Nefsi terbiye etmek
Nefse uyan kimse, hep İslamiyet’in dışına çıkar. Hayvanlarda
akıl ve nefs olmadığı için, ihtiyaçlarını bulunca kullanırlar. Yalnız
bedenlerine zarar veren, kendilerini inciten şeylerden kaçarlar.
İslam dini, rahat ve huzur içinde yaşamak için gereken
şeylerden ve dünya lezzetlerinden faydalı olanları yasak etmiyor. Bunların
elde edilmesinde ve kullanılmasında, akla ve dine uymayı emrediyor. İslam dini, insanların dünyada da, ahirette de rahat ve huzur içinde yaşamasını istiyor. Bunun için, akla uymayı emrediyor. Nefse uymayı yasak ediyor. Akıl yaratılmasaydı, insan hep nefsine uyar, felaketlere sürüklenirdi. Nefs olmasaydı, insan, yaşaması ve medeni hayat için çalışmasında kusur ederdi. Nefs ile cihad sevabından mahrum kalırdı. Meleklerden daha üstün olma yolu kapalı kalırdı. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ahirette
olacaklardan, sizin bildiklerinizi hayvanlar bilselerdi, yemek için
et bulamazdınız!) [Beyheki]
Yani hayvanlar ahiretteki azapların korkusundan dolayı,
yemekten, içmekten kesilirlerdi. Bir deri, bir kemik kalırlardı. İnsanlarda
nefs olmasaydı, hayvanlar gibi, korkudan, yiyemez, içemez, yaşayamazlardı.
İnsanların yaşayabilmeleri, nefslerinin gafleti ve dünya lezzetlerine
düşkün olması iledir. Nefs, iki tarafı keskin bıçak gibidir. Hem de,
zehirli ilaç gibidir. Tabibin tavsiyesine göre kullanan, bundan fayda
kazanır. Aşırı kullanan helak olur. İslamiyet, nefsin helak edilmesini,
yok edilmesini değil, terbiye edilmesini, ondan istifade edilmesini
emretmektedir.
İnsanlarda nefs olmasaydı, insanlık kalmaz, meleklik
hasıl olurdu. Halbuki, beden birçok şeylere muhtaçtır. Yemek, içmek,
uyumak, istirahat etmek gerekir. Süvariye hayvan gerektiği gibi, insana
da beden gerekir. Hayvana bakmak gerektiği gibi, bedene hizmet etmek
de gerekir. İbadetler beden ile yapılmaktadır.
Nefsimizin mahiyeti nedir? CEVAP
Allahü teâlâ insanda üç şey yarattı: Akıl, kalb ve nefs.
Bunların hiçbiri görülmez. Varlıklarını eserleri ile, yaptıkları işlerle
ve dinimizin bildirmesi ile anlıyoruz. Akıl ve nefs dimağımızda, kalb,
yüreğimizdedir. Bunlar, madde değildir, yer kaplamazlar. Buralarda bulunmaları,
elektriğin ampulde bulunması gibidir. Peygamberler ve veliler hariç,
herkesin nefsi, çok kötüdür. Bu kötü nefse, (nefs-i emmare) denir ki,
kötülüklere sürükleyen nefs demektir.
İnsanın en büyük düşmanı nefsidir. Daha sonra kötü arkadaş
ve şeytan gelir. Kötü arkadaş ve şeytan de nefse tesir ederek insana
zarar vermeye çalışırlar. Onun için nefsin, emmarelikten temizlenmesi
gerekir. Çünkü nefs, kâfirdir, daima Allahü teâlâya isyan etmek ister.
Şeytan, verdiği vesveseye insanın uymadığını görünce,
bundan vazgeçer, başka bir vesvese verir. Âlimler, şeytanı köpeğe benzetmiştir.
Köpek kovalanınca kaçar ise de, başka taraftan yine gelir. Nefs-i emmare
ise kaplan gibidir, saldırması ancak öldürmekle biter. Nefsimiz de ölünceye
kadar yakamızı bırakmaz. Bunun için nefsi tanımak ve zararlarından korunmak
gerekir.
İmam-ı Maverdi hazretleri buyuruyor ki: (Nefsin terbiyesi zaruridir. Hadis-i şerifte, (İnsanın en kuvvetli düşmanı nefsidir, sonra
çoluk çocuğu gelir) buyuruldu. Kur'an-ı kerimde de mealen, (Nefs-i emmare, elbette günahları, kötülükleri
emreder) buyuruluyor. (Yusüf 53)
Nefsini
terbiye edemeyen, ona uyan acizdir, ahmaktır. Hadis-i şeriflerde, (Asıl kahraman, nefsini yenendir), (Aklın alameti, nefse galip ve hakim olmak
ve öldükten sonra gerekenleri olanları hazırlamaktır. Ahmaklık alameti
nefse uyup, Allah’tan af ve merhamet beklemektir) buyuruldu. Hz.
Âişe, (İnsan Rabbini ne zaman tanır?) diye sual edince, Peygamber efendimiz,
(Nefsini tanıdığı zaman) buyurmuştur.
(Edeb-üd-dünya)
Nefs-i emmare ile cihad, iki yolla olur: 1- Riyazet, 2- Mücahede.
Riyazet, nefsin arzularını yapmamak demektir. Nefs ahmak olduğu için her istediği kendi zararınadır. Nefs daima haramları ister. Mücahede ise, nefsin istemediği şeyleri yapmaktır. Nefsimiz, iyilik ve ibadet etmemizi istemez. Nefse, günahlardan kaçmak, ibadet etmekten daha güç gelir. Onun için günahtan kaçmak daha sevaptır.
Nefs, dünya zevklerine, lezzetlerine düşkündür. Bunların
iyi, fena, faydalı, zararlı olduklarını düşünmez. Arzuları, dinimizin
emirlerine uygun olmaz. Dinimizin yasak ettiği şeyleri yapmak, nefsi
kuvvetlendirir. Daha beterini yaptırmak ister. Fena, zararlı şeyleri,
iyi gösterip, kalbi aldatır. Kalbe bunları yaptırarak, zevklerine kavuşmak
için çalışır. Kalbin nefse aldanmaması için, kalbi kuvvetlendirmek ve
nefsi zayıflatmak gerekir.
Aklı kuvvetlendirmek, islam bilgilerini okuyup, öğrenmekle
olduğu gibi, kalbin kuvvetlenmesi, yani temizlenmesi de, dinimize uymakla
olur. Dinimize uymak için, ihlas gerekir. İhlas, işleri, ibadetleri,
Allahü teâlâ emrettiği için yapmaktır. Kalbin zikretmesi ile, yani Allah
ismini çok söylemesi ile ihlas hasıl olur.
Dinimize uymak, kalbi kuvvetlendirdiği gibi, nefsi zayıflatır.
Bu sebeple nefs, kalbin dinimize uymasını istemez. Dinsiz, imansız olmasını
ister. Aklına uymayıp, nefsine uyan, bunun için dinsiz olmaktadır. Allahü
teâlânın, kullarının ibadetlerine ihtiyacı olmadığı için, kulların işleyeceği
günahlar da Ona zarar vermez. Nefslerini terbiye etmeleri, nefsle cihad
etmeleri ve böylece Cennete girmeleri için kullarına bunları emrediyor: (Cenab-ı
Haktan korkup, nefsini kötü arzulardan uzaklaştıranların varacakları
yer, muhakkak Cennettir.) [Naziat 40, 41]
Dine uyan, arzusuna kavuşur. Kur'an-ı kerimde mealen,
(Nefsine uyanlardan, doğru yolu
arayanları, saadete ulaştıran yollara kavuştururuz) buyuruldu. (Ankebut
69 Tefsir-i Azizi)
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki: İnsanda kötü vasıfları toplayan nefsle cihad etmek, onu kırmak gerekir. Hadis-i şerifte, (Senin en büyük düşmanın, seni çepeçevre kuşatan nefsindir) buyuruldu. Peygamber efendimiz bir savaştan dönünce de, (Küçük cihaddan büyük cihada döndük) buyurdu. Eshab-ı kiram, (Ya Resulallah büyük cihad nedir?) diye sual edince, Peygamber efendimiz, (Nefsle cihaddır) buyurdu. (Deylemi)
Nefsi her zaman aşağılamak gerekir. Hadis-i şerifte
buyuruldu ki: (Nefsini
zelil eden, dinini aziz etmiş, nefsini aziz eden de dinini aşağılamış
olur.)
[Ebu Nuaym]
Nefsin terbiyesi İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Nefs-i emmare, dine inanmaz. Bunun için nefsi tezkiye
etmek, kötülüklerden temizlemek ve faziletlerle doldurmak gerekir. Şems
suresinde, (Nefsini tezkiye eden
kurtuldu. Nefsini, günahta, cehalette, dalalette bırakan zarar etti)
buyuruldu. Bekara suresinin (Kalblerinde
hastalık vardır) âyet-i kerimesi ile bildirilen hastalık, tedavi
edilmedikçe, hakiki iman ele geçmez. Kalbi hasta olanın imanı, imanın
suretidir. Nefsini temizleyen hakiki imana kavuşur. Yunus suresinin,
(Allahü teâlânın evliyası için azap korkusu,
nimetlere kavuşmamak üzüntüsü yoktur) mealindeki âyet-i kerimesindeki
müjde, hakiki imana kavuşanlar içindir.
Herkesin nefsi, baş olmak sevdasındadır. Başkasının emri altına girmeyi asla istemez. Nefsin bu arzusu ilah olmak, herkesin kendine tapınmasını istemek demektir. Allah’a ortak olmak ister. Daha da ileri giderek bizzat ilah olmak ister. Hadis-i kudside, Allahü teâlâ, (Nefsine düşmanlık et, çünkü nefsin, benim düşmanımdır) buyuruyor. Demek ki nefsin isteklerine boyun eğmek, Allahü teâlânın bu düşmanına yardım etmek olur. Bu ise ne korkunç bir afettir. Dinin bütün emir ve yasakları nefsi ezmek, taşkınca isteklerini önlemek içindir. Dine uyuldukça nefsin istekleri azalır. Nefs, temizlenmedikçe, üstünlük sevdasından vazgeçmez.
Nefsi temizlemek için en tesirli ilaç, kelime-i tevhidi söylemektir. Dışarıdan gelen kötü istekler, şeytandan gelmiş olmakla beraber, geçici hastalıktır. Küçük bir ilaç ile kolayca giderilebilir: (Şeytanın
aldatması elbette zayıftır.) [Nisa 76]
Nefsi kötülüklerden temizlemelidir. Hadis-i şerifte
buyuruldu ki: (En üstün
cihad, nefs ile yapılan cihaddır.) [İ.Neccar]
Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki: Gençlik, ömrün en kıymetli zamanıdır. İnsanın sıhhatli,
kuvvetli olduğu zamandır. Bu zaman, her gün geçiyor, azalıyor, ihtiyarlık
yaklaşıyor. Yazıklar olsun ki, en şerefli, en lüzumlu iş olan, marifetullahı
kazanmayı, hayal olan ömrün sonuna bırakıyoruz. En şerefli olan zamanlarını,
en zararlı, en kötü şey olan nefsin arzularına kavuşmak için sarf ediyoruz.
Peygamber efendimiz, (Yarın yaparım
diyen, aldandı) buyurdu. Allahü teâlâ, insanları ve cinleri marifetullaha
ve Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak için yarattı. Nefslerimizin
arzuları peşinde koşan bizler, ne zaman aklımızı başımıza toplayacağız?
İnsanın, Allahü teâlânın marifetine kavuşmasına mani olan en kuvvetli
düşman nefsin arzularıdır. Bu arzular bitip tükenmez. Hepsi de çok zararlıdır.
Maksudun, mabudundur buyuruluyor. Maksadın, arzun ne ise, ilahın odur.
(Nefslerinin arzularını ilah
edinenler) âyet-i kerimesi, bunun vesikasıdır.
[Marifetullah, Allahü teâlânın zatını ve sıfatlarını
tanımaktır. Zatını tanımak, anlaşılmayacağını anlamaktır.]
Nefse uymaktan kurtulmak, dünya nimetlerinin en büyüğüdür.
Çünkü nefs, Allahü teâlâ ile kul arasında en büyük perdedir. (Ebu Bekr
Tamsitani)
İbadetlerin en kıymetlisi, nefse uymamaktır. (Sehl bin
Ab. Tüsteri)
Her işte, nefsin arzularına uymak, nefse tapınmak olur.
Nefsine uyan, küfre girebilir veya haram işlemeye başlar. Hadis-i şeriflerde
buyuruldu ki: (Hasislik,
nefse uymak ve kendini beğenmek felakete sürükler.) [Taberani]
(Akıllılık
alameti, nefse hakim olmak ve öldükten sonra gerekenleri hazırlamaktır.
Ahmaklık alameti, nefse uyup, Allah’tan af ve merhamet beklemektir.)
[Tirmizi]
Tefsir-i Azizide buyuruluyor ki: Allahü teâlânın merhameti sonsuz olduğundan, nefsin
felakete sürüklenmesine mani olmak istedi. Hem nefsin arzularına uymayı
sınırlayan, hem de nefsi temizleyip emmarelikten yani aşırı, taşkın
olmaktan kurtaran emirler ve yasaklar gönderdi. Bir insan, işlerini
yaparken, İslam dinine uyarsa, nefsi emmarelikten kurtulup mutmainne
olur. Bu zaman şehveti ve gadabı faydalı olarak çalıştırır. Bu bakımdan
nefse uymak, tatlı gelir. Dine uymak ise, bu arzuları frenlediği için
acı, zor gelir. Akl-ı selim sahibi olan, nefsine uymaz. İslam dinine
uyar. Aklı dinlemeyen kimse ise, nefsine uyar.
Şerefüddin Ahmed bin Yahya Müniri hazretleri buyuruyor
ki: İslamiyet, nefsin arzusu olan şehvet ve gadabın yok
edilmesini değil, her ikisine hakim olup, dine uygun kullanılmasını
emreder. Süvarinin atını ve avcının köpeğini yok etmesi değil, bunları
terbiye ederek, kendilerinden faydalanması gerektiği gibidir. Yani,
şehvet ve gadap, avcının köpeği ve süvarinin atı gibidir. Bu ikisi olmadıkça,
ahiret nimetleri avlanamaz. Fakat, bunlardan faydalanmak için, terbiye
ederek, dine uygun kullanılmaları gerekir. Riyazet, bu iki sıfatı yok
etmek için değil, terbiye edip dine uymalarını sağlamak içindir.
Nefsin
arzuları
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki: Allahü teâlâ, (Şehvetlerinizi,
[yani nefsin arzularını] haramlardan
almamaya uğraşın ve bu cihadda sebat edin, dayanın) buyuruyor. Bunun
içindir ki, aklı olanlar, din büyükleri, bu dünyanın bir pazar yeri
gibi olduğunu ve burada, nefs ile alışverişte olduklarını anlamışlardır.
Bu ticarette kâr Cennet, zarar da Cehennemdir. Yani kârı, ebedi saadet,
ziyanı da, sonsuz felakettir.
Akıllılar, nefslerini, ticaretteki ortak yerine koyup,
gerekli nasihati yapmışlardır. Bunlardan altısı şöyle: 1-
Ticaret ortağı, insanın para kazanmakta ortağı olduğu gibi, bazen de,
hıyanet yapınca, düşmanı olur. Halbuki dünyada kazanılan şeyler geçicidir.
Aklı olan, buna kıymet vermez. Her nefes, kıymetli bir cevher gibidir ki, bunlardan
bir hazine yapılabilir.
Akıllı kişi, her gün, nefsine demeli ki: (Benim sermayem, yalnız ömrümdür. Bu sermaye, o kadar
kıymetlidir ki, her çıkan nefes, hiçbir şeyle tekrar ele geçemez ve
nefesler sayılıdır, azalmaktadır. Ömür bitince, ticaret sona erer. Ticarete
sarılalım ki, vaktimiz azdır. Günlerimiz, o kadar kıymetlidir ki, ecel
gelince, bir gün izin istense de ele geçemez. Bugün, bu nimet elimizdedir.
Aman nefsim, çok dikkat et de, bu büyük sermayeyi elden kaçırma! Sonra
ağlamak fayda vermez. Bugün, ecelin geldiğini, şimdi, o günde bulunduğunu,
farz et! O halde, bugünü elden kaçırmaktan, bununla, saadete kavuşmamaktan
daha büyük ziyan olur mu? Yarın ölecekmiş gibi haramdan kaç!)
Asi nefsimiz, emirleri yapmak istemez ise de, riyazet
yapmak, istediklerini vermemek, ona tesir eder. İşte nefs muhasebesi
böyle olur. Resulullah efendimiz, (Akıllı,
ölmeden önce hesabını gören, ölümden sonra kendine yarayacak şeyleri
yapan kimsedir) ve (Yapacağın
her işi, önce düşün, Allahü teâlânın razı olduğu, izin verdiği bir iş
ise, onu yap! Böyle değilse, o işten kaç!) buyurdu.
2-
Nefsi kontrol edip ondan gafil olmamalı! Ondan gafil olursa, kendi şehvetine
ve tembelliğine döner. Allahü teâlânın, her yaptığımız, her düşündüğümüz
şeyi bildiğini unutmamalıyız. Bunu bilenin, işleri ve düşünceleri edepli
olur. Zaten buna inanmayan kâfirdir. İnanıp da, yapmamak ise, büyük
felakettir.
3-
Her gün yatarken, o gün yaptığı işler için nefsi hesaba çekmeli, sermayeyi,
kâr ve zarardan ayırmalıdır. Sermaye farzlar, kâr da, nafilelerdir.
Ziyan ise, günahlardır.
4-
Nefsin kusurları görülüp, ona ceza verilmez ise, cesaret bulur, şımarır.
Kendisi ile başa çıkılamaz. Şüpheli şey yemiş ise, ceza olarak, aç bırakmalı,
yabancı kadınlara bakmış ise, iyi mubahlara baktırmamalı. Hep böyle
ceza vermelidir!
5-
Büyükler, nefsleri kabahat yapınca, ceza olarak çok ibadet ederlerdi.
Mesela bazısı, bir namazda, cemaate yetişmeseydi, bir gece uyumazdı.
İbadetleri seve seve yapamayan kimseye en iyi ilaç, salih bir zatın
yanında bulunmaktır.
6-
Nefsi azarlamalı. Nefs yaratılışta iyi işlerden kaçıcı, kötülüklere
koşucudur, tembeldir ve şehvetlerine kavuşmak ister. Dinimiz, nefsimizi,
bu huyundan vazgeçirmeyi emrediyor. Bu vazifeyi başarmak için, onu bazen
okşamak, bazen zorlamak ve bazen söz ile, iş ile, idare etmek gerekir.
Çünkü nefs, öyle yaratılmıştır ki, kendine iyi gelen şeylere koşarken,
rastlayacağı güçlüklere sabreder. Nefsin, saadete kavuşmaya mani olan
en büyük perdesi, gafleti ve cehaletidir. Gafletten uyandırılıp, saadetinin
nelerde olduğu gösterilirse, kabul eder. Zira Allahü teâlâ (Onlara
nasihat et! Nasihat, müminlere elbette fayda verir) buyurdu. (Zariyat
55)
Kalb, ruh ile nefs arasındaki bir köprü gibidir. Marifetler, feyzler kalbe ruh vasıtası ile gelir. Kalb, his organlarına da bağlıdır. His organları, ne ile meşgul olursa, kalb ona bağlanır. İnsan güzel bir şey görünce, güzel bir ses duyunca, kalb bunlara bağlanır. Ruha veya nefse tatlı gelenleri sever. Bu sevgi insanın elinde olmaz. Güzel, tatlı demek, kalbe güzel, tatlı gelen şey demektir. İnsan, çok defa hakiki güzelliği anlayamaz. Nefse güzel gelen ile, ruha güzel geleni karıştırır. Ruh kuvvetli ise, gerçek güzelliği anlayıp, onu sever, bağlanır. Âyet-i kerimeler, hadis-i şerifler, evliyanın sözleri gibi kıymetli şeyler, aslında güzeldir. Çok tatlıdır. Kalbin nefse bağlılığı azalıp nefsin elinden kurtulunca, bunları okuduğu, duyduğu zaman, bunların güzelliğini anlar ve bağlanır da, insanın haberi olmaz. İbadetleri yapınca, Allahü teâlâyı sever.
Kalbi, nefsin elinden kurtarmak için, nefsi ezmek, kalbi
kuvvetlendirmek gerekir. Bu da, Resulullaha uymakla olur. Kalbini, nefsinin
pençesinden kurtaran kimse, bir evliyanın Resulullahın vârisi, Allah’ın
sevgili kulu olduğunu anlar. Allah’ı çok sevdiği için, Allah’ın sevdiğini
de çok sever.
Kendini hesaba
çekmek Peygamber efendimiz, (Ölmeden önce ölün, hesaba çekilmeden
önce kendinizi hesaba çekin) buyuruyor. Kendimizi hesaba nasıl çekeriz? CEVAP
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Kıyamet
günü terazi kurarız. O gün, hiç kimseye zulmedilmez. Herkesin, yaptığı
zerre kadar iyilik ve kötülüğü meydana çıkarıp, teraziye koyarız. Herkesin
hesabını yapmaya yetişiriz.) [Enbiya 47]
Peygamber efendimiz de buyurdu ki: (Akıllı kimse,
günü dörde ayırır, birincisinde, yaptıklarını ve yapacaklarını hesap
eder. İkincisinde, Allahü teâlâya münacat eder, yalvarır. Üçüncüsünde,
bir işte çalışıp, helal para kazanır. Dördüncüsünde, istirahat eder
ve mubahlarla kendini eğlendirir, haramlardan kaçar.) [İ.Gazali]
İslam âlimlerinin en büyüklerinden İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Peygamberlerin gönderilmesi, İslamiyetin emirleri, yasakları, hep, nefsi kırmak, ezmek içindir. Onun taşkınca isteklerini önlemek içindir.
İslamiyet’e uyuldukça, nefsin istekleri azalır. Bunun
içindir ki, İslamiyet’e uymak, nefsin isteklerini yok eder.
Nefsin zararını önlemek için, iki cihad yolu vardır: 1-
Ona uymamak, onun arzularını yapmamaktır. Buna, riyazet çekmek denir.
Riyazet vera ve takva ile olur. Takva, haramlardan sakınmak, Vera haramlarla birlikte, mubahları ihtiyaçtan fazla kullanmaktan da sakınmaktır.
2-
Nefsin istemediği şeyleri yapmaktır. Buna, mücahede denir. Bütün ibadetler
mücahededir. Bu iki cihad, nefsi terbiye eder. İnsanı olgunlaştırır.
Ruhu kuvvetlendirir. Salihlerin yoluna kavuşturur. Allahü teâlâ, kullarının ibadetlerine muhtaç değildir,
onların günah işlemesi Ona hiç zarar vermez. Nefsi terbiye için bunları
emretmiştir.
İmam-ı Rabbani hazretleri yine buyuruyor ki: Evliyanın çoğu her gece, yatacağı zaman, o gün yapmış
olduğu işlerini, sözlerini, hareketlerini, hareketsizliklerini, düşüncelerini,
her birinin niçin olduğunu anlarlar. Kusurlarını ve günahlarını temizlemek
için, tevbe ve istiğfar ederler. Allahü teâlâya boyun bükerler, yalvarırlar.
İbadetlerini ve iyiliklerini de, Allahü teâlânın hatırlatması ile ve
kuvvet vermesi ile olduğunu bilirler. Bunun için, Hak teâlâya hamd ve
şükür ederler.
Muhyiddin-i Arabi hazretleri, kendini böyle muhasebe edenlerden biri idi. (Ben kendimi hesaba çekmekte, Meşayıh-ı kiramın hepsinden ileri gittim. Niyetlerimi, düşüncelerimi de hesaba kattım) buyururdu.
Her gece yatarken yüz defa (Sübhanallahi velhamdü lillahi ve la ilahe illallahü vallahü ekber)
okuyan kimse, yüz defa tesbih, tahmid ve tekbir söylemiş olur. Böylece,
muhasebe yapmış, kendini hesaba çekmiş sayılır. [Tesbih sübhanallah, tahmid elhamdülillah, tekbir de
Allahü ekber demektir.] Tesbih söylemek, tevbenin anahtarıdır. İnsan bunu çok
okumakla, kusurlarının, günahlarının affedilmesini istemiş olur.
Günah işleyen bir kimse, bu emirlerin ve yasakların
sahibinin azametini ve kibriyasını düşünmüş olsaydı, Onun emirlerine
karşı gelemezdi. Günahları yapması, Onun emirlerine ve yasaklarına kıymet
vermediğini göstermektedir. Böyle şeyden, Allahü teâlâya sığınırız.
Tenzih kelimesini, [yani yukarıda yazılı olan tesbihi] çok okumakla,
bu kusur affolunur.
İstiğfar etmek, günahların örtülmesini istemektir. Tenzih
kelimesini okumak ise, günahların yok olmasını istemektir. O nerede,
bu nerede?
Sübhanallah
şaşılacak bir kelimedir. Söylemesi çok kısadır. Manaları ve
faydaları ise pek çoktur.
Tahmid [elhamdülillah]
kelimesini çok okumakla, Allahü teâlâya şükredilmiş olur. Onun verdiği
nimetlerin şükrü yapılmış olur.
Tekbir [Allahü ekber] kelimesi, Allahü teâlânın, kulların yaptığı şükürlerden çok yüksek olduğunu, Ona yakışan şükür yapılamayacağını göstermektedir. Çünkü, Ona yapılan istiğfarlar, af dilemekler için de, çok istiğfar etmek gerekir.
Hak teâlâya yakışan hamd, ancak Onun tarafından yapılabilir.
Bunun içindir ki kendisi, Saffat suresinin sonunda, (Sübhane Rabbike...) buyurmuştur. Kendini
hesaba çekmek isteyen, bu âyet-i kerimeyi çok okumalıdır! Böylece istiğfar
ve şükretmiş olur. İstiğfar ve şükredemediğini de ve kusurlarını da
bildirmiş olur. (Mektubat-ı Rabbani
c.1, m.309)
Hesaba çekilme riski var Ahirette hesaba çekilen herkes sıkıntı görür. Onun için sorgusuz
sualsiz Cennete girmeye çalışmalı! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Kıyamette hesaba çekilen,
helak olmuştur.) [Buhari] (Hesaba çekilen azap görmüş
olur.) [Bezzar] (Kıyamette herkes, şu dört
suale cevap vermedikçe hesaptan kurtulamaz: 1- Ömrünü nasıl geçirdi? 2- İlmi ile nasıl amel etti?
3- Malını nereden, nasıl kazandı,
nereye harcadı? 4- Bedenini nerede yordu?)
[Tirmizi]
Ancak hesabı çok kolay geçenler de olacaktır. Mesela (Sen falanca
mısın?) diye sorulacak, sonra bekletmeden Cennete konacaktır. Mesela
Hz. Osman bunlardan biridir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Osman’ın şefaati ile Cehennemlik
olan 70 bin kişi, sorgusuz sualsiz Cennete girer.) [İbni Asakir]
(Kıyamette hesaba çekilirken,
üç defa "Allah’tan alacağı olanlar, kalksın ve Cennete girsin" diye ses duyulur. Oradakiler, "Allah’tan
alacaklı olan da olur mu ki?"
derler. "İnsanları affedenlerdir" denir. Bunlar, kalkıp hemen sorgusuz sualsiz Cennete girerler.) [Taberani]
(Hacca giderken veya gelirken
ölenin, bütün günahları affolur. O kimse, hesaba çekilmeden ve azap
görmeden Cennete girer.) [İsfehani]
(Sabırlı ve ihlaslı olanlar,
hesaba çekilmeden Cennete girer.) [Taberani] (Kibri, hıyaneti ve kul borcu
olmayan mümin, hesaba çekilmeden Cennete girer.) [İbni Hibban]
(Allahü teâlâ, namazlarını
doğru olarak kılana, azap etmeden, sorgusuz (s.a.v.)iz Cennete koyacağına
söz vermiştir.) [Hakim]
(Din kardeşinin bir işini yapmak
için gidenin, her adımında 70 günahı affedilir ve ona 70 sevap verilir.
Bu iş bitinceye kadar böyle devam eder. İş yapılınca, bütün günahları
affedilir. Bu işi yaparken ölürse, sorgusuz sualsiz Cennete girer.)
[İ.Ebiddünya]
(Ümmetim üç sınıftır. Bir kısmı
sorgusuz (s.a.v.)iz Cennete girer. Bir kısmı hafif hesaba çekilerek girer. Bir kısmı da günahlardan temizlenerek
girer.) [Taberani]
Suda boğularak ölen şehitlerin kul borçları da affedilir. Hak
sahipleri, bu şehitten haklarını istedikleri zaman, Allahü teâlâ, (Ondaki haklarınızı benden isteyin) buyuracak,
hak sahiplerine alacaklarını fazla fazla verecektir. Şehit de, sorgusuz
(s.a.v.)iz Cennete girecektir.
Cennete sorgusuz (s.a.v.)iz giren fazilet sahiplerine, sizin ameliniz
ne idi diye sorulduğunda, (Dünyada bize yapılan hakarete ve zulme sabreder
ve bunları affederdik) derler.
İzzet-i nefsime
dokundu demek “Bu söz, izzet-i nefsime dokundu" demek uygun mudur?
Nefsin izzeti olur mu? CEVAP Nefs kelimesi, yirmiyi aşkın anlamda kullanılmakta ise
de daha çok iki anlamı vardır. Birisi kâfir olan nefstir. Kâfir olan
nefsin izzeti olmaz. Gururuma dokundu demek gibi yanlış bir sözdür.
İslam âlimleri buyuruyor ki:
Ayıplanmak, izzet-i nefse dokunmak kuruntusuna tutulmamalı.
Çünkü Allahü teâlâ, bu dini, bozuk âdetleri kaldırmak ve nefs-i emmarenin
izzet-i nefs çılgınlıklarını yatıştırmak için gönderdi. (İmam-ı Rabbani)
Allah sevgisi, nefsi emmarenin azgınlığından meydana
gelen, benlik ve izzet-i nefs perdesini yakar. (M. Masum Faruki)
Zillete sebep olan günah, izzet-i nefse ve kibre sebep
olan iyilikten daha hafiftir. (Hikemi
Ataiyye)
Bazı cahiller, öfkelenmeye erkeklik ve izzet-i nefs
diyorlar ki bu yanlıştır. (İslam
Ahlakı)
Görüldüğü gibi, nefsi emmare kastedilerek izzet-i nefsime
dokundu demek uygun değildir. Bir de nefs, bir şeyin özü, kendisi, kişi gibi anlama
gelir. Mesela, Kur'an-ı kerimde, (Her
nefs, ölümü tadıcıdır) buyuruluyor.
Yani her canlı, herkes ölecek demektir. Nefsin çoğulu
nüfustur. Nüfus sayımında nefsler [kişiler] sayılıyor. Nefs, insan demek
olduğuna göre, izzetli insan olur. İzzet, insanlık, şerefinin ve haysiyetinin
korunması demektir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (İzzet, Allah’ın,
Resulünün ve müminlerindir.) [Münafikun
8]
Demek ki, mümin izzet ve şeref sahibidir. Bu bakımdan
"Bu söz, izzet-i nefsime dokundu" demekte mahzur yok ise de,
bu tabiri kullananlar öteki anlamdaki nefs için kullanıyorlar. Bu nefse nefs-i emmare denir. Dine uymayan isteklerin
kaynağıdır. O nefsin izzeti olmaz. O şekilde söylemek ise asla caiz olmaz. Kur’an-ı kerimde buyuruldu ki: (Nefsinin
arzularını ilah edineni gördün mü?) [Casiye 23] (Nefsini
temizleyen kurtuluşa ermiş, kötülükte [günahlarda] bırakan, ziyan etmiştir.) [Şems 8]
Nefs temizlenince, kalb tasfiye bulur. Yani nefs, kötü
isteklerden kurtarılınca, kalbin haramlara bağlılığı kalmaz. İslamiyet’e uyanların nefsleri temizlenir.
(Mevakib)
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki: (Hak
teâlâ buyurdu ki: Nefsine düşmanlık
et, çünkü o benim düşmanımdır.) [M.Rabbani] (Hak
teâlâ buyurdu ki: Nefsine düşmanlık
ederek bana dost ol.) [İ.Gazali]
(Akıllı,
nefsine uymaz, ibadet eder. Ahmak ise nefsine uyar, [ibadet etmez,
günah işler] sonra da Allah’ın
rahmetini bekler.) [Tirmizi]
(İbadet edilen,
tapınılan en sevimsiz ilah, kişinin hevasıdır.) [Taberani]
[Heva, nefsin sevdiği, istediği şeylerdir.
Nefsin istekleri ise, hep hayvani arzulardır.] (En faziletli
amel, nefse en zor gelenidir.) [İ.Gazali]
İzzet-i nefsime dokundu denirken ekseriya bu nefs kastediliyor,
bu ise çok yanlıştır, kâfir olan
nefsin izzeti olmaz. Günah işlemek nefse tatlı gelir. Bütün bid’atler,
günahlar, Allahü teâlânın düşmanı olan nefsi besler, kuvvetlendirir.
Her günahın işlenmesi nefsi kuvvetlendirir. Nefs, insanın en büyük düşmanıdır.
İnsanın imanını yok etmek ister. Bundan zevk alır. Bu bakımdan nefsi
iyi tanımak, hilelerini bilmek gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Nefsini
tanıyan Rabbini tanır.) [Deylemi]
Nefsimizle konuşmaNefs yaratılışta iyi işlerden kaçıcı, kötülüklere koşucudur
ve hep tembellik etmek ve şehvetlerine kavuşmak ister. Allahü teâlâ,
bizlere, nefslerimizi, bu huyundan vazgeçirmeyi, yanlış yoldan, doğru
yola çevirmeyi emretmektedir. Nefsin, saadete kavuşmasına mâni olan
en büyük perde, gafleti ve cehaletidir. Gafletten uyandırılır, saadetinin
nelerde olduğu gösterilirse, kabul eder. Bunun içindir ki, Allahü teâlâ,
(Onlara nasihat et! Nasihat, müminlere elbette fayda verir!) buyurdu.
O halde önce kendi nefsimize nasihat etmeli ve onu azarlamalıdır!
Nefsimize demeli ki - Ey nefsim,
yaptığın bütün işler kendi zararınadır. - Benim kâr ve zararım nedir? - Sen bir
tüccarsın, kârın ebedi saadet, zararın ise ebedî felaket... Sermayen
ise ömründür. Ebedi saadet ömür sermayesi ile kazanılır. Ömür tükenince
ticaret kesilir. Şu anda ölmüş olsaydın, salih amel işleyebilmek için
dünyaya geri gelmek istemez miydin? - Elbette isterdim.
- Farzet
ki öldün, bir günlüğüne dünyaya geldin. Uzun vadeli işe girilir mi? - Her günü nasıl karşılamalıyım? - Allah bana
bugün de mühlet verdi, diye hareket etmelisin! - Fakat fazla çalışmak hoşuma gitmiyor. Allah affedebilir. - Ey nefsim,
affolurum ümidiyle kendini avutma! Affa uğramak herkese nasip olmaz. - O halde ne yapmalıyım? - Ölümle
seni terk eden herşeyi terk et! Dünyada ne kadar sıkıntı çekilirse,
ahirette o kadar rahatlık var demektir.
- Ben sıkıntıya gelemem. - Ey nefsim
farzet ki hasta oldun, mesela şeker hastası... Kendisine itimat ettiğimiz
mütehassıs bir doktor, senin çok sevdiğin tatlıları, balı, baklavayı
sana yasak etse, faydalı olur diye acı ilaçlar verse, hastalığın iyi
oluncaya kadar, uzun müddet sevdiğin tatlıları bırakıp, acı ilaçları
içmeye devam eder misin? - Kim etmez? - Farz et
ki, dostlarının yanına gitmek, sevdiklerine kavuşmak için uzun bir yolculuğa
çıktın. Varacağın yerde, istirahat edeceğini, gayet rahat olacağını
umduğun için yol meşakkatlerine, güç sıkıntılara ister istemez katlanmaz
mısın?
- Elbette katlanırım. - İşte sen
bir yolcusun, varacağın yer ahirettir. Yolcu yol meşakkatlerine katlanmak
mecburiyetindedir. Şayet yoldaki sıkıntılara katlanmayıp, rahat edeyim
diye yola devam etmezse, ne olur? - Yolda kalır, sevdiklerine kavuşamaz, helak olur. - O
halde bazı sıkıntılara katlanmak gerekir. Bu sıkıntılar görünüşte çok
acı ise de, bunların birer nimet olduğunu unutmamalıdır. Nasıl şeker,
şeker hastası için bir zehir ise, dünya tamahı da şekerle kaplanmış
birer zehirdir.
- Yani mal ve makamdan vaz mı geçeyim? - Hayır,
malın kendisi değil, mala muhabbet kötülenmiştir. Mal, Allahü teâlânın
verdiği bir nimettir. Ahireti kazanmak mal ile olur. Birçok dini vazife
mal ile olur. Sıhhat ve namus mal ile korunur. Mal, helal yolda kullanılırsa,
dünyalık değil, ahiretlik olur. - Ben çok merhametliyim, bu sapıkların Cehenneme gitmesini
istemiyorum. Ne pahasına olursa olsun onlarla mücadele etmek istiyorum. - Üstünde
akrep olan bir kimsenin, o akrebi üstünden atmaya, onu öldürmeye çalışmayıp
da, başkasının yüzüne konan sinekleri kovalamaya çalışması ahmaklık
değil mi? - Evet. - O halde
her biri zehirli akrepten daha fena olan birçok kötü huyun mevcutken,
başkaları ile mücadele etmek uygun olmaz. |
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |