Evrensel hak din yalnız İslam’dır
Bir ateist, İslamiyet’in evrensel olmadığını, sadece Arapların
dini olduğunu söyleyerek bazı sorular sordu. İlk sorusu şöyledir Kur’an evrensel midir? CEVAP Elbette evrenseldir. Başka
bir din de gelmeyecektir. Muhammed aleyhisselam son Peygamberdir. Kur’an-ı
kerimde bildiriliyor ki: (Muhammed,
Allah’ın resulü ve peygamberlerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]
(De ki, ey
insanlar, ben, Allah’ın hepiniz için gönderdiği Resulüyüm.) [Araf 158]
(Biz seni
bütün âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107] (Hak din yalnız İslam’dır.) [Al-i İmran 19] (İslam dininden başka din isteyenlerin, dinlerini Allah
kabul etmez.) [Al-i İmran 85]
(Her dinden
üstün kılmak üzere, resulünü, doğruluk rehberi Kur’an ve hak din İslam
ile gönderen Allah’tır.) [Feth 28] Ateist diyor ki: Oruç ve namaz olayını ele alırsak, tüm ibadet zamanlarını ay
ve güneşin hareketlerine göre belirleyen İslamiyet, sadece Arabistan
yarımadasına hitap eder. Bu da İslamiyet’in evrensel olmadığını göstermez
mi? CEVAP Ay ve Güneş sadece Arabistan’da mı
doğuyor? Avrupa, Asya, Amerika, Afrika’da ve Avustralya’ya güneş doğup
batmıyor mu? Kur’an, yalnız Araplara mı hitap ediyor. Ey akıl sahipleri,
Ey insanlar, Ey iman edenler, Ey kâfirler, Ey
kitap ehli diye birçok âyet vardır. Akıl sahipleri sadece Arabistan’da
mı? İnsanlar, iman edenler ve kâfirler yalnız Arabistan’da mı yaşıyor?
Bu ne bozuk mantık! Ateist diyor ki: Aynı ibadetler, kutuplarda veya oraya yakın yerlerde yapılmaya kalkılsa
bir oruç günü 6 ay sürebilecek ve insanlar 6 ay boyunca nasıl aç kalabileceklerdir?
CEVAP Bu, dini bilmemekten ileri
gelen bir düşüncedir. Kur’an-ı kerimde her şey açıkça yazılmamıştır.
Bunun açıklamasını Allahü teâlâ, Peygamberine havale etmiştir: (Kur'anı
insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44] Hadis-i şerifler de dinimizde delildir. Ayrıca iki delil daha
vardır. Birinin adı icma
öteki de kıyas-ı fukaha’dır. Siz bunları bilseydiniz ve inansaydınız
o soruları gündeme getiremezdiniz. Namaz, oruç ve diğer ibadetler bu
delillerle anlaşılır. Birkaç
saat fark aynı ülkede de olabilir. Hatta aynı şehirde bile kışın geceler
uzun yazın kısadır. Yazın gündüzler birkaç saat daha fazla uzun diye
oruç tutulmaz mı? Allahü teâlâ şöyle ayarlamıştır ki, kameri aylar,
her yıl on gün önce gelir ve yılın her mevsimine isabet eder. Mesela
Ramazan ayı, kışın kısa günlere geldiği gibi, çok uzun olan yaz günlerine
de gelmektedir. 36 senede bir aynı güne gelir. Kur’anda, beş vakit namazın vakitleri, çeşitli âyetlerde bildirildiği halde,
Beş vakit namaz tabiri geçmez.
Sebeplerinden birisi de, kutuplarda ve kutuplara yakın yerlerde, beş
vakit namazın hepsinin vaktinin girmemesidir. Zengin, İslam’ın beş şartını
da yapmakla yükümlü iken, fakire zekat vermek ve şartları yoksa, hacca
gitmek de farz değildir. Şu halde, İslam’ın şartlarını eda etmek zengine
göre beş iken, fakire göre üçtür. Fakire de, (Sen İslam’ın beş şartını
yapmaya mecbursun) denilemediği gibi, kutuplardaki Müslümana da, beş
vakit namaz kılma mecburiyeti olmaz. Kılınırsa iyi olur. (Nimet-i
İslam) Ramazan ayı gelince, oruç tutmak farz olur. Ancak seferi olanın
oruç tutması farz değildir. Kutuplara ve aya giden Müslüman, seferi
ise oruç tutmaz. Geriye dönünce kaza eder. Gündüzleri 24 saatten daha
uzun yerlerde, mesela altı ay gündüz olan yerlerde, oruca saat ile başlanır
ve saat ile bozulur. Gündüzü böyle uzun olmayan, vakitleri normal teşekkül
eden, yani gündüzleri 24 saatten az olan bir şehirdeki Müslümanların
zamanına uyularak oruç tutulur. (Dürer) Ateistin
deveye benzeyen mantığı Ateist diyor ki: Kuran’da adı geçen deve, hurma türü şeyler ancak Arabistan
yarımadasında yetişen canlı türleridir. Sadece çöl bitkileri ve çöl
hayvanlarını içeren Kur’an nasıl evrensel olabilir? CEVAP Ne kadar bozuk bir mantık bu! Hangi
öğretmen öğrencisine, bilmediği görmediği şeylerden örnekler verir ki?
Elbette herkesin bildiği bir örnek verilir. Kur’anın Arapça olarak gönderilmesi
de böyledir. Yani Arap olan insana Türkçe veya İngilizce bir dil ile
gönderilse idi ne anlayacaklardı? Bununla beraber, Kur’anda, incir,
zeytin, nar, üzüm, kiraz, muz gibi meyvelerden, hıyar, sarmısak, soğan, mercimek gibi
sebzelerden ve buğday arpa
gibi ekinlerden de bahsedilir. Birkaç âyet meali özetle şöyledir:: (Ekinleri, zeytin ve narları
yaratan Allah’tır.) [Enam141]
(Allah, ekin, zeytin, hurma,
üzüm ve diğer meyveleri bitirir.) [Nahl 11] (Bahçeler, meyveler ve çayırlar
bitirdik.) [Abese
25] (İncir ve zeytine and olsun.) [Tin 1] (Musa’nın kavmi, çeşitli sebze,
hıyar, sarmısak, mercimek ve soğan istedi.) [Bekara 61] (Allah gökten su indirip çeşit
çeşit meyveler yarattı.) [Saffat 41] (Hurma, üzüm bağları, zeytin
ve nar bahçeleri meydana getirdik.) [Enam 99] (Amel defterleri sağdan verilen
mutlu kimseler için Cennette sedir ağaçları kiraz, muz ve bol meyveler
vardır.) [Vakıa
27- 44] Kur’anda Cennet şöyle tasvir edilir: (Cennetin
içinde su, süt, şarap ve bal ırmakları ile meyvelerin her çeşidi vardır.)
[Muhammed
suresi 15] Bir hadis-i şerif de şöyledir: (Cennette,
gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hayal bile edilemeyen nimetler
vardır.) [Buhari] Kur’an-ı kerimde, at, eşek, katır, koyun, keçi, inek, köpek, domuz, kurt,
maymun, zebra, aslan, balık birçok hayvan ismi geçer. Bunların arasında
deveyi görmek art niyetin işaretidir. Bekara
suresi bir hayvan adıdır. Sığır demektir. Enam
suresi var, [kurbanlık] hayvanlar demektir. Fil suresi var. Daha başka hayvan ismi olan sureler de vardır. Birkaç
âyet-i kerime meali şöyledir: (Rabbin bal
arısına, her çeşit üründen, çiçekten yemesini öğretti. Karınlarından
şifalı bal çıkardı. Düşünen bir millet için bunda ibret vardır.) [Nahl 68,69]
(Yunusu bir
balık yuttu.) [Kalem 142] (Allah, erkekli
dişili sığır da yarattı.) [Enam 144] (Yahudilere
tırnaklı hayvanlar ile sığır ve koyunun iç yağını haram kıldık.) [Enam 146]
(Kâfirler
hayvan [davar] gibidir, hatta daha aşağıdır.) [Furkan
44] (Allah sekiz
çift hayvan yaratmıştır: Koyundan iki ve keçiden iki...) [Enam 143]
(Sizin için
at, katır ve eşekler yaratılmıştır.) [Nahl 8] (Mağara ehlinin
köpekleri de vardı.) [Kehf 18]
(Onlar, aslandan
ürküp kaçan yaban eşeği [zebra] gibidir.) [Müddessir
50.51] (Onlara,
aşağılık maymun olun dedik.) [Araf 166] (Rabbin fil
sahiplerinin üstüne ebabil kuşlarını gönderdi.) [Fil 1- 4]
(Evlerin
en dayanıksızı örümcek yuvasıdır.) [Ankebut 41] (Musa’nın
asası bir yılan olmuştu.) [Araf 107] (Onlara;
tufan, çekirge, haşarat, kurbağa ve kan gönderdik.) [Araf 133]
(Domuz eti
ve canavarların öldürdüğü hayvan haramdır.) [Maide 3] (Yusuf’u
kurt yedi dediler.) [Yusuf 17] (Süleyman'ın,
cin, insan ve kuşlardan müteşekkil orduları vardı.) [Neml 17]
(En çirkin
ses eşek sesidir.) [Lokman 19] Genç ateistin hezeyanları Genç ateist, bir kelimenin iki veya daha fazla
anlamı olacağını bilmediği için veli kelimesine takılmış. Soruyor: Hiç
Allah’ın velisi olur mu?. CEVAP Bilindiği
gibi yüz kelimesinin birkaç anlamı vardır. Baba kelimesi
de öyle. Mafya babası, Bektaşi babası, Fakir babası, Para babası, Baba
adam gibi farklı anlamlarda kullanılır. Harç kelimesinin de kullanıldığı
yerlere göre çeşitli anlamları vardır. Mesela Maliye’de
harç demek, vergi demektir. İnşaatta yenice su, kum karıştırılmış çimento
demektir. Ziraatta gübre karıştırılmış toprak demektir. Mutfakta da
harç vardır, köfte harcı, dolma harcı gibi. Genç bunları bilmediği için,
diyor ki: Veli
ne demek, koruyan, gözeten demek. Okula başlayan her öğrencinin velisi
olur. Öğrenci velisinden sorulur. Allah'ın velisi deyince de Allah'ı
koruyan biri anlaşılır. Demek ki sizin Allah’ınızı koruyup gözeten veliler
var öyle mi? CEVAP Ne
kadar cahillik bu. Bir kelimenin birkaç anlamı olur diye yukarıda açıkladık.
Veli, ermiş kimse demektir. Veli kelimesinin çoğulu evliyadır. Öğrenci
velileri toplandı denilince bu, evliyalar anlaşılmaz. Senin bu yanlışlığın,
1970 lerdeki bir olayı hatırlattı. Belki o zamanlar sen doğmamıştın.
Fikir babanız Prof. İlhan Arsel, (Biz üniversitede kapıcılık bile yapamayız) diyerek
istifa ettiği zaman, Meydan dergisinde bir yazar, senin yanlışlığına
benzer bir yanlışlığını hatırlatmıştı. İlhan Arsel,
Ebussuud efendinin bir fetvasını okumuş, senin gibi yanlış
anlamış. Genç bir kızın pire verilip verilmesi ile ilgili fetvasındaki
pire vermek sözünü
anlayamamış. (Görüyorsunuz, Müslümanların şeyh-ül-islamı,
bir kızı pire ile evlendiriyor) demişti. Halbuki, o kelime pire
değil pir idi. Pir ise ihtiyar demektir. Bu ateistler hep böyle
mi diye hatırıma geldi. Genç ateist soruyor: Hepimiz
Âdem’den geldi isek niçin dil, din, renk ve kültürümüz bir değil? CEVAP Taberani’deki bir hadis-i şerifte: (Allahü teâlâ,
Hz. Âdem’e her şeyin sanatını, ilmini öğretti) buyuruluyor. Allahü
teâlâ, Âdem aleyhisselama, dünyada mevcut bütün dilleri öğretti. Hz.
Âdem de, Arapça, Süryanice, İbranice ve diğer
bütün dillerde kitaplar yazıp her dil ile konuşmuştur. Bu husustaki
delillerden biri Bekara suresinin, (Allahü
teâlâ, Âdem'e bütün isimleri [bunların sanatını ilmini, ne işe yaradığını,
nasıl kullanılacağını] öğretti) mealindeki 31. âyet-i kerimesidir.
Hz. Âdem, bunları öğrendiği için, varlıkların adlarını, bütün dil ve
lügatleri biliyordu. Çocukları bütün dilleri konuşuyordu. Hz. Âdem vefat
edince, çocukları kafileler halinde çeşitli ülkelere göç ettiler. Her
kafile, ayrı bir dil ile konuşuyordu. Böylece torunlar, dedelerinin
konuştuğu diğer dilleri unutmuşlardı. O anda konuştukları dil ile kaldılar.
(Mirat-ı Kâinat) Biyolojide
modifikasyon denilen dış değişikliği yanında,
mutasyon denilen genlerde
değişiklik olayı vardır. Beyaz insandan siyah, esmer veya sarı insanlar
türeyebilir. Hadis-i şerifte de buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamı dünyanın
her tarafından alınan topraktan yarattı. Bu sebeple neslinden, siyah,
beyaz, esmer, kırmızı renkte olanlar olduğu gibi, bu renkler arasında
bulunanlar da oldu. Bazısı yumuşak, bazısı sert, bazısı da halis ve
temiz oldu.) [Ebu Davud] Dil
ve rengin farklı oluşunu açıkladık. Dinlerde inanç farklı değildi. Her
semavi dinde, Allah’a, meleklere, peygamberlere, kitaplara, Cennete,
Cehenneme iman esastı. İnsanlar tarafından bozulunca farklı gibi zannediliyor.
Diğer dinleri insanların bozduğu, Kur’an-ı kerimde bildiriliyor. Kültür
ise, her toplumun yaşadığı iklime, coğrafi bölgeye göre farklı olur. İslamiyet kolaylık dinidir Ateist genç diyor ki: İslam
kolaylık dini imiş, kime yutturuyorsunuz bunu? Nasıl kolaylık dini bu?
Oruç tut, namaz kıl, hacca git ve zekat ver. Bunları yapmanın neresi
kolay? Bir kısmında beden yoruluyor, bir ay aç duruluyor, bir kısmında
ise para gidiyor. CEVAP Müslümana
bunların hiçbirisi güç gelmez. Mesela sen sabahları uykuda iken biz
sabah namazına kalkıyoruz. Elbette bunlar, sana ve senin gibilere zor
gelir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Allahü
teâlâ, kullarına yapabilecekleri şeyleri emretmiştir. Güç yetirilemeyen
işleri emretmemiştir. İnsanları zayıf yarattığı için, kolaylık göstermiştir.
Bir âyet meali şöyledir: (Allah,
size hafif, kolay emretmek istedi, çünkü insan, zayıf yaratılmıştır.)
[Nisa 28] Namaz, oruç kolaydır. Zekat için de malın tamamının
değil, kırkta birinin verilmesini emretmiştir. Dinin diğer emirlerine
dikkatle ve insafla bakılırsa, bu kolaylıklar görülür. Bununla beraber
ibadet etmenin güç geldiği kimseler yok değildir. İbadetlerin zor gelmesi,
Allah’ın düşmanı olan nefistendir. Namaz kılmak ve diğer ibadetleri
yapmak, ancak müminlere kolay gelir. Kalbi kararmışlara, kâfirlere zor
gelir. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki: (Bu
din [inanıp ibadet etmek] müşriklere
[imansızlara] güç gelir.) [Şura
13] ([Her çeşit günahtan çekinmek, oruç
tutmak ve diğer ibadetleri yapmak için] Sabrederek ve namaz kılarak
Allah’tan yardım isteyiniz. Sabır ve namaz, yalnız Allah’tan korkan
müminlerden başkalarına zor gelir.) [Bekara 45] Bedeni
hasta olana bazı işleri yapmak güç geldiği gibi, kalbi ve ruhu hasta
olana, kâfir olana da ibadetler güç gelir. (1/191,289) Ateist genç diyor ki: Siz
dinin yolundan değil de aklın yolundan gitmelisiniz. Biz akılcıyız,
siz dincisiniz. Dinci olan akılcı olabilir mi? Tanrı simgesel bir anlatımdır.
Tanrı diye bir şey yoktur. Varsa göstermeniz gerekir. CEVAP Bir
bilgisayar, bir uçak kendiliğinden meydana geldi diyene inanan mı akıllıdır,
yoksa bunların elbette bir yapanı var diyen mi? Bu kâinattaki canlı
ve cansız yaratıklar kendiliğinden meydana geldi diyen mi akıllı, yoksa
elbette bunun bir yaratıcısı vardır diyen mi? O halde tesadüfen oldu
diyen nasıl akıllı olabilir ki? Başına gelecek işlerden dolayı bir tedbir
almayan, istikbalini düşünmeyen kimseye akıllı denir mi? Hz. Ali, dirilmeye
inanmayan bir ateiste, “Biz inanıyoruz. Diyelim ki senin dediğin gibi
tekrar dirilmek olmasaydı, inanıp ibadet etmekle bizim hiç zararımız
olmazdı. Bizim inancımız doğru ise, sen sonsuz olarak ateşte yanacaksın”
diyor. Ateist ölünce, kendi inancına göre, yok olacak. İslamiyet’e göre
ise, o Cehennemde sonsuz azap görecektir. İnanan da, sonsuz nimetler
içinde yaşayacaktır. Aklı, bilgisi olan bir insan, bu ikisinden elbette,
ikincisini seçer. Sonsuz azapta kalmak, bir ihtimal bile olsa, bunu
hangi akıl kabul eder? Halbuki, ahiret hayatı, bir ihtimal değil, apaçık
bir gerçektir. O halde aklı, ilmi olanın, Allah’a ve ahirete inanması
gerekir. İnanmamak, ahmaklık olur. Hz.
Ali’nin buyurduğu gibi, ihtiyatlı, tedbirli olmak mı akıl kârıdır, yoksa
sonsuz tehlikeyi göze almak mı? İslamiyet akla çok önem veren bir dindir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Aklı olmayanın dini yoktur.) [Ebuş-şeyh] (Akıllı kimse kurtuluşa ermiştir.) [Buhari] (Aklı olan kimse iman eder.) [Beyheki] Tevekkül, kader ve kısmet Ateist genç diyor ki: Din
sağlıklı düşünmeye engeldir. İnsanı tevekkülcü, kaderci, kısmetçi yapar.
CEVAP İslamiyet’i
bilmediğin için böyle rastgele konuşuyorsun.
Tevekkül, kader, kısmet gibi şeyleri de bilmiyorsun. İslam âlimleri
buyuruyor ki: Sebeplerin
tesir etmesinin Allahü teâlâdan olduğunu bilen, tesiri Allahü teâlâdan
bekleyen ve tecrübe edilmiş sebepleri kullanan kimse, Allahü teâlâya
tevekkül etmiş, yalnız Ona güvenmiş olur. Tesir etmeyen, hayali sebepleri
kullanmak, tevekkül olmaz. Tesiri çok görülmüş olan sebepleri kullanmak
gerekir. Ateş yakar, fakat, ateşe yakma kuvvetini veren, Allah’tır.
Aç olan, bir şey yer; bu şeye doyurma kuvveti veren Odur. Gerektiği
zaman, böyle sebepleri kullanmadığı için zarar gören kimse, Allah’a
asi olur. Tecrübe edilmiş sebepleri kullanmak gerekir. Allahü teâlâ,
istişareyi, yani bilenlere danışmayı emretti. Danışmak, sebebe yapışmaktır.
Tevekkül sebeplere yapıştıktan sonra sonucu sabırla beklemektir. Tevekkül,
iş yapmayıp tembel oturmak değildir. Bir işe başlamak ve başlanan işi
başarmak için tevekkül gerekir. Güç bir işi başaramamak korkusunu gidermek
için de tevekkül gerekir. Al-i İmran suresinin (Azmedip de bir işe başlayınca, Allah’a tevekkül et, Ona güven! Allah
size yardım ederse, kimse size galip gelemez. Size yardım etmezse, kimse
yardım edemez. O halde, müminler Allah’a tevekkül etsinler) mealindeki
159 ve160 âyetleri, tevekkül ile beraber çalışmayı ve çalışmada azmin
de gerektiğini bildiriyor. Demek ki her Müslüman çalışacak, azmedecek
ve sonra da güvenecektir. Tevekkül bir zaaf, bir acizlik değil, tam
aksine bir kuvvettir. Tevekkül edenin kaybedecek bir şeyi de yoktur.
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Deveni sıkı bağla ve sonra Allah’a tevekkül
et!) [İbni Asakir] Dinimiz, insanlara daima çalışmak, aklını doğru kullanmak,
her türlü yeniliği öğrenmek, başarmak için her türlü meşru çareye başvurmayı
emretmektedir. Bir Müslüman ancak herhangi bir işte aklını kullandığı,
her çareye başvurduğu ve son derece de çalıştığı halde, bir başarıya
ulaşamazsa, üzülmemeli ve bu sonucun, Allahü teâlânın kendisi için uygun
gördüğü bir husus olduğunu kabul ederek kaderine razı olmalıdır. Yoksa
hiçbir şey yapmadan, çalışmadan, öğrenmeden ve bilmeden yan gelip yatarak
beklemek, İslamiyet’te yoktur. Böyle yapmak büyük günahtır. Ateistler
tevekkülü böyle bir şey zannediyorlar. Bir âyet meali şöyledir: (İnsana, ancak dünyada çalışarak yaptığı işler fayda verir.) [Necm
39] İnsanlar, bazen her şeye başvurdukları ve çok çalıştıkları
halde, istediklerine kavuşamazlar. İşte o zaman, bu işte kendi ellerinde
olmayan bir kudret bulunduğunu ve bu kudretin insanların yaşamaları
ve başarıları üzerinde etkili olduğunu ve onlara yön verdiğini kabul
ederler. İşte kader kısmet budur. Bu aynı zamanda büyük bir teselli
kaynağıdır. (Ben görevimi yaptım, ama ne yapayım ki kısmetim bu imiş)
diyen bir Müslüman, bir işte başarısız olsa bile, ümitsizliğe kapılmaz
ve büyük bir iç huzuru ile çalışmaya devam eder. Kur'an-ı kerimde buyuruldu
ki: (Güçlükle beraber elbette bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir
işi bitirince diğerine teşebbüs et ve hacetini yalnız Rabbinden
iste!) [İnşirah
5-8] Yani başarısızlıktan ümitsizliğe düşmeyip çalışmaya devam etmelidir.
Dinimiz çalışmayı emrederken, Müslümanlara tevekkülcü ve kaderci diye saldırmak, İslamiyet’i
bilmemekten ileri gelen fanatik bir durumdur. Tesettürü Kur’an emrediyor
Ateist
genç diyor
ki: Başını
ve vücudunu açmak Kur’anda yoktur. Hele kol ve bacakları açmak asla
Kur’anda yoktur. Buna rağmen kapanmak nasıl Allah’ın emri olur? CEVAP Resulullah
efendimiz, kapanma hükmü Kur’an-ı kerimde olmadığı halde mi emretti?
Asırlardır Müslümanlar Kur’ana, sünnete uymuyorlar mı? Ne kadar basit
bir görüş bu. Tesettürle ilgili âyet-i kerimeleri Peygamber efendimiz
açıklamış, âlimler de bizlere bildirmiştir. Bu husustaki tartışmalar
kasıtlıdır. Kur'an-ı kerimde genel olarak hükümler, kısa olarak bildirilmiştir.
Bunları Peygamber efendimiz açıklamıştır. Çünkü Kur’an-ı kerimde, (İndirdiğim
Kur’anı insanlara açıkla) buyuruluyor. (Nahl 44) Bir kimse, İsra suresinin (Ana
babana öf deme) mealindeki 23. âyete bakarak, ana babasına öf demeden,
sopa ile dövse, sonra da (Ben öf demediğim için, Kur'anın emrine uydum)
dese, doğru olur mu? Bunun anlamı, (Ana babanızı üzmeyin, hatta onlara
öf bile demeyin) demektir. (Beydavi) Bunun için tesettür âyetlerinden göğüs kısmını kapatıp başka
yerleri açmak anlamı çıkmaz. Bu bakımdan Kur'an tercümesine bakmak çok
yanlış olur. Herkes Kur'andan hüküm çıkarabilseydi, Peygamber gönderilmesi
lüzumsuz olurdu. Dinimizin bir hükmünü öğrenmek için herkes Kur'an-ı
kerime bakıp anlayamaz. Kur'an-ı kerim, hadis-i şeriflerle açıklanmıştır.
Hadis-i şerifleri de anlamak büyük ilim işidir. Bunları da İslam âlimleri
açıklamıştır. Onun için hiç kimseye Kur'an tercümesi okumasını tavsiye
etmiyoruz. Tıp kitabı okuyarak, ilaç yapmak ve hastaya teşhis koymak
yanlıştır. Kur'an tercümesinden hüküm çıkarmak bundan daha büyük yanlıştır.
Çünkü yanlış ilaç öldürebilir; ama yanlış hüküm, imanı kaybettirip,
sonsuz azaba düşürebilir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Kur'anı kendi görüşü ile açıklayan, doğru olsa bile, muhakkak
hata etmiştir.) [Nesai] Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki: [yabancı erkeklere bakmaktan] sakınsınlar, ırzlarını korusunlar,
[el, yüz gibi] görünen kısmı hariç, ziynetlerini [ziynet
takılan yerlerini] göstermesinler, başörtülerini yakalarına kadar
[saç, kulak ve gerdanlarını] örtsünler!) [Nur 31] Bu âyet-i kerimeden kadınların başörtüsü ile sadece yakasını
örteceği, baş ve vücudunun diğer yerlerini örtmenin gerekmediği anlaşılabilir.
Gözünü neden sakınacak, ırzını nasıl koruyacak, ziynetten maksat nedir?
Kına, sürme, boya mıdır, altın, gümüş gibi ziynetler midir? Bu hususlar
açık değildir, hadis-i şerifle bildirilmiştir. Bir âyet-i kerime meali
de şöyledir: (Ey Nebi, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına
[dışarı çıkarken] cilbablarını [dış elbiselerini] giymelerini söyle!
Bu, onların tanınıp, eza edilmemelerine daha uygundur.) [Ahzab 59] Bu tercümeye bakıp "Kadın, tanınıp eza edilmemesi için
elbise giyer. Tanınıp eza edilmezse, çıplak gezebilir" diyenler
çıkmıştır. Önemli olan Resulullahın açıklamasıdır. O buyuruyor ki: (Kadının [yüz ve iki elinden başka] bütün bedeni avrettir) [Mecmaul-enhür, El-mugni] Bu hadis-i şerifte kadının tesettürü açıkça bildiriliyor. Kur'an-ı
kerimin 17 yerinde Resulullaha (De ki, bana tâbi olun) buyuruluyor.
Resulullaha tâbi olup Onun bildirdiği şekilde tesettüre riayet etmelidir!
Resulullah efendimiz, baldızını, ince elbise ile görünce, (Ya
Esma, bir kız, namaz kılacak yaşa gelince, yüz ve elleri hariç, vücudunu
erkeklere gösteremez) buyurdu. (Ebu Davud) Hz. Âişe buyurdu ki: (İlk muhacir kadınlara Allah rahmet etsin! Tesettür âyeti inince,
hemen peştamallarını yırtıp başlarını örttüler) buyurdu. (Buhari, Nesai) |