Kâinatta tesadüflere yer yoktur Kâinatta tesadüfe yer var mıdır? CEVAP
Kâinata bakılınca, her şeyin bir nizam intizam içinde olduğu, hiçbir şeyin başıboş olmadığı görülür. Bunu ilim ve fen adamları daha iyi bilir. Fezada saatte 1600 km. hızla dönmekte olan, içi ateş dolu bir gezegen olan dünyanın üzerinde, yalnız yer çekimi kuvveti ile kalarak, insanın ve diğer canlı varlıkların yaşaması ne büyük bir harikadır. Işık saçan güneş, en uygun ısı ile bitkilerin yetişmesini, bazılarının içinde ise, kimyasal değişikler yaparak un, şeker ve daha nice gıda ve deva maddelerinin meydana gelmesini temin eder. Halbuki, dünya kâinat içinde ufacık bir varlıktır. Güneş etrafında dönen gezegenlerden meydana gelen ve içinde dünyanın da bulunduğu güneş sistemi, kâinat içinde bulunan ve sayısı bilinmeyen pek çok sistemlerden biridir. Güneşin ışınlarının, 150 milyon km uzağındaki dünyaya ancak
milyarda biri gelmektedir. Sadece bu kadar bile arz- atmosfer makinesini
çalıştırmaya yetmektedir. Yani bütün canlıların hayatiyetlerini devam
ettirebilmeleri mümkün olabilmektedir. Güneşin sıcaklığı, sathında 5500, merkezinde ise 20 milyon
dereceyi bulur. Dünyanın güneşe olan mesafesi, bizim ihtiyacımız olan
sıcaklığı alacak kadar ayarlanmıştır. Eğer dünyanın güneşe olan uzaklığı
daha fazla olsaydı, dünyaya daha az ışık gelir, soğuktan hiçbir canlı
var olamazdı. Dünya, güneşe 150 milyon km’den
daha yakın olsaydı, daha fazla ışık gelirdi ve sıcaklıktan hiçbir canlı
var olamazdı. Atmosferde, su buharı bulunduğu için, radyasyon kaybından ötürü
geceleri yeryüzünün aşırı soğumasını, sebze ve meyvelerin donmasını
da önler. Gece ile gündüz arasında çok aşırı sıcaklık farkı da görülmez.
Toprak üstündeki su, ya buharlaşarak havaya geçer, yahut toprak altına
sızarak, yer altı sularını meydana getirir. Suyun en önemli kaynağı
okyanuslardır. Dünyanın dörtte üçü su ile kaplıdır. Su bu kadar geniş
alana yayılmakla kâfi buharlaşmayı sağlar, yağış rejimini düzenler. Eğer, okyanusların dağılımı şimdiki gibi yaygın olmasaydı,
yağmurda önemli ölçüde bir azalma görülür, neticede, şiddetli bir kuraklık
hüküm sürerdi. Okyanuslardan buharlaşan su, sadece okyanuslar üzerine
düşmez. Su buharı olarak havaya karışır ve üst atmosferdeki kuvvetli
rüzgarlarla dünya üzerine dağılır, böylece ihtiyaç duyulan nem, değişik
bölgelere kadar ulaşır. Her bölge, az veya çok suya, "rahmete"
kavuşur. Her madde, ısınınca hacmi büyür, soğuyunca küçülür. Fakat su
+4°C’den itibaren soğursa hacmi genişler.
Suda bu özellik olmasaydı, deniz ve göllerde buz haline gelen su tabakası
dibe çöker ve bu olay 0°C ve daha düşük sıcaklıkta tekrarlanarak neticede
suların buz tabakaları yığını haline gelmesine sebep olur, böylece buradaki
bütün canlılar ölürdü. Suyun böyle bir özelliğe sahip olması bir tesadüf
müdür? Suyun bu özelliğinin de bir gaye için olduğu görülür. Bir gayeye
hizmet eden sebep ise tesadüf olamaz. Şuursuz tabiat böyle bir şeyi
yapamaz. Şuurlu olan insanlar da yapamaz. Bunu ancak insanları da yaratan
bir kudret sahibi yapabilir. En büyük iplik fabrikalarının, modern makinelerle yaptığı ipek,
küçük bir ipek böceğinin yaptığı ipek randımanının çok altındadır. Eğer ağustos böceğinin boyu, bugünkü ses cihazları kadar büyütülse,
yapılan hesaplara göre çıkaracağı sesle camlar kırılır, duvarlar yıkılırdı.
Bunun gibi, eğer bir ateş böceği, bir sokak lambası kadar büyütülmüş
olsa, bütün bir mahalleyi gündüz gibi aydınlatırdı. Böyle akıl almaz
derecede mükemmel ve muazzam eserleri hikmetli bir şekilde ancak sonsuz
bir kudret sahibi yaratabilir. Bu yaratıcının hiç değişmemesi ve sonsuz
var olması gerekir. İşte bu yaratıcı Allah’tır. Okyanusların 800 m.den daha fazla olan derinliklerinde yaşayan
balıklar, havaya çıkarılınca parçalandığı gibi, insanlar da, hava basıncı
altından çıkarılınca yaşayamaz. Hava hepimizi onbeş
ton kuvvetle ezdiği halde, pestil haline gelmeyişimiz, teneffüs sayesindedir.
Teneffüs yolları, akciğer keseleri, kapiller
ve kan damarları ile, vücudumuzun bütün hücrelerine hava gider. İçimizde
de, dıştaki tazyike eşit bir basınç mevcuttur. Hayvanların
yaratılışı Allahü teâlâ, sayısız hayvan yarattı. Bir kısmının zararından
emin olmak, bir kısmının da insanlara itaat etmesi için, onlara akıl
vermedi. Mesela bir çocuk, bir koyun sürüsünü güdebilir. Et yiyen hayvanların kolay avlanabilmeleri için, onlara sıçrama
kabiliyeti, parçalayıcı dişler ve pençe ihsan etti. Av veya polis köpeğini
insanların menfaatine uygun kabiliyette yarattı. Bazı hayvanları binmeye
ve yük taşımaya elverişli, bazılarının etinden, sütünden, derisinden,
yününden, yumurtasından, kemiğinden, dişlerinden istifade edilecek vasıfta
yarattı. Nesillerini devam ettirebilmeleri için her hayvanın cinsine
göre en uygun şekilde üreme organlarını da yarattı. Fil, hortumu sayesinde yerden bir şey alıp ağzına götürür.
Filin hortumu su içmeye mahsus bir kap, yiyeceklerini toplayıcı bir
el, nefes alacak bir burun, sırtına yük yükleyecek bir kol, ağırlık
kaldırıcı bir vinçtir. Allahü teâlâ, fili binicilerinin faydalanacağı
bir vasıta olarak yaratmış, ayrıca özel anlayış kabiliyeti de vermiştir.
Bu sayede ehlileştirilip yük taşır ve harpte kullanılır. Zürefa, yüksek yaylalarda, kayalık, ağaçlık
yerlerde yaşar. Cenab-ı Hakkın kendisine ihsan ettiği uzun boynu sayesinde
diğer hayvanların yetişemediği, çıkamadığı yüksek yerlerdeki otlardan,
ağaçların tepesinden rızkını temin eder. Balık suda yaşar. Allahü teâlâ, balıkların suda kolayca gidebilmeleri
için yüzgeçler yaratmıştır. Suda boğulup ölmemeleri için akciğer yaratmamıştır.
Su içindeki oksijeni alabilecek solungaçlar yarattı. Balığın ayağı olmadığı
halde suda çok süratli hareket edebiliyor. Deniz üzerinde uçan kanatlı
balıklar da vardır. Mürekkep balığı tehlikeyi sezdiği zaman, derhal
bir boya ifraz ederek görünmez olur, nereye gittiği anlaşılamaz. Bukalemun, hareket kabiliyeti az olduğu için düşmanlarından
kaçamaz. Fakat Allahü teâlâ buna renk değiştirme hususiyeti vermiştir.
Çevreye kolaylıkla uyar. Kırmızı, yeşil veya sarı renge bürünebilir.
Bulunduğu yerin rengine uyarak, kamufle olur, düşmanlarından korunabilir.
Gözleri her tarafa dönebilecek şekilde yaratılmıştır. Bir gözüyle karşısına
bakarken, öteki gözüyle de arkasını görebilir. Öyle ki, avını veya düşmanını
başını çevirmeden görebilir. Vücudunun uzunluğu kadar dili vardır. Ta
arkasındaki avına kolayca ulaşabilir, dilini bir ok gibi fırlatır. Dilinin
ucu yapışkan olduğundan avını hemen yakalar. Dilin ucundaki yapışkan
kısma isabet eden avın kurtulma ihtimali yoktur. Her hayvana rızkını
ve düşmanı için silahını yaratan Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.
Karınca, topladığı danelerin yerdeki
nem sebebiyle yeşerip bitmemesi için daneleri
parçalar. Islanan danelerin çürüyüp bozulmaması
için de dışarı çıkarıp kurutur. Sellerin zarar vermemesi için yuvasını
yüksek yere yapar. Allahü teâlâ, cemiyet halinde yaşamayı, yardımlaşmayı,
kış için azık toplamayı karıncaya ilham etmiştir. Bu ilhamı veren cenab-ı
Hakkın şanı çok yücedir. Arı da cemiyet halinde yaşar. Her grup kendisine bir başkan
seçer. Eğer ikinci bir başkan çıkarsa onu öldürürler. Arı dışkılarını
balın içine koymaz. Dışarıya bırakır. Uzak yerlere gidip dolaştıktan
sonra şaşırmadan kovanını bulur. Balın imalini, yapısını, faydalarını,
bal mumunu, peteklerin altıgen şeklinde yapılışını anlatmak için kitap
yazmak gerekir. Akılları durdurucu duyguları arıya ilham eden Allahü
teâlânın hikmetlerini anlamak ve anlatmak mümkün müdür? Karasinek, altı ayaklı olarak yaratılmıştır. Dördü ile yürür,
ikisi yedektir. Yürüdüğü ayakları çamurlanırsa yedek ayakları ile bunları
silip kurular. Örümcek, yuvasını yapmak ve avına tuzak kurmak için ağ deposu
ile yaratılmıştır. Kurduğu ağ, sineklerin ve bazı böceklerin ayaklarına
takılır, örümcek, tuzağa yakalanan haşereyi, sıvı bir madde ile etrafını
sarar, her an taze yiyebilmek için onu konserve haline getirir. Acıkınca
biraz yer, sonra yediği yeri mumyalar. Bütün bu işleri örümceğe ilham
eden Allahü teâlânın hikmetlerini düşünüp kulluk vazifemizi yapmalıyız. İpekböceği gibi hangi modern fabrika, ağaç yaprağından sağlam
kumaş imal edebilir? İpekböceğine dut yaprağı yemesini, ondan ipek imal
etmesini ilham eden Allahü teâlâ, insanların istifadeleri için neler
yaratıyor. İpekböceği, zamanla kelebek olur. Eğer kurt [larva] halinde
kalsalardı, üremeleri mümkün olmazdı. Bunlara nasıl tesadüf denir? Ayaksız yürüyen yılan, su içer, inek de su içer. Aynı su, birinde
zehir, birinde süt olur. Kaplumbağa tehlike görünce büzülüp taş haline
gelir, kirpi de keven dikeni gibi büzülür. Ateş böceği ışık saçar. Tahtakurusu, kan emmek için duyargasının ısı ve koku alma yolu
ile kan emeceği insanı tanır. Çünkü böceğin duyargası hassas bir antendir.
Bununla, hafif bir ısının yol açtığı hava dalgasını fark eder. Kanını
sevdiği bir insanın etrafına birkaç sıra kanını sevmediği kişilerden
barikat kurulsa, tahtakurusu hepsini geçip kanını sevdiği insana gelir.
Kiminden kaçar kimine koşar. Küçücük böceği böyle bir hisle yaratan
Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur. Her hayvan ve her vasıta çöldeki
kuma batmadan kolaylıkla gidemez. Çölde her zaman su bulmak güçtür.
Kavurucu sıcaklar su kaybına, terlemeye sebep olur. Allahü teâlâ, çölün
şartlarına uygun bir hayvan yaratmıştır. Bu acaip
hayvan devedir. Ayaklarının tabanı yastık gibi yumuşak olduğundan, diğer
hayvanların aksine kuma batmaz. Deve, uzun müddet yiyip içmeden yaşayabilen
bir hayvandır. Çölde aç kalan deve, vücudundaki yağları yakarak lüzumlu
gıdasını temin eder. Hörgücü yağ deposudur. Uzun çöl yolculuğunda yedek
gıda deposu olan hörgücünün yavaş yavaş azaldığı
görülür. Böylece kendi kendini besleyebildiği için açlık deve için bir
mesele sayılmaz. Devenin, ikinci mühim hususiyeti
de susuz yaşayabilmesidir. Kızgın kumlar üzerinde ağır yükün altında
bir hafta su içmeden yol alabilir. Bu şaşılacak bir vasıftır. Fakat
Allahü teâlâ için zor bir şey olmadığı için deveyi çöl ikliminin şartlarına
uygun yaratmıştır. Devenin yağ deposu olan hörgücü aynı
zamanda bir su kaynağıdır. Bilim adamlarının aklının alamadığı kimyevi
hadiseler neticesinde, hörgüçteki yağ suya da dönmektedir. Yağ, hem
gıda, hem de su ihtiyacını karşılamaktadır. Nemli bir yere çöken deve, ihtiyacı
olan suyu, yerin neminden alır. Tüyleri, güneşin sıcaklığını yansıtabildiğinden,
sıcağın yakıcı tesirinden korunarak su ihtiyacı hissetmez. Devenin başka
bir hususiyeti de, vücuttaki suyun kaybolmaması için hemen hemen hiç terlemeyecek şekilde, kum fırtınasında kumların
burnuna kaçmaması için burnu hemen kapanacak şekilde yaratılmıştır. Otlarken dilini çıkarmadığı için
su kaybı daha az olur. Az idrar çıkarır. İdrardaki ürenin çoğu yeniden
protein yapılarak hem gıda, hem de su kazanmak için karaciğerinden geçer.
Bütün bunları yapan Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.
Her hayvan neslini devam ettirecek
şekilde yaratılmıştır. Düşmandan korunacak, avını yakalayacak silahı
vardır. Mesela bir cins çekirge düşmanı saldırınca, çok kötü kokulu
ve zehirli köpük fışkırtır. Düşmanı saldırmaktan vazgeçmek zorunda kalır.
Bir cins hamamböceği de, düşmanına karşı çok sıcak bir sıvı fışkırtır. Memeli hayvanlar içinde uçabilen tek hayvan yarasadır. Ses
dalgalarına karşı muazzam hassastır. 200 bin frekanslı sesleri rahatlıkla
duyar. Halbuki insan, azami 20 bin titreşimi ses olarak duyar. Karanlık
gecede rahatlıkla bir yere çarpmadan uçar. Uçarken, kanat çırparken
insanların duyamayacağı yüksek frekanslı sesler çıkarır. Bu sesler bir
cisme çarpınca hemen yarasaya geri akseder. Yarasa bu cisimlerin hareketli
veya sabit olduğunu anlar. Ona göre vaziyet alır. Bu sayede avını yakalar,
düşmanından kaçar. Yarasa, dinlenirken baş aşağı durur. Kanatları ile vücudunu
öyle örter ki, yağan yağmurlar kanatları üzerinden aşağı akarak vücudu
ıslatmaktan korur. Kapalı yerlerde de tavana yapışıp baş aşağı durur. Yarasa, bazı hayvanlar gibi, kışlık yiyeceği koyacak yer bulamaz.
Kışın aç kalmamak için Allahü teâlâ bu çeşit hayvanlara kış uykusu ihsan
etmiştir. Yarasa, kış uykusu esnasında vücudundaki yağı azar azar tüketir. Yağ tabakası aynı zamanda hayvanın üşümemesini
sağlar. Yarasanın bir kısmı sivri sinek ve mahsule zarar veren böcekleri
yer. Bir kısmının gübresinden istifade edilir. Gübresi ziraat dışında,
barut yapmak için güherçile imalinde kullanılır. Her hayvanın yaşaması
için çeşitli imkanlar yaratan ve hayvanlardan çeşitli şekilde istifade
sağlayan hikmet sahibi Rabbimize hamd olsun! Kuşların yaratılışı
Allahü teâlâ, her kuşun kolayca uçabilmesi,
gıdasını toplayabilmesi, soğuktan, sıcaktan korunması, kendini savunması
ve üremesi için muhtaç olduğu her şeyi en uygun şekilde yaratmıştır.
Mesela, yerde yürüyebilmesi, uçuş için yerden yukarıya yükselmesine
ve yere konmasına yardımcı olması için kuşları iki ayaklı yaratmıştır. Fazla soğuk ve sıcaktan müteessir
olmaması için kuşun vücudunu tüylerle kaplı olarak, ayak derilerini
de kalın ve dayanıklı olarak yaratmıştır. Kuşların ayak derileri de
tüylü olarak yaratılsaydı, çamura girince çamur tüylere yapışıp uçuşa
mani olurlardı. Uçuş esnasında tüylerin kolay kopup
kuşların çıplak kalmamaları için deriye çok sağlam raptetmiştir. Keza
yağmurdan müteessir olmayacak biçimde tüyleri kaygan bir vasıfta yaratmıştır. Kuşlardaki kanatların hikmetini düşünmeye
çalışmalıdır! Kalın tüyleri tutan kemiğimsi çubuk olmasaydı, tüyleri
bütün vücutta kıl gibi bitseydi, rüzgara karşı mukabele edemezdi. Tüyleri
tutan çubuk kalın olduğu halde içi boş olduğundan uçuşa mani değildir.
İçi boş olduğu için de kolay kolay kırılmaz. Leylek gibi uzun ayaklı kuşların
suda kolayca gıdalarını almalarını temin için boyun ve gagalarını da
uzun yaratmıştır. Ayaklar uzun olduğu halde boynu kısa olsaydı veya
ayakları kısa olduğu halde boynu uzun olsaydı gıdalanmaları
mümkün olmayacak kadar zor olurdu. Mesela gagası kısa olsaydı, su içinde
boğulabilirdi. Allahü teâlâ, her cins kuşa, beslenmelerine
uygun şekilde gaga yaratmıştır. Gaga, keskin olduğu için bıçak vazifesini
görür. Gaga ile parçalanıp yenen şeyler, karındaki yüksek ısı sayesinde
gayet ufak olarak öğütülür, böylece dişlere lüzum kalmaz. Cenab-ı Hak, kuşların üremesini yumurta ile yarattı.
Eğer yavrusunu karnında yaratmış olsaydı, bu hal, kuşun uçmasına mani
olurdu. Kuluçka müddeti boyunca yumurtaların üzerinde yatması kuşa ilham
olunmuştur. Güvercinler, kuluçkadaki yumurtalar soğuyup bozulmasın diye
biri çıktığı zaman diğeri ona vekalet ederek kuluçka müddetince nöbetleşe
yumurtalar üzerinde yatıyorlar. Sanki bu tedbir kalkınca yumurtaların
bozulacağı kendilerine öğretilmiştir. Mektep medrese görmeden kuşlara
bunları kim öğretmiştir? Bütün bunlar tesadüfi şeyler değildir. Cenab-ı
Hakkın kudretinin tezahürüdür. Leylekler, Anadolu’dan kalkıp Afrika’ya
göç ediyorlar. Göç sadece leylekler arasında değil, başka kuşlar arasında
da vuku bulmaktadır. Turna ve kırlangıç gibi Amerika’da ötleğen denilen
kuşları, Kanada’daki yazlık yuvasını terk ederek, dağ, orman ve nehirler
aşarak 4-5 bin km.lik bir seyahatten sonra Güney Amerika’daki kışlıklarına
ulaşırlar. Üç gün, geceli gündüzlü hiç durmadan kafile halinde uçarlar. Göçmen kuşlar, uygun rüzgarlar bulabilmek
için yerden 6 km yukarılara kadar çıkarlar. Yiyecek bulmak ve soğuktan
korunmak için göç ederler. Seyahate çıkmadan önce vücutlarına yağ depo
ederler. Yağın, aynı miktardaki protein ve karbonhidrata göre iki misli
enerjiye sahip olması, kuşlar için en iyi bir yakıt olmasına sebeptir.
Kuşlar, eski yuvalarını bulmak için Güneşi pusula olarak kullanırlar.
Sisli ve bulutlu havalarda ise, yerin manyetik sahasını, geceleri ise
yıldızları pusula olarak kullanırlar. İnsanlar frekansı 16000den az
olan sesleri işitemediği halde, kuşlar rahatça işitebildikleri için
yollarını kolayca bulabiliyorlar. İnsanlar, mevcut olan yerçekimi kanununu 17. asırda öğrenmişken,
kuşlar, asırlardan beri yerin manyetik alanıyla çekim gücü arasındaki
açıyı ölçerek yönlerini tayin etmeleri bir tesadüf olamaz. Kâinatta
tesadüflere yer yoktur. Her şey kudret sahibi Yüce Rabbimizin hikmetleriyle
vuku bulmaktadır. Kuşların bu harikulade hadiselerini bilim henüz çözememiştir.
Bilim bunları çözmeye başlarsa, kuşlardaki bu kabiliyetin tesadüfi olmadığı
anlaşılır, böylece inkâr yerini imana bırakmaya mecbur kalır. Hayvan ve yavru sevgisi Yırtıcı kuşlar ve bazı, hayvanlar yavrularına hiçbir zarar
vermeden uzak yerlere götürürler. Yarasalar emin yer bulana kadar 2-3
gün yavrularını sırtlarında taşırlar. Aksilokop
hayvanı yumurtladıktan hemen sonra ölür, yavrusunu hiç görmez buna rağmen
yumurtadan çıkacak yavrusuna gösterdiği ihtimam dikkate şayandır. Yavrusu
bir sene gıdasını temin etmeye muktedir değildir. Bundan dolayı anne,
bir ağaç parçasında uzunca bir oyuk meydana getirir. Çiçek yapraklarını
ve bazı yumuşak dalları buraya doldurmaya başlar ve oraya bir yumurta
bırakır. Sonra ağaçtan çıkardığı tozları hamur haline getirip tavan
yapar. Bundan sonra başka bir yuva yapmaya koyulur. Buraya bıraktığı
yiyecekleri bu yavruya tam bir sene yeter. Eşek arısı toprakta kazdığı çukura
yumurtasını bırakmadan önce avladığı hayvanları da yumurtanın yanına
bırakır. Sonra üstünü örter. Yapılan araştırmalarda, bir serçenin
yeni çıkmış bir yavrusu için günde 1217 kere gıda aramak için sefer
yaptığı tespit edilmiştir. Yavrularının kaybolması üzerine hayvanlardaki
hüznün, araştırmalara göre insanlardan daha çok olduğu tahmin edilmektedir. At, yavrusu öldüğünde acı acı kişner, gözlerinden yaşlar akar, cesedinin başına kimseyi
yaklaştırmaz. Gömdükten sonra başında bekler. Yemeden içmeden kesilir.
Bazılarında bu üzüntü, ölümle neticelenir. Tavuk, kaz, köpek gibi hayvanların
yavrularını vermemek için insanlara saldırdığını, kedilerin, yavrularını
ağızlarına alarak, onları incitmeden götürdüklerini görenler çoktur. Yaban domuzu avında, domuzların,
yavrularını bırakıp kaçmadığı, bilakis, yavrularını burunları ile iterek
kaçmalarını sağladığı defalarca görülmüştür. Kangurunun, tehlike görünce yavrularını
karnındaki torbaya doldurup kaçtığı bilinmektedir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâ,
yarattığı yüz rahmetten birini mahlukat arasında taksim etti. Bu sebeple
anne evladına şefkat eder, hayvanlar, yavrularını sever ve bütün mahlukat
birbirine merhamet eder.) [Ebu Ya’la] Nesillerini devam ettirebilmeleri
için hayvanlara da bu sevgiyi veren Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.
Varlıklardaki
nizamı düşünerek Tıp ve fen bilgilerini iyi bilen, mahluklardaki sanat inceliklerini,
aralarındaki mükemmel bağlantıları gören ve anlayabilen aklı başında
bir kimsenin, Allahü teâlânın varlığına, birliğine, büyüklüğüne, ilmine,
kudretine inanmaması mümkün değildir. İnanmayanın anormal, geri kafalı,
cahil olması, yahut inatçı, şehvetlerine düşkün bir ahmak olması veya
nefsine esir olmuş, işkence yapmaktan zevk alan, zâlim bir sadist olması
gerekir. Kâfirlerin hayat hikâyeleri incelenirse, bu üç kısımdan biri
olduğu, hemen meydana çıkar. Peygamber efendimiz, (Varlıklardaki
nizamı düşünerek Allahü teâlâya iman ediniz) buyurmaktadır. Astronomi
okuyup da, yerküresinin, Ay’ın, Güneş’in ve bütün yıldızların boşlukta
dönmelerinde ve birbirlerinden uzaklıklarında bulunan düzeni, hesapları
anlayanın imanı kuvvetlenir. Dağların, madenlerin, nehirlerin, denizlerin, hayvanların,
nebatların, hatta mikropların yaratılmasında çeşitli faydalar vardır.
Hiçbiri boş yere, lüzumsuz yaratılmamıştır. Bulutlar, yağmurlar, şimşekler
ve yıldırımlar, yer altındaki sular ve enerji maddeleri ve hava, kısaca
her varlık, belirli hizmetler yapmaktadır. İnsanlar, bu sayısız mahlukların,
sayılamayacak hizmetlerinden bugüne kadar pek azını anlayabilmiştir.
Mahlukları kavrayamayan insan aklı, bunların yaratanını nasıl kavrayabilir?
Onun büyüklüğünü biraz anlayabilen İslam âlimleri, şaşkına dönüp, (Onu
anlamak, anlaşılamayacağını anlamaktır) demişlerdir. Dünyanın yaratılışıFen adamları diyor ki: (Milyarlarca yıl önce, bütün kâinat [evren] bir tek parçadan
ibaret idi. Bu tek parçanın ortasında birdenbire büyük bir infilak oldu
ve bu tek parça birçok parçalara ayrıldı. Parçaların herbiri başka bir
yöne doğru gidiyordu. Nihayet, bu parçaların bazıları birbirleriyle
birleşerek muhtelif gezegenler ve ayrı ayrı
galaksiler, güneşler ve peykler meydana getirdiler. Artık uzayda bir
ilk patlamaya karşı bir mukavemet kalmadığı için, bu gezegenler, uydular
ve bunların içinde bulundukları galaksiler uzayda kendi yörüngelerinde
dönmeye ve yüzmeye devam ettiler. Dünya, içinde Güneşin de bulunduğu
bir galaksidir. Kâinatta sayılamayacak kadar çok galaksi vardır. Kâinat,
gittikçe genişleyen bir sistemdir. Galaksiler yavaş yavaş Dünyadan uzaklaşıyor. Bir kere, süratleri ışık hızına
varırsa, artık öteki galaksileri görmeye imkan kalmayacaktır. Daha kuvvetli
teleskoplar yapmaya mecburuz.) Fen adamlarına, (Bu neticeye ne vakit ulaştınız?) denildiği
zaman, (60 yıldan beri, bütün dünya fen adamları bu kanaatlerde birleşmiştir)
diyorlar. 60 yıl, dünya hayatında çok kısa bir fasıladır. Kur'an-ı kerimde
buyuruluyor ki: (İnkârcılar,
gökler ve arz küresi birbirlerine yapışıkken onları ayırdığımızı bilmezler
mi?) [Enbiya
30] Demek ki, Allahü teâlâ, fen adamlarının ancak 60 yıl kadar önce meydana çıkarabildikleri Dünyanın yaratılışını, bundan 1400 yıl önce insanlara bildirmiştir. Biyologlar, hayatın başlangıcını şöyle anlatıyorlar: (Hayatın nasıl meydana geldiği bugün için şöyle açıklanıyor: Dünyanın ilk havasında amonyak, oksijen ve karbonik asit vardır. Yıldırımların etkileri ile bunlardan amino-asitler meydana geldi. Milyarlarca sene önce, ilk defa su içinde porotoplazma husule geldi. Bunlardan ilk amibler meydana çıktı. Hayat suda başladı. Sudan karaya çıkan canlılar, havadan amino-asitleri alarak proteinli bünyeler meydana getirdiler. Bütün canlılar sudan gelmektedir ve ilk canlılar suda teşekkül etmiştir.) Kısa bir zaman önce bulunan bu gerçek, Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki: (İnkâr edenler,
bütün canlıları sudan yarattığımızı bilmezler mi?) [Enbiya 30] (İnsanı sudan
yaratarak erkek ve kadın akrabalar yapan Allah’tır.) [Furkan 54] (Yerin yetiştirdiklerinden
ve kendilerinden ve bilmedikleri birçok şeylerden çift çift yaratan Allahü teâlâ, her türlü ayıp ve noksandan münezzehtir.) [Yasin 36] Burada, bitkileri ve hayvanları inceleyenlere ve bunların yanında
(Bilmedikleri şeyleri) buyurarak, insanların ancak zamanla ve
yavaş yavaş bulabildikleri, atom enerjisi
gibi, yeni kaynakları inceleyen ilim adamlarına imalar vardır. Nitekim
buyuruluyor ki: (Gökleri
ve yerleri yaratması, renklerinizin ve lisanlarınızın ayrı olması, Onun
varlığının âyetlerinden [işaretlerinden]dir. Burada âlemler için ibret vardır.) [Rum 22] Ölüler nasıl
dirilir? Kendilerine ateist denilen bazı kimseler, bütün kâinatın yoktan
meydana geldiğini kabul ettiği halde, yok olanların, ölülerin tekrar
dirileceğine akılları almıyor. Ateistlere eskiden müşrik deniyordu.
Bir müşrik, eline bir insan kemiği alır, Resulullah efendimizin yanına
gelir, kemiği ufalayıp üfledikten sonra, meydan okurcasına (Ölülerin,
dirilip mahşere geleceğini söylüyorsun. Bu çürümüş kemik, nasıl dirilir?)
diye sorar. Resulullah efendimiz, (Elbette,
kâinatı yaratan Allahü teâlâ, onu canlandırır ve seni de öldürüp, diriltir
ve Cehenneme sokar) buyurur. Sonra şu âyetler nazil olur: (İnsan bilmez
mi ki, biz onu bir damla nutfeden yarattık. O, apaçık düşman kesilip
kendi yaratılışını düşünmeden bize karşı örnek getirmeye kalkışarak
“şu çürümüş kemikleri kim diriltir” der. Ey Resulüm, de ki, o çürümüş
kemikleri, hiç yokken var eden, onu diriltir.) [Yasin 77- 79] Dirilişi bildiren üç âyet-i kerime meali: (Öldükten
sonra bizi kim diriltir derler. De ki, sizi ilk defa yaratan Allah,
can verip, diriltir. Bunun üzerine onlar sana alaylı bir tarzda başlarını
sallayıp “Ne zaman” derler. De ki, yakındır.) [İsra 51] (Allah, ölüleri
diriltir ve her şeye hakkıyla kadirdir. Kıyamet vakti de gelir; bunda
elbette şüphe yoktur. Allah kabirlerdekileri diriltip kaldırır.) [Hac 7]
(O gün yer
yarılıp, halk kabirlerinden süratle çıkar. Bunları diriltip haşretmek
bizim için kolaydır.) [Kaf 44] Su, ateş ve havaHer canlıyı sudan yaratan Allahü teâlâ hayatın devamı için
suyu insanların istifadesine vermekle en büyük nimetlerden birini ihsan
etmiştir. Susuz kalmayanın, suyun kıymetini bilmesi pek kolay olmaz.
Ayrıca Allahü teâlâ, bol bol ihsan ettiği
için kıymeti herkesçe bilinmemektedir. Her meyve, sebze ve diğer bitkiler su ile kaimdir. Yenilen
gıdaları su ile sindirme zarureti vardır. Su olmasaydı, sindirim gerçekleşmez,
yaşamak da mümkün olmazdı. Suyun temizleyicilik vasfı bile ne büyük nimettir. Su ile yapılan
ihtiyaç maddelerine bakmak, su ile pişirilen yemekleri düşünmek gerekir.
Şiddetle muhtaç olduğumuz suyun kadrini biliyor muyuz? Su nimetindeki
hikmetleri düşünebilen kimsenin, Yaradanına
teslim olmaması mümkün müdür? Allahü teâlâ, insanlar için en büyük nimetlerden biri olan
ateşi bir lütuf ve ihsan olarak ihtiyaca yetecek kadar yarattı. Her
canlıda ısı mevcuttur. Ateş nimetinin de faydaları
sayılamayacak kadar çoktur. Ateş sayesinde madenler eritilerek çeşitli
sanayilerde kullanılmakta, yemekler pişirilmektedir. Kışın soğuktan
ateş sayesinde korunulur. Bütün aydınlatma
cihazları yine ateş sayesinde mümkün olmaktadır. Ateşi istediğimiz gibi
çeşitli işlerde kullanmamızı ihsan eden cenab-ı Hakka ne kadar şükretsek
azdır. Eğer bir müddet hava nimeti yok olsa, bütün canlılar helak
olur. Uçsuz bucaksız boşluk hava ile dolu olduğu için, bu büyük nimetten
habersiz yaşanıyor. Birkaç dakika nefes alıp veremesek ölürüz. Hava
olmasaydı, uçaklar uçamazdı. Gemiler ve diğer vasıtalar da havaya muhtaçtır.
Yağmur bile hava sayesinde düzgün yağmaktadır. Çünkü hava olmasaydı,
yağmur kütle halinde düşer, ondan istifade zorlaşır, hatta felaket olurdu.
Hava ve rüzgar olmasaydı, yağmurlar hep belli yerlere düşer, birçok
yerlere de yağmaz, böylece fayda yerine zararı olurdu. Bazı yerlerde
kuraklık hüküm sürerken, bazı yerlerde devamlı seller meydana gelir,
birçok şeyler harap olurdu. Hava olmasaydı kuraklık hüküm süren yerlerde bitkiler kurur,
pınarlarda su kalmazdı. Böylece havada istenilen nem bulunmayacağı için
ziraat yapılamaz, hastalıklar baş gösterir, kıtlık ve felaket meydana
gelirdi. Allahü teâlâ, insanoğlu için bunlar gibi daha nice sayısız
nimetler yaratmıştır. Bunları kullanabilmek için akıl ve fikir ihsan
etmiştir. Bu ihsanlara karşı kulluk vazifemizi yapmamız gerekmez mi? Yeryüzünde toprak olmayıp hep kaya ve taş gibi sert maddeler
bulunsaydı, ziraat yapılmaz, toprak nimetinden istifade edilemezdi. Yer çekimi kuvvetinin yaratılması
ne büyük nimettir. Yer çekimi olmasaydı yeryüzünde yaşamak mümkün olmazdı.
Hiçbir şey konduğu yerde durmaz, hafif bir etki ile göklere yükselirdi. Mevsimlerin meydana gelmesi için dünyanın oval yaratılıp güneş
etrafında, gece ile gündüzün meydana gelmesi için de kendi etrafında
dönmesinin sayısız faydaları vardır. Denizdeki hayvanlar, karadaki hayvanlardan daha fazladır. Bütün
bu hayvanların rızıklarını veren Allahü teâlâ,
hayvanları su içinde nefes alacak şekilde yaratmıştır. Deniz içinde
boyu 25 metreyi bulan Anber balıklarını yaratmış,
istiridye cinsinin karnında yüksek değerli inciler ve kabuklarından
düğme ve süs eşyası yapılan sedefler yaratmıştır. Cenab-ı Hak, suya belli kaldırma kuvveti vermeseydi, denize giren suyun dibine batar, bir daha çıkamaz, gemiler yüzemez, balıklar yaşayamazdı. Sel, deprem, kuraklık gibi, ilahi musibetlerin ara sıra zuhur
edişi, Allahü teâlânın sonsuz nimetlerine, lütuf ve ihsanına karşı isyanda
olanları ikaz mahiyetindedir. Hiçbir nimet ve felaket sebepsiz değildir.
Düşünenler için sayısız hikmetleri vardır. Kâinat ve düzenli hayatCanlı cansız bütün varlıklar bir düzen içindedir. Her maddenin
yapısında, her olayda, her reaksiyonda, hiç değişmeyen bir düzen, bir
matematik bağlantı vardır. Bunlara fizik, kimya, astronomi ve biyoloji
kanunları diyoruz. Bu değişmez düzenden faydalanarak, insanlar fabrikalar
kuruyor, ilaçlar imal ediyor, radyolar, televizyonlar, elektronik beyinler
yapıyor. Mahluklarda, bu düzen olmasaydı, her şey rastgele olsaydı,
bunların hiçbiri yapılamazdı. Her şey bozulur, yok olurdu. Varlıkların düzenli, bağlantılı, kanunlu olmaları; bunların
kendiliklerinden, rastgele var olmadıklarını; her şeyin bilgili, kudretli,
gören, işiten, dilediğini yapan bir yaratıcı tarafından var edildiğini
göstermektedir. O, dilediğini var veya yok eder. Bir şeyi var etmeye
ve yok etmeye, başka şeyleri sebep yapmıştır. Bu sebepleri yaratmasaydı,
varlıkların arasında bu düzen olmazdı. Her şey karmakarışık olurdu.
Fen, medeniyet hasıl olamazdı. Bir yaratıcının olduğu da bilinemezdi. O, varlığını bu düzen ile belli ettiği gibi, insanlara çok
acıyarak, var olduğunu da ayrıca bildirmiştir. Âdem aleyhisselamdan başlayarak, her asırda, dünyanın her yerindeki
insanlar arasından en iyi, en üstün olarak yarattığı birisine melek
ile haber vererek, kendini bildirmiş ve insanların dünyada ve ahirette
rahat etmeleri, iyi yaşamaları için, ne yapmaları ve nelerden sakınmaları
gerektiğini açıklamıştır. Böyle üstün insanlara Peygamber,
bildirdiklerine de Din denir.
İnsanlar eski şeyleri unuttukları için ve her zaman bulunan kötü kimseler,
peygamberlerin kitaplarını ve sözlerini değiştirdiklerinden, eski dinler
unutulmuş, bozulmuştur. Kötü insanlar, uydurma dinler de meydana getirmişlerdir. Her şeyi yaratan yüce Allah, insanlara çok acıdığı için, kullarına
son bir peygamber ve yeni bir din göndermiştir. Bu dini, kıyamete kadar
koruyacağını, kötü insanlar saldıracaklar, değiştirmeye, bozmaya kalkışacaklar
ise de, kendisi bunu, bozulmamış olarak her yere yayacağını müjdelemiştir. Tabiat ve yaratıcılıkAllah’a inanmayanlar, "Kâinattaki her şeyi tabiat yapıyor. Her şeyi tabiat kuvvetleri yaratıyor"
diyorlar. Tabiata yaratıcı denir mi? CEVAP Bu inkârcılara sorulsa ki: Bir otomobilin parçaları, tabiat kuvvetleri ile mi bir araya gelmiştir? Suyun akıntısına kapılan, sağdan soldan çarpan dalgaların tesiri ile bir araya yığılan çöp yığını gibi mi bir araya gelmişlerdir? Otomobil, tabiat kuvvetlerinin çarpmaları ile mi hareket etmektedir? Onlar buna cevap olarak, (Hiç böyle şey olur mu? Otomobil,
akıl ile, hesap ile, plan ile, birçok kimsenin titizlikle çalışarak
yaptıkları bir sanat eseridir. Otomobil, dikkat ederek, akıl, fikir
yorarak, hem de trafik kaidelerine uyarak, şoför tarafından yürütülmektedir) derler. Tabiattaki her mahluk da, böyle bir sanat eseridir. Bir yaprak
parçası, muazzam bir fabrikadır. Bir kum tanesi, bir canlı hücre, fennin
bugün biraz anlayabildiği ince sanatların birer sergisidir. Bugün fennin
buluşları, başarıları diye öğündüklerimiz, tabiattaki bu güzel sanatlardan
birkaçını görebilmek ve taklit edebilmektir. İslama karşı olanların
kendilerin önder olarak gösterdikleri İngiliz tabibi Darwin bile (Gözün yapısındaki sanat inceliğini düşündükçe, hayretimden
tepem atacak gibi oluyor) demiştir. Bir otomobilin tabiat kuvvetleri ile, tesadüfen meydana geleceğini
kabul etmeyen kimse, baştan başak bir sanat eseri olan bu muazzam âlemi,
tabiat yaratmıştır diyebilir mi? Elbette diyemez. Hesaplı, planlı, ilimli,
sonsuz kuvvetli bir yaratıcının yaptığına şeksiz, şüphesiz inanmaya
mecbur kalır. İnsan, daha kendi vücudunun ne muazzam bir fabrika ve laboratuvar olduğunun farkında değildir. Halbuki, yalnız nefes
alıp vermek bile muazzam bir kimya hadisesidir. Havadan alınan oksijen,
vücutta yakıldıktan sonra, karbondioksit halinde dışarı çıkarılır. Sindirim sistemi ise sanki bir fabrikadır. Ağızla alınan gıda
maddeleri ve içecekler, mide ve bağırsaklarda parçalanıp öğütüldükten
sonra, vücuda faydalı kısmı, ince bağırsaklarda süzülerek kana karışmakta
ve posası dışarı atılmaktadır. Bu muazzam hadise, otomatik olarak ve
büyük bir intizam ile yapılmakta, vücut bir fabrika gibi işlemektedir. İnsanın vücudunda türlü türlü ve
çok karışık formüllü maddeler imal eden, türlü türlü
kimya reaksiyonları meydana getiren, analiz yapan, tedavi eden, tasfiye
eden ve zehirleri yok eden, yaraları tedavi eden, çeşitli maddeleri
süzen, enerji veren tertibat olduğu gibi, mükemmel bir elektrik şebekesi,
manivela tertibatı, elektronik bilgisayar, haber verme tesisatı, ziya,
ses alma, basınç yapma ve ayarlama tertibatı, mikroplarla mücadele ve
onları yok etme sistemi mevcuttur. Kalb ise, hiç durmadan işleyen muazzam
bir pompadır. Eskiden Avrupalılar, (Bir insanın vücudunda bol su, biraz kalsiyum,
biraz fosfor ve biraz da inorganik ve organik maddeler vardır. Onun
için bir insan vücudunun kıymeti beş-on liradan ibarettir) derlerdi. Bugün, Amerika Üniversitelerinde yapılan hesaplar, insan vücudunda
durmadan meydana gelen muhtelif kıymetli hormon ve enzimlerle birçok
uzvi maddelerin en azından milyonlarca dolar kıymetinde olduğunu meydana
koymuştur. Hele, bir Amerikan profesörünün dediği gibi, (Devamlı olarak,
böyle kıymetli maddeleri muntazaman meydana getiren bir tertibat yapmaya
kalkacak olursak, dünyada bulunan bütün paralar, bunu yapmaya kâfi gelmez.)
Halbuki, insanda bütün bu maddi mükemmeliyet yanında, anlama,
düşünme, ezberleme, hatırlama, hüküm ve karar verme gibi çok muazzam,
manevi kudretler de bulunmaktadır. Bu kudretlerin kıymetini ölçmek,
insanlar için imkansızdır. Demek ki, insanın bedeni yanında bir de ruhu
mevcuttur. Beden ölür, ruh ölmez. Böyle akıl almaz derecede mükemmel ve muazzam eserler karşısında
hayran olmamak kabil midir? Bunlar Allahü teâlânın azametini, yüceliğini,
büyüklüğünü ve kudretini göstermeye yetmez mi? Bir otomobilin tabiat kuvvetleri ile, tesadüfen meydana geleceğini
kabul etmeyen, baştan başa bir sanat eseri olan bu âlemi tabiat yaratmış
diyebilir mi? Elbette diyemez. Kâinat tesadüfi değilse, bir gaye için
yaratılmıştır. İnsanın yaratılışındaki maksat, Allahü teâlâyı tanıyıp
Ona ibadet etmesidir. (Ben kâinatı inceledim. Tesadüfi değildir. Bunun
bir yaratıcısı vardır) demek insanı felaketten kurtaramaz. Çünkü bir
yahudi de (Allah var) diyor. Doğru iman sahibi olabilmek için Muhammed
aleyhisselamın getirdiklerinin hepsine de inanmak gerekir. Her şeyin sahibiAllahü teâlâ, her şeyin sebepsiz,
şartsız, sahibidir. Bütün insanlar, Onun kullarıdır. Kullarına verdiği
her emri ve her şeyi istediği gibi kullanması, hep yerindedir ve faydalıdır.
Bunda, zulüm olamaz. Memurlar âmirlere, kullar sahiplere emirlerin,
işlerin sebebini soramaz. Akla uygun, bundan daha açık bir şey yoktur. Allahü teâlâ, bu dünyanın düzeni için ve bazı faydalara yol açması için, bunları bize mülk kılmış ise de, hakikatte hepsi Onundur. O halde, bizim bunları, asıl sahibinin mubah ettiği, izin verdiği kadar kullanmamız gerekir. İnsan, eğlence için, oyun için, yiyip içmek, gezmek, yatmak
zevk sürmek için yaratılmadı. Kulluk vazifelerini yapmak için, Rabbine
itaat, tevazu, kuvvetsizliğini, ihtiyacını göstermek, Ona sığınmak ve
yalvarmak için yaratıldı. Muhammed aleyhisselamın bildirdiği ibadetlerin
hepsi, insanlara faydalı şeylerdir. İnsanlara yaradığı için emredilmiştir.
Yoksa, hiçbir ibadetin Allahü teâlâya faydası yoktur. Şükrederek, minnet ile ibadet yapmalı, tam teslim olarak emirleri
yapmaya ve yasaklardan kaçınmaya çalışmalıdır. Allahü teâlâ hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde, kullarını,
emir ve yasaklar vermekle şereflendirdi. Her şeye muhtaç olan biz kulların,
bu büyük ihsana, bol bol şükretmemiz, bunun
için de, emirleri yapmaya, yasaklardan da kaçmaya çalışmamız gerekir.
Başıboş mu yaratıldık?İstisnalar hariç, bütün fen adamları, bu kâinatın kendiliğinden
var olmadığını, bir yaratıcısının bulunduğunu ittifakla bildirmişlerdir.
Fen ne kadar ilerlerse ilerlesin, insanların bir karıncayı, bir kuşu,
bir balığı yaratması mümkün değildir. Akıllı ve bilgili bir kimse, kâinata
bakınca, çok intizamlı yaratıldığını görür. Bunun kendiliğinden olmadığını
anlar. Mesela güneş dünyaya çok yakın olsaydı, sıcaktan her şey yanar,
hayat olmazdı. Güneş çok uzak olsaydı, soğuktan yaşanmaz, yine hayat
olmazdı. İnsan vücudu ise bir harikadır. Allahü teâlâ, dünyayı yarattıktan sonra, her asırda, en az
bir kişiyi peygamber olarak göndermiş, ona çeşitli mucizeler vermiştir.
Mesela Hz.Musa zamanında sihir, büyücülük çok ilerlemişti. Musa aleyhisselam
asasını yere koyunca büyük bir ejderha olmuş, sihirbazların ellerindeki
aletleri, ipleri yutmuştur. İsa aleyhisselam zamanında tıp çok ileri
idi. Hz.İsa mucize olarak, körleri iyi etmiş, ölüleri diriltmiştir.
Bizim Peygamberimiz zamanında ise edebi söz ve yazı sanatı çok ileri
idi. Yarışmada birinci olan şiir, yazı ve konuşmalar Kâbe duvarına asılırdı.
Kur'an-ı kerim gelince, bunlar indirilip yerine, gelen âyetler kondu.
İnatçı kâfirler hariç herkes Kur'an-ı kerimin Allah’ın kelamı olduğuna
inandı. Bir benzerini hiç kimse söyleyemedi. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Bu Kur'an,
Allah kelamıdır. İnanmıyorsanız, bir âyeti kadar siz de söyleyin! Fakat
söyleyemezsiniz.) [Bekara 23-24] Bütün düşmanlar el ele verip, aylarca, yıllarca uğraştıkları
halde, onun benzerini bugüne kadar söyleyemediler. Söylemeleri de mümkün
değildir. Bir aletin, bir evin nasıl bir yapıcısı varsa, bu kâinatın
da elbette bir yapıcısı, yaratıcısı vardır. Bu körükörüne
bir inanış değil, aklı olan herkesin kabul edeceği bir gerçektir. Bir insan bir alet, bir makine yapınca bunun nasıl ve nerelerde
kullanılacağına dair bir tarifnamesini de
yanına koyar. Tarifname ile de anlaşılması
zor ise, kullanması için kurslar açar. Bir makine yanlış kullanılırsa
elden çıkar. Her şeyin yaratıcısı olan Cenab-ı Allah da, insan denilen
bu muazzam makineyi yaratıp başıboş bırakmamıştır. Bu konuda Kur'an-ı
kerimde buyuruluyor ki: (Sizi boş
yere yarattığımızı mı sandınız?) [Müminun 115] Başıboş yaratılmayan insanın, ne yapması gerektiğini elçileri
vasıtası ile, kitaplar göndererek bildirmiştir. Son elçi olan Muhammed
aleyhisselama gönderilen kitabı ise Kur'an-ı kerimdir. Kur'an-ı kerim
çok veciz olduğu için, Peygamber efendimiz bunu hadis-i şerifleri ile
açıklamıştır. Hadis-i şerifler de, diğer insanların sözlerine göre veciz
olduğu için, bizlerin kolayca anlayabilmemiz için âlimler bunları açıklamıştır.
Kur'an-ı kerimde insanın niçin yaratıldığı açıkça bildirilmiştir: (Ben cinleri
ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.) [Zariyat
56] Allahü teâlâ, “Emrime uyan Cennete, uymayan ise Cehenneme gidecektir”
buyurmuştur. İbadetlerin faydası Allahü teâlâya değil, herkesin kendinedir.
Maaşla çalışan bir doktor, bir hastaya ilaç verse, ilacın doktora faydası
yok diye o ilacı kullanmamak akla uygun değildir. Zehir içsem doktora
ne zararı olur diyerek zehir içmesi de ahmaklıktır. İşte, günahlarımın
Allah’a bir zararı yok diyerek, her çeşit günahı işlemek akıllı insanın
yapacağı iş değildir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Akıllı kimse,
Allah’a ve Peygamberine inanan ve ibadetlerini yapandır.) [İ.Muhber]
Öldükten sonra başına gelecekleri düşünmeyen kimse akıllı olabilir
mi? Kendisini ebedi tehlikeye atana akıllı denebilir mi? Kur'an-ı kerimde
sık sık, (Düşünmüyor musunuz?) diye
ikaz edilmektedir. Hadis-i şerifte, (Aklı
olmayanın dini de yoktur) buyurulmuştur. (Tirmizi) Şerefüddin Ahmed bin Yahya Müniri hazretleri buyuruyor ki: Bazıları, ibadetlerin Allahü teâlâya faydası olduğunu ve bunun için emrolunduklarını zannediyorlar. Böyle zannetmek çok yanlıştır. Her insanın yaptığı ibadetin faydası kendisinedir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Kim, [ibadetlerini
yapar ve günahlarından] temizlenirse,
faydası kendisinedir.) [Fatır 18] (Benim ibadetime Allah’ın ihtiyacı yok) diye, yanlış düşünen
kimse, perhiz yapmayan hastaya benzer. Bu hastasına doktor, perhiz tavsiye
ediyor. Bu ise, (Perhiz yapmazsam doktora hiç zararı olmaz) diyerek,
perhiz yapmıyor. Doktora zararı olmadığı doğrudur. Fakat kendine zarar
vermektedir. Tabib, kendine faydası olduğu için değil, onun hastalıktan
kurtulması için, perhiz yapmasını tavsiye etmiştir. Doktorun tavsiyesine
uyarsa, şifa bulur. Uymazsa ölür gider. Tabibin bundan hiç zararı olmaz.
Bunun gibi, (Allah’ın benim ibadetime ihtiyacı yok) diyerek ibadetten
kaçanlar da, Cehenneme gider. |