Allah’ın sebeplerle
yaratması ve ateistler Peygamber ve fen adamı Bir gayri Müslimin sorusu
denilerek şu soruluyor: Âlemlere rahmet diyerek Peygamberinizi herkesten
üstün biliyorsunuz. Fen adamlarından mesela Bill Gates’tenden
mi üstündür? CEVAP Bu soruyu bir Hıristiyan sormaz,
soramaz. Çünkü Hıristiyan sadece sizin peygamber hak mı diye sorabilir.
Hak peygamber ise çok şey yapabilir der. Çünkü, Hz. İsa ölüleri diriltmiş,
körleri, tedavisi mümkün olmayan hastalıkları iyileştirmiştir. Bunun
da Allah’ın kudretiyle olduğunu bilir. Bu soruyu ancak bir ateist sorabilir.
O ise Peygamberimize değil Allah’a inanmıyor. Allah’a inansa, Allah’ın
her şeye kadir olduğunu bilse, böyle aptalca soru sormaz. Başka bir
ateist de, (Ben günlerce yıkanmasam başım kirlenir, bitler oluşur. Ben
de bit yaratıcısıyım) diyor. Ateistler yaratmanın ne olduğunu bilmiyor.
Yaratmak iki türlüdür: 1- Hiç yoktan var etmek. Mesela yerleri, gökleri;
göklerdeki gezegenleri, yıldızları ayı güneşi, suyu, havayı, dağları,
denizleri, madenleri, atomları, elektronları, molekülleri ve hareketlerini
yani yoktan var edilen her şeyi
Allahü teâlâ yaratmıştır. (Enam
101) Mucize, keramet, sihir de
yoktan yaratmaktır. Allahü teâlâ, bir şeyi yaratmak istediği zaman ona
ol der, hemen o var olur. (Yasin 82) 2- Yarattığı bir şeyden, başka bir şey yaratmak. Öğeleri,
oksitleri, asitleri, bazları, tuzları birbiri ile birleştirerek, parçalayarak
milyonlarla organik ve inorganik cisimler meydana getirmek suretiyle
yaratmak. Bugün bilinen 105
basit cisim [element = eleman, öğe] yok idi. Bunların hepsini sonradan
var etti. Allahü teâlâ, Hz. Adem’i topraktan (A.İmran
59), insanları nutfeden (Nahl
4), cinleri ateş alevinden (Rahman
15) canlıları sudan (Enbiya
30) yaratmıştır. İnsanların, hayvanların ve bitkilerin hareketlerini,
işlerini de yaratan Allahü teâlâdır. (Saffat
96) Mesela bir tohumdan ağaç, ağaçtan da meyve yaratması böyledir.
Demek ki, mevcut şeyleri, fiziko-şimik,
fizyolojik veya metafizik kanunlarla, bir şekilden başka hassalı şekillere
çevirmek de yaratmaktır. Allahü teâlânın âdeti şöyledir
ki, her şeyi bir sebep, bir vasıta ile yaratmaktadır. Sebepleri yapan,
var eden, bunlarda aktiflik, etki kuvveti yaratan da Odur. Cisimlerin
fizik ve kimya özellikleri, fizik, kimya, biyoloji olayları, reaksiyonları,
Onun yarattığı sebeplerdir. Elektrik, ısı, mekanik, ışık ve kimya enerjilerini
ve tepkimeleri hasıl eden çeşitli kuvvet şekillerini sebep olarak yaratmıştır.
Bu sebepleri, cisimleri yaratmasına vasıta kıldığı gibi, insan aklını,
insan gücünü de, kendi yaratmasına vasıta kılmıştır. Mesela, kömürün
tutuşma sıcaklığına kadar ısınarak yanma olayının başlamasına, bir kibrit
alevi sebep olmakta ise de, kömürün oksitlenmesini, yanmasını yaratan
Odur. Kibrit, yanma olayının yaratıcısı değildir. Bunun gibi, tuz asidi içinde,
çinko eriyip, çinko klorür adında, yeni özellikte bir bileşik cisim
meydana geliyor. Bu iyon şebekesini çinko atomları ve asit molekülleri
yarattı denilemez. Çünkü, çinko klorür denilen iyon şebekesindeki, çinko
ve klorür iyonlarının atomlardan meydana gelişindeki elektron değişiminde
ve bunun sebeplerinde, iyonlar arasındaki çekme ve itme kuvvetlerinde,
çinko ve asit bir şey yapmamıştır. Çinko klorürün meydana gelmesinde,
insan seyirci kalmış, iyon şebekesini hasıl eden tepkimeyi, özellikleri,
kuvvetleri, Allah yaratmıştır. Demek ki, insanın aklı ve gücü de, tabiat
kuvvetleri gibi, Allah’ın önceden yarattığı maddeler, özellikler, kuvvetler,
enerjiler arasındaki şartları, dengeleri değiştirerek, yeni bir dengenin,
bir sistemin yaratılmasına bir sebep, bir araçtan başka bir şey değildir.
Arşimet, bir kanun yaratmamış, daha önce var olan özellikler arasındaki
bir bağlantıyı görebilmiştir. Evlenen de çocuk olmasına ortam hazırlıyor,
yoksa çocuk yaratmıyor. Kirlenip başı bitlenen ateist de bit yaratmıyor.
Megafon ve elektrik ampulü gibi aletlere son şeklini veren Edison, bunları
yaratmamış, yapılmasına sebep olmuştur. Hepsini yaratan Allah’tır. Allah’ın sebeplerle yaratması Yoktan yarattıklarının dışında,
Allahü teâlâ, bir şeyi yaratmasına, başka şeyleri sebep yapmıştır. Bu
sebepler arasında insan gücü de varsa, yaratılan şeye Yapay cisim denir. Mesela, cam, TV,
bilgisayar yapay cisimdir. Sebepler arasında insan gücü yoksa, buna
Tabii cisim denir. Petrol, deri, ağaç
gibi. Bunların kullanılır hale gelmesine insan gücü de sebep olmaktadır.
Bu tabii maddeler için tabiat yarattı, yapay maddeler için de, insan
yarattı denilemez. Mesela, balı arı, buğdayı toprak, bebeği ana baba
yarattı demek gibi yanlış olur. Çünkü bunlar yaratmıyor, yaratılmaya
sebep oluyor. Allahü teâlânın her şeyi sebeplerle
yaratması sosyal hayata düzen vermektedir. Sebepsiz yaratsaydı, âlemdeki
bu düzen olmazdı. İnsan da ne yapacağını bilemez ve çalışamazdı. Mikroplar
hastalığa, bulutlar yağmura, katalizörler birçok kimya reaksiyonlarının
hızlanmasına; hayvanlar, bitkisel maddelerin et, süt, bal haline gelmelerine,
yapraklar organik maddelerin sentezine sebep oldukları gibi, insanlar
da, uçak, otomobil, ilaç gibi birçok şeyin yapılmasına sebep olmaktadır.
Bütün bu sebeplere kuvvet veren Allahü teâlâdır. Sebeplere, yaratıcı
demek, (Yaratıcı yok, her şey kendiliğinden olur) demektir ki, akla
uygun olmayan cahilce bir sözdür. Çünkü, yok iken var olmak bir iştir.
Fizik ve kimya kanunlarına göre, her iş, bu işi yapan bir kuvvet olduğunu
gösterir. Demek ki, daha önce, bir kuvvet
kaynağının bulunması, fen bilgilerine göre de şarttır. Yaratılmış her
şey, yaratılmamış bir yaratıcının var olduğunu gösterir. Çünkü yaratıcının
da yaratıcısı olamaz. Yaratılan, yaratık olur. Yaratıcısız da hiçbir
şey var olmaz. Yaratılmamış bir varlık olmalı ki, her yaratma ona dayanmalı.
Dayanmazsa kendiliğinden de olmayacağına göre, böyle bir şey yok demektir.
Yani mevcut her şeyin varlığı, bunların yaratılmış olduğunu gösterir.
İlk insan olan Hz. Âdem’in
varlığı da, bu açıklama ile kolayca anlaşılır. Âdem babamız olmasaydı,
ilk insan olmayacağı için şimdi hiç insan olmaması gerekirdi. İnsanlar
olduğuna göre, ilk insanın varlığı zaruri olur. İlk insan olmayınca
mevcut insanların başlangıcı yok demek olur. Başlangıcı olmayan ise
mevcut olmaz. Yapay cisimlerin nasıl bir yapıcısı varsa, tabii cisimlerin
de bir yaratıcısı vardır. Yapay cisimler kendiliğinden oldu denemediğine
göre, tabii cisimlerin kendiliğinden oldu denmesi yanlış olur. Tabiatçı bile, (Tabiat yaptı) diyerek her varlığın, bir yapıcısı bulunduğunu,
farkında olmadan açıklamış oluyor. Kâinattaki muazzam düzenin
tesadüfen olamayacağını anlayan ateist, bir yaratıcının olduğunu ister
istemez kabul ediyor, sonra da, (Yaratıcıyı
kim yarattı) diyor. Onu da bir yaratanın olması gerekir sanıyor.
Bu düşüncesinin de kısır bir döngüye girdiğini görüyor, işin içinden
çıkamıyor, mantıksızlığının kurbanı oluyor. Yaratıcıyı yaratıklara benzeterek
anlamaya çalıştığı için yanılıyor. Yaratıcının da yaratılmış olması
zincirleme olarak sonsuza kadar gittiğini görünce, bunun da imkansız
olduğunu anlıyor. Yani yaratıcı yaratılmış olamaz. Yaratıcıyı da yaratan
olunca bunun sonu gelmez. Yaratıcının yaratılmamış bir varlık olmasının
lazım geldiği açıkça anlaşılmaktadır. Allah’tan başka her şey, mümkin-ül
vücud’tur yani bunlardan herhangi birisi bulunsa da
olur, bulunmasa da olur. Ama vacib-ül-vücud olan
Allahü teâlâ olmasa hiçbir
şey olmaz ve mevcut düzen yok olur. Bu açıklamaların, (Allah vardır, birdir, hiçbir şeye muhtaç değildir, her şey ona muhtaçtır.
Yaratık değildir. Hiçbir şey ona denk olamaz) mealindeki âyetlere
uygun olduğu görülür. Mucize fenden farklıdır Bir ateistin, (Peygamberiniz, Bill Gates’tenden
mi üstündür) sorusuna gerekli cevaplar vermiştik. Şunu da söyleyelim
ki, iki şey arasında kıyas yapılırken vazife ve vasıfları arasında bazı
münasebetlerin bulunması lazımdır. Mesela taksi mi üstün, buldozer mi
üstün diye sorulmaz. Birisi hız yönünden üstün, öteki de yıkıp geçmekte
üstündür. Kumar kralı ile yüzme şampiyonu mukayese edilmez. Elma ile
taş mukayese edilmez. 51 kilodaki güreş şampiyonu ile ağır sıkletteki
şampiyon kıyas edilmez. Peygamberle fen adamı kıyas olmaz. Fen adamı
Allah’ın yarattığı şeyleri birleştirerek yeni âletler meydana getirir.
Peygamber ise, Allah’ın kudreti ile birçok harikaların meydana gelmesine
sebep olur. Mesela Peygamberimizin mübarek parmaklarından akan
soğuk sular bir orduya yetmiştir. Bugün internetle
çok uzaklara yazı ve resim gidiyor, ama bizzat kendisi gidemiyor. Peygamber
efendimiz, Mirac olayında, bir anda bizzat kendisi milyarlarca yıl uzaklıkta
olan yıldızlara gezegenlere Cennete ve Cehenneme gidip gelmiştir. O
zamanın müşrik Mekke halkı, buna inanmayıp nerelere gittin, nereden
gittin diye sorular sormuşlardı. Kudüs’e de uğradım orada namaz kıldım
buyurdu. O zaman Ona hiç gitmediği Kudüs camisinin özelliklerini, kaç
penceresi ve kaç direği vardı diye sordular. Hepsine doğru cevaplar
verince birçok kişi imana geldi, ama müşrikler ve ateistler inanmadı.
Bu olay internetle hiç mukayese kabul eder
mi? Birinden yazı ve resim gidiyor, ötekinde bizzat kendisi gidiyor.
Şimdi bu, sadece hayal ediliyor, ışınlama deniyor. Masallarda oluyor.
Ama Mirac gerçektir. Hatıra şu gelebilir: Bugünkü
fen ilmini Peygamberimiz niye bildirmedi? Eshab-ı kiram, (Ya Resulullah,
Yemen’de, hurma ağaçları şu şekilde aşılanıyor ve daha iyi hurma alınıyor.
Biz de o şekilde aşılayıp, daha iyi ve daha bol mahsul mü elde edelim,
yoksa babalarımızdan gördüğümüz gibi mi yapalım?) diye sordular. Resulullah
efendimiz, (Cebrail aleyhisselam gelince, sorup size uygun olanını bildiririm.
Veya biraz düşüneyim. Allahü teâlâ, kalbime doğrusunu bildirir) demedi.
(Tecrübe edin! Bir kısım ağaçları,
babalarınızın usulü ile, başka ağaçları da, Yemen’deki usul ile aşılayın!
Hangisi daha iyi hurma verirse, her zaman o usul ile yapın!) buyurdu.
Yani fennin esası olan tecrübeye güvenmeyi emir buyurdu. Kendisi melekten
anlar veya mübarek kalbine elbette doğar idi. Fakat, dünyanın her tarafında,
kıyamete kadar gelecek Müslümanların, tecrübeye, fenne güvenmelerini,
belli bir sistem içinde çalışmalarına işaret buyurdu. Yeri, gökleri ve içindekileri
kim yarattı? Elbette Bill yaratmadı. Bunları yaratmaya kadir olan da
en sevdiği kulu ve peygamberine her şeyi öğretebilir ve her şeyi yaptırabilir.
Allah aciz değildir. Allah’ın kudretinin sonsuzluğundan haberi olmayan
ateist, fen adamını peygamberden üstün sanabilir. Allah’ı inkâr eden
birinin, onun Peygamberini kabul etmesi, vazife ve maksadını anlaması
zaten mümkün değildir. Çünkü onun hastalığı başkadır. Ateist, sırf İslamiyet’e aykırı
diye maymundan türediğine inanır. Ama Maymunu da Allah’ın yarattığını
düşünemez. Ateist
biyologlar, insan ile hayvan arasındaki farkı, yalnız madde bakımından
inceliyor. Halbuki, insan ile hayvanlar arasındaki en büyük fark insanın
ruhudur. İnsanlarda ruh vardır. İnsanlık şerefi bu ruhtan gelmektedir.
Bu ruh, ilk olarak Âdem aleyhisselama verildi. İnsanlara mahsus olan bu ruh hayvanlarda yoktur. Maddeci veya
felsefeci bu ruhtan haberi olmadığı için, insanı maymuna yakın sanıyor.
İnsan, maymuna benzese de, insan insandır. Çünkü ruhu vardır. Maymun
ise hayvandır ve bu ruhtan ve ruhun hasıl ettiği üstünlüklerden mahrumdur. Kâinatta
tesadüfe yer yok Ateist bir arkadaş, “Evrende
her şey kendiliğinden, tesadüfen olmuştur. Bunları yaratan bir şey yoktur” diyor. Herhangi bir varlığın tesadüfen
olması mümkün müdür? CEVAP Şu anda bilgisayarla yazıyorum. Bu aletin kendiliğinden olduğunu, bir ustasının
olmadığını söylemek kadar anlamsız söz olmaz. Kâinattaki diğer şeyler
de böyledir. Bu muazzam kâinat, tesadüfen olabilir mi? Basit bir örnek
verelim. Bilgisayarın klavyesindeki tuşlara rastgele bassak, acaba anlamlı
bir cümle meydana gelebilir mi? Peki bir sayfa yazacak kadar tuşlara
rastgele vursak veya bir kitap olacak kadar tuşlara bassak, anlamlı,
konusu olan bir kitap meydana gelebilir mi? Bunu biz yaparsak, anlamsız
da olsa bir kitap dolusu yazı meydana gelir. Peki, klavye hiçbir etki
olmadan kendi kendine çalışıp, anlamı ve konusu olan bir kitap yazabilir mi? Bir kayık yapıp denize açılmak istesek, önce odun bulmamız, sonra bundan
tahtalar çıkarmamız, bunları belli birer ölçüde keserek çivilerle çakmamız
gerekir. Sonra küreklerle çekerek istediğimiz yere gidebiliriz. Acaba
tahta, çivi, keser, usta gibi şeyler olmadan, kayık kendiliğinden meydana
gelir mi? Kendiliğinden istenilen yere gider mi? Yani, bir ağaç kendiliğinden
oldu, kendiliğinden kesildi, kalaslara bölündü. Bu kalaslar kendiliğinden
çivilenip kayık oldu. Bu kayık, kendiliğinden bir deniz buldu. Kürekler
kendi kendine çekiliyor, kayık kendi kendine yüzüyor, rotasını biliyor
ve istenilen yere gidiyor. Bunun olması mümkün mü? Bugün robotlar yapılıyor. Muazzam işler yapıyorlar. Bu kayık örneğini bir
robot yapabilir. Ama bu robotu da bir yapanın olması gerekiyor. Yani
kendiliğinden olması mümkün olmuyor. Kitabın, kayığın, bilgisayarın tesadüfen meydana geleceğini kabul etmeyen
kimse, baştan başa bir sanat eseri olan bu muazzam âleme tesadüfen yaratıldı
diyebilir mi? Yahut şuursuz, cansız tabiat yaratmıştır diyebilir mi?
Elbette diyemez. Hesaplı, planlı, ilimli, sonsuz kuvvetli bir yaratıcının
yaptığına şeksiz, şüphesiz inanmaya mecbur kalır. Kâinata bakılınca, her şeyin bir nizam intizam içinde olduğu, hiçbir şeyin
başıboş olmadığı görülür. Fezada saatte 1600 km. hızla dönmekte olan,
içi ateş dolu bir gezegen olan dünyanın üzerinde, yalnız yer çekimi
kuvveti ile kalarak yaşaması ne büyük bir harikadır. Bunu tesadüfe bağlamak
ne kadar yanlıştır. İnsan kendine baktığı zaman, bir damla sudan, göz, baş, kan, sinir gibi
vücudunun bütün organlarının ve akıl ve ruhunun yaratılmış olduğunu
görür. Bunu kendisinin yaratmadığını, bir yaratıcının bulunduğunu zaruri
olarak bilir. Tesadüfen muazzam bir vücudun meydana geldiğini düşünmek
akla uygun olmaz. Vücuttaki organların yerli yerinde yaratılışını, hiçbir
uzuvda eksiklik ve fazlalığın bulunmayışını görür ve bunları yoktan
yaratanın kudretini anlar. Bütün akıllılar bir araya gelse, insanın şeklinden daha mükemmelini düşünemezler.
İki el yerine üç veya dört el olsa veya göz, başka bir yerde olsa daha
iyi olurdu denemez. Her organın en uygun şekilde yaratılmış olduğunu
görür. İnsan ne düşünürse düşünsün eksik olur. Allahü teâlânın yarattığı
ise en mükemmeldir. Buradan da anlaşılıyor ki, insanı ve her şeyi yaratan
Allah, sonsuz kudret sahibidir. İnsan, canlı veya cansız bir mahluka, mesela suya, havaya,
güneşe, Aya baksa, bunların faydalarını düşünse, yine yaratıcının büyüklüğünü,
kudretini anlar. Ancak, Ona giden yolu Müslüman olmadıkça bulmuş sayılmaz. Bunların
hangisi tesadüftür? Kâinatta başı boş yaratılmış hiçbir şey yoktur. Her şey bir
nizam intizam içindedir. Fezada saatte 1600 km hızla dönmekte olan,
içi ateş dolu bir gezegen olan Dünya
üzerinde, yalnız yer çekimi kuvveti ile kalarak yaşaması ne büyük bir
harikadır. Işık saçan Güneş,
en uygun ısı ile bitkilerin yetişmesini, bazılarının içinde ise, kimyasal
değişikler yaparak un, şeker ve daha nice gıda ve deva maddelerinin
meydana gelmesini temin eder. Halbuki, dünya kâinat içinde ufacık bir
varlıktır. Güneş etrafında dönen gezegenlerden meydana gelen ve içinde
dünyanın da bulunduğu güneş sistemi, kâinat içinde bulunan ve sayısı
bilinmeyen pek çok sistemlerden sadece biridir. Güneşin ışınlarının,
150 milyon km uzağındaki dünyaya ancak milyarda biri gelmektedir. Sadece
bu kadar bile arz- atmosfer makinesini çalıştırmaya yetmektedir. Yani
bütün canlıların hayatiyetlerini devam ettirebilmeleri mümkün olabilmektedir.
Güneşin sıcaklığı, sathında 5500, merkezinde ise 20 milyon dereceyi
bulur. Dünyanın güneşe olan mesafesi, bizim ihtiyacımız olan sıcaklığı
alacak kadar ayarlıdır. Eğer dünyanın güneşe olan uzaklığı daha fazla
olsaydı, dünyaya daha az ışık gelir, soğuktan hiçbir canlı var olamazdı.
Dünya, güneşe daha yakın olsaydı, bu sefer de sıcaklıktan hiçbir canlı
var olamazdı. Buna tesadüf denebilir mi? Atmosferde bulunan su
buharı, radyasyon kaybından ötürü geceleri yeryüzünün aşırı soğumasını,
sebze ve meyvelerin donmasını da önler. Gece ile gündüz arasında çok
aşırı sıcaklık farkı da görülmez. Toprak üstündeki su, ya buharlaşarak
havaya geçer, yahut toprak altına sızarak, yer altı sularını meydana
getirir. Suyun en önemli kaynağı okyanuslardır. Dünyanın dörtte üçü
su ile kaplıdır. Su bu kadar geniş alana yayılmakla kâfi buharlaşmayı
sağlar, yağış rejimini düzenler. Eğer, okyanusların dağılımı şimdiki
gibi yaygın olmasaydı, yağmurda önemli ölçüde bir azalma görülür, neticede,
şiddetli bir kuraklık hüküm sürerdi. Okyanuslardan buharlaşan su, sadece
okyanuslar üzerine düşmez. Su buharı olarak havaya karışır ve üst atmosferdeki
kuvvetli rüzgarlarla dünya üzerine dağılır, böylece ihtiyaç duyulan
nem, değişik bölgelere kadar ulaşır. Her bölge, az veya çok suya, rahmete
kavuşur. Her madde, ısınınca hacmi büyür, soğuyunca küçülür. Fakat su, +4°C den itibaren soğursa hacmi genişler.
Suda bu özellik olmasaydı, deniz ve göllerde buz haline gelen su tabakası
dibe çöker ve bu olay 0°C ve daha düşük sıcaklıkta tekrarlanarak neticede
suların buz tabakaları yığını haline gelmesine sebep olur, böylece buradaki
bütün canlılar ölürdü. Suyun böyle bir özelliğe sahip olması bir tesadüf
müdür? Suyun bu özelliğinin de bir gaye için olduğu görülür. Bir gayeye
hizmet eden sebep ise tesadüf olamaz. Şuursuz tabiat böyle bir şeyi
yapamaz. Şuurlu olan insanlar da yapamaz. Bunu ancak insanları da yaratan
bir kudret sahibi yapabilir. En büyük iplik fabrikalarının, modern makinelerle yaptığı ipek,
küçük bir ipek böceğinin yaptığı ipek randımanının çok altındadır. İpekböceği gibi hangi modern fabrika,
ağaç yaprağından sağlam kumaş imal edebilir? İpekböceğine dut yaprağı
yemesini, ondan ipek imal etmesini kim öğretmiştir? Aynı toprakta yetişen limon ekşi, portakal tatlı olur.
Topraktan aynı gıda ve aynı suyu aldığı halde soğan acı, karpuz tatlı oluyor.
Rengarenk çiçeklere, mesela menekşeye bakılınca, çeşitli renklerin bir
yaprak üzerine işlendiği görülür Tesadüflerden uzak böyle akıl almaz
derecede mükemmel ve muazzam eserleri hikmetli bir şekilde ancak sonsuz
bir kudret sahibi yaratabilir. O da elbette Allahü teâlâdır. Farkında olmadan Allah’a inanmak Evrende
gördüğümüz maddelerin ezeli olması mümkün müdür? CEVAP İslam
âlimleri diyor ki: Ezeli
olan şey değişmez. Sonradan olan değişir. Maddenin [elementlerin] fizik
ve kimya özellikleri değişmektedir. Demek ki maddeler ezeli değildir.
Maddeler, ezelde değişmemiş olsalardı, şimdi de, hiç değişmezdi. Önceden
değişmek yoktu, sonradan değişmeler oldu da denilemez. Çünkü, değişmek
için, bir kuvvetin tesir etmesi gerekir. Değişmek sonradan başlayınca,
kuvvetin de, sonradan var olduğu, ezeli olmadığı anlaşılır. Görülüyor ki, maddenin ezeli olduğunu söylemek, tabiat kuvvetlerinin sonradan
olduklarını, ezeli olmadıklarını ortaya koymaktadır. Fen
ve tabiat bilginleri, birçok bitki ve hayvan nesillerinin tükenip yok
olduklarını, birçok türlerin de, sonradan meydana geldiklerini anlamışlardır.
Canlı, cansız her şeyin bir ömrü vardır. Her şeyin ömrü, yani varlıkta
kalma zamanı başkadır. Ömrü saniye ile ölçülen varlıklar olduğu gibi,
asırlarca yaşayanlar da vardır. En uzun ömürlü varlıklar, element denilen
basit cisimlerdir. Bunların ömürlerinin çok uzun olması, tabiatçıları
şaşırttığı için, (Cisimler yok olur, maddenin fizik ve kimya özellikleri değişir; fakat,
madde yok olmaz) demişlerdir. Halbuki, maddenin, cisimlerin değişmelerinin
sonsuz olarak, böyle gelip, böyle gideceğini söylemek, ister istemez,
ezeli ve ebedi olan varlığa inandığını söylemek ve kabul etmektir. Bu
da Allahü teâlânın varlığının, öncesiz olduğunu, maddecilerin ve tabiatçıların
da inkâr edemeyeceklerini göstermektedir. Ateistler,
canlı cansız, her şeyin sonsuz olarak, birbirlerinden meydana geldiklerini,
bu arada, elementlerin hiç yok olmadıklarını söylüyorlar. Halbuki, elementler
de atomlardan meydana gelmiştir. Atom yığınlarıdır. Atomlar da yoktan
var edilmiştir. Elementler sonsuz öncelerde var olup, her şey bunların
çeşitli birleşmelerinden, öncesiz meydana gelseydi, bunları birleştirmek
için, sonsuz öncelerde, muazzam enerjinin, sonsuz kudretin bulunması
gerekirdi. Çünkü, enerji olmadan, atomlar birleşemez. Öncesiz olması
gereken o kudret, her şeyi yoktan yaratanın kudretidir. Demek ki, ateist
de kendi mantığına göre, ister istemez, Allah’ın varlığını kabul etmiş
olmaktadır. Atomlar da, elementler de, sonsuz öncelerde yoktu, sonradan
oldu. Öncesiz olan yalnız Allah’tır. Diyorlar
ki: Bir şeyin var olması için, o şeyi meydana getiren şeyin önceden
var olması gerekir. Bunun da var olması için, bunu meydana getiren şeyin
de var olması gerekir. Öncesiz demek, ucu, başlangıcı yok demektir.
Başlangıçta bir şey olmazsa, ondan meydana gelecek şeyler de olmaz.
Mevcut şeylerin hiçbirinin var olmaması gerekir. O halde, her maddenin,
her cins varlığın, önceden yok iken sonradan var edilmiş, tek bir şeyden
çoğaldığı anlaşılmaktadır. Maddecilerin
(sonsuz öncelerde var olmak
= öncesiz var olmak) sözleri, maddeler, cisimler için, mümkün değildir.
Ancak madde olmayan, bir yaratıcı için bu mümkün ve gereklidir. Varlıkların
meydana gelmesinde çelişki olmaması, yani bir başlangıcın olması için
bu şarttır. Görülüyor
ki, ezeli olan yani öncesiz madde olmayan bir varlık vardır. Bu varlık
inkâr edilirse, şu görülen bütün varlıklar inkâr edilmiş olur. Mevcut
varlıkları inkâr etmek mümkün olmadığına göre, zaruri olarak bunları
yoktan yaratan ve kudreti sonsuz olan bir varlığa inanmak mecburiyeti
ortaya çıkmaktadır. Bu varlık elbette Allah’tır. |