Bazıları, (Melek, cin,
şeytan gibi varlıkları göremiyoruz. Görülmeyen şey yoktur) diyor. Bazıları
da nazara bâtıl inanış diyorlar. Bu konularda âyet, hadis yok mudur?
CEVAP (Melek, cin, şeytan gibi varlıkları göremiyoruz. Görülmeyen şey yoktur) sözü, çok basit, çok yanlış, ilme aykırı bir sözdür. Dünya, bir imtihan yeridir.
Allahü teâlâ, Bekara suresinin başında gayba imanı, yani görmeden inanmamızı
emretmiştir. İyi ile kötünün, inananla inanmayanın ayırt edilmesi için
bir imtihan gerekir. Allahü telâlâ imtihan etmeden de kullarının ne
yapacağını, suç, günah işleyeceğini bilir. Fakat, henüz suç işlemeden
cezalandırılsa, (Suçum yokken,
imtihan edilmeden, beni cezalandırmanız doğru değil) diyebilir.
İşte bunun gibi sebeplerle, insanlar imtihan için dünyaya getirilmiştir.
Söz dinleyenle, dinlemeyen, suç işleyenle işlemeyen belli olsun diye,
bazı yasaklar konmuş, bazı ibadetleri yapma mecburiyeti getirilmiştir.
Mesela (domuz eti veya besmelesiz kesilen kuzu eti niye haram) diye
soruluyor. Etin mutlaka bir zararı olduğu için değil, emri dinleyenle
dinlemeyen belli olsun diye de haram edilmiş olamaz mı? Bu öyle bir imtihan ki sorular da, cevaplar da bellidir. [Üstelik kopya çekmek de serbesttir. İstediğin kitaba da bakman serbesttir. Üstelik hocaya sorman da serbesttir, hem de istediğin kadar. Hatta ve hatta imtihanı edenden de yardım istemen, Ona sığınman da serbesttir. Akıl ve insaf sahibi herkes, bu şekildeki imtihandan, Allahü teâlânın kullarına olan merhametini anlamalıdır. Hâşâ zulmetmez kuluna hüdası, herkesin çektiği kendi cezası.] Kabirde ne sorulacak,
ahirette ne sorulacak hepsi bellidir. Ben soruları ve cevapları bilmiyordum
diye itiraz edilemeyecektir. Cin, şeytan, nazar,
Cennet, Cehennem gibi şeylerin görülmemesi de bir imtihandır. Görüldükten
sonra imtihanın ne önemi kalır? İyi ile kötünün, bilenle
bilmeyenin, çalışkanla tembelin, inananla inanmayanın ayırt edilmesi
için bir imtihan gerekmez mi? İnsanlar akla tâbi olurlar Melek, cin, şeytan gibi
varlıkları göremiyoruz. Bunların var olduğu Kur'an-ı kerimle ve hadis-i
şeriflerle sabittir. Peki, göz tek başına her zaman bir ölçü olabilir
mi? Göz neleri görür, neleri göremez? Görünüşe aldanmamalıdır.
Akıl, çok zaman gözün yanlışını çıkarır. Göz ile pencereden güneşe baktığımız
zaman, güneşin, bir tepsi kadar olduğunu zannederiz. Fakat, akıl, güneşin
dünyadan büyük olduğunu söylüyor. Gözümüzün aldandığı açıktır. Meleğe,
şeytana, cine, nazara inanmayanlar, elbette, (Biz gözümüzün gördüğüne
inanırız. Güneş, top kadar küçüktür) diyemezler. Diyemediklerine göre,
göz her zaman ölçü olamaz. Görmedikleri şeye yok diyemezler. Gözle görülmeyen şeylerin
yok olduğunu söylemek, akla değil, his uzuvlarına tâbi olmak demektir.
Hayvanlar his uzuvlarına tâbi olur, insanlar ise, akla tâbi olurlar.
İnsanların his uzuvları, hayvanlarınkinden daha geridedir. Köpek çok
kuvvetli koku alır. İnsan, bu kadar koku alamaz, gecenin zifiri karanlığında
yarasa gibi hareket edemez, kedinin gördüğü gibi karanlıkta göremez.
Mıknatısın magnetik
gücünü gözümüzle göremiyoruz. Fakat demiri çekmesinden mıknatısta bir
güç olduğunu anlıyoruz. Kumanda âleti ile, Tv'yi
açıp kapatıyoruz. Kumanda âletinde gözümüzle görmediğimiz bir güç, bu
işleri yapıyor. Uzaktan kumandalı bir
âletle, otonun kapılarını açıp, arabayı çalıştırabiliyoruz. Fakat bu
işi yapan gücü gözümüzle göremiyoruz. O halde, hisse değil, akla değer
vermek lazımdır. Lazer ışınları ile çeşitli
ameliyatlar yapılıyor. Demir bile kesiliyor. Bu ışınları, magnetik dalgaları
gözümüzle göremiyoruz. Göremediğimize yok demek akla, ilme uygun değildir.
Bir teldeki elektrik
akımını gözümüzle göremiyoruz. Fakat yaptığı işlerden, mesela elimizi
dokunduğumuz zaman, bizi çarpmasından, içinde cereyan olduğunu anlıyoruz.
Göz ile görmediğimiz için cereyanı inkâr etmek mi gerekir? Yer çekimini de gözümüzle
göremeyiz. Fakat cisimlerin havaya doğru değil de yere doğru düşmesinden
yerde bir çekim kuvvetinin olduğunu anlıyoruz. Karanlıkta göremediğimiz
gibi, çok kuvvetli ışıkta da göremeyiz. İnsandaki ruh denilen
bir varlığı göremiyoruz. Ancak insanları ayakta tutup hareket etmesini
sağladığı için ruhun varlığını anlıyoruz. İyiyi kötüden ve hakkı
bâtıldan ayıran insana akıllı diyoruz. Halbuki aklı da göremiyoruz.
Görülemeyen şeyi inkâr etmek ilme aykırı bir ahmaklıktır. Gözle görülmediği halde,
mevcut olduğu akılla anlaşılan çok şey vardır. Bazı kimseler, bir şeye
bakıp beğendikleri zaman gözlerinden çıkan şualar, canlı cansız şeylerin
bozulmasına sebep oluyor. Fen, belki bir gün, şuaları ve tesirlerini
daha iyi açıklayacaktır. Nazar gözle görülmez ama, diğer tesir eden
şeyler gibi neticesinden anlaşılır. Toplumda, nazarı değen insanlar
vardır. Nazarın, kadınlara ve çocuklara daha çok tesir ettiği tecrübelerden
anlaşılmıştır. Akıl, göze
değil, göz akla bağlıdır
(Cin ve şeytanı gözümüzle
görmüyoruz. Görülmeyen şeylere inanmayız) sözünü ancak cahiller, akılsızlar
ve bazı dinsizler söyler. Fenden haberi olan, normal düşünebilen ve
akıl sahibi bir kimsenin, yalnız gözüne göre konuşması, karar vermesi
mümkün değildir. Akıl, göze değil, göz
akla bağlıdır. Göz herşeyi göremez. Mesela tecrübeler neticesinde havanın
içinde çeşitli gazlar bulunduğunu biliyoruz. Gözümüzle havayı ve içindeki
gazları göremiyoruz. Göremediğimiz için, aklımızı göze tâbi kılarak,
(Hava ve gaz diye bir şey yoktur, olsaydı görürdük) demek aklı, tecrübeyi
hiçe saymak olur. Bugün fen yolu ile suyun,
oksijen ve hidrojen denilen iki gazdan meydana geldiğini biliyoruz.
Bu gazların biri yakıcı, diğeri de yanıcıdır. Suya baktığımız zaman
ne oksijeni, ne de hidrojeni görmemiz mümkün olmaz. Hatta su renksiz
olduğu için ağzına kadar dolu bir şişedeki suyu bile göremeyiz. Aklı
göze tâbi kılarak, (şişede su, suda da gaz yoktur) diyebilir miyiz?
İnsanlık şerefi Aklın önemi, insanlığın
şerefi, gözün görme kuvvetiyle ölçülseydi, kedinin insandan daha şerefli
olması gerekirdi. Çünkü insan, ışık olmadan, karanlıkta göremediği halde
kedi görebiliyor. O halde göze değil, akla göre karar vermek lazımdır.
Bazı zehirli gazlar,
renksiz ve kokusuz olduğu için görülemez ve varlığı anlaşılamaz. Tüpteki
bir gazın çıkıp da odadaki insanları zehirlememesi için gaza koku katılmaktadır.
Bu sayede bir odadaki gazı gözümüzle görmediğimiz halde, kokusundan
dolayı anlarız. İki biberin birinin
tatlı, diğerinin acı olduğunu gözümüzle anlayamayız. Gözün vazifesi
bu değildir. Göz, belli bir uzaklıktan sonraki ve belli bir büyüklükten
daha küçük olan cisimleri göremez. Küçük mikroplar görülemediği gibi,
çok uzaktaki koca bir insan da görülemez. Göremediğimiz için bunların
yokluğunu iddia edemeyiz. Göz herşeyi göremediği gibi, kulak da her sesi işitemez. Sağlam
bir kulak, belli bir frekans ve belli bir uzaklıktaki sesleri işitebilir.
Şu anda Ankara'da insanlar konuştukları halde, biz onları duyamıyor,
göremiyoruz. Biz duyamıyoruz diye onların konuşmadığını iddia edebilir
miyiz? Evimiz içinde çeşitli frekans sesler bulunduğu halde, bir radyo
olmadan bu sesleri duyamıyoruz. Biz bu sesleri duyamıyoruz diye varlıklarını
nasıl inkâr edebiliriz? Bu bakımdan fenne inanan
bir insan, göremediği şeyi inkâr edemez. Aslen var olup da göremediğimiz
şeyleri akıl reddedemez. Bazı gezegenlerin varlığından
haberdar değiliz. Bugünkü fen, bunları anlayamadığı için başka gezegenlerin
yokluğu iddia edilemez. Canlıları ayakta tutan ruhu da göremiyoruz,
ama inkârı mümkün değildir. Misalleri çoğaltmak
mümkündür. Fenden anlayan bir dinsiz, sadece, (Gözümle görmediğim için,
cin, şeytan, melek gibi varlıklar vardır diyemem ve inceleme alanına
girmediği için yoktur da diyemem) derse, daha insaflı hareket etmiş
olur. Cinlerin yaradılışı Normal akla sahip bir
kimse, kâinattaki muazzam nizamı incelediğinde, bunun kendiliğinden
olmadığını anlar. (Dünya kendi kendine muntazam bir şekilde nasıl asırlardan
beri dönebilir. Elbette döndüren bir yaratıcı vardır) der. Yaratıcıya inanan da Onun bildirdiklerine inanır. Çünkü cinleri, şeytanları
inkâr etmek, Allahü teâlâyı inkâr etmek demektir. Bunun için aklı, fenni,
göze tâbi kılmamalı, aksine gözü akla tâbi kılmalıdır! Akıl da tek başına
hakkı bulamaz. Akıl göz gibi, İslamiyet
de ışık gibidir. Yani aklın doğru karar verebilmesi için İslamiyet ışığına
ihtiyacı vardır. İslamiyet ışığı da bunların var olduğunu bildiriyor.
Her şeyi yoktan yaratan Allahü teâlâ, (İnsan
ve cinleri ancak, beni tanımaları, ibadet etmeleri için yarattım) buyuruyor.
(Zariyat 56) Nur-ül-islam kitabında diyor ki: Cinlerin ilk babası
Can’dır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Canı da daha önce, zehirli, dumansız ateşten yarattık.) [Hicr 27] Şeytanlar, iblisin zürriyetindendir.
İblis de cin taifesindendir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İblis cinlerdendi.) [Kehf
50] Cin suresinin ilk
âyetlerinde, cinlerden iman edenlerin de olduğu bildiriliyor. Nas suresinde cinlerden
insanlara zarar verenlerin bulunduğu, zararlarından Allah’a sığınılması
bildiriliyor. Cinleri inkâr edip, onların insanlara zarar verdiğini
inkâr eden kâfir olur. Süleyman aleyhisselamın cinlerden de düzenli
askerleri olduğu Kur'an-ı kerimde bildirilmiştir. (Neml 17) Cehennem cin ve insanlarla doldurulacaktır. (Secde 13) Cinlerin, mümin ve kâfir olanları vardır. |
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |