Diyalog ve hoşgörü ha?

 

Gazeteci yazar Ali Eren, 17 Nisan 2000 tarihli yazısında diyor ki:

(İpin ucu başkalarının elinde; biz de Karagöz. Onlar yazmış, biz oynuyoruz: “Diyalog ve hoşgörü” oyunu…

 

Adamlar taa 1965’te “Diyalog, misyonerliğin yeni bir tarzıdır” diyorlardı. Anadolu bizim elimizde olduğu için, “İçimiz yanıyor” diyorlar. “Mukades vatanımız, Müslüman Türklerin istilası altındadır” demekten de çekinmiyorlar. Bize bakışları bu… Daha ne desinler? “Anlayın artık” diye kafamıza tokmakla mı vursunlar?

 

Birkaç senedir bir diyalog ve hoşgörüdür, ısrarla sürdürülüyor. Buna birkaç gün önce de Şanlıurfada devam edildi. Organizesini de Zaman gazetesi ve Fethullah Gülen’in onursal başkanı olduğu Yazarlar ve Gazeteciler Vakfı yapıyor.

 

Şimdi, “Bunda şüphelenecek ne var? Organize eden zaten belli kimseler” derseniz, ben de size “Peki bunu başlatanın kim olduğunu biliyor musunuz?” diye sorarım. (Kim olduğunu aşağıda okuyacaksınız.)

Hem de bir işi kimin yaptığına değil, yapılan işe bakmak gerekir.

 

Fethullah Hoca, 1998 başında Vatikan’da Papa’yla görüştü. Bu görüşme, halkın da, meclisin de istemediği bay Demirel’in tasvibi ve tasdikiyle olmuştu. İşin içinde Demirel olduğu için içim almıyor, biiir…

 

Ecevit’in Fethullah Gülen hakkındaki tavrı da midemi bulandırıyor, bu da ikii… Eğer Ecevit bir işe iyi gözle bakıyorsa ben orada şüpheye düşerim. Doğru mu, yanlış mı görelim:

 

Türkiye’den Papa’yla görüşmesi icab eden birisi varsa, bu sadece Diyanet İşleri Başkanı olmalıydı, niye Fethullah Hoca gitti?

 

Müftü değil, imam değil, vaiz değil, müezzin bile değil. Yani hiçbir resmi hüviyeti yok. Buna rağmen kendisiyle görüşülmesi oldukça zor olan, ve değme resmi insanın 6 ayda bile kolay kolay görüşemediği Papa’yla rahatça görüşebiliyor; hayret. Bunda bir anormallik yok mu?

 

Bir hayret daha, kendisini orada Türkiye’nin büyükelçisi karşılıyor!

Mesela, bir vilayete giden başbakanı oranın valisi karşılar. Ama aynı vali, başbakanın bulunduğu yere gitse, başbakan onu karşılamaz. Çünkü alt makamdakiler daima üst makamdakileri karşılar.

Fethullah Hoca, T.C. nezdinde, büyükelçiden daha üst bir makamda mı ki, onu büyükelçi karşılamıştır?

 

Soru iki: Fethullah Hoca’yı Papa’yla görüştürenler, İslam dininin hayrına bir şey için mi görüştürmüşlerdir? 12 yaşından öncesine Kur’an öğrenilmesine “YASSAKK!” çekenler mi İslam’ın hayrını istiyorlar?

 

Geçelim ve Fethullah Hoca’nın Papa’ya hitabına bakalım lütfen:

“Papa cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog için Papalık Konseyi misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz.” (10 Şubat 1998, Zaman)

Demek ki Dinlerarası Diyalog denilen çalışmayı kim başlatmış? Papa!

Veee, Fethullah Hoca “Papalık Konseyi misyonunun bir parçası olmak üzere” orada bulunuyormuş!

Dikkat, dikkaaat! İslam misyonunun bir parçası olarak değil, Papalık Konseyi misyonunun bir parçası olarak…

 

Ne demek bu beyler, ne demek?

 

O Papa ki, bir taraftan dinlerarası hoşgörü turları atarken, diğer taraftan bizi içimizden vuruyor. Nasıl vuruyor bakın:

 

Hıristiyan teoloji uzmanı Aytunç Altındal’ın açıkladığına göre Papa, 1998’de Fethullah Hoca’yla görüşmesinden sonraki günlerde, dünyadan iki kişiyi gizli kardinal tayin etti. Bu gizli kardinaller başka bir dinin mensuplarından seçildi. Yapılan araştırmaya göre, bu gizli kardinallerden birisi İslam dünyasında “âlim” olarak bilinen birisidir. Bu gizli kardinal, mensup olduğu dinin veya mezhebin bâtıl olduğunu, gerçek dinin Hıristiyanlığın Katolik yorumu olduğunu ilan eder ve bağlılarıyla birlikte bu dine geçer. (7 Mart 1998, Akit)

 

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın uğruna yanıp tutuştuğu diyalog toplantılarında hep komisyon başkanlığına getirilen ve “Ben yurt dışına gittiğim zaman sık sık kiliselere gidiyorum; çok da lezzet ve zevk alıyorum” diyen 9 Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Mehmet Aydın ’98 Ekim’inde diyordu ki:

“Efendim, diyalog ve hoşgörü devam edecekse, Hıristiyanlarla konuşurken sizin kitabınız bozulmuş, sonradan değiştirilmiş; en hakiki din benim dinim demeyeceksiniz.”

 

Demek ki, diyalog ve hoşgörü uğruna kendi Dininizin, Kitabınızın ve Peygamberinizin hak ve en son olduğunu söylememeniz gerekiyormuş. İşte diyalog ve hoşgörü dediklerinin en kısa tarifi bu sayın okuyucular.

 

Buna itirazınız var mı, ismini ve unvanını zikrettiğim sayın beyler?

Sayın Mustafa Başoğlu buna tahammül edemedi ve itiraz etti. Etti, ama ettiğiyle kaldı. Ne yazık ki oradaki belki de 100 kişilik Diyanet ve İlahiyat kadrosundan tek bir kişi “Evet, Mustafa bey haklı” demedi…

 

Ne yapılmak isteniyor?

Aman diyalog kesilmesin diye “Dinimizin, Kitabımızın ve Peygamberimizin hak ve en son olduğunu” söylemeyecek-söyleyemeyeceksek olmasın bu diyalog canım…

 

Şu “İbrahimi din” ifadesi de ne demek oluyor, sayın organizatörler?

Size göre farz üstü farz olduğu için, bozulmasından korktuğunuz diyalog aşkına sizin söyleyemediğiniz şeyi bari ben söyleyeyim:

 

Aslını, özünü, orijinalliğini kaybetmiş olan dinler Hz. İbrahim aleyhisselamın dini olamaz. Onun dini tek çeşittir. Allah da ancak onu din olarak kabul eder. O bakımdan “İbrahimi dinler” olamaz; “İbrahimi din” olur. O da sadece ve sadece İslam’dır. Birleşilecekse, İslam’da birleşilmelidir!

 

Cevabınız varsa söyleyin; yoksa diyalogla neyi zorluyorsunuz, neyin peşindesiniz onu söyleyin…) (17 Nisan 2000, Akit)

Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri