Sabır
Sabır nedir?
CEVAP Sabır, acı şeyi yüzünü ekşitmeden içmektir. Yani, şikayet
ve feryatta bulunmadan, hoşnutsuzluk göstermeden, gelen belaya katlanmaktır.
Sabır, muhalefetten sakınmak, belaların
acılığını yudum yudum tadarken, sakin olmak, geçimde fakirlik baş gösterince
zengin görünmektir.
Sabır, bela gelince güzel edeple durmak, şikayetsiz
olmak, belada fani, yok olmaktır. Sabır, afiyet gibi bela ile de arkadaş
ve dost olmak, onunla bulunmaktır.
Sabretmek, kurtuluşa, başarıya sebep olan güzel huydur.
Sabır, peygamberlerin hasletlerindendir. Bunun için atalarımız, (Sabır,
acı ise de meyvesi tatlıdır), (Sabır selamettir), (Sabırla koruk helva
olur) demişlerdir. Belalara sabretmek, kurtuluşa sebeptir. Allahü teâlâ
buyuruyor ki: (Ey Resulüm,
kâfirlerin eziyetlerine karşı, ululazm peygamberlerin sabrettikleri
gibi sabret ve onlar hakkında azap için acele etme!) [Ahkaf 35] Bir farzı yapmak veya bir günahtan kaçınmak sabırsız ele geçmez. Çünkü,
(iman nedir?) diye sorulduğunda Peygamber
efendimiz, (Sabırdır) buyurdu.
(Deylemi)
Sabrın büyüklüğü ve fazileti sebebiyle Kur'an-ı kerimde yetmişten fazla
yerde sabır ve sabredenlere verilecek sevaplar bildiriliyor. Allahü
teâlâ buyuruyor ki (Sabredenlerin
mükafatını, yapmakta olduklarının daha güzeliyle vereceğiz.)
[Nahl 96] (Ey iman
edenler, Allah’tan sabır ve namazla yardım isteyiniz. Allahü teâlâ elbette
sabredenlerle beraberdir.) [Bekara 153]
(Allah sabredenleri
sever.) [Al-i İmran 146] (Sabredenlere,
mükafatları hesapsız verilir.) [Zümer 10] (Sabır ve
namaz, yalnız Allah’tan korkan müminlere kolay gelir.) [Bekara
45]
(Sabredenlere
[lütfumu, ihsanımı]
müjdele!) [Bekara 155] (Eyyubü, [mal
ve canına gelen musibetlere]
sabredici bulduk. O ne güzel kuldu, hep Allah’a yönelir, Ona sığınırdı.)
[Sad 44] (Sabretmekte
yarışınız!) [A.İmran 200]
Sabrın fazileti o kadar büyüktür ki, Allahü teâlâ, sabrı
çok aziz eyledi. Herkes sabır nimetine kavuşamaz. Hadis-i şeriflerde
buyuruldu ki: (Sabır, Cennet
hazinelerinden bir hazinedir.) [İ.Gazali] (Eğer sabır
insan olsaydı, çok kerim ve cömert olurdu.) [Taberani] (Hoşlanmadığın
şeye sabır etmende büyük hayır vardır.) [Tirmizi]
(İbadetin
başı sabırdır.) [Hakim] (Sabrın imandaki
yeri, başın vücuttaki yeri gibidir.) [Deylemi] (Hak teâlâ,
sabırlı ve ihlaslı olanı, sorguya çekmeden Cennete koyar.) [Taberani] (En hayırlı
vasıta sabırdır.) [Hakim-i Tirmizi]
(Allah’ın
yardımı, kulun sabrı ile beraberdir.) [Ebu Nuaym] (Bozuk bir
işi düzeltemezseniz, sabredin! Allahü teâlâ onu düzeltir.)
[Beyheki] (Oruç sabrın,
sabır da, imanın yarısıdır.) [Ebu Nuaym] (Aşkını gizleyip,
namusunu koruyarak sabreden, Cennete girer.) [İbni Asakir]
(Kendini
sabra zorlayan başarır.) [Buhari] (İmanın yarısı
sabır, diğer yarısı ise şükürdür.) [Beyheki] (Dünyada
veya ahirette özür dilemek zorunda kalacağın söz ve hareketten uzak
durmaya çalış!) [Hakim]
(Şu üç kimseye
acıyın, merhamet edin! 1- Cahiller arasında kalan âlime, 2- Varlıklı
iken yoksul düşen zengine, 3- Çevresinde hatırı sayılırken itibarını
kaybeden zata.) [Tirmizi] (Bir kimse,
senin ayıplarını söyleyerek seni kötülerse, sen de onun aybını söyleyerek
kötülemeye çalışma! Bunun sevabı senin, vebali de kötü söz söyleyenindir.) [Nesai]
Peygamber efendimiz, taş kaldırıp kuvvet denemesi yapanlara
sordu: - Bu taşı kaldırmaktan daha zoru nedir? - Bildir ya Resulallah, dediler. - Öfkeli
iken, öfkesini yener, sonra sabır yolunu tutarsa, sizin en ağır taş
kaldıranınızdan daha kuvvetlidir. [T. Gafilin]
Demek ki, belaların nimet olması, o belaya sabretmeye
ve Allahü teâlânın gönderdiği kazaya razı olmaya bağlıdır. Bela gelince
feryat eden, önüne gelene Rabbini şikayet eden, nimetten mahrum kalır,
azaba layık olur. Belaya sabır, peygamberlerin hasletlerindendir.
Şükür
ve sabır
Şükür,
Allah’ın verdiği nimetleri yerinde sarf etmek, günahlardan kaçınmaktır.
İnsan, Rabbin verdiği nimetlerle günah işlerse, nankörlük etmiş olur.
Şükür,
nimeti değil, nimeti vereni görmektir. Nimeti vereni bilip gereğiyle
amel etmektir. Bu amel, kalb, dil ve diğer azalarla olur. Kalb ile iyiliğe
niyet eder. Dil ile hamd eder, şükrünü açıklar. Uzuvlarla şükür ise,
Allahü teâlânın verdiği nimetleri yerli yerinde kullanmaktır. Mesela
gözün şükrü, müslümanların, arkadaşların kusurunu görmemektir. Kulağın
şükrü, söylenilen ayıpları duymamış olmaktır. Şükür, Allahü teâlânın
verdiği nimetleri Onun sevdiği yerlerde kullanmaktır. Allahü teâlâ bir
kula birbirini takip eden çeşitli nimetler verince, kul buna layık olmadığını
düşünüp utanması da şükür olur. Şükürdeki kusurunu bilmesi de şükür
olur. Şükredemiyoruz diye özür beyan etmesi de şükürdür. (Allahü teâlâ,
kusurlarımı örtüyor) demesi de şükürdür. Şükür vazifesini yerine getirmenin
Allahü teâlânın bir lütfu olduğunu düşünmek de şükürdür. Hatta vasıtalara
şükür de şükür olur. Şükür, hem eldeki nimeti yok olmaktan kurtarır,
hem de yeni nimetlere kavuşturur. Kur'an-ı kerimde, (Şükrederseniz elbette nimetimi artırırım)
buyuruluyor.
Namazı
doğru kılan, Allahü teâlânın sayılamıyacak kadar çok olan bütün nimetlerine
şükretmiş sayılır. Hadis-i şerifte, (Namaz,
şükrün bütün kısımlarını içine alır) buyurulmuştur. Demek ki doğru
namaz kılan şükretmiş olur. Namaz kılmayan ise, nankörlük etmiş olur.
Şükür ve sabırla ilgili küçük bir kıssa da bildirelim: Hifa Hatun
Medine’de güzelliği diller destan olan bir kadın vardı.
Adı Hifa olan bu hatun, Resulullah
efendimizden Cennete götürecek ibadetin ne olduğunu sordu. (Önce evlenmek gerekir. Evlenen dinin yarısını korur) cevabını alınca,
Hifa Hatun, (Kendime denk
olan hiç kimse göremedim. Ancak siz, kimi uygun görürseniz, ona razıyım)
dedi. Resulullah efendimiz, (Yarın
mescide ilkönce gelen zat ile evlendireyim) buyurdu. Hifa hatun
da razı oldu.
Sabah oldu. Mescide gelen zat, hem fakirdi, hem de fiziki
yönden de güzel değildi. Siyaha yakın, zayıf biri olan Süheyb idi. Hifa ise, güzel olduğu kadar da zengin ve her bakımdan mükemmel idi.
Allahü teâlânın takdirine razı oldu. Nikahları kıyıldı. Süheybin
düğün yemeği verecek parası olmadığı gibi, gelini götürecek bir yeri
de yoktu. Hifa hatun, ona mal ve ev verdi. Hifa, Süheyb için bir nimet, Süheyb de Hifa için bir mihnet demekti.
Gerdek gecesi, (Cennete
öyle yüksek dereceler var ki buraya ancak sabreden ve şükredenler girer)
hadis-i şerifindeki müjdeye kavuşmak için ikisi de, (Nimete şükür ve mihnete sabır için geceyi ibadetle geçirmeye) karar
verdi. Cebrail aleyhisselam gelip durumu Resulullah efendimize bildirdi.
Peygamber efendimiz, Cebrail aleyhisselamın bildirdiklerini anlatınca,
Hz. Süheyb, sevincinden başını secdeye koyup, (Ya rabbi eğer beni affetmişsen,
yeni bir günaha girmeden, canımı al) diye dua etti. O anda vefat etti. Peygamber
efendimiz, (Şu anda Hifa hatun
da vefat etti) buyurdu. İkisinin kabrini yanyana kazdılar. Biri
nimete şükretmişti, diğeri de mihnete sabretmişti.
Başımıza gelen belalara sıkıntılara sabretmek mi lazım,
günahlarımıza kefaret oluyorlar mı? CEVAP
Şakik-i Belhi hazretleri, (Sıkıntıya sabrın mükafatını
bilen, sıkıntılardan kurtulmaya heves bile etmez) buyuruyor. Sıkıntılara
karşılık verilecek nimetleri hatırlayarak, sıkıntı hafifletilebilir.
Nitekim Allahü teâlâyı sevenler, birçok acılara katlanmışlar, hatta
o acıları duymamışlar bile, Sırri-yi Sekati hazretleri, (Allahü teâlâyı
seven, Ondan gelen belaların acısını hiç duymaz. Bir değil, yetmiş kılıç
darbesi alsa yine duymaz) buyuruyor. Nitekim, Mısır halkı günlerce yemeden
içmeden Hz.Yusuf’un güzelliğine bakakaldılar. Onun güzel yüzüne bakmakla
açlıklarını unuturlardı. Bundan daha önemlisi de Mısırın ileri gelen
kadınları, Hz.Yusuf’un güzel cemaline bakarak, ellerini kestiler, fakat
acısını duymadılar. (Yusuf suresi
31)
Çölde, yaşayan bir bedevinin bir horozu, bir köpeği
ve bir de merkebi vardı. Horoz, sabahları öter, onları namaza uyandırırdı.
Bir gün tilki horozu alıp götürdü. Çoluk çocuğu üzüldü. Bedevi, (Hakkımızda belki bu hayırlıdır) diyerek
onları teselli etti. Bir kurt geldi, yüklerini taşıyan merkebini parçaladı.
Bedevi, üzülen çoluk çocuğunu, (Belki
hakkımızda hayırlısı budur) diyerek teselli etti. Bir müddet sonra
kendilerine bekçilik eden köpekleri de öldü. Bedevi yine ailesini teselli
etti.
Bir sabah gördüler ki, ilerideki bir çadırda yaşayanlar,
esir alınarak götürülmüş. Merkebin anırması, horozun ötmesi ve köpeğin
havlaması çadırda yaşayanları ele vermiş. Bedevinin hayvanları olmadığı
için onların varlığından haberdar olamamışlar. Hayvanlarının elden çıkması,
bedevinin hakkında hayırlı olmuştur. Şu halde, (Allahü teâlânın gizli lütuflarını bilen, her halükârda Onun işinden
razı olur) sözünü hiç unutmamalıdır!
İsa aleyhisselam, cüzzamdan etleri dökülmüş, gözleri
kör olmuş, her tarafı perişan yatalak bir hastanın, (Çoklarını müptela ettiği dertten beni koruyan Allahü teâlâya hamd olsun)
dediğini işitince, (Sana gelmedik
bela mı var da böyle dua ediyorsun?) buyurdu. Hasta adam, (Ey Allah’ın Resulü, benim imanım var, ben
marifet sahibiyim) dedi. Hz. İsa, (Doğru
söyledin) buyurarak elini hastanın vücuduna sürdü. Gözleri açıldı,
vücudunu kaplayan hastalık da hemen geçti. Eskisinden daha güzel biri
oldu. Hz. İsa ile birlikte uzun müddet yaşadılar.
Bela, musibet, günahlara kefarettir. Kur'an-ı kerimde
mealen buyuruldu ki: (Size gelen
her musibet, kendi ellerinizle işleyip kazandığınız günahlar yüzündendir.
Bununla beraber Allah bir çoğunu da affeder, musibete uğratmaz.)
[Şura 30]
Demek ki işlediğimiz günahların bir
kısmına ceza olarak musibet geliyor. Böylece ahirete kalmadan dünyada
günahımızın cezasını ahirete göre çok hafif olarak çekiyoruz.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
(İnsanın karşılaştığı her şey Allahü
teâlânın dilemesi ile var olmaktadır. Bunun için, iradelerimizi Onun
iradesine uydurmalıyız. Karşılaştığımız her şeyi aradığımız şeyler olarak
görmeliyiz ve bunlara kavuştuğumuz için sevinmeliyiz! Kulluk böyle olur.)
Gelen bela ve sıkıntılara sabrederek göğüs germek büyük
nimettir. Sabredemeyen felakete düçar olur. Bir hastalık, bir bela gelince
bağırıp çağırmak fayda vermez. Aksine zararlı olur. Bunun tek çaresi
Allah’ın takdirine razı olmaktır. Sabırlı olmayan muvaffak olamaz. Bir
kimse başına gelen felaketlere sabretmezse devamlı huzursuz olur, doğru
dürüst ibadet edemez. Kim Allah’tan korkarak sabrederse sıkıntılardan
kurtulur. Sabreden muradına erer. Her hayra sabırla ulaşılır.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Kimde şu
üç şey varsa, dünya ve ahiretin hayrına kavuşmuş demektir: Kazaya rıza,
belaya sabır, rahatlıkta dua.) [Deylemi]
Demek ki, belaların nimet olması, o belaya sabretmeye
ve Allahü teâlânın gönderdiği kazaya razı olmaya bağlıdır. Bela gelince
feryat eden, önüne gelene Rabbini şikayet eden, nimetten mahrum kalır,
azaba layık olur. Belaya sabır, peygamberlerin hasletlerindendir.
Dostluk alameti, dostun [Allah’ın] belasına sabretmektedir.
Sabredildiği takdirde belanın nimet olduğu bilinince, belanın daha iyi
olacağı zannedilmemelidir. Asla bela istenmez.
Her peygamber beladan Cenab-ı Hakka sığınmış, dünya
ahiret güzelliği istemişlerdir. Allahü teâlâ, (İman eder, salih amel işlerseniz, size dert-bela ve korku vermem, mahzun
etmem) buyuruyor. O halde, bir kimsede iman, salih amel ve sıhhat varsa,
en büyük saadet ve sultanlıktır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Duanın efdali,
dünya ve ahirette Rabbinden af ve afiyet istemektir. Affa ve afiyete
kavuşan, dünya ve ahirette kurtuluşa ermiştir.) [Tirmizi] (İhlastan
sonra, afiyetten iyisi yoktur. O halde Allah’tan afiyet isteyin!) [Nesai] (Sıhhat,
müttekiye, zenginlikten hayırlıdır.) [Müslim] (Sıkıntılı
iken on defa "Hasbiyallahü la ilahe illahü, aleyhi tevekkeltü
ve hüve Rabbül-arşil-azim" okuyanın
Allahü teâlâ sıkıntısını giderir.) [Şir’a]
Her şeye tez kızıyorum. Kızmamanın yolu var mıdır? CEVAP Herkes kızar. Dinimizde kızmamak değil, öfkesini yenmek
istenmiştir. Dinimizin emirlerine uyup yasak ettiklerinden kaçan öfkesini
yener, sabra kavuşur. Dinimiz, yapılması imkansız olan şeyi emretmez.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Hak teâlâ,
kendini sabretmeye zorlayanı sabretmeye muvaffak kılar.) [Buhari]
Sabrın imanla ilgisi vardır. Peygamber efendimiz, Eshab-ı
kiramdan bazılarına, (İmanınızın
alameti nedir?) buyurdu. Onlar da, (Genişlikte şükreder, darlıkta
sabrederiz ve Allahü teâlânın kaza ve kaderine razı oluruz) diye cevap
verince, (Yemin ederim ki siz
müminsiniz) buyurdu. Başka bir zaman, (İman nedir?) diye sual edenlere,
(Sabırdır) buyurdu. Yine, (Sabrın imandaki yeri, başın bedendeki yeri
gibidir. Başsız beden olmayacağı gibi, sabırsız iman da olmaz) buyurdu.
Sabretmeyenin imanı zayıf demektir. Hadis-i kudside, (Takdirime razı olmayan, belaya sabretmeyen, nimetlerime şükretmeyen,
kendine başka ilah arasın) buyuruldu.
Sabır üç çeşittir: 1- Belaya
sabır, 2- Din
bilgilerini öğrenirken ve ibadetlerini yaparken sabır, 3- Günah
işlememek için sabır. Hadis-i şerifte, (Belaya
sabredene üç yüz, ibadet yapmaya sabredene altı yüz, günah işlememeye
sabredene ise, dokuz yüz derece ihsan edilir) buyuruldu.
Belaya sabır hakkında hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Allahü teâlâ
buyurdu ki: "Bedenine, evladına veya malına bir musibet gelen,
sabr-ı cemille karşılarsa, kıyamette ona hesap sormaya hayâ ederim.)
[Hakim] (Nimete kavuşunca
şükreden, belaya uğrayınca sabreden, haksızlık yapınca af diler, zulme
uğrayınca bağışlarsa, onlar emniyet ve hidayettedir.) [Taberani]
(Hoşlanılmayan
şeye sabretmekte büyük hayır vardır.) [Tirmizi] (Bir gece
başı ağrıyan, Allah’tan geldiği için buna razı olup sabrederse, yeni
doğmuş gibi günahlardan temizlenmiş olur.) [İbni Ebiddünya] (Sevmediklerinize
sabretmedikçe, sevdiklerinize kavuşamazsınız.) [İ.Maverdi]
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki: (Ey iman
edenler, sabredin, sabretmekte birbirinizle yarış edin!)
[A.İmran 200] (Güzel sabret!)
[Mearic 5] Güzel sabır, gelen belaya razı olup, açıklamamak ve
şikayette bulunmamak demektir. Güzel sabreden, dünya ve ahirette kurtuluşa
kavuşur. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Derdini
açıklayan sabretmiş olmaz.) [İ.Maverdi] (Uğradığı
belayı gizleyenin günahları affolur.) [Taberani] (Öfkeni yen
ki Cennete kavuşasın!) [Taberani] (Acıya sabredip
uğradığı felaketi gizlemesi ve kimseye şikayet etmemesi, kişinin Allah’ı
iyi tanımış olmasındandır.) [İ.Gazali]
Hikmetli sözler
Sabır, tökezlemeyen binek, kanaat ise bükülmeyen kılıçtır. Üzülmek istemiyorsan, kaybedince seni üzecek bir şeyi
kazanmaya çalışma. Her musibetin geçici olduğunu bilen, belaya maruz kalınca
kendisini tesellide başarılı olur. Musibete sabırsızlık göstermek, ondan da büyük musibettir. Belaya sabredilmezse, musibet iki olur.
Musibete maruz kalıp gözü çıkan, kulağı sağır olan veya
başka azası yok olan müminin günahları affolacağı için, ahirette büyük
mükafata kavuşur. Hadis-i şerifte de, (Bir
uzvu noksan olanın aklı fazlalaşır) buyuruldu. Elbette akıl noksanlığı,
beden noksanlığından daha kötüdür. (Edeb-üd-dünya)
Muhammed Masum
hazretleri buyuruyor ki: İnsana gelen elemler, takdir-i ilahi ile gelmektedir.
Razı olmak gerekir. İbadetlere devam, elemlere, hastalıklara sabredebilmelidir.
Allahü teâlânın kereminden afiyet beklemelidir! Mahluklardan bir şey
beklememeli, herşeyin Hak teâlâdan geldiğini bilmelidir! Dertlerden,
elemlerden kurtulmak için dua ve istiğfar etmelidir! Onun takdiri, iradesi
olmadıkça, kimse kimseye zarar veremez. Bununla beraber, sebeplere yapışmak,
Peygamberlerin yoludur. Sebeplerin tesirini de Allahü teâlâdan talep
etmelidir! (c.1, m.72)
Hz. Hızır buyurdu ki: (Güler yüzlü ol, hiddetlenme! Hep faydalı iş
yap, az da olsa zararlı iş yapma! Lüzumsuz dolaşma, boş yere gülme,
hiç kimseyi kusurundan dolayı ayıplama, günahların için ağla!) Sabır ve namaz bütün sıkıntıların ilacıdır. Kur'an-ı
kerimde mealen buyuruluyor ki: (Ey iman
edenler, Allah’tan sabır ve namazla yardım isteyiniz. Allahü teâlâ elbette
sabredenlerle beraberdir.) [Bekara 153]
Bir yakınımız ölüyor, başımıza kaza geliyor. Sabretmemek
günah mıdır? CEVAP Dünya mihnet ve sıkıntı üzerine kurulmuştur. Sabretmekten
başka çaresi yoktur. Üç sabır çok sevgilidir: Taate sabır, günah işlememeye
sabır, bela ve mihnete sabır.
Çocuğunun ölmesi, malının elden çıkması ve göz, kulak
gibi uzuvlarının görmemesi ve işitmemesi gibi insanın isteği ile ilgisi
olmayan musibetlere sabretmekten daha faziletli sabır yoktur. Belalara
sabır, sıddıkların derecesidir. Bunun için Peygamber efendimiz şöyle
dua ederdi: (Ya Rabbi,
bana öyle yakin ver ki, musibetler bana kolay, hafif gelsin!) [Tirmizi] Biri, "Ey Allah’ın Resulü, malım gitti, param gitti,
vücudum hasta oldu" dedi. Ona buyurdu ki: (Malı gitmeyen,
parası bitmeyen ve hasta olmayanda hayır yoktur. Çünkü Allahü teâlânın
sevdiği kul, belaya maruz kalır.) [E.Davud]
İbni Mübarek hazretleri buyurdu ki: Musibet birdir. Musibetin geldiği kişi, feryat eder,
ağlar, sızlarsa, iki olur. Birisi musibetin kendisidir, diğeri sevabın
gitmesi. İkincisi öncekinden daha büyüktür. Sabredenlere verilen sevabın
miktarını Allahü teâlâdan başkası bilmez.
Şakik-i Belhi hazretleri buyuruyor ki: "Musibete sabretmeyip feryat eden, Allahü teâlâya
isyan etmiş olur. Ağlamak, sızlamak, bela ve musibeti geri çevirmez."
Kul, her anda nefsinin hoşuna giden veya gitmeyen bir
işten ayrı değildir. Her iki halde de sabra muhtaçtır. Mal, nimet, makam,
sıhhat ve buna benzer şeylerde kendini tutmayıp, bu nimetlere dalar
ve kalbini bunlara bağlarsa ve bu halde durursa, onda nimetlere aşırı
derecede dalmak ve haddi aşmak meydana gelir. (Herkes mihnete katlanır,
ama sıddıklar hariç, afiyette sabreden pek azdır) demişlerdir. Eshab-ı
kiram, "Mihnet ve sıkıntı içerisinde bulunduğumuz zamanlar sabretmek,
bugün içerisinde bulunduğumuz nimet ve zenginliklere sabretmekten kolay
idi" dediler. Bunun için Allahü teâlâ, (Mal
ve çocuklarınız ancak imtihan içindir) buyurdu. Nimete sabır, kalbi
ona bağlamamak, ona sevinmemektir.
İyi ameller işlemek gibi, kendi isteği ile olan şeylerde
de sabra ihtiyaç vardır. Çünkü ibadetlerin namaz gibi bir kısmı tembellikten,
zekat gibi bazısı cimrilikten, hac gibi bazısı da her ikisinden dolayı
zor gelir ve sabırsız yapılamaz. Her iyi amelin başında, ortasında ve
sonunda sabra ihtiyaç vardır. Başında olan, niyeti ihlasla yapmak, riyayı
kalbinden çıkarmaktır. Bunlar ise zordur. Taat esnasında sabretmek ise,
şart ve edeplerini hiçbir şeyle karıştırmamaktır. Mesela namazda ise,
hiçbir tarafına bakmamalı, hiçbir şey düşünmemelidir. İbadetten sonraki
sabır da, yaptığını izhar etmekten, söylemekten kaçınmak ve bununla
ucubdan sabreylemektir.
Günahlara gelince, sabretmeksizin el çekmek imkansızdır.
Şehvet ne kadar kuvvetli ve günah işlemek ne kadar kolay olursa, o günahı işlememeye sabretmek
o kadar zor olur. Bunun için dil ile işlenen günahlara sabretmek daha
zordur. Çünkü dilin hareketi kolaydır. Hele çok konuşursa, âdet haline
gelir. Dil ucuna gelip, kendini başkalarına beğendirecek bir kelimeye
sabretmek zor olur.
İnsanların eliyle veya diliyle eziyet etmeleri gibi,
kendi isteğiyle olmayan, fakat karşılık vermesi isteğiyle olan şeylerde,
karşılık vermemek için veya karşılık verirken haddi aşmamakta da sabretmeye
ihtiyaç vardır.
Eshab-ı kiram, "Biz insanların sıkıntısına katlanmadığımız
imanı, iman saymazdık" buyuruyor. Allahü teâlâ Peygamber efendimize,
(Onların eziyetlerine aldırma
ve tevekkül et) buyuruyor. (Ahzab 48) Mukadder olan şey başa gelir, eğer sabredilirse ecri
görülür. Sabredilmez, bağırılırsa, günaha girilir ve huzursuz olunur.
Sıkıntı her ne kadar çok acı ise de, sabredilir ise, nimet olacağı bildirilmiştir.
Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki: (Hoşlanmadığınız
bir şey, belki de sizin için hayırlıdır.) [Bekara 216]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki: (Mümin, rüzgarla
sallanan buğday başağı gibi düşüp kalkar. Doğru durmak isteyince yıkılır.
Facir ise, çam ağacı gibi, kesilene kadar, hep başı dik durur.) [Buhari]
(Üç gün hasta
yatan mümin, yeni doğmuş gibi günahtan temiz olur.) [Ebuşşeyh] (Vahşi hayvan
gibi hastalanmamak ve üzülmemek mi istiyorsunuz?) [Beyheki] (40 gün içinde,
mümine, bir üzüntü, bir hastalık veya korku yahut malına zarar gelir)
ve
(Müminde 3 şeyden biri bulunur:
Kıllet, illet ve zillet.) (K.Saadet) [Kıllet; fakirlik, İllet; hastalık, Zillet; itibarsızlık]
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki: (Firavun 400 yıl yaşamıştı. Bir kere başı ağrımamış,
ateşi olmamıştı. Bir kere başı ağrısaydı, herkesin kendine tapınmasını
istemesi hatırına gelmezdi.) [K.Saadet] Hz. Eyyub ve sabrı
Hz. Eyyubün, hastalanıp çeşitli belaya maruz kalmasının
sebebi nedir? CEVAP
Eyyub aleyhisselam, namaza durduğu zaman, dünya ile
alakasını tamamen keser, Hak teâlâdan başka bir şey düşünmezdi. Hak
teâlâ, onun ibadet ve taatteki sabrını övünce, yerde ve gökte bulunan
bütün melekler, ziyaretine geldiler. Şeytan, Eyyub aleyhisselamı kıskanarak
Hak teâlâya niyazda bulundu. - Ya Rab, bu kuluna ne izzet verdin de melekler onu
ziyarete geliyor? - Eyyub benim
sabırlı kulumdur. Sabırlı kullarıma böyle ikramlar da azdır. - Ya Rab, onun sabırlı olup olmadığı benim tecrübeme
bağlıdır. İzin ver de, ben onu bir tecrübe edeyim! - Ey melun
haydi tecrübe et!
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Şüphe edilen
altın, ateşle muayene edildiği gibi, insanlar da dert ile, bela ile
imtihan olur.) [Taberani] Şeytan, izin üzerine, Eyyub aleyhisselamın yanına gitti.
Sabrını taşırıp yoldan çıkarmak için önce malına el uzattı. Dağda otlayan
bütün davarlarını [koyun ve keçilerini] öldürüp Eyyub aleyhisselamın
yanına geldi. Onu secdede bulup dedi ki: - Ya Eyyub, sen hâlâ ibadetle meşgulsün. Halbuki Rabbin
sana hışmetti. Bütün davarlarını kırıp geçirdi. Ona hâlâ ibadet mi ediyorsun? Hz. Eyyub namazını bitirip selam verdikten sonra buyurdu
ki: - Davarların
hepsinin helak olduğunu söylüyorsun. Onlarla benim ne alakam vardır?
Ben sadece aciz bir kulum, köleyim. Kölenin nesi olur? Bütün mal-mülk
efendinindir. Efendi, kendi davarlarını helak etmişse, bana ne? Ben
kulum, kulluğumu bilirim.
Sonra, tekrar ibadete başlayınca, şeytan perişan oldu.
Bu sefer de evlatlarına el attı. On çocuğunun hepsini öldürüp tekrar Eyyub aleyhisselamın yanına geldi.
Dedi ki: - Ya Eyyub yaptığın ibadetlerin Hak katında bir sineğin
kanadı kadar kıymeti yoktur. Rabbin sana gazap etti. Bütün çocuklarını
öldürdü. - Çocuklarımın
benimle ne ilgisi var? Yaratan, can veren, yaşatan, öldüren Odur. Hüküm
yalnız kahhar olan Allahü teâlânındır.
Tekrar namaza durdu. Şeytan, umduğunu bulamayınca çok
üzüldü. Hak teâlâya niyaz etti: - Ya Rab, Eyyub kulunu çok sabırlı buldum. Mallarını
ve evlatlarını helak ettiğim halde gönlünü senden alamadım. Müsaade
buyur da bir de gidip elimi Eyyubün vücuduna süreyim, onu hastalandırayım!
Bakalım bu sefer sabredebilecek midir? - Haydi git,
bildiğini yap!
Şeytan, Eyyub aleyhisselam secdede iken, burnundan üfledi.
Bütün vücudu eridi. Zehirli yılan sokmuş gibi oldu. Her tarafı yara
oldu. Buna rağmen bir defa inleyip sızlamadı. Şeytan bir doktor şeklinde
gelip, (Bir sıkıntın varsa söyle, hemen tedavi edeyim) dedi. Fakat sıkıntısını
belli etmedi, halinden şikayet etmedi. Yedi yıl, hasta yattı. Yine de
gücünün yettiği nispette Rabbine ibadet ederdi. Kur'an-ı kerimde buyuruldu ki: (Kimi çeşitli
nimete kavuşunca, Allah’ı anmaktan yüz çevirir.
[Hastalık, fakirlik gibi] bir
şer dokununca da [Allah’ın rahmetinden] ümidini
keser.) [İsra 83]
Eyyub aleyhisselam Allahü teâlâdan ümidini kesmeyip
sabrederek imtihandan başarıyla çıkınca, bütün malı ve evladı tekrar
kendisine verildi. Allahü teâlâ, sabredenlerle beraberdir. Onun kaza
ve kaderine sabredenler sonsuz nimetlere kavuşur. Kur'an-ı kerimde buyuruldu
ki: (Sabredenlere,
mükafatlar hesapsız verilecektir.) [Zümer 10]
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki: (Allahü teâlâ
buyurdu ki: "Kimin, bedenine, evladına veya malına bir musibet
gelir de o da sabr-ı cemil gösterirse [güzel sabrederse], Kıyamette ona hesap sormaya hayâ ederim.)
[Hakim] Eyyub aleyhisselam, afiyete, mal ve evlatlarına kavuşunca,
o gece seher vaktinde bir ah çekerek ağladı. Sebebini sual ettiler.
Buyurdu ki: (Her gece
seher vaktinde "Ey hastamız nasılsın?" diye bir ses duyardım.
Şimdi o vakit geldi. Bir ses işitmediğim için ağlıyorum.) [R. Nasıhin]
Okuduğum bir Kur'an tercümesinde, Hz. Eyyub hastalıktan
dolayı şikayet ediyor. Peygamberin, hastalık için şikayette bulunması
doğru mudur? Tercümede mi bir yanlışlık vardır? CEVAP
Defalarca yazdığımız gibi, Kur'an meali adı altında,
yapılan hiçbir tercümenin okunmasını tavsiye etmiyoruz. Çünkü Kur'an-ı
kerim, kısa veya uzun tercüme edilemez. Ancak ehli olan âlimler, nakli
esas alarak tefsirini, tevilini yaparlar. Mealden din öğrenilmez.
Sad
suresinin 44. âyet-i kerimesinde
mealen, (Eyyubü, [malına,
canına ve aile efradına gelen musibetlere] sabredici
bulduk. O ne güzel kuldu, daima Allah’a yönelir, Ona sığınırdı)
buyuruluyor. Bu âyet-i kerimede cenab-ı Hak, Eyyub aleyhisselamın sabrını
övüyor, (O ne güzel kuldu)
buyuruyor. Eğer, Eyyub aleyhisselam, hastalığını şikayet etseydi, Allahü
teâlâ, onu övmezdi.
Bu hususu âlimler şöyle izah ediyor: Hastalığını insanlara sızlanarak anlatmak şikayettir.
Doktora anlatmak, diğer insanlara anlatmak gibi değildir. Hiç kimsenin
bulunmadığı bir yerde, (Ya Rabbi, hastalığım sebebiyle ibadetlerimi
yapamıyorum) diye ağlamak, hastalıktan şikayet değil, ibadet edemediğinden
dolayı halini arzdır. Bir nevi özür dilemektir. Hâlini Allahü teâlâya
arz edip dua etmekte mahzur yoktur. Nitekim Kur'an-ı kerimde, Yakub aleyhisselamın (Ben büyük
kederimi ve hüznümü, [başkalarına değil] ancak Allah’a arz ederim.) [Yusüf 86] dediği bildirilmektedir.
Hastalığına
üzülmedi Kur'an-ı kerimi en iyi bilen, tefsir eden şüphesiz Muhammed
aleyhisselamdır. Aynı sual ona da sorulunca, cevaben buyurdu ki: (Allahü teâlâya
yemin ederim ki, Eyyub aleyhisselam, hastalığı için inleyip sızlanmadı.
Yedi sene, yedi ay, yedi gün, yedi saat, o belaya maruz kaldığı için,
ayakta namaz kılamayıp yere düştü. İbadette kusur edince, "Gerçekten
bana hastalık isabet etti" dedi.)
Şeytan, Eyyub aleyhisselamı kandırmak için yanına gidip
(Malına, canına ve aile efradına gelen bu beladan kurtulmak istersen
bana secde et, seni eski haline getireyim) dedi. Şeytanın bu ağır sözü,
Eyyub aleyhisselamın gayretine dokundu. Büyük bir belaya maruz kaldığını
anlayıp "Gerçekten bana hastalık isabet etti"
dedi.
Hastalık uzadıkça, tanıdıkları kendinden uzaklaştı.
Fakat sadık hanımı, onu bırakmadı. Şehrin kenarında bir kulübe yaptırdı.
İhtiyaçlarını şehirden alıp getirirdi. Bir gün yine şehre gittiği sırada,
Hz. Cebrail, Hz. Eyyube Allahü teâlânın lütfunu müjdeledi: (Ya Eyyub,
bela verdim, sabrettin, şimdi ise, ne istersen iste vereyim.) Eyyub aleyhisselam da âyetteki gibi hâlini arz edip
dua etti. Cenab-ı Hak, (Onun
duasını kabul ettik) buyurdu. (Enbiya 84) Yerden su çıktı
Sad
suresinde bildirildiği gibi, Cebrail aleyhisselam, Hz. Eyyubün ayağını
yere vurmasını söyledi. Ayağını vurunca, yerden berrak bir su çıktı.
Bu su, içme zamanında soğuk, yıkanma zamanında sıcak akardı. Bu sudan
bir yudum içip, bir miktar da başına dökünce, hastalığı hemen geçti,
kuvveti yerine geldi. Genç bir delikanlı oldu. Hz. Cebrail, ona temiz
ve kıymetli elbiseler giydirdi.
Bir müddet sonra, hanımı, şehirden yiyecekle dönünce,
onu yatakta göremeyip ağlamaya başladı. (Hastama n’oldu, canavarlar
mı götürdü?) diyerek feryat ederken, Hz. Eyyub ona seslendi: - Ey hatun, sen kimi arıyorsun? - Hayat arkadaşım bir hastam var idi. Onu kaybettim. - Adı ne idi? - Sabırlı Eyyub idi. - Şekli nasıldı? - Sıhhatli iken sana çok benzerdi. - Ya Rahime, işte o belaya maruz kalan Eyyub benim. Hanımı ile Allahü teâlâya şükrederek ağlaştılar. Şehre
geldiklerinde köhne evlerinin yenilendiğini, daha önce ölen yedi oğlu
ile, üç kızının dirildiğini, helak olan develerinin, koyunlarının ve
diğer mallarının hepsinin geri geldiğini gördüler. Üstelik anbarlarını
altın ve gümüş ile dolu buldular. Hanımı da gençleşti ve 26 çocukları
oldu. (R. Nasıhin, Tibyan)
Sıkıntıya
katlanmak Geçim darlığı ve huzursuzluk gibi maddi ve manevi sıkıntılar,
günahların çokluğundan mı ileri gelir? CEVAP Günahlardan tevbe etmeli ve her zaman iyilik etmeye
çalışmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Nerede ve
ne halde olursan ol, Allah’tan kork ve her kötülüğün akabinde bir iyilik
et ki, onu yok etsin!) [Tirmizi]
Günahların yok etmek için tevbe etmek ve her zaman iyilik
etmek gerekir. Kur'an-ı kerimde mealen, (Şüphesiz iyilikler, kötülükleri yok eder) buyurulmaktadır. (Hud,114)
Her hastalık zıddı ile tedavi edilir. Günah sebebi ile
kararan kalb, iyilik nuru ile temizlenir. Dünyalıktan gelen her sıkıntı,
müslümanın kalbini dünyadan soğutur ve nefret ettirir. Hadis-i şerifte
buyuruldu ki: (Öyle günahlar
vardır ki, onları ancak geçim hususunda çekilen sıkıntılar yok eder.)
[Hatib]
Gerek geçim sıkıntısı, gerekse başka sıkıntılar için
güzelce sabretmelidir. Sabretmemek bir şeyi halletmediği gibi, kızıp
sağı solu kırıp geçirmek daha büyük zararlara sebep olur. Bir müminin
ayağına bir diken batsa veya bir çay bardağı kırılsa, günahlarına kefaret
olur. Onun için bütün sıkıntılara, üzüntülere katlanmak büyük nimet
olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Kulun günahı
çoğalır da, onu yok edecek güzel ameli bulunmazsa, ona sıkıntılar gelir
ve günahlarına kefaret olur.) [İ. Ahmed]
Malınızın kaybolması, evladınıza bir zarar gelmesi de günahlarınıza kefaret
olur. Yusuf aleyhisselam, zindanda iken, kendisini ziyarete
gelen Cebrail aleyhisselama, babasının halini sordu. Cebrail aleyhisselam,
(Baban senin hasretinden, yüz çocuk kaybeden
annenin üzüntüsü gibi acı çekmektedir) dedi. Babasının bu acıya
katlanmasının mükafatını sordu. (Baban
yüz şehid sevabı almıştır) dedi.
Dertsiz insan
olmaz Niçin insanlar tam bir huzura kavuşamıyor? CEVAP Dünyada, dertsiz, sıkıntısız insan yoktur. Dünya, mümin
için huzur yeri değildir. Azap yeri de değildir. Esas huzur ve azap
yeri, ahirettir. Dünya, ahiretin tarlasıdır. Yani dünya kazanç yeridir.
Dünyada ne ekilirse, ahirette o biçilecektir. Her nimet, bir külfet
karşılığıdır. Külfet de sıkıntısız olmaz. Fakire göre, zenginin sıkıntısı
daha çok olur. Zengin, arabası ile giderken, benzini biter, arızalanır,
tekeri patlar. Yedek parça ve tamirci arar. Bütün bunlar birer sıkıntıdır.
Zenginin borçları, alacakları da olur. Alacaklarını toplamak, borçlarını
ödemek için devamlı sıkıntı içindedir. Malı çok olanın, sıkıntısı da
çok olur.
Mümin, diğer insanlara göre daha çok sıkıntı çeker.
Çünkü müslüman, komşularının ve diğer insanların eziyetlerine katlanır.
Bunlar da birer sıkıntıdır. Helal kazanmak ve ebedi yurduna azık hazırlamak
için yorulur. Bunlar da birer sıkıntıdır. Müslüman için asıl huzur Cennettedir.
Çünkü dünya, mümin için sıkıntı yeridir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Dünya müminin
zindanı ve kıtlık yıllarıdır. Dünyadan ayrılınca zindandan ve kıtlıktan
kurtulmuş olur.) [Hakim]
Dünyada, müminden bela, sıkıntı eksik olmaz. Hadis-i
şerifte buyuruldu ki: (Mümin, kertenkele
deliğine girse de, ona eza edecek biri musallat olur.)
[Beyheki] Sıkıntılar, musibetler, günahlara kefaret olur. Sıkıntı
istememeli; fakat sıkıntılardan da şikayet etmemelidir! Hadis-i şerifte
buyuruldu ki: (Belayı nimet,
rahatı musibet saymayan, kâmil mümin değildir.) [Taberani]
Dünyanın faydasız eğlenceleri, tatlı sanılan şeyleri,
ahiret azabıdır. Ahiret için çalışırken çekilen sıkıntılar ise, ahiretin
en tatlı meyvesidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Dünyanın
tatlılığı, ahiretin acılığıdır. Dünyanın acılığı ise, ahiretin tatlılığıdır.)
[Hakim]
Okul, iş hayatı için bir vasıtadır. İmtihanları başarı
ile verip okuldan mezun olmak gerekir. Vasıtaya gaye gibi sarılmak,
hep okulda kalmayı istemek akıl kârı değildir. Diploma almadan hayata
atılmak da iyi değildir. Okula gitmekten gaye, diploma sahibi olmaktır.
İşte dünya, bir okul gibidir. İman sahibi olmak da diploma almak gibidir.
Talebenin maksadı, okulu başarı ile bitirip hayata atılmaktır. Müminin
gayesi de, dünyadan iman ile ahirete gitmektir. Hadis-i şerifte buyuruldu
ki: (Dünyasını
seven, ahiretine, ahiretini seven dünyasına zarar verir. Devamlı olanı,
geçici olana tercih edin!) [Hakim]
Sıkıntılar, müminin günahlarının affına ve ahirette
derecesinin yükselmesine sebep olacağı için bir nimettir. Muhammed Masum
hazretleri buyuruyor ki: Dertlerin, belaların gitmesi için, istiğfar okumak çok
faydalıdır. Çok tecrübe edilmiştir. Hadis-i şerifte, (İstiğfara devam edeni, çok okuyanı, Allahü teâlâ, dertlerden, sıkıntılardan
kurtarır. Onu, hiç ummadığı yerden rızıklandırır) buyuruldu.
(Merakıl-felah)daki hadis-i şerifte, (Her namazdan sonra, üç kere Estağfirullah
elazim ellezi la ilahe illa huv el-hayyel kayyume ve etubü ileyh okuyanın
bütün günahları affolur) buyuruldu. Bu fakir [Muhammed Masum hz.]
farz namazlardan sonra, 70 kere istiğfar okuyorum. Hadis-i şerife uyarak,
üç defa (Estağfirullah elazim ellezi la ilahe illa
huv el-hayyel-kayyume ve etubü ileyh) okuduktan sonra, gerisinde
yalnız (Estağfirullah) diyorum.
Ali bin Ebi Bekr, (Mearicülhidaye)de diyor ki; İstiğfarlardan
meşhur olanı, Peygamberimizden haber verilen, şu istiğfardır: (Bir kimse,
Estağfirullah ellezi la ilahe illa hüverrahmanurrahim
el-hayy-ül-kayyumüllezi la-yemutü ve etubü ileyh Rabbiğfir li) 25 kere okursa, odasında, ailesinde, evinde
ve şehrinde hiç kaza, bela olmaz.) Bunu her sabah ve akşam okumalıdır.
Âlimlerin çoğu, talebe ve evlatlarına bunu okumalarını tavsiye etmişler,
çok faydasını görmüşlerdir. (C.2,
m.80)
Sıkıntıdan
kurtulmak için Sıkıntıdan kurtulmak için ne yapmalıdır? CEVAP
Sıkıntıdan kurtulmak için sebeplere yapışmak gerekir.
(Çalışmadan dua eden, silahsız
savaşa giden gibidir) hadis-i şerifi de sebeplere yapışmayı emretmektedir.
Kur'an-ı kerimde mealen, (Her
zorluğun bir kolaylığı vardır) buyuruluyor. Sıkıntıdan kurtulmanın
da çaresi vardır. Hiç boş vakit geçirmemeli, kendine faydalı bir meşgale
bulmalıdır. (Sabır kurtuluşun anahtarıdır) sözüne
uymalı, çalışıp sabrederek bir çıkış yolu aramalıdır.
Psikolog doktorlar, sıkıntının başlıca çaresinin meşgale
olduğunu söylüyorlar. Kendinize severek yapacağınız işler bulursanız,
rahatlarsınız. Ayrıca manevi yönden, bazı dualar okumanız da faydalıdır.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (İstiğfara
devam edeni, Hak teâlâ, her türlü sıkıntı ve üzüntüden uzaklaştırır,
geçim darlığından da kurtarır, ferahlığa çıkarır, ummadığı yerden rızka
kavuşturur.) [Nesai] (Her gün
sabah akşam yedi kere, "Hasbiyallahü la ilahe illa hü aleyhi
tevekkeltü ve hüve Rabb-ül arşil azim" okuyan, dünya ve ahiret sıkıntısından kurtulur.) [İbni Sünni] (La ilahe
illallah demek 99 belayı
önler. Bunun en aşağısı hemmdir.) [Deylemi] (La havle
vela kuvvete illa billah okumak 99 derde devadır. Bunun en hafifi hemm’dir) [T.Mazhari] [Hemm, gam, üzüntü, sıkıntı demektir.]
Musibet
karşısında
Bir kimsenin öldüğünü duyunca ne denir? CEVAP
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Bir
müslümanın ölümünü duyunca, "İnna lillah ve inna ileyhi
raciun" dedikten sonra,
"Ya Rabbi onu salihlere kat, rahmetine eriştir, çoluk çocuğuna
iyilikler ihsan et, bizi de onu da mağfiret et" diye
dua edin!) [İbni Asakir] [İnna lillah ve inna ileyhi raciun,
Bekara suresinin 156. âyet-i kerimesidir. "Elbette biz, Allahü
teâlânın kuluyuz, ölümden sonra dirilerek yine Ona döneceğiz" mealindedir.]
(Hiç
bir ümmete verilmeyen bir şey benim ümmetime verildi. O da bir bela
ve musibet karşısında istircadır.) [Taberani] [İstirca, bela zamanında veya acı
bir haber duyunca "İnna lillah ve inna ileyhi raciun" demektir.]
(Birinize
bir musibet veya bir bela geldi mi, istirca ettikten sonra "Ya
Rabbi, senin yanında bu musibetin ecrini [sevabını] bekliyorum, bunun
ecrini bana ver ve bunu daha hayırlı bir şeyle değiştir" diye dua etmelidir.) [Tirmizi] (Bir
musibet karşısında istirca edilirse, musibetin sonucu güzel olur.) [Taberani] (Çocuğu
ölen, Allah’a hamd edip, istirca ederse, Hak teâlâ meleklere "Şu
kuluma Cennette bir ev yapın, adını da hamd evi koyun" buyurur.) [Tirmizi]
Müslümanın
vasıfları Allah’tan korkan müslümanın vasıfları nelerdir? CEVAP Allah’tan
korkan bir kimse, Onun emirlerini yapmaya, yasaklarından sakınmaya titizlikle
çalışır. Hiç kimseye kötülük yapmaz. Kendine kötülük yapanlara sabreder.
Yaptığı kusurlara tevbe eder. Sözünün eri olur. Her iyiliği Allah için
yapar.
Kimsenin
malına, canına, namusuna göz dikmez. Çalışırken, alış veriş ederken,
kimsenin hakkını yemez. Herkese iyilik eder. Şüpheli şeylerden kaçınır.
Makam sahiplerine, zalimlere yaltaklanmaz. İlim ve ahlak sahiplerine
saygı gösterir.
Arkadaşlarını
sever ve kendini sevdirir. Kötü kimselere nasihat verir. Onlara uymaz.
Küçüklerine merhametli ve şefkatli olur. Misafirlerine ikram eder. Kimseyi
çekiştirmez. Keyfi peşinde koşmaz. Zararlı ve hatta faydasız bir şey
söylemez. Kimseye sert davranmaz. Cömert olur. Malı ve mevkii herkese
iyilik etmek için ister.
Riyakârlık,
iki yüzlülük yapmaz. Kendini beğenmez. Allahü teâlânın her an gördüğünü
ve bildiğini düşünerek hiç kötülük yapmaz. Onun emirlerine sarılır.
Yasaklarından kaçar. İşte, Allah’tan korkanlar milletine, ülkesine faydalı
olur.
Dertlerin
kaynağı Deprem, trafik kazası gibi sebeplerle çok kimse ölüyor
veya sakat kalıyor. Kimine de, suçsuz yere çeşitli belalar geliyor.
Bela niçin gelir? CEVAP İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Dertlerin, belaların gelmesine sebep günah işlemektir.
Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki: (Size gelen
belalar, musibetler, kabahatlerinizin, günahlarınızın cezasıdır. Bununla
beraber Allahü teâlâ, bir çoğunu da affederek musibete maruz bırakmaz.)
[Şura
30] (Her iyilik,
Allahü teâlânın ihsanı olarak, nimeti olarak, her dert ve bela da kötülüklerine
karşılık olarak gelmektedir.) [Nisa 79] (Allahü teâlâ,
kullarına zulmetmez, haksızlık etmez, onları, azaba, acılara sürükleyen
bozuk düşünceleri, çirkin işleridir.) [Nahl 34]
Sonsuz olan Cennet nimetleri ile sonsuz olan Cehennem
azapları yanında, dünyada çekilen birkaç günlük belaların, sıkıntıların
ne önemi olur ki? Bela ne kadar büyük olsa da, geçicidir. Bir insanın,
hatta dünyanın ömrü, ahiretin sonsuzluğu yanında, deniz yanında bir
damla kadar bile değildir. Hiç sonu olan bir şey, sonsuz olan ile mukayese
edilebilir mi?
İnsan, dünyada birkaç gün dert, bela çekmezse, Cennetin
sonsuz lezzetlerinin kıymetini anlamaz ve ebedi sıhhat ve afiyet nimetlerinin
kıymetini bilmezdi. Açlık çekmeyen, yemeğin kıymetini anlamaz. Acı çekmeyen,
rahatlığın kıymetini bilmez. Dünyadaki belalar sanki daimi lezzetleri
artırmak içindir.) [c.2, m.99]
Bir hadise neticesiyle ölçülür. Bir talebe, bütün sınıflarını
başarı ile geçse, son sınıfta çalışmayıp birkaç sene üst üste kalıp,
mezun olamasa, önceki başarılarının hiç kıymeti olmaz. Tembel bir talebe
de, başarısız olmasına rağmen, her ne suretle olursa olsun, diploma
almışsa, muradına kavuşmuş olur. Doğuştan veya sonradan sakat olan kimse, buna sabrederse,
günahları affolur; ayrıca büyük bir sevaba da kavuşur. Eğer sabretmezse,
sevap alamasa da, günahları affolur. Günahları affolan da Cennete gider.
Bu durumda sakatlık bir azap değil, bir nimet olmuş olur.
Bir kimse, çok zengin, çok yakışıklı, çok kuvvetli olsa,
istediği herşeyi yapabilse; fakat neticede imansız ölse, ebedi azaba
maruz kalır. Bir anlık rahatlık için sonsuz felakete düşmek ne kadar
kötüdür. Görüldüğü gibi netice mühimdir. Sonu iyi olacaksa, birkaç günlük
sıkıntı mühim değildir. Sonu felaket olacaksa, birkaç günlük rahatlığın
da kıymeti yoktur.
Dünyadaki işler, ibadetler, ahirette, zorlukları nispetinde
kıymet kazanır. Namaz, oruç ve haccını rahat bir şekilde ifa edenle,
sıkıntı içinde yapanın sevabı aynı olmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu
ki: (Hacca yaya
gidene yetmiş, binekle gidene bir hac sevabı verilir.) [Deylemi]
Cenab-ı Hak, yazları serin, kışı da ılık yaratsaydı,
insanlar soğuk ve sıcaktan sıkılmazlardı. İnsanlar, kışın soğuktan korunmak
için odun, kömür alıyorlar. Odun, kömür parası kazanmak için çeşitli
sıkıntılara katlanıyorlar. Sıkıntının neticesi de nimet olduğuna göre,
kışın soğuğu, yazın sıcağı müminlere nimettir.
Bir kölenin ibadeti ile bir efendinin ibadetinin değeri
aynı olmaz. Sıkıntı çekenin, alacağı sevap daha büyük olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Bir kimse,
Cennette, kölesini kendi derecesinden çok yüksekte görünce, "Ya
Rabbi, bu benim kölem iken, benden çok yüksek dereceye kavuşmuş. Hikmeti
nedir?" diyecek, Cenab-ı
Hak, "Her ikiniz de amellerinize göre dereceye kavuştunuz"
buyuracaktır.) [Deylemi]
Bir insan dünyada âmir olunca, ahirette memurlarından
yüksek dereceye kavuşacak diye bir şey yoktur. Bir kimse, bütün hizmetleri,
hizmetçisine yaptırsa, elini sıcak sudan soğuk suya sokmasa, hiç zahmet
çekmeden bütün nimetler ayağına gelse, elbette ahiretteki derecesi hizmetçi
ile aynı olmaz. Bu bakımdan işlerin güçlüğü, sıkıntısı bir nimettir.
Elbisemiz eskimeseydi, bir kere yemek yiyince, bir daha
acıkmasaydık çalışmaya lüzum kalmazdı. Çalışmayıp yatınca da sıkıntı
olmazdı. Dünya imtihan yeri olduğu için, mümine dünyada rahat olmaz.
Hadis-i şerifte, (Dünya müminin
zindanıdır) buyuruldu. (Müslim)
Mümin ölmedikçe rahata kavuşamaz. Bu gerçeği bilen mümin
şikayet etmez. Sıkıntılara sabredilmezse, nimet olmaktan çıkar. Sıhhat
hastalıktan, nimet beladan üstündür. Peygamber efendimiz duasında, dünya
ve ahiret sıkıntısından Allah’a sığınmıştır. Her Peygamber şöyle dua
ederdi: (Ey Rabbimiz,
bize dünyada ve ahirette de hasene ver!) [Bekara
201] [Hasene, iyilik, güzellik, sıhhat ve afiyet içinde mutlu
yaşamaktır.]
Bela
niçin gelir
Her izzet ve her nimet, Allahü teâlâya ihlas ile itaat
ve ibadet etmekten, her kötülük ve sıkıntı da, günah işlemekten hasıl
olur. Herkese dert ve bela, günah yolundan, rahat ve huzur da, itaat
yolundan gelir. Allahü teâlânın âdeti böyledir. Cenab-ı Hak, hiç kimseye,
sebepsiz bela göndermez. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki: (Bir millet,
kendini bozmadıkça, Allah onların hallerini değiştirmez.) [Rad
11] (Eğer Allahü
teâlâ insanları küfür ve günahlarından ötürü dünyada cezalandıracak
olsaydı, yer üzerinde tek canlı kalmazdı.) [Nahl 61]
Demek ki müstehak olduğumuz belaların hepsi gelse, yeryüzünde
insan kalmaz. İşlediğimiz her kötülüğün cezasını dünyada görmüyoruz.
Çoğunu da Allahü teâlâ affediyor. İnsanlara bela, iki sebepten gelir.
Ya işlediği günahlar yüzünden veya günahsız da olsa derecesinin yükselmesi
için. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Küçük-büyük
her musibet, affedilecek bir günah veya kavuşulacak bir derece içindir.)
[Ebu Nuaym]
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Dünya, ahirete göre deniz yanında bir damla gibi bile
değildir. Dünyada birkaç gün dert bela çekilmese, Cennetin sonsuz lezzetlerinin
kıymeti anlaşılmaz, ebedi sıhhat ve afiyet nimetlerinin kıymeti bilinmezdi.
Açlık çekmeyen, yemeğin lezzetini anlamaz, acı çekmeyen rahatlığın kıymetini
bilemez. Dünya bir anlık rüya gibidir.
Rüyada çok şeylere sahip olsak, uyanınca elimize bir
şey geçmese ne kıymeti vardır? Rüyada az bir sıkıntı çekersen, uyanınca
ömür boyu rahat edeceksin denilse, bir anlık sıkıntıya severek katlanılmaz
mı?
Sıkıntılar çok acı görünse de, bunların nimet olduğu
unutulmamalıdır. Bunun için sevilenlere dert ve bela yağmuru eksik olmaz.
Bu tatlı nimetler, acı ilaçlarla kaplanmıştır. Akıllı kimse, bunun içindeki
tatlı nimetleri görür. Üzerindeki acı örtüleri de tatlı gibi çiğner.
Acılardan da tat alır. Hasta olan onun tadını duyamaz. Hastalık Ondan
başkasına gönül vermektir. Hep tatlı yemeğe alışan, şifa verici acı
ilaçtan kaçar. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Nimete kavuşması
için insana musibet gelir.) [Buhari] (Allahü teâlânın
hayrını murat ettiği kul, belalara maruz kalır ve meşgul olacağı mal
ve evladı kalmaz.) [Taberani]
(Mümin, keler
deliğine saklansa, ona, eza edecek biri musallat olur.) [Beyheki]
(Musibetler
yüzlerin karardığı günde, sahibinin yüzünü ağartır.) [Taberani] (Hastanın
günahları, ağaçtan yaprakların döküldüğü gibi dökülür.)
[İbni Hibban]
(Allahü teâlâ
buyurdu ki: "Gönderdiğim belaya sabreden, nimete şükreden, sıddıklarla
beraber olur. Bunları yapmayan kendine başka Rab arasın!") [T.Gafilin]
(Allah yolundaki
mümine isabet eden her yorgunluk, hastalık, sıkıntı, üzüntü, keder,
hatta ayağına batan diken, günahlarına kefaret olur.) [Buhari]
(Belayı nimet,
bolluk ve rahatlığı musibet saymayan, kâmil mümin değildir. Çünkü beladan
sonra bolluk, bolluktan sonra bela gelir.) [Taberani]
(En şiddetli
bela, enbiya, evliya ve benzerlerine gelir. Kişi imanının sağlamlığı
nispetinde belaya maruz kalır. İmanı sağlam ise belası şiddetli, imanı
zayıf ise hafif olur.) [Tirmizi]
(Kişi, hep
sıhhat ve selamette olsa idi, bu ikisi onun helakı için kâfi gelirdi.)
[İ.Asakir]
(Baş ağrısı
veya herhangi bir hastalığı sebebiyle, müminin Uhud dağı kadar günahı
olsa da, hepsi affolur.) [Taberani]
(Hak teâlâ
buyurdu ki: "İzzet ve celalim hakkı için, dilediğim kulumun, malına
darlık, bedenine hastalık vererek affetmedikçe dünyadan çıkarmam.")
[Ruzeyn]
(Müminin
günahları affoluncaya kadar bela ve hastalık gelir.) [Hakim] (Hak teâlâ
buyurdu ki: "Bedenine, evladına veya malına bir musibet gelen,
sabr-ı cemille karşılarsa, Kıyamette ona hesap sormaya hayâ ederim.)
[Hakim]
(Şüphe edilen
altını, ateşle muayene ettikleri gibi, Allahü teâlâ insanları dert ile,
bela ile imtihan eder.) [Taberani]
(Afiyette
olan, kıyamette, belaya maruz kalanlara verilen sevapların çokluğunu
görünce, "Keşke
dünyada iken derilerimiz, makasla kesilseydi" diyeceklerdir.) [Tirmizi]
(Kul için
Allahü teâlâ katında öyle bir derece vardır ki, ameli ile o dereceye
kavuşamaz. Belaya müptela olunca, o dereceye kavuşur.) [Ebu Nuaym]
Kötü huylara
sabretmeli Huysuz bir kocaya da dinin emrettiği şekilde mi davranmalıdır? CEVAP Zalime de, mazluma da dinin emrettiği şekilde hareket
edilir. İyilik eden, hanımını üzmeyen kocanın nesine sabredilir? Kadın
huysuz olursa, kocası sabreder, kocası huysuz olursa hanımı sabreder.
Bu imtihanda sabreden çok sevap alır. Kötülük eden, kendine eder.
Mazlumların, sabredenlerin yardımcısı Allah’tır. Allahü
teâlâ, kimsenin hakkını kimsede koymaz. Sabredenlere sayısız mükafat
verir.
Karı-koca birbirinin kötü huylarına sabretmelidir! Hadis-i
şerifte, (Hanımın kötü huyuna
sabreden erkek, Eyyube sabrından dolayı verilen sevap gibi ecre, kocasının
kötü huylarına sabreden kadın da, Âsiyeye verilen sevaba kavuşur) buyuruldu.
[İ.Gazali]
Kur'an-ı kerimde de, Allahü teâlânın sabredenlerle beraber
olacağı ve sabredenlerin mükafatlarının hesapsız verileceği bildirilmiştir.
(Enfal 46, Zümer 10)
İyi insan, yalnız başkalarına kötülük etmeyen kimse
demek değildir. Başkalarından gelen kötülüklere de güzel sabreden kimsedir.
Günahın cezası Ne zaman bir günah işlesem, başıma bir bela geliyor.
Belaya maruz kalmak neye alamettir? CEVAP Günah işlemek kötüye, belaya maruz kalmak iyiye alamettir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâ,
bir kuluna hayır murat edince, günahlarının cezasını dünyada verir.
Şer murat edince günahlarının cezasını kıyamete bırakır.) [Tirmizi] (Belaya uğramış
birini görünce "Bunu müptela kıldığı beladan beni koruyan ve bir
çok kimseye vermediği nimeti bana veren Allah’a hamd olsun!" derse,
kendine verilen nimetlere şükretmiş olur.) [Beyheki]
Vâki olanda
hayır vardır İnsanın başına, büyük küçük bir sıkıntı, bir bela gelince
veya işi ters gidip beklediği neticeye kavuşamayınca, (Hakkımızda hayırlısı
böyleymiş. Vâki olanda hayır vardır) deniyor. Bunun hayırlı olduğu nereden
biliniyor da böyle söyleniyor? Bela için hayırlı oldu denir mi? CEVAP Müminin başına gelen her bela faydalı olduğu için öyle
söyleniyor. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Müslüman
için Allahü teâlânın her hükmü hayırdır. Allah’ın kazası, herkes için
hayır değil, sadece Müslüman için hayırdır.) [Ebu Nuaym] (Her bela,
affedilecek bir günah için gelir.) [Ebu Nuaym] (Mümine gelen
her bela, günahlarına kefaret olur.) [Buhari]
(Müminin
günahları affoluncaya kadar bela gelir.) [Hakim] (Belayı nimet
saymayan, kâmil mümin değildir.) [Taberani]
Müslüman Allah’ın dostudur. Dostluğun alameti ise, dostun
belalarına, sıkıntılarına sabretmektir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor
ki: (Sabredenlere,
mükafatlar hesapsız olarak verilir.) [Zümer 10] (Hoşlanmadığınız
şey sizin iyiliğinize; sevdiğiniz şey de, kötülüğünüze olabilir. Siz
bilmezsiniz, Allah bilir.) [Bekara 216]
Hz. Ömer buyurdu ki: Bana bir bela gelirse, üç türlü sevinirim: 1- Belayı
Allahü teâlâ göndermiştir. Sevgili gönderdiği için tatlı olur. 2- Allahü
teâlâya, bundan daha büyük bela göndermediği için şükrederim. 3- Allahü
teâlâ, insanlara boş yere, faydasız bir şey göndermez. Bir belaya karşılık,
ahirette çok nimetler ihsan eder. Dünya belaları az, ahiretin nimetleri
ise, sonsuz olduğundan, gelen belalara sevinirim. Ne yaparsak Allah bizden razı
olur
Bilhassa ne yaparsak Allah bizden razı olur? CEVAP
İsrailoğulları benzer bir suali Musa aleyhisselama sual
etmişlerdir. Allahü teâlâ, (Onlar
benden razı olurlarsa, ben de onlardan razı olurum) buyurdu. Yani
başına gelen belalara katlanmak, ona buna şikayet etmemek, Allah’tan
gelen her şeye razı olmaktır.
Musa aleyhisselam, (Ya Rabbi en çok buğzettiğin kimdir?) diye sual etti. Allahü teâlâ,
(Bir kul, benden hayırlısını
isteyip Ben de ona hakkındaki hükmü gönderince ona rıza göstermeyendir)
buyurdu. Allahü teâlânın takdirine razı olmalıdır! Hadis-i kudside
buyuruldu ki: (Kaza ve
kaderime razı olmayan, beğenmeyen, verdiğim nimetlere şükretmeyen benden
başka rab arasın!) [Taberani]
(Sıkıntılarını başka insanlara şikayet eden bir kimse
sabretmiş olmaz) buyuruluyor. Peki şikayet maksadıyla değil de paylaşmak
ve rahatlamak maksadıyla yakınlarına anlatmak (sabr)a aykırı mıdır? CEVAP Maksat şikayet değilse caiz olur, fakat bu paylaşmaktan
maksat acıklı hâlini anlatmaktır, şikayettir, bak başıma neler geldi
diyorsun ve Allah’ı kula şikayet ediyorsun. Ama, bizzat şikayet gibi
olmaz tabii.
Başa gelen sıkıntıları anlatmak günah mıdır? CEVAP Allah’tan şikayet maksadı yoksa, kaderde bu da varmış
diyerek başa gelen sıkıntıları anlatmak günah değildir.
Sigarasızlığa sabreden cihad sevabına kavuşur mu? CEVAP Nefsiyle mücadele eden, cihad-ı ekber sevabı kazanır.
Kızım felçli. Bakmaya gücümüz kalmadı. Ne yapalım? CEVAP Herşey Allah’tandır. Sabretmekten başka çare yoktur.
Allah sabredenle beraberdir. Sabredenlerin gideceği yer Cennettir.
Nezleye sabredilse sevap alınmaz mı? CEVAP
Her zahmete sabreden sevap kazanır. |
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |