıdır. Göz her şeyi göremez. Mesela tecrübeler neticesinde havanın
içinde çeşitli gazlar bulunduğunu biliyoruz. Gözümüzle havayı ve içindeki
gazları göremiyoruz. Göremediğimiz için, aklımızı göze tâbi kılarak
(Hava ve gaz diye bir şey yoktur, olsaydı görürdük) demek aklı, tecrübeyi
hiçe saymak olur. Bugün fen yolu ile suyun
oksijen ve hidrojen denilen 2 gazdan meydana geldiğini biliyoruz. Bu
gazların biri yakıcı, diğeri de yanıcıdır. Suya bakınca ne oksijeni,
ne de hidrojeni görmemiz mümkün olmaz. Hatta su renksiz olduğu için
ağzına kadar dolu bir şişedeki suyu bile göremeyiz. Aklı göze tâbi kılarak
(Şişede su, suda da gaz yoktur) diyebilir miyiz? Aklın önemi, insanlığın şerefi, gözün görme kuvvetiyle ölçülseydi, kedinin insandan daha şerefli olması gerekirdi. Çünkü insan, ışık olmadan, karanlıkta göremezken kedi görebiliyor. O halde göze değil, akla göre karar vermek gerekir. Bazı zehirli gazlar,
renksiz ve kokusuz olduğu için görülemez ve varlığı anlaşılamaz. Tüpteki
bir gazın çıkıp da odadaki insanları zehirlememesi için gaza koku katılır.
Bu sayede bir odadaki gazı gözümüzle görmediğimiz halde, kokusundan
dolayı anlarız. İki biberin birinin tatlı, diğerinin acı olduğunu gözümüzle anlayamayız. Gözün vazifesi bu değildir. Göz, belli bir uzaklıktan sonraki ve belli bir büyüklükten daha küçük olan cisimleri göremez. Küçük mikroplar görülemediği gibi, çok uzaktaki koca bir insan da görülemez. Göremediğimiz için bunların yokluğu iddia edilemez. Bazı gezegenlerin varlığından
haberdar değiliz. Bugünkü fen, bunları anlayamadığı için başka gezegenlerin
yokluğu iddia edilemez. Canlıları ayakta tutan ruhu da göremiyoruz,
ama inkârı mümkün değildir. Cinni inkâr etmek, Allahü teâlâyı inkâr etmektir. Bunun için aklı,
fenni, göze tâbi kılmamalıdır! Aksine gözü, akla tâbi kılmalıdır! Akıl
da tek başına hakkı bulamaz. Akıl göz gibi, İslamiyet de ışık gibidir.
Yani aklın doğru karar verebilmesi için İslamiyet
ışığına ihtiyacı vardır. 1’den
önce sayı var mı?
Allahü teâlâyı inkâr
eden zeki bir dehri [ateist] vardı. Hıristiyan
din adamları bu dehriye cevap veremeyince,
sana ancak islam âlimleri cevap verebilir diyerek onu Basra’ya gönderirler.
Basra’ya gelip, dünyada bana cevap verebilecek bir âlim bulamadım der.
Herkese meydan okur. Hammad hazretleri (hele
önce bizim çocuklarla tartış, gerekirse âlimlerle görüşürsün) der, onun
karşısına genç yaştaki Numan
bin Sabit’i [imam-ı
a’zam Ebu Hanife hazretlerini] çıkarır. Dehri, çocuk denilecek yaştaki bir gençle tartışmayı
gururuna yediremez. Kürsüye yumruk vurur, “Hani nerede, o meşhur âlimleriniz”
der. Genç Numan bin
Sabit onu, onun silahı ile vurur. “Ne o der, demek benden korkmaya başladın?”
Dehri bu söze tahammül edemeyerek ilk sorusunu sorar: - Var olan şeyin
başlangıcı ve sonu olmaması mümkün mü? - Mümkündür. - Nasıl olur? - Sayıları bilirsin birden önce hangi sayı
vardır? - Bir şey yoktur. - Mecazi bir olanın önünde bir şey olmayınca,
hakiki bir olanın önünde ne olabilir? - Peki hakiki
olanın yönü ne tarafadır? - Mumun ışığı ne taraftadır? - Bir tarafta
denemez. - Mecazi ışık için böyle denirse ebedi nur
olan için ne denebilir? - Her var olanın
bir yeri olması gerekmez mi? - Mahluklar için öyledir. - İlah kâinatta
ise, bir yerde görünmesi gerekmez mi? - Yaratan ile yaratılan mukayese edilmez ama
sütte yağı görebiliyor musun? - Görülmez. - Sütte yağ olduğu bir gerçek iken, göremiyoruz
diye nasıl inkâr edilir? Ben de sana bir soru sorayım: Senin aklın var
mı? - Elbette var.
- Var olan şey görünür dedin. Aklın varsa gösterebilir
misin? - Peki O, şu anda
ne yapmaktadır? - Sen bütün
soruları kürsüden sordun. Biraz da ben kürsüden cevap vereyim. - Peki geç kürsüye. İmam-ı a’zam olacak
bu genç, kürsüye çıkıp, “Allahü
teâlâ şu anda, senin gibi imansız bir dehriyi
kürsüden indiriyor ve benim gibi bir muvahhidi
kürsüye çıkarıyor” der ve adından Rahman suresinin (Öyleyken Rabbinizin
hangi nimetlerini inkâr edebilirsiniz?) mealindeki 28. âyetini
okur. Kalabalık hep bir ağızdan istiğfara başlar. Bu arada dehri
çoktan uzaklaşıp gitmiştir. |