Dinimiz ve
adalet
İslamiyet’in başka dinlerde olanlara karşı tutumu nasıldır? CEVAP Dinimiz iyi bilinirse, görülür ki, Allahü teâlâ, insanlara
daima merhamet ve şefkat ve af ile muamele etmeyi, kendilerine fenalık
yapanları affetmeyi, daima güler yüzlü ve tatlı sözlü olmayı, sabırlı
hareket etmeyi, işlerinde daima dostlukla anlaşmayı emretmektedir. Hakiki müslümanlar, diğer bütün dinlere karşı büyük bir müsamaha göstermişler, değil Hıristiyan ve Yahudileri zorla müslüman yapmak ve onların ibadethanelerini tahrip etmek, aksine, onlara yardım, hatta kiliselerini tamir etmişlerdir. Müslümanlar arasından Hıristiyanlara fena muamele edenler çıkmamış
mıdır? Çıkmış olabilir. Fakat bunlar, hem miktarca çok az, hem de, dinimizin
emirlerini bilmeyen cahiller idi. Bunlar nefslerine uyarak hareket etmişler
ve cezaları bizzat müslümanlar tarafından verilmiştir. Tarihi vesikaPeygamber efendimizin bu husustaki bir mektubu şöyledir: (Bu yazı, Abdullah oğlu Muhammed’in bütün Hıristiyanlara verdiği
sözü belirtmek için yazılmıştır. Şöyle ki; Allahü teâlâ, kendisini rahmet
ile müjdelemiş, insanlar üzerindeki emaneti muhafaza edici kılmıştır.
İşte bu Muhammed, bu yazıyı, müslüman olmayan bütün kimselere verdiği
ahdi belgelendirmek için kaleme aldırdı. Kim ki, bu ahdin aksine hareket ederse, ister sultan, ister
başkası olsun Allahü teâlâya karşı isyan ve din-i İslam ile alay etmiş
sayılır ve Allahü teâlânın lanetine layık olur. Eğer Hıristiyan bir
rahip [papaz] veya bir seyyah [turist] bir dağda, bir derede veya çöllük
bir yerde veya bir yeşillikte veya alçak yerlerde veya kum içinde ibadet
için perhiz yapıyorsa, kendim, dostlarım, arkadaşlarım ve bütün milletimle
beraber onlardan her türlü teklifleri kaldırdım. Onlar benim himayem
[korumam] altındadır. Ben onları, başka Hıristiyanlarla yaptığımız ahitler
mucibince, ödemeye borçlu oldukları bütün vergilerden affettim. Harac
vermesinler veya kalbleri razı olduğu kadar versinler. Onlara cebretmeyin,
zor kullanmayın. Onların dini reislerini makamlarından indirmeyin! Onları
ibadet ettikleri yerden çıkartmayın! Bunlardan seyahat edenlere mani
olmayın! Bunların manastırlarının, kiliselerinin hiç bir tarafını yıkmayın!
Bunların kiliselerinden mal alınıp müslüman mescitleri için kullanılmasın!
Her kim buna riayet etmezse, Allahü teâlânın ve Resulünün kelamını dinlememiş
ve günaha girmiş olur. Ticaret yapmayan ve ancak ibadet ile meşgul olan kimselerden,
her nerede olurlarsa olsunlar, cizye ve garamet gibi vergileri almayın! Denizde ve karada,
şarkta ve garpta, onların borçlarını ben saklarım. Onlar benim himayem
altındadır. Ben onlara eman verdim. Dağlarda yaşayıp ibadet ile meşgul olanların ekinlerinden harac,
vergi almayın! Ekinlerinden Beytül-mal devlet
hazinesi için hisse çıkartmayın! Çünkü, bunların ziraatı, sırf nafakalarını
temin etmek için yapılmakta olup, kâr için değildir. Cihad için adam
gerekirse, onlara baş vurmayın! Cizye, varlık vergisi almak gerekirse,
ne kadar zengin olurlarsa olsunlar, ne kadar malları ve mülkleri bulunursa
bulunsun, yılda on iki dirhemden daha fazla vergi almayın! Onlara zahmet,
meşakkat teklif olunmaz. Kendileriyle bir müzakere yapmak gerekirse,
ancak merhamet, iyilik ve şefkat ile hareket edilecektir. Onları, daima
merhamet ve şefkat kanatları altında himaye ediniz! Nerede olursa olsun, bir müslüman erkekle evli olan Hıristiyan
kadınlara, fena muamele etmeyin! Onların kendi kiliselerine gidip, kendi
dinlerine göre ibadet etmelerine mani olmayın! Her kim ki, Allahü teâlânın
bu emrine itaat etmez ve bunun
zıddına hareket ederse, Allahü teâlânın Peygamberinin emirlerine isyan
etmiş sayılacaktır. Bunlara kilise tamirlerinde yardımcı olunacaktır.
Bu ahitname [sözleşme] kıyamet gününe kadar devam edecek, dünya sonuna
kadar değişmeden kalacak ve hiç bir kimse bunun aksine bir harekette
bulunamayacaktır.) [Bu ahitname Hicretin 2. yılı, Muharrem ayının üçüncü günü,
Medine-i Münevvere de Mescid-i seadette Ali bin Ebi
Talibe yazdırılmıştır. Peygamber Efendimizin, bütün müslümanlara hitaben
yazdırdığı bu mektubun aslı, Feridun Beyin Mecmua-i
Münşea-tus-salâtin kitabı, c.1,s.30 dadır.] Bir adalet örneğiRum Kayseri Herakliyus’un büyük ordularını perişan eden İslam
askerlerinin başkumandanı Ebu Ubeyde bin Cerrah
hazretleri, zafer kazandığı her şehirde adamlarını bağırtarak, Rumlara,
Halife Hz. Ömer’in emirlerini bildirirdi. Humus şehrini alınca buyurdu
ki: (Ey Rumlar! Allahü teâlânın yardımı ile ve Halifemiz Ömer’in
emrine uyarak bu şehri de aldık. Hepiniz ticaretinizde, işinizde, ibadetlerinizde
serbestsiniz. Malınıza, canınıza, ırzınıza, kimse dokunmayacaktır. İslamiyet’in
adaleti aynen size de tatbik edilecek, her hakkınız gözetilecektir.
Dışardan gelen düşmana karşı, müslümanları koruduğumuz gibi sizi de
koruyacağız. Bu hizmetimize karşılık olmak üzere, müslümanlardan hayvan
zekatı ve uşr aldığımız gibi, sizden de, senede
bir kere cizye vermenizi istiyoruz. Size hizmet etmemizi ve sizden cizye
almamızı Allahü teâlâ emretmektedir.) Humus Rumları, cizyelerini seve seve
getirip, Beyt-ül-mal emini Habib bin Müslime
teslim ettiler. Herakliyus’un, bütün hıristiyan ülkelerinden asker toplayarak
Antakya’ya hücuma hazırlandığı haberi alınınca Humus şehrindeki askerlerin
de, Yermük’teki kuvvetlere katılmasına karar
verildi. Ebu Ubeyde hazretleri şehirde memurların
şöyle bağırmalarını emretti: (Ey Hıristiyanlar! Size hizmet etmeye, sizi korumaya söz vermiştim.
Buna karşılık, sizden cizye almıştım. Şimdi ise, Halifeden aldığım emir
üzerine, Herakliyus ile gaza edecek olan kardeşlerime yardıma gidiyorum.
Size verdiğim sözde duramayacağım. Bunun için hepiniz Beyt-ül-mala gelip,
cizyelerinizi geri alınız! İsimleriniz ve verdikleriniz, defterimizde
yazılıdır.) Suriye şehirlerinin çoğunda da böyle oldu. Hıristiyanlar müslümanların
bu adaletini, bu şefkatini görünce, senelerden beri Rum imparatorlarından
çektikleri zulümlerden ve işkencelerden kurtuldukları için bayram yaptılar.
Sevinçlerinden ağladılar. Çoğu seve seve müslüman
oldu. Kendi arzuları ile Rum ordularına karşı İslam askerine casusluk
yaptılar. İslam devletlerinin meydana gelmesi, yayılması asla, saldırmakla
olmadı. Bu devletleri ayakta tutan, yaşatan, büyük ve başlıca kuvvet,
iman kuvveti idi ve İslam dininde çok kuvvetli bulunan adalet, iyilik,
doğruluk ve fedakârlık meziyeti idi. Kur'an-ı kerimde buyuruldu ki: (Allah, adaleti,
iyilik yapmayı, akrabaya bakmayı emreder. Hayasızlığı, fenalığı ve haddi
aşmayı men eder.) [Nahl 90] (Ey iman
edenler! Bir millete olan öfkeniz, sizi adaletsizliğe sürüklemesin.
Adil olunuz!) [Maide 8] Avrupa ve vahşetAvrupa okullarında verilen din derslerinde, İslamiyet’i bir
vahşet dini olarak tanıtıyorlar. Halbuki zulmü, vahşeti yapan Hıristiyanlar
değil midir? CEVAP Hıristiyanların yaptıkları vahşetler çoktur. Tarih baştan başa
bu zulümlerle doludur. Din namına yapılan Engizisyon zulümleri, Sen Bartelmi faciası
ve buna benzer toplu öldürmeler, Hıristiyanların, mezhepleri farklı
olan dindaşlarına ve diğer dinlere karşı gösterdikleri akıl ermez vahşetleri
birer birer teşhir etmektedir. Müslüman hükümdarlar,
müslüman kumandanlar, müslüman devlet adamları arasında hiçbiri, hiçbir
zaman Hıristiyanların yaptıkları gibi, zulümler yapmamış, bunları "din
namına yapıyoruz" demek küstahlığında bulunmamış, müslüman âlemini
Hıristiyanlara karşı teşvik etmemiştir. İslamiyet’te hiçbir mahluka
zulüm yapmak caiz değildir. Bütün müslüman din adamları zulme mani olmuştur.
İşte küçük bir misal: Dar-üs-seade ağası iken emekli olan
Sünbül ağa, Mısıra giderken, gemisi
Rodos açıklarında, Malta korsanları tarafından basılıp, ağa şehit edildi.
Venedik gemileri Mora’ya asker çıkarıp çocuk
ve kadın demeden, binlerce müslümanı öldürdü. On sekizinci padişah Sultan İbrahim, çok merhametli idi.
Hıristiyanların bu katliamını işitince pek üzüldü. 1646 senesinde bunlara
karşılık olarak Osmanlı idaresinde misafir olarak bulunan Hıristiyanların
kısas olarak, öldürülmelerini istedi. O zamanda Şeyhülislam olan Ebüs-Said efendi, yanına Bostancı başıyı alarak padişahın huzuruna çıktı. Padişaha, her ne kadar
suçsuz müslümanları katledenler hıristiyan iseler de, verilecek cezanın,
aynı dinden de olsa herhangi bir hıristiyana değil, bizzat bu fiili
işleyenlere verilebileceğini ve suçsuz yere insan öldürmenin İslam dinine
aykırı olduğunu bildirdi. Sultan
İbrahim,
bütün Osmanlı sultanları gibi, İslam dinine ve Allahü teâlânın kitabına
çok bağlı olduğu için, Şeyh-ül-islamın sözünü
dinleyip, fikrinden vazgeçti. [Fezleke-i
tarih-i Osmanı ve Tarih-i
devlet-i Osmaniyye] Bütün dinleri iyi incelemiş olan, İngiliz ilim adamlarından
Lord Davenport, (Hz. Muhammed ve Kur'an-ı
kerim) adındaki İngilizce kitabında diyor ki: (Müslümanların Hıristiyanlara karşı davranışı ile, papalığın
ve kralların müminlere reva gördüğü muamele, asla birbirine benzetilemez.
Mesela 1572 senesi ağustosun 24. günü, yani Saint Bartelemi
yortu günü, Dokuzuncu Şarl ve Kraliçe
Katerinanın emri
ile Paris ve civarında altmış bin Protestan öldürüldü. Böyle nice işkencelerde
dökülen Hıristiyan kanları, müslümanların harp meydanlarında döktükleri
Hıristiyan kanlarından kat kat fazladır. Bunun
içindir ki, birçok aldanmış insanı, İslamiyet’in, bir zulüm dini olduğu
zannından kurtarmak gerekir. Böyle yanlış sözlerin, hiç bir vesikası
yoktur. Papalığın vahşet ve yamyamlık derecesine varan işkenceleri yanında,
müslümanların gayri müslimlere karşı davranışları,
ağzı süt kokan bir sübyanınki kadar yumuşak olmuştur.) Chatfeld diyor ki: (Araplar, Türkler ve başka müslümanlar, Hıristiyanlara karşı,
batılı milletlerin, yani Hıristiyanların müslümanlara karşı uyguladıkları
muamele ve gaddarlığın aynını yapmış olsalardı, bugün doğuda tek Hıristiyan
kalmazdı.) Bu misalleri çoğaltmak mümkündür. Hıristiyan kitaplarında bile
benzerlerine çok rastlanan bu vesikalardan şu hakikat meydana çıkmaktadır: 1- İslam dini,
hiçbir zaman, vahşet dini olmamış, müslümanlar, hiçbir zaman Hıristiyanları
imhayı düşünmemiş, aksine icabında onları himaye etmiştir. 2- Buna mukabil
Hıristiyanlar, birbirlerini müslüman ve Yahudilere ve farklı mezhebe
mensup dindaşlarına karşı tahrik etmiş, onları muhtelif mezalime tâbi
tutmuş, her vahşeti yapmış, İsa aleyhisselamın dinini tahrif ederek
bir vahşet dinine çevirmişlerdir. Şimdi ise İncilin tahrif edildiğini
anlayarak tek Allah inancına dönme gayretleri başlamıştır. Mecusi ve İslam adaletiMüslüman olanların çoğunun, kılıç korkusu ile müslüman oldukları
söyleniyor. Bunlar doğru mudur? CEVAP Kılıç korkusu ile müslüman olan, bu korku gidince hemen eski
dinine dönebilir. Müslümanlığın her tarafa yayılması İslamiyet’in hak
bir din olduğunu göstermektedir. Eshab-ı kiramın tamamı severek, isteyerek müslüman olmuştur.
İslam’ın adaletinden dolayı seve seve müslüman
olanlar az değildir. Bir misal olarak bir mecusinin
müslüman olmasını bildirelim. Hz. Ömer, halife iken, şark cephesi kumandanı olan Sad bin Ebi Vakkas hazretleri, Kufe şehrinde bir bina yaptırmak istedi.
Arsaya bitişik bir Mecusi’nin evini satın almak icap etti. Mecusi satmak
istemedi. Evine gidip hanımına danıştı. Bu da, (Onların Medine’de bir
Emirleri var. Ona gidip şikayet et) dedi. Medine’ye gelip halifenin
sarayını aradı. Dediler ki: - Onun sarayı, köşkü yok. - Peki şimdi nerededir? - Şehir dışına çıktı. Gidip aradı. Askerleri, muhafızları göremedi. Toprak üstünde
uyumuş birini görüp dedi ki: - Halife Ömer’i gördün mü? - Onu niçin arıyorsun? - Onun kumandanı, benim evimi zor ile satın almak istiyor.
Onu kendisine şikayet etmeye geldim. - Benimle gel! Hz. Ömer, Mecusi ile evine geldi. Kağıt istedi. Evde kağıt
bulamadı. Bir kürek kemiği gördü. Kemik üzerine, Besmeleden sonra, (Ey Sad, bu Mecusi’nin
kalbini kırma! Yoksa hemen yanıma gel) yazdı. Mecusi, kemiği alıp evine geldi. (Boşuna yoruldum. Bu kemik
parçasını kumandana verirsem, alay ediliyor sanıp, çok kızar) dedi. Hanımının ısrar etmesi üzerine, Sad’a
gitti. Sad, askerleri arasında oturmuş, neşe
ile konuşuyordu. Sad’ın gözü, uzakta duran
Mecusi’nin elindeki kemikteki yazıya ilişti. Emir-ül-müminin Ömer’in
yazısını tanıyıp ansızın rengi soldu. Bu ani değişikliğe herkes şaşırdı.
Sad, Mecusi’nin yanına gelip dedi ki: - Her ne istersen yapayım, aman beni Ömer’in karşısına çıkarma!
Zira, onun cezasına takat getiremem. Kumandanın bu yalvarmasını görünce, hayretten aklı gitti. Aklı
başına gelince, hemen Müslüman oldu. Mecusi’nin Müslüman olduğunu duyan
arkadaşları sordu: - Hemen nasıl müslüman oldun? - Emirlerini gördüm. Yamalı hırkasını örtünmüş, toprak üstünde
uyuyordu. Kumandanların bundan titrediklerini de gördüm. Bunların hak
dinde olduklarını anladım. Benim gibi, ateşe tapan birine böyle adalet
yapılması, ancak hak olan dine inananlarda olur. (M.Ç.Güzin) Sosyal adalet ne demektir? CEVAP
Sosyal adalet; asırlardan beri bütün rejimler ve bütün sosyal
doktrinler tarafından düşünülen ve gerçekleştirilmesi arzu edilen bir
husustur. Bir topluluğun düzenli, ahenkli olması ve fertler, zümreler
arasında nefret ve düşmanlık bulunmaması için sosyal adaletin bulunması
gerekir. Sosyal adalet, herkesin çalışması; bilgi ve kabiliyeti ve gördüğü
iş nispetinde hakkını alması; hiç kimsenin ezilip sömürülmemesi; en
küçük bir iş görene de hayat hakkı tanımak demektir. Çalışan herkesin
asgari bir geçim şartına erişmesi, sosyal adaletin ilk şartıdır. Sosyal adalet, sosyal eşitlik demek değildir. Herkesin aynı
gelire sahip olması adalet değil, adaletsizlik olur. Bir sınıfta, çalışan
çalışmayan, bilen bilmeyen bütün öğrencilerin sınıf geçmesi de böyledir.
Mutlak eşitlik, ne tabiatta, ne toplulukta, hiçbir yerde yoktur. Olması
da düşünülemez. Bir fabrikadan çıkan eşya gibi, bütün vasıfları aynı
olan robot gibi insan olmaz. Herkes farklı yaratılışta olduğu için işleri
de farklı olur. Hukuktaki eşitlik, aynı durum
ve şartlar içinde bulunan herkesin aynı muameleye tâbi tutulması demektir.
Sosyal bakımdan, hele ekonomik yönden tam bir eşitlik aramak ve istemek,
hem gereksiz, hem imkansızdır. Çünkü, adalet kavramı ile bağdaştırılamaz.
Mesele, mevcudu kelle hesabı, eşit şekilde paylaştırmak değil; herkesin
çalışmasının karşılığını görmesi, hakkını elde edebilmesidir. Sosyal adalet, milli gelirin en uygun şekilde taksimini sağlar;
istismarı, sömürücülüğü ortadan kaldırır. Sermayenin belirli bir zümre
elinde toplanmasını önler. Herkese kendi ölçüsünde hayat hakkı verir.
Sınıf ve zümreleri arasında düşmanlık bulunmayan bir topluluk meydana
getirir. Böyle bir toplulukta vatandaşlar, kendilerini emniyette hissederler.
Sosyal adaleti en iyi, en verimli olarak sağlayan kuvvet, elbette İslam
ahlakıdır. Müslümanlar birbirlerinin kardeş olduklarına inanır ve kardeş
gibi birbirini severler; Müslüman olmayanların mallarına, canlarına,
ırzlarına saldırmazlar. İslam dini, insanların yardımlaşmalarını sağlar; her çeşit
bölücülüğü önler. Çalışmayı, helal para kazanmayı emreder. Çalışan her
insana hakkını verir. Herkesin mülkünü korur. Kimse kimsenin malına,
mülküne dokunmaz. Sosyal adaleti anlayanların, İslam ahlakına saygı
göstermeleri gerekir. Bugün Avrupalı, İslam ahlakına uyduğu ölçüde temiz
ve sağlam işler yapıyor. Doğruluk, temizlik ve çalışmak İslam ahlakının
esaslarındandır. Dinsiz bir toplum bile, İslam ahlakına uygun yaşarsa,
dünyada rahat eder. |