Tenasüh (Reenkarnasyon) yoktur
Reenkarnasyon hurafesi
Reenkarnasyon denilince, ruhun insandan insana geçmesi, başka bir bedenle
dünyaya geliş, tenasühte ise, ruhun hem insana, hem de hayvan, bitki
ve cansızlara geçtiği anlaşılıyor. Biri diğerinin yerine de kullanılır.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Kalbleri hasta, bilgileri
az olan bazı kimseler, hatta kendilerini, şeyh olarak tanıtan bazı dinsizler,
tenasühe inanıyor. "Ruhlar
olgunlaşmadan önce, bir bedenden ayrılınca, başka bir bedene geçer.
Kemale geldikten sonra, insanlara gelmez, tenasüh yolu ile olgunlaşmış
olurlar" diyor ve tenasühle ilgili birçok hikayeler uyduruyorlar.
Tenasühe inanan dinden çıkar kâfir olur. Tenasüh ile ruhlar kemale gelirse,
Cehennem kimler için olur, kimler azap görür? Buna inanmak, Cehennemi
inkâr etmek ve hatta öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmamak olur.
Çünkü onlara göre, ruhun olgunlaşmasına vasıta olan bedene ihtiyacı
kalmamıştır ki, bedenle haşr olunsun. Bu yalancıların sözleri, eski
felsefecilerin [ve şimdiki medyumların] sözlerine benziyor. Eski felsefeciler,
bedenin tekrar dirileceğine inanmıyordu. "Cennet nimetleri ve Cehennem
azapları yalnız ruhlara olacak" diyordu. Bunlar, o felsefecilerden
de kötüdür. Çünkü, onlar tenasühü reddedip, azabın sadece ruha olacağını
söylüyorlar. Bunlar ise, hem tenasühe inanıyor, hem de ahiret azabını
inkâr ediyor. Bu dinsizlere göre azap, sadece dünyadadır. Allahü teâlâ, din büyüklerinin
ruhlarını insan şekline sokmuş, bu şekiller, insan gibi iş görmüştür.
Yoksa, mübarek ruhları, başka bedenlere girmiş değildir. Bir ruhun,
beden şekli alması, tenasüh değildir. Melekler ve cin de, insan şekline
girip birçok şey yapıyorlar ki bu da tenasüh değildir. Tenasühe inananlar,
kabir azabına ve Kıyamet gününe iman ediyorlar mı? Yazıklar olsun ki,
böyle imansızlar, kendilerini din adamı tanıtmış, yayın vasıtaları ile,
millete Müslümanlık öğretmeye kalkışıyorlar, gençleri, dinsiz, imansız
yapmaya çalışıyorlar. (C.2, m.58) Tenasühe inananların
kâfir oldukları Berika ve Hadika’da da yazılıdır. Eski Yunan felsefecisi
Eflatun da tenasühe inanırdı. Teslis inancını ilk olarak ortaya çıkaran
da budur. Hz. İsa, göğe çıkarıldıktan sonra, dört İncili yazanlar, bu
inancı karıştırarak, insanlığı büyük felakete sürüklediler. Cin, insanın içine
girebilir. Bu husus hadis-i şerifle sabittir. İnsanın his ve hareket
sinirlerine tesir ederek, hareket ve ses hasıl ederler. İnsanın, bu
kendi söz ve hareketinden haberi olmaz. Böylece vaktiyle Roma ve Peşte’de,
son senelerde Türkiye’de konuşan çocuk ve hastalar görülmüştür. Bunları
konuşturan cin, uzak ülkelerdeki veya eski zamanlardaki şeyleri söylediklerinden,
bazı kimseler, bu çocukların iki ruhlu olduğunu veya başka insanın ruhunu
taşıdığını sanmışlardır. Bunun yanlış olduğunu dinimiz açıkça bildirmektedir.
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki: İnsan, çeşitli yaşlarındaki
bedenleri başka başka oldukları gibi, aynı
boy ve şekilde, fakat başka zerrelerden yapılmış bir bedenle kabirden
kalkacaktır. Bu husus anlaşılınca, insan insanı yerse, yenilen organın,
hangi insan ile yaratılacağı, yiyen ile mi, yoksa yenilen ile mi birlikte
yaratılacağı gibi sorulara lüzum kalmaz. Çünkü, o organların kendileri
değil, benzerleri yaratılacaktır. Ruh başkasına geçmezYukarıda, bâtıl inanç
olan reenkarnasyondan bahsetmiştik. Bu bâtıl inanç, daha çok Hindu ve
Budistlerde görülür. Ölen kimsenin ruhu başkasına geçmez. Geçtiğini
bildiren hiçbir âyet veya hadis yoktur. Hiçbir âlim de böyle bir şey
söylememiştir. Kur'an-ı kerimde ölüm ve dirilişle ilgili birçok âyet-i
kerime vardır. Hiçbirinde ruhun başka bir insana veya başka bir mahluka
geçtiğini gösteren bir ifade yoktur. Zaten Allahü teâlâ insanlara ruh
hakkında kâfi bilgi vermemiştir. İsra suresinin (Sana ruh hakkında soranlara, de ki, "Ruh Rabbimin işlerindendir, size az
bir bilgi verilmiştir") mealindeki 85. âyeti de ruhun mahiyetini
bilmenin imkansız olduğunu gösteriyor. Bir de, (İki defa ölüp
iki defa dirilmek) ifadesinden ruhun başka birisine geçtiğini ancak
zındık söyler. Kur’an-ı kerimde buyuruldu
ki: İlk insan çamurdan,
sonrakiler, nutfeden yaratıldı. Nutfe kan pıhtısı, et olur, sonra can
verilir. Herkes ölür, kıyamette dirilir. (Müminun 12-16) Bekara suresinin (Allah sizi ölü iken diriltti. Sonra öldürecek,
sonra diriltecek, nihayet Ona döndürüleceksiniz) mealindeki 28.
âyetini, Beydavi ve diğer tefsirler şöyle açıklıyor: Çocuğun ana rahminde can verilmesinden önceki hali için ölü, can verilmesine de diriltme denmiştir. Yani insan, bir defa ana rahminde, bir de kabirden sonra diriltiliyor. İki ölü hali vardır. Biri ana rahmindeki canlılıktan önceki durumu, bir de kabirdeki hali. Yani hepsi iki ölüm, iki diriltmedir. Kâfirler ahirette (Ey Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa
dirilttin) diyecekler. (Mümin 11), Ve dünyaya tekrar gönderilmelerini
isteyecekler, iyi amel işleyeceklerini söyleyecekler. (Secde 12) Kendilerine dünyadan
geldikleri bildirilerek istekleri reddedilecek (İbrahim 44) ve denecek ki: (Size, düşünebilenin düşünebileceği, öğüt alabileceği
kadar ömür vermedik mi? Size, [peygamber, kitap, akıl, ihtiyarlık,
ölüm gibi] uyarıcılar gelmedi
mi?) [Fatır 37] (Kâfirlerden birine ölüm gelince, "Rabbim, beni geri çevir, ta ki, yapmadan bıraktığımı
tamamlar, iyi iş işlerim"
der. Hayır; bu söylediği boş laftır. Tekrar diriltilecekleri güne kadar
arkalarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir engel vardır.)
[Müminun 99-100] Duhan suresinin 56.
âyet-i kerimesinde (İnsan ilk ölümden başka bir ölüm tatmaz)
ifadesi, tek ölüm olduğunu açıkça gösteriyor. Kur'an-ı kerimde, (İki
defa ölüp iki defa dirilmek) ifadesine benzeyen başka ifadeler de vardır.
Mesela ikisi şöyledir: (Geceleyin sizi öldüren [ruhunuzu alan],
gündüzün de ne işlediğinizi bilen; sonra belli ecel tamamlansın diye
gündüzün sizi dirilten [uyandıran]
Odur.) [Enam 60], Allah, eceli gelenlerin
ölüm anında, eceli gelmeyenlerin de uyku esnasında ruhlarını aldığı
ve bunda düşünenler için bir ders olduğu bildiriliyor. (Zümer 42) Bu iki âyet-i kerimede,
insan uyurken ruhunu Allahü teâlânın aldığı açıkça bildiriliyor. Ruhunu
almakla onu öldürmüş olmuyor. Şimdi hangi zındık, (Uyuyan ölür, ruhu
başkasına geçer) diyebilir? Tek ölüm ve tek dirilişin olduğunu bildiren
âyet-i kerimelerden üçü şöyledir: (İnsan önce bir şey değilken kendisini yarattığımızı
düşünmez mi?) [Meryem 67] (Resulüm,
senden önce de hiçbir beşere ebedilik vermedik.
Şimdi sen ölürsen, sanki onlar ebedi mi kalacaklar, her canlı ölümü
tadacaktır.) [Enbiya 34, 35] (Ölümden sonra elbette diriltileceksiniz" desen,
kâfirler "bu sihir"
derler.) [Hud 7] İslamiyet’te tenasüh (reenkarnasyon) yoktur
Ölmüş kimselerin ruhları, çocuk, hayvan veya
bitkiye geçiyormuş. Bir çocuk, ruhunu aldığı kimsenin geçmiş hayatında
bahsedip, mesela, "Ben yüz sene önce şunları yapmıştım" diyormuş.
Ölenin ruhu başkasına geçer mi? CEVAP Bu bâtıl inanç daha çok Hindu ve Budistlerde vardır. İslamiyet’te
tenasüh (reenkarnasyon) yoktur. Yani ölen kimsenin ruhu başkasına geçmez.
Yahut bir kimse birkaç defa dünyaya gelmez. Daha çok dine inanmayan
kimseler, reenkarnasyondan bahsediyorlar. Dine inanmayan biri, eğer
dinden bahsediyorsa, elbette samimiyetinden şüphe edilir. Bunların asıl
maksadı dini yıkmaktır. Bunlar, dine inanır görünüp, genel olarak, içkinin
az içilirse günah olmadığını, tesettürün Kur'anda olmadığını, lüzumsuzluğunu,
Cennet ve Cehennemin dünyada olduğunu yazıp çizerler. Hz. Âdemi inkâr etmek
için ilk insanların vahşi olduğunu, maymundan geldiğini, dil bilmediğini
de söylerler. Halbuki Allahü teâlâ, bütün eşyanın ilmini, sanatını Hz.
Âdem'e öğrettiğini bildiriyor. (Bekara 31) Müslümanlar, gezegenlerde
insan veya insan gibi canlı varlık bulunmadığını bildirdiği için, din
düşmanları, Ufo diye bir yalan uydurdular. Allah’a inanmazlar, "Gök
tanrıları" derler, "Tanrıların arabaları" diye roman
yazarlar. Çamur at iz bıraksın
Falın, ilmi hiçbir
değeri olmadığı, asılsız olduğu herkesçe bilindiği halde, sırf İslamiyet
falı kötülüyor diye gazetelerinde fal ile ilgili yazılar, yorumlar yayınlarlar.
Asıl kendileri hurafeci olduğu halde, müslümanlara iftira ederler. Kısacası
bunlar, dini yıkmak için açıkça değil, böyle tevilli, dolaylı yollardan
dine saldırırlar, "tutmazsa da iz bırakır" ümidiyle, İslamiyete
çamur atmaya çalışırlar. Bunların sözünün dinde bir değeri olmaz. Cin, insanın içine
girebilir. Bu husus hadis-i şerifle sabittir. İnsanın his ve hareket
sinirlerine tesir ederek, hareket ve ses hasıl ederler. İnsanın, bu
kendi söz ve hareketinden haberi olmaz. Böylece vaktiyle Roma’da ve
Peşte’de, son zamanlarda Adana ve Hatay’da
konuşan çocuk ve hastalar görülmüştür. Bunları konuşturan cin, uzak
ülkelerdeki veya eski zamanlardaki şeyleri söylediklerinden, bazı kimseler,
bu çocukların iki ruhlu olduğunu veya başka insanın ruhunu taşıdığını
sanmışlardır. Bunun yanlış olduğunu dinimiz açıkça bildirmektedir. İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki: (Çeşitli yaşlarındaki
bedenleri başka başka olan bir insan, aynı
boy ve aynı şekilde, fakat başka zerrelerden yapılmış bir bedenle kabirden
kalkacaktır. Bu husus anlaşılınca, insan insanı yerse, yenilen organın,
hangi insan ile yaratılacağı, yiyen ile mi, yoksa yenilen ile mi birlikte
yaratılacağı gibi sorulara lüzum kalmaz. Çünkü, o organların kendileri
değil, benzerleri yaratılacaktır.) Kur'an-ı kerimde buyuruluyor
ki: (Onlar, gökleri ve yeri yaratmış olan Allah’ın, kendileri
gibilerini de, [benzerlerini
de] yaratmaya kadir olduğunu
düşünmüyorlar mı?) [İsra 99] Beden değişir,
Ruh değişmez
Herkes, öldüğü zamandaki
şekli, boyu ve organları ile mezardan kalkacaktır. Herkesin kuyruk sokumu
kemiği değişmeyecek, başka organlar, bu kemik üzerine yeniden yaratılacak,
ruhlar bu yeni bedenleri bulup, ona ait olacaklardır. Ruhların bu başka
bedenlerle beraber olmaları tenasüh değildir. İnsan bedeni, organları
dünyada da değişiyor. Kırk yaşındaki insanın eti, yağı, derisi, kemikleri
başkadır, çocukluğunda bulunanlar başkadır. Fakat o, hep aynı insandır.
Çünkü insan, ruh demektir. Beden değişiyor ise de, ruh değişmez. Ruh değişmediği gibi,
parmak izi de hiç değişmez. Hiçbir insanın parmak izi, başkasının parmak
izine benzemez. Bir insanın parmak uçlarındaki çizgilerin şekli, doğmadan
önce, ruh bedenle beraber olduğu sıralarda teşekkül eder. İnsan ölüp
çürüyünceye kadar hiç değişmez. Beşbin yıllık
mumyalarda aynen kaldıkları görülmüştür. Parmak ucundaki çizgilerden
herbiri yan yana dizilmiş deliklerden meydana gelmiştir. Her delikçikten,
ter sızmaktadır. İnsan bir şeyi tutunca, sızan ter, o şeyin üzerinde
çizgilerin şekli gibi yapışıp kalır. Teri boyayan bir ilaç sürünce,
o kimsenin parmak izi, o şey görünür. Hırsız parmak izinden bulunabilir. Ölen bir kimsenin ruhu,
başka birine geçmez. Fen ilerlediği zaman bu durum daha da kolay anlaşılır.
Mesela bütün insanların parmak izleri bir yere alınır. Eskiden ölmüş
bir kimseden bahseden çocuğun parmak izi ile karşılaştırılınca tutmadığı
görülür. Daha başka usullerle de tespiti mümkündür. İnsan, ruhu sayesinde
ayakta durur. Aklı, düşüncesi, ruhu sayesinde vardır. İnsanın vücudu,
bir marangozun âletleri gibidir. İnsan ölünce, âletleri olmadığından,
ruh bu aletlerle bir iş yapamaz. Ancak yine de, ruh ölü olmadığı için
gider gelir, insanları tanır. Hatta evliyanın ruhları insanlara yardım
eder. Bu yardım etmesi dünyadaki bedenindeki aletlerle değildir. Allah
ruhlara aletsiz de iş yapma özelliğini vermiştir. Vefat eden Hızır aleyhisselamın
ruhu çok kimseye çeşitli yardım yapmaktadır. Bir insana, başka insanların
bütün organları takılsa, o insanın aklında, düşüncesinde değişiklik
olmaz. Marangozun eski aletleri yerine, yeni aletleri gelmiş demektir.
Alet değişmekle, marangozdaki bilgi, kabiliyet değişmez. Kesmeyen bir
testere yerine, iyi kesen bir testere gelirse, daha kolay iş yapar.
Görmeyen gözün yerine sağlam göz takılırsa görür. Kanı, kalbi, beyni
de değişse, yine düşünceye tesir etmez. Sağlam organ takılmışsa, daha
kolay iş görür. Çünkü insan, ruh demektir. Bir insan yanmakla
yok olmaz. Sadece aletleri elinden alınmış olur. Ahirette ona yeni aletler
verilir. Mümin ise Cennete, kâfir ise Cehenneme gider. Ruh, kendisine
verilen vücut sayesinde, ya nimete kavuşur veya azaba düçar olur. Ruhun
mahiyetini bilmeyen ve Allah’ın kudretinden şüphe eden kimse, insan
yanınca yok olduğunu, kabir suali ve kabir azabının olmadığını zanneder.
Halbuki kabir azabının olduğunu dinimiz açıkça bildiriyor. Ölüye kabir azabı
Hadis-i şeriflerde
buyuruldu ki: (Kabir, ya Cennet bahçesi veya Cehennem çukurudur.) [Tirmizi] Aklın
almadığı şeyleri akılla çözmeye kalkışmak çok yanlıştır. Akıl, göz gibi,
din bilgileri de ışık gibidir. Göz, ışık olmadıkça, karanlıkta görmez.
Göz, karanlıkta görmediği şeylere "yok" diyemez. Akıl da,
maneviyatı, fizik-ötesini anlayamaz. Aklımızdan faydalanmamız için Allahü
teâlâ, din ışığını gönderdi. Göz, ışık olmadan karanlıkta cisimleri
göremediği gibi, din bilgileri olmadan da akıl, manevi şeyleri anlayamaz. Amerika’daki vahşilerin,
oklarının uçlarına sürdükleri, "Kürar"
ismindeki zehir, sinirlerin uçlarını felce uğratır. Adale hareket edemez.
Ağrı yapmadığından insan zehirlendiğini anlamaz. Elini, ayağını oynatamaz,
yere yıkılır, taş gibi kalır. Görür ve işitir ise de, gözünü kırpamaz,
dilini oynatıp bağıramaz. Kabir azabı da buna benzetilebilir. Ölü, acı
duyar, fakat kıpırdayamaz. Dine inanmayan bir
yazar, kelebekler hep ölüp diriliyor diyerek reenkarnasyonun gerçek
olduğunu savunuyor. Dünyada her canlının bir hayat devresi vardır. Kelebeklerde,
Yumurta, Tırtıl, Pupa, Kelebek devreleri vardır. Kelebeklerin nesilleri
böyle devam eder. Bunun reenkarnasyon hurafesi ile bir ilgisi yoktur.
Bitkilerin, kavunun, karpuzun, tohumla yetişen diğer sebzelerin çoğalması
da buna benzer. Mesela bir karpuz çekirdeği toprağa atılınca, çekirdekten
yeşil aksam meydana gelir. Yeşil aksamdan da karpuz olur. Karpuzun içinde
de çekirdekler bulunur. Böylece neslini devam ettirir. Yeni meydana
gelen karpuzlar, çekirdeği ekilen karpuza benziyor diye eski çekirdek
yeniden meydana geldi mi denir? Yahut karpuz ölüp ölüp
diriliyor denmez. Her canlı ölür. (Rahman 26) Ruh çağırmak
Ruh
fincanla çağırılmaktadır. (Falancanın ruhu gel) denir. (Şu, şöyle mi?)
gibi soru sorulunca, fincan, evet ve hayır yazılı tarafa yahut harfler
üzerinde dolaşarak hareket eder. Böylece sorulan şeye cevap verilmiş
olur. Bunların içinde gerçek olanları da olur. Peki bu nasıl biliniyor
ve bunu bildiren kimdir? CEVAP
Kur'an-ı kerimde gaybı
Allah’tan başkasının bilemeyeceği bildiriliyor. (Cin 26) Gayb, duygu organları
ile veya hesap ile, tecrübe ile anlaşılmayan demektir. Birisinin altınları
çalınır. Medyuma, ruhçuya veya cinci denilen kimselere gidilir. Bunlar,
çalanı tarif eder. Bazen isabet ettiği de olur. Çalınan şey, bize göre
gayb ise de, çalana göre veya onu gören başkalarına göre gayb değildir.
Onu çalanı bir cin görmüşse, cin çalanı tarif eder ve bulunur. Cin gaybı
bilmiş olmaz. Ruh çağırıyoruz denildiğinde de gelen cindir. Cin de geleceği,
gaybı bilmez. Bilmediği Kur'an-ı kerimde yazılıdır. (Sebe 14) Cin, gaybı bilmediği
gibi, melek hatta peygamber de bilmez. Ancak Allahü teâlâ bildirirse,
başkası da, peygamber de bilir. (Cin 27) Peygamber efendimizin
devesi kaybolunca, münafığın biri (Cennetten, Cehennemden bahsediyor.
Hâlbuki kaybolan devesinin yerini bile bilmiyor) dedi. O anda Allahü
teâlâ, devenin nerede olduğunu Resulüne bildirdi. Peygamber efendimiz,
deveyi ve yularının bir ağaca takılmış olduğunu görüp tarif etti. Gittiler,
tarif edilen yerde buldular. (M. Kâinat) Allahü teâlâ gaybı
evliyasına ve dilediğine bildirir. Evliyanın kerametleri çok görülmüştür.
Mesela Hz. Ömer’in, Medine’den İran’daki ordusunu görüp, kumandanına
(Dağa çekil dağa) dediği meşhurdur. Evliyanın ruhları da yardım eder.
(Şevahid-ün-nübüvve) Ruh çağıranlar, ölenin
ruhu geliyor diye milleti kandırıyorlar. Kâfirlerin ruhları hapsedilmiştir.
Gelmeleri mümkün değildir. Müslümanların ruhları ise, fasıkların, kâfirlerin
çağırması ile gelmez. Ruhçuların ruh hakkındaki
söylediklerinin hemen hepsi yalandır. Çünkü Kur'an-ı kerimde insanlara
ruh hakkında çok az bilgi verildiği bildiriliyor. (İsra 85) Ruhçular, fazla bir
şey bildiklerini iddia ediyorlarsa, bu âyeti inkâr olur. İmam-ı Rabbani
hazretleri, tenasühe inananın kâfir olacağını bildiriyor. (C.2, m.58) Ruh nedir? Ölünce ruh nereye gider? CEVAP Allahü teâlâ insanlara
ruh hakkında kâfi bilgi vermemiştir. İsra suresinin (Sana ruh hakkında sorarlar, de ki, "Ruh Rabbimin işlerindendir,
size az bir bilgi verilmiştir") mealindeki 85. âyet-i kerimesi
de ruhun mahiyetini bilmenin imkansız olduğunu bildiriyor. İmam-ı Rabbani hazretleri
buyuruyor ki: Allahü
teâlâ, insanın ruhunu bilinemez şekilde yarattı. Ruh, madde değildir,
belli bir yeri yoktur. Ruh, bedenin ne içinde, ne dışındadır, ne bitişik,
ne ayrıdır. Yalnız onu varlıkta durdurmaktadır. Bedenin her zerresini
diri tutan ruhtur. Bunun gibi, âlemi varlıkta durduran Allahü teâlâdır.
Allahü teâlâ, bedeni ruh vasıtası ile diri tutmaktadır. (Müj.
Mektublar) Ahlâk-ı alaide
buyuruluyor ki: (Aklın erdiği bilgileri
anlayan, his organlarından beyne gelen duyguları alan, bedendeki bütün
kuvvetleri, hareketleri idare eden, kullanan ruhtur. Ruh, göz vasıtası
ile renkleri, kulak ile sesleri kavrar, sinirleri çalıştırır. Adaleleri
hareket ettirir, böylece bedene iş yaptırır. Böyle işlere ihtiyari yani
istekli işler denir. Aklı kullanmak düşünmek ve gülmek gibi şeyleri
yapan ruhtur. Ruh parçalanmadığı
ve parçalardan meydana gelmediği, yani mücerred
olduğu için, hiç değişmez, bozulmaz, yok olmaz. Ruh bir sanatkâra benzer.
Beden bu kimsenin elindeki sanat aletleri gibidir. İnsanın ölmesi ruhun
bedenden ayrılmasıdır. Bu da sanatkârın sanat aletlerinin yok olmasına
benzer.) İmam-ı Gazali hazretleri
buyuruyor ki: (Cesedden
ayrılan ruh, ya azaba veya nimete kavuşur. İyilerinki yükselir, kötülerinki
yedi kat yerin dibine iner. Bedenden ayrılan ruh, aletsiz, vasıtasız
olarak her şeyi bilir. Bunun için çeşitli nimet veya azapla karşılaşır.
Ruh
bedende iken, herhangi bir uzuv, mesela insanın bir ayağı felç olsa,
ruh bu ayağa tesir edemez, onu harekete geçiremez. Ölüm ise, bütün uzuvların
felç olmasına benzer, ancak ruh, bedenden ayrılınca, müstakil olarak
yine bilir, görür, anlar, sevinir, üzülür, bu halleri yok olmaz. Bu
hali, bütün ruhlar yok edilinceye kadar devam eder. Herkes dirilince,
her ruh, yeniden meydana gelen cesede tealluk
eder.) |
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |