Siz hiç düşünmez misiniz?

 

"Allah varsa, ilim ile ispat edilen bir delili olması gerekir. Bizim gibi modern insanlar, bir şeye körü körüne inanmaz. Kur'anın Allah kelamı olduğunu nereden bilelim? İbadetin Allah’a faydası olmadığına göre, ibadet lüzumsuz değil mi?" diyenlere ne cevap vermek gerekir?

CEVAP

İstisnalar hariç, bütün fen adamları, bu kâinatın kendiliğinden var olmadığını, bir yaratıcısının bulunduğunu ittifakla bildirmişlerdir. Fen, ne kadar ilerlerse ilerlesin, insanların bir karıncayı, bir kuşu, bir balığı yaratması mümkün değildir. Akıllı ve bilgili bir kimse, kâinata bakınca, çok intizamlı yaratıldığını görür. Bunun kendiliğinden olmadığını anlar.

 


Etrafımızı beş duygu organımız ile tanıyoruz. His organlarımız olmasaydı, hiçbir şeyden haberimiz olmayacaktı. Kendimizi bile bilemeyecektik. Yürüyemeyecek, bir şey yapamayacak, yaşayamayacaktık. Anamız, babamız olamayacak, var olamayacaktık. Ruhumuza tatlı gelen güzelleri göremeyecek, güzel sesleri duyamayacak, onları sevemeyecektik. Allah’ımıza yalnız duygu organlarımız için, durmadan şükür etsek, şükrünü ödemiş olamayız.

 

Duygu organlarımıza etki eden her şeye Varlık veya Mevcut diyoruz. Kum, su, güneş birer mevcuttur. Çünkü, bunları görüyoruz. Ses de bir mevcuttur. Çünkü, işitiyoruz. Hava, bir mevcuttur. Çünkü, elimizi açıp yelpaze gibi sallayınca, havanın elimize çarptığını duyuyoruz. Rüzgar da yüzümüze çarpıyor. Bunun gibi, sıcaklık, soğukluk da birer mevcuttur. Çünkü, derimizle bunları duyuyoruz.

 

Elektrik, hararet, yani ısı ve mıknatıs gibi enerjilerin [kudretlerin] de mevcut olduklarına inanıyoruz. Çünkü, elektrik akımının hararet ve mıknatıs veya kimya reaksiyonları meydana getirdiğini, ısı gelince sıcaklık olduğunu, ısı azalınca soğukluk olduğunu ve mıknatısın demiri çektiğini his ediyoruz, anlıyoruz. (Ben havanın, ısının, elektriğin mevcut olduklarına inanmam. Çünkü, bunları görmüyorum) sözüne yanlıştır diyoruz. Çünkü, bunlar görülemezlerse de, kendilerini veya yaptıkları işleri, duygu organlarımız ile anlıyoruz. Bunun için de, görülemeyen birçok varlıklara inanıyoruz. Göremediğimiz için, yok olmaları lazım gelmez diyoruz. Bunun gibi, (Ben Allah’a inanmam. Melek, cin gibi şeyler yoktur. Var olsalardı görürdüm) sözü de doğru değildir. Akla, fenne uygun olmayan bir sözdür.

 

Fen dersleri bildiriyor ki, ağırlığı ve hacmi olan varlıklara Madde denir. Buna göre, hava, su, taş, tahta maddedirler. Işık, elektrik akımı birer varlık iseler de, madde değildirler. Maddenin şekil almış parçalarına, Cisim denir. Çivi, kürek, maşa, iğne birer cisimdirler. Hepsi, aynı demir maddesinden yapılmışlardır. Duran bir cismi harekete getiren, harekette olan bir cismi durduran veya hareketini değiştiren sebebe Kuvvet denir. Duran bir cisme kuvvet etki etmezse, hep durur. Hareket eden bir cisme, kuvvet etki etmezse, hareketi değişmez ve hiç durmaz.

 

Maddelerin, cisimlerin ve maddelerde bulunan enerjilerin hepsine Âlem veya Tabiat denir. Âlemde her cisim hareket etmekte, değişmektedir. Demek ki, her cisme, her an çeşitli kuvvetler tesir etmekte, değişiklik hasıl olmaktadır. Cisimlerde meydana gelen değişikliğe Hadise veya Olay denir.

 

Bir otomobilin parçaları, tabiat kuvvetleri ile mi bir araya gelmiştir?

Cisimlerin yok olduklarını, başka cisimlerin meydana geldiklerini görüyoruz. Dedelerimiz, eski milletler yok olmuşlar, binalar, şehirler yok olmuş. Bizden sonra da başkaları meydana gelecek. Fen bilgimize göre, bu muazzam değişiklikleri yapan kuvvetler vardır. Allah’a inanmayanlar, (Bunları tabiat yapıyor. Her şeyi tabiat kuvvetleri yaratıyor) diyorlar. Bunlara deriz ki, bir otomobilin parçaları, tabiat kuvvetleri ile mi bir araya gelmiştir? Suyun akıntısına kapılan, sağdan soldan çarpan dalgaların tesiri ile bir araya yığılan çöp kümesi gibi bir araya yığılmışlar mıdır? Otomobil tabiat kuvvetlerinin çarpmaları ile mi hareket etmektedir? Bize gülerek, hiç böyle şey olur mu? Otomobil, akıl ile, hesap ile, plan ile, birçok kimselerin, titizlikle çalışarak yaptıkları bir sanat eseridir. Otomobil, dikkat ederek, akıl, fikir yorarak, hem de trafik kaidelerine uyarak, şoför tarafından yürütülmektedir demez mi?

 

Tabiattaki her varlık da, böyle bir sanat eseridir. Bir yaprak parçası, muazzam bir fabrikadır. Bir kum tanesi, bir canlı hücre, fennin bugün biraz anlayabildiği ince sanatların birer meşheri, sergisidir. Bugün fennin buluşları, başarıları diye öğündüklerimiz, bu tabiat sanatlarından birkaçını görebilmek ve taklit edebilmektir. İslam düşmanlarının, kendilerine önder olarak gösterdikleri, İngiliz doktoru Darwin bile, (Gözün yapısındaki sanat inceliğini düşündükçe, hayretimden tepem atacak gibi oluyor) demiştir. Bir otomobilin tabiat kuvvetleri ile, tesadüfen hasıl olacağını kabul etmeyen kimse, baştan başa bir sanat eseri olan bu âlemi tabiat yaratmış diyebilir mi? Elbette diyemez. Hesaplı, planlı, ilimli, sonsuz kuvvetli bir yaratıcının yaptığına inanmaz mı? Tabiat yaratmıştır, tesadüfen var olmuştur demek, cahillik, ahmaklık olmaz mı?

 

O her şeyi en güzel, en faydalı olarak yarattı

Allahü teâlâ her şeyi en güzel ve en faydalı olarak yarattı. Mesela, Erd küresini güneşten yüzelli milyon kilometre uzakta yarattı. Daha uzakta yaratsaydı, hiç sıcak mevsim olmaz, çok soğuktan ölürdük. Daha yakın yaratsaydı, çok sıcak olur, hiçbir canlı yaşayamazdı.

 

Etrafımızı saran hava, hacmen yüzde yirmibir oksijen, yüzde yetmişsekiz azot ve onbinde üç karbondioksit gazlarının karışımıdır. Oksijen hücrelerimize kadar girip, oraya gelmiş olan gıda maddelerini yakarak, bize kuvvet, kudret veriyor. Oksijenin havadaki miktarı daha çok olsaydı, hücrelerimizi de yakar, hepimiz kül olurduk. Miktarı 21 den az olsaydı, gıdalarımızı yakamazdı. Yine, hiçbir canlı yaşayamazdı.

 

Yağmurlu, şimşekli havalarda, oksijen azotla birleşerek, havada nitrat tuzları hasıl olup, yağmurla toprağa iniyor. Bunlar, nebatatı besliyor. Nebatlar da, hayvanlara, hayvanlar da insanlara gıda oluyor. Görülüyor ki, rızkımız semada hasıl olmakta, göklerden yağmaktadır. Havadaki karbon dioksid gazı, dimâgçedeki kalb ve teneffüs merkezlerini tembih ediyor, çalıştırıyor. Havadaki karbon dioksid miktarı azalırsa, kalbimiz durur ve nefes alamayız. Miktarı artarsa boğuluruz. Karbon dioksid miktarının hiç değişmemesi lazımdır. Bunun için de, denizleri yarattı. Karbon dioksid miktarı artınca, kısmi tazyiki de artıp, fazlası denizlerde eriyerek, sudaki karbonat ile birleşerek, onu bi-karbonat haline çeviriyor. Bu da, dibe çökerek deryaların dibinde çamur tabakası hasıl oluyor. Havada azalınca, çamurdan ayrılıp suya ve sudan havaya geçiyor. Bütün canlılar havasız yaşayamaz. Bunun için, havayı, her yerde, her canlıya çalışmadan, parasız veriyor ve ciğere kadar gönderiyor. Susuz da yaşayamayız. Suyu da her yerde yarattı. Fakat, susuzluğa daha fazla tahammül edildiği için, bunu arayıp bulacak, taşıyacak şekilde yarattı. Fe-tebârekâllahü ahsenül-hâlikin! İnsanlar, bunları yapmak şöyle dursun görebilenlere, anlayabilenlere ne mutlu!

 

On adet taş ve kâinattaki sayısız düzen

Allahü teâlânın, sayamayacağımız kadar çok nizam ve ahenk içinde, halk ettiği [yarattığı] sayılamayacak kadar çok varlıklar tesadüfen olmuştur diyenlerin sözleri cahilcedir. Şöyle ki: Üzeri birden ona kadar numaralanmış on taşı bir torbaya koyalım. Bunları elimizde torbadan birer birer çıkararak, sıra ile, yani önce bir numaralı, sonra iki numaralı ve nihayet on numaralı olacak şekilde çıkarmaya çalışalım. Çıkarılan bir taşın numarasının sıraya uymadığı görülürse, çıkarılmış olan taşların hepsi hemen torbaya atılacak ve yeniden bir numaradan başlamak üzere çıkarmaya çalışılacaktır. Böylece, on taşı numaraları sırası ile ard arda çıkarabilmek ihtimali on milyarda birdir. On adet taşın bir sıra dahilinde dizilme ihtimali bu kadar az olursa, kâinattaki sayısız düzenin tesadüfen meydana gelmesine imkan ve ihtimal yoktur.

 

Gelişigüzel tuşlara basarak kitap yazılır mı?

Daktilo ile yazmasını bilmeyen bir kimse, bir daktilonun tuşlarına gelişigüzel mesela beş kere bassa, elde edilen beş harfli kelimenin türkçe veya başka bir dilde bir mana ifade etmesi acaba ne derece mümkündür? Şayet gelişigüzel tuşlara basmakla bir cümle yazmak istenilse idi, bir mana ifade eden bir cümle yazılabilecek mi idi? Kaldı ki, bir sayfa yazı veya kitap teşkil edilse, sayfanın ve kitabın, tesadüfen belli bir konusu bulunacağını sanan kimseye akıllı denilebilir mi?

 

Maddelerin var oluşlarının başlangıcı vardır

Cisimler yok oluyor. Bunlardan, başka cisimler meydana geliyor ise de, bu işte, yüzbeş madde hiç yok olmuyor. Yalnız yapıları değişiyor denilirse, radioaktif bozulmalar, elementlerin ve hatta atomların da yok olduklarını, maddenin enerjiye döndüğünü haber vermektedir. Hatta, Einstein adındaki Alman fizikçisi, bu dönüşmenin matematiksel formülünü ortaya koymuştur.

 

Cisimlerin, maddelerin durmadan değişmeleri, birbirlerinden hasıl olmaları, sonsuz olarak gelmiş değildir. Yani, böyle gelmiş böyle gider denilemez. Bu değişmelerin bir başlangıcı vardır. Değişmelerin başlangıcı vardır demek, maddelerin var oluşlarının başlangıcı vardır demektir. Yani hiçbir şey yok iken, hepsi yoktan yaratılmıştır demektir. İlk, yani birinci olarak maddeler yoktan yaratılmış olmasalardı ve birbirlerinden hasıl olmaları, sonsuz öncelere doğru uzasaydı, şimdi bu âlemin yok olması lazımdı. Çünkü, âlemin sonsuz öncelerde var olabilmesi için, bunu meydana getiren maddelerin daha önce var olmaları, bunların da var olabilmeleri için, başkalarının bunlardan önce var olmaları lazım olacaktır. Sonrakinin var olması, öncekinin var olmasına bağlıdır. Önceki var olmazsa, sonraki de var olmayacaktır. Sonsuz önce demek, bir başlangıç yok demektir. Sonsuz öncelerde var olmak demek, ilk, yani, başlangıç olan bir varlık yok demektir. İlk, yani birinci varlık olmayınca, sonraki varlıklar da olamaz. Her şeyin her zaman yok olması lazım gelir. Yani, herbirinin var olması için, bir öncekinin var olması lazım olan sonsuz sayıda varlıklar dizisi olamaz. Hepsinin yok olmaları lazım olur.

Âlemin şimdi var olması, sonsuzdan var olarak gelmediğini, yoktan var edilmiş bir ilk varlığın bulunduğunu göstermekte olduğu anlaşıldı. Âlemin yoktan var edilmiş olduğunu, o ilk âlemden hasıl ola ola, bugünkü âlemin var olduğunu anladık.

 

Âlemi yoktan var eden bir yaratıcının bulunduğunu ve bu yaratıcının kadim olması, yani hep var olması, hiç değişmeden, sonsuz var olması lazım geldiğini, Şerh-i mevakıf kitabı, uzun ispat etmektedir. Kısacası şöyledir ki, değişmek, başka şey olmak demektir. Yaratıcı değişince, başka olur. Yaratıcılığı bozulur. Yaratıcının değişmemesi, hep aynı kalması lazımdır. Âlemin sonsuz olamayacağını anlattığımız gibi düşünürsek, değişmeyen yaratıcının kadim olması, sonsuz var olması lazımdır. Bunun için, hiç değişmeyen sonsuz var olan bir yaratıcı vardır. Bu hiç değişmeyen bir yaratıcının ismi Allahdır.

 

Allahü teâlâ kendini tanıtmak için Peygamberler göndermiştir

Allahü teâlâ, kendini tanıtmak için, insanlara Peygamberler göndermiştir. Ve onlara çeşitli mucizeler vermiştir. Mesela Hz. Musa zamanında sihir, büyücülük çok ilerlemişti. Musa aleyhisselam asasını

yere koyup büyük bir ejderha olmuş, sihirbazların ellerindeki aletleri, ipleri yutmuştur.

 

İsa aleyhisselam zamanında tıb çok ileri idi. İsa aleyhisselam mucize olarak, körleri iyi etmiş, ölüleri diriltmiştir.

 

Bizim Peygamberimizin zamanında ise edebi söz ve yazı sanatı çok ileri idi. Yarışmada birinci olan şiir, yazı ve konuşmalar Kâbe duvarına asılırdı. Kur'an-ı kerim gelince, bunlar indirilip yerine, gelen âyetler kondu. İnatçı kâfirler hariç herkes Kur'an-ı kerimin Allah’ın kelamı olduğuna inandı. Bir benzerini hiç kimse söyleyemedi. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Eğer kulumuz Muhammed aleyhisselama indirdiğimiz Kur'anın Allah tarafından gönderildiğine şüphe ediyorsanız, o halde onun benzeri bir sure meydana getirin. Elbette bunu yapamazsınız, hiçbir zaman da yapmanız mümkün değildir.) [Bekara 23,24]

 

Bütün düşmanlar el ele verip, aylarca, yıllarca uğraştıkları halde onun benzerini bugüne kadar söyleyemediler. Söylemeleri de mümkün değildir.

 

İbadetlerin faydası herkesin kendinedir

Bir insan bir alet, bir makine yapınca bunun nasıl ve nerelerde kullanılacağına dair bir tarif namesini de yanına koyar. Tarif name ile de anlaşılması zor ise, kullanması için kurslar açar. Bir makine yanlış kullanılırsa elden çıkar. Her şeyin yaratıcısı olan Cenab-ı Allah da, insan denilen bu muazzam makineyi yaratıp başıboş bırakmamıştır. Bu konuda Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:

(Sizi boş yere yarattığımızı, hakikaten huzurumuza getirmeyeceğimizi mi sandınız?) [Müminun 115]

Başıboş yaratılmayan insanın, ne yapması gerektiğini elçileri vasıtası ile, kitaplar göndererek bildirmiştir. Son elçi olan Muhammed aleyhisselama gönderilen kitabı ise Kur'an-ı kerimdir. Kur'an-ı kerim çok veciz olduğu için, Peygamber efendimiz bunu hadis-i şerifleri ile açıklamıştır. Hadis-i şerifler de, diğer insanların sözlerine göre veciz olduğu için, bizlerin kolayca anlayabilmemiz için âlimler bunları açıklamıştır. Kur'an-ı kerimde insanın niçin yaratıldığı açıkça bildirilmiştir:

(Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.) [Zariyat 56]

 

Allahü teâlâ, “Emrime uyan Cennete, uymayan ise Cehenneme gidecektir” buyurmuştur. İbadetlerin faydası Allahü teâlâya değil, herkesin kendinedir. Maaşla çalışan bir doktor, bir hastaya ilaç verse, ilacın doktora faydası yok diye o ilacı kullanmamak akla uygun değildir. Zehir içsem doktora ne zararı olur diyerek zehir içmesi de ahmaklıktır. İşte, günahlarımın Allah’a bir zararı yok diyerek, her çeşit günahı işlemek akıllı insanın yapacağı iş değildir.

Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:

(Akıllı kimse, Allah’a ve Peygamberine inanan ve ibadetlerini yapandır.) [İ.Muhber]

 

Öldükten sonra başına gelecekleri düşünmeyen kimse akıllı olabilir mi? Kendini sonsuz tehlikeye atana akıllı denir mi? Kur'an-ı kerimde sık sık (Düşünmüyor musunuz?) diye ikaz edilmektedir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Aklı olmayanın dini de yoktur.) [Tirmizi]

 

Şerefüddin Ahmed bin Yahya Müniri hazretleri buyuruyor ki:

Bazıları, ibadetlerin Allahü teâlâya faydası olduğunu ve bunun için emrolunduklarını zannediyorlar. Böyle zannetmek çok yanlıştır. Her insanın yaptığı ibadetin faydası kendisinedir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Kim, [ibadetlerini yapar ve günahlarından] temizlenirse, faydası kendisinedir.) [Fatır 18]

 

(Benim ibadetime Allah’ın ihtiyacı yok) diye, yanlış düşünen kimse, perhiz yapmayan hastaya benzer. Bu hastasına doktor, perhiz tavsiye ediyor. Bu ise, (Perhiz yapmazsam doktora hiç zararı olmaz) diyerek, perhiz yapmıyor. Doktora zararı olmadığı doğrudur. Fakat kendine zarar vermektedir. Tabib, kendine faydası olduğu için değil, onun hastalıktan kurtulması için, perhiz yapmasını tavsiye etmiştir. Doktorun tavsiyesine uyarsa, şifa bulur. Uymazsa ölür gider. Tabibin bundan hiç zararı olmaz. Bunun gibi, (Allah’ın benim ibadetime ihtiyacı yok) diyerek ibadetten kaçanlar da, Cehenneme gider.

 

İnanmamak için ne sebep var

Bir gayrimüslim, (Siz müslümanlar Allah’a niçin inanıyorsunuz) dedi. Bir arkadaş, (inanmamak için ne sebep var) dedi. Daha başka ne denebilir?

CEVAP

O arkadaşın cevabı çok güzel. Aklı, ilmi ve insafı olan için başka cevaba ihtiyaç yok. Hiçbir şey tesadüfen olmadığına göre, bunların bir yaratıcısı olması şarttır. Buna inanmaktan tabii ne olabilir? İnsanların, hayvanların, bitkilerin yaratılması bir tesadüf olabilir mi? Kâinat tesadüfi olabilir mi? İnsan vücudunun yapısı bir harikadır. Tesadüf olması mümkün müdür? Öyle ise yaratıcısına inanmak şarttır. İnanmamak için ne sebep var?

 

Derdinizin kaynağı bu: Var mı Yok mu?

Tanrı gerçekten var ise, bana sormadan beni niye yarattı? Yarattığına niye şunu yap, şunu yapma diye yasaklar koydu? Sonsuz olarak Cehenneme koyması adaletli midir?

CEVAP

İki satırlık şey soruyorsunuz, her kelimeniz birbiriyle çelişkili. (Tanrı gerçekten var ise) diyorsunuz. Sizin derdinizin kaynağı bu. Var mı Yok mu? Siz, (var ise) diyorsunuz. Yani şüphe! (var ise) demek, varlığına inanmayıp, ihtimal vermektir. Böyle inanmak iman olmaz, böyle iman etmek olmaz. Bu inanmamak demektir. 

 

(Tamam, ‘var ise’ demiyorum, var diyorum) dediğinizi farz edelim. O zaman edepten, o zaman korkudan diğer kelimeleri ağzınıza bile alamazsınız. Böyle tek kelime bile aklınızda, beyninizde kalacak yer bulamaz. Böyle tek kelime bile, kalbinizde gelip geçecek yol bulamaz. Böyle tek kelime bile ömrünüzde geçecek an bulamaz. Çünkü Yaratıcı ne demek, Yaratılan ne demek iyi bileceksiniz. Mülkün sahibi kim iyi bileceksiniz. O yüce Yaratıcının, yani Allahü teâlânın kullarını ne kadar sevdiğini, onlara bir annenin yavrusuna şefkatinden daha fazla merhamet ettiğini iyi anlayacaksınız. Buna rağmen bu aciz kulların, o yüce Allah’a nasıl isyan ettiğini, Ona nasıl inanmadığını, Ona nasıl harp ilan

ettiğini iyi göreceksiniz. O zaman Cehennemi yarattığına çok, ama çok sevineceksiniz.

 

(Tamam, ‘var ise’ demiyorum, yok diyorum) dediğinizi farz edelim. O zaman diğer kelimeleri konuşmaya lüzum yok. Yok dediğine hitap etmek, onu konu edinmek, delilik değil midir?

 

Siz bu yazdıklarımı insaf ederek bir düşünün. Ağır yazdığınız için, dost acı söyler kabilinden acı söyledim. Biz her şeye rağmen inanarak, samimi olarak sorduğunuzu kabul ederek açıklamaya çalışalım. 

Allah’ın adaleti ile kulların arasındaki adalet birbirine benzemez. Yanlış olarak kullara benzetildiği için işin içinden çıkamıyorsunuz.

 

Adalet, bir âmirin, ülkesini idare için koyduğu kanunlar içinde hareket etmesidir. Zulüm ise, bu kanunun dışına çıkmaktır.

 

Her şeyi yoktan yaratan Allahü teâlâ, hakimler hakimi, her şeyin asıl sahibi ve tek yaratıcısıdır. Üstünde bir âmiri, sahibi yoktur ki, Onu bir kanun altında bulundursun? Bundan dolayı, (Allah’ın yaptığı şu iş, adalete uymuyor) denilemez.

 

Adaletin bir başka tarifi ise kendi mülkünde olanı kullanmak demektir. Zulüm ise, başkasının mülküne tecavüzdür.

 

Kâinat ve içinde bulunan her şeyin yaratıcısı Allahü teâlâ olduğuna, Ondan başka yaratıcı bulunmadığına göre, hiçbir kimse, hiçbir şeye sahip olmadığına göre, Rabbimizin yaptığı işler, hiç kimsenin malına, mülküne tecavüz değildir. Onun yaptığı işler için (Adalete uymuyor) denilemez. Yasak ettiği bir şeyi, daha sonra serbest bırakabildiği gibi, önceden serbest ettiği bir şeyi de daha sonra yasaklayabilir. Mülk Onundur, dilediği gibi kullanır. Kimsenin bir şey sormaya hakkı yoktur. Allah dileseydi bizi kedi köpek olarak da yaratırdı. Niye bizi hayvan yarattın demeye hakkımız var mı idi?

Bakkaldan çay şekeri alırız, kimimiz onunla çay içeriz kimimiz de helva yapar yeriz. Şekerin bir şey demeye hakkı var mı? Ne diye falanca bakkaldan aldığını çayda içtin de beni helva yaptın diyebilir mi? Bize konuşma hassasiyetini veren de odur. Mülk Onun. Yoktan var etti. Şöyle yaparsan Cehenneme atarım, şöyle yaparsan Cennete koyarım dedi. Sınava soktu. Kazananı Cennete kaybedeni Cehenneme attı. Aslında sınav yapmadan da istediğini Cennete,. istediğini de Cehenneme koyabilirdi. Mülk onundur, başkasının malına mülküne tecavüz yok ki, adalete uyulmuyor densin. Allah yarattıklarının hepsini Cehenneme atsa yine adaletsizlik olmaz. Ama o merhamet etmiş, şunları yapanı Cennete koyarım demiş bu da onun bir ihsanıdır. Cehenneme atsa idi bir şey diyebilir miydik, itiraz edebilir miydik? Etsek bile elimize ne geçerdi?

 

Bazı kimseler de Allah niye şöyle kanun koydu diyor. Mesela kadınlara niye kapanma mecburiyeti koydu diyor. Mülk onun dilediği gibi kanun koyar. Ahirette kapanma olmayacak. Niye orada yok demeye kimsenin hakkı yoktur. Bir insan evindeki eşyaları istediği gibi yerleştirir, buzdolabını yatak odasına koysa, başkalarına zulmetmiş mi olur? Yahut buzdolabına mı zulmetmiş olur? Koltukları da mutfağa yerleştirse kim ne diyebilir? Allah bir şey yaratıyor, bir kanun koyuyor, senin benim buna itiraz etmeye ne hakkımız var? Yok öyle yapma şöyle yap deme hakkını nereden aldık?

 
Tefekkür etmenin önemi

Tefekkür etmenin dinimizde yeri nedir?

CEVAP

Tefekkür etmek, dinimizde mühim bir ibadettir. Tefekkür etmek, Allahü teâlânın yarattığı şeyler üzerinde düşünmek ve bunlardan ibret almaktır. Kur'an-ı kerimde akl-ı selim sahipleri övülürken mealen buyuruluyor ki:

(Onlar ayakta iken, otururken, yanları üstüne yatarken hep Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışını inceden inceye düşünürler. "Ey Rabbimiz, sen bunları boşuna yaratmadın. Sen [boş, manasız şeyler yaratmaktan] münezzehsin. Bizi Cehennem azabından koru" derler.) [A.İmran 191]

 

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:

(Allah’ın azameti, Cennet ve Cehennem hakkında bir an tefekkür, bir geceyi ihya etmekten iyidir.) [Ebu Şeyh]

(Tefekkür, ibadetin yarısıdır.) [İ.Gazali]

(Allah’ın yarattıkları üzerinde düşünün, zatı hakkında düşünmeyin!) [Beyheki]

("Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardından gelişinde [uzayıp kısalmasında] akıl sahipleri için elbette ibret verici deliller var" [A.İmran 190] âyeti bana inmişken nasıl ağlamayayım? Bu âyeti okuyup da tefekkür etmeyene yazıklar olsun!) [İ.Hibban]

(Tefekkür gibi kıymetli ibadet yoktur) [İbni Hibban]

 

Allahü teâlânın mahluklarındaki güzellikleri, faydaları düşünmek, Ona inanmaya ve sevmeye sebep olur. Onun haber verdiği azapları düşünmek, Ondan korkmaya, kimseye kötülük yapmamaya sebep olur. Onun nimetlerine, ihsanlarına karşılık, nefsine uyarak günah işlediğini, gaflet içinde yaşadığını düşünmek, Allah’tan haya etmeye, utanmaya sebep olur.

 

Hikmet ehli buyuruyor ki

Tefekkür, insanı, Cennete giden yola ulaştırır. (Lokman Hakim)

Sözü zikir, sükutu fikir, bakışı ibret olanlar, bana benzemiş olur. (Hz. İsa)

Çok tefekkür, mutlaka insanı bilgili eder. Bilgili olan da amel eder. (Vehb bin Münebbih)

Tefekkür etmeyenin sükutu ve ibretle nazar etmeyenin bakışları hatadır. (Hasan-ı Basri)

İnsan, mütefekkir olursa, her şeyden bir ders, ibret alır. (Süfyan b. Uyeyne)

Tefekkür bir aynadır. İyilik ve kötülüğünü sana gösterir. (Fudayl bin Iyad)

Allahü teâlânın azametini düşünebilen insan, Ona asla isyan etmez. (Bişr-i Hafi)

Dünyalığı düşünmek, ahirete perdedir. Ahireti düşünmek ise, gafletten kurtarır ve hikmet konuşturur. (Ebu Süleyman Darani)

Tefekkür zekayı açar. (İmam-ı Şafii)

 

Fırsat buldukça Allahü teâlânın yarattıklarını tefekkür etmelidir. Mesela eline bakmalı. Parmakları olmasaydı, bir şeyi tutup alması ne kadar zor olurdu. Yahut parmakları hiç kıvrılmasaydı, eller hiç olmasaydı, gözümüz olmasaydı, gözümüz başka yerde olsaydı, halimiz nasıl olurdu? Tırnağın devamlı büyüdüğü gibi, dişlerimiz de büyüseydi ne olurdu? Dişlerimiz kemikle beraber olsaydı, çürüyünce nasıl çekilecekti? Saç uzadığı halde, kaşın ve kirpiğin uzamadığını düşünmeli. İnsan kavak gibi büyüyüp gitseydi, ne olurdu? Bitkilerin, meyvelerin yaratılışını, yıldızların, gezegenlerin bir ahenk içinde oluşunu düşünmeli. Bunları ne kadar mükemmel yarattığı için Allahü teâlâya hamd etmelidir! Böylece insanın imanı da kuvvetlenir. Fakat devamlı bunlarla uğraşıp da kendine gereken fıkıh bilgisini ihmal etmek ise büyük günahtır.