İnat ve Münakaşa

 

Tartışmanın zararları nelerdir?

CEVAP

Hakkı açıklamak niyetiyle de olsa, başkalarını mağlup etmek için yapılan tartışmalar zararlıdır. Bir kimsede tartışmada galip gelme sevgisi, hakkı karşısındakinin ağzından duymaktan daha sevimli gelirse, her kötülüğün içine girmiş demektir. Tartışmayı kazanma arzusu, diğer kötülüklere sebebiyet verir. Tartışmanın on zararı vardır:

1-Hasede yol açar:

Haset ise, ateşin odunu yediği gibi, iyilikleri yer. Tartışmada galip gelen de, mağlup olan da zararlıdır. Mağlup olana, (Falanca senden daha ileri görüşlüdür) denince, galip gelene haset etmeye başlar. Tartışmada galip gelen kimse, kendini üstün görmeye başlar. Hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ, kibredeni alçaltır, tevazu edeni yükseltir) buyuruldu. (Taberani)

 

2-Hakkı küçük gösterir:

Tartışmacı, kendini üstün görme hastalığından kurtulamaz. Her zaman kendisinin hakim olmasını ister. (Niye hep kendin konuşuyorsun) diyenlere, (Biz böyle davranmakla ilmin izzetini koruyoruz) der. Hasmının bildirdiklerine önem vermez, onun delillerini küçük görür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Hakkı küçük görmek kibirdendir.) [İ.Gazali]

 

3-Kin tutmaya yol açar:

Fikrinin kabul edilmediğini gören tartışmacı, hasmına kin besler, bazen ömür boyu onu affetmez. Kin felakettir. Hadis-i şerifte, (Mümin kinci olmaz) buyuruldu. (İ.Gazali)

 

4-Gıybete sebep olur:

Tartışmacı, hasmının sözlerini naklederek, (O şöyle dedi, ben şöyle cevap verdim) diyerek kendini gıybetten kurtaramaz. Halbuki gıybet etmek, ölü eti yemek gibidir.

 

5-Övünmeye sebep olur:

Tartışmacı, galip gelirse, kendini övmekten kurtaramaz. (Şu delilleri getirerek susturdum) diye kendini över. Halbuki, (Çirkin olan doğru, kişinin kendini övmesidir). Bir âyet meali:

(Allahü teâlâ, kendini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez.) [Lokman18]

Arkadaşını mağlup etmekle övünen bir cemiyette, kardeşliğin tesisi mümkün olur mu? Övünmek, başkasını hakir, aşağı görmekten ileri gelir. Halbuki hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Din kardeşini hakir görmek, kötülük olarak yeter.) [Müslim]

 

6-Kusur araştırıcı olur:

Tartışmacı, hasmını yenmek için onun gizli kusurlarını araştırmaktan kendini alamaz. Halbuki başkalarının kusurlarını araştırmak günahtır. Tartışmacı, hasmının bedeni kusurlarını ima ile de olsa söyler. Mesela; hasmı gözlüklü ise, (Bu gerçekler gözlükle görülmez) diyerek hasmının, gözündeki, bedeni kusurunu ilmi noksanlığı için bir özür sayar.

 

7-Zarara sevindirir:

Tartışmacı, hasmının kötü duruma düşmesine sevinir. Halbuki hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Kendisi için sevdiğini, din kardeşi için sevmeyen kâmil mümin olamaz.) [Buhari]

 

8-Riyaya yol açar:

Tartışmacı, zahiren hasmına sevgi gösterir ise de, bunun yalan olduğunu bilir. Bu ise münafıklık alametidir. Tartışmacı halkın gözüne girmeye çalışır. Bu ise riyadır. Hadis-i şerifte, (Riya küçük şirktir) buyuruldu. (Taberani)

 

9-Hakkı inkâra yol açar:

Hakkın hasmının ağzından çıkmasına nefret eder. Bu ise felakettir. Hadis-i şerifte, (Allah’ın en sevmediği kimse, hakkı kabul etmekte inat edendir) buyuruldu. (Buhari)

 

10-İnada sebep olur:

İnat da, nefrete, düşmanlığa yol açar. 

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Din kardeşine itiraz etme, boş konuşma, [üzücü] şaka yapma ve verdiğin sözden cayma!) [Tirmizi]

 

Münakaşanın zararları

İtiraz etmeyi âdet haline getirmek, “Hayır öyle değildir” demek, çok çirkindir. Mesela, biri, (havanın sıcaklığı 25 derece) dese, buna, (Hayır 30 dan aşağı değil) demek, onun sözüne itirazdır. Çünkü böyle söylemek, (Sen bilmiyorsun, bu işten sen anlamazsın, sen ahmaksın, ben akıllı ve bilgiliyim) demektir. Bu ise, kendini büyük görüp, başkalarına hücum etmektir. Lüzum yokken, karşımızdaki şahsın kusurlarını bulup kendisine göstermek günahtır. Çünkü onun hatasını söylemekle üzmüş ve kalbini kırmış oluruz. Zaruretsiz incitmek haramdır. Böyle hususlarda başkasının hatasını söylemek gerekmez. Susmak ise imanın kemalini gösterir. Malik bin Enes hazretleri, (Tartışmanın dinde yeri yoktur. Tartışma kalbleri katılaştırır, kin ve nefret doğurur) buyurdu. (Çok sevdiğin sadık bir dostunu, tartışarak bir defacık kızdır, ondan sonra başına gelecek felaketi gör) demişlerdir.

 

Bir insanın hiç günahı olmasa, insanları doğru yola davet ediyorum diye tartışmaya girse, bu hareketi günah olarak ona yeter. İtirazı, tartışmayı huy edinen kimse mürüvvetsiz olur.

 

İmam-ı Gazali hazretleri, (Ancak şöhret için uğraşan, tartışmayı sever. Şöhret ise afettir) buyurdu.

Münakaşa, dostun dostluğunu azaltır, düşmanın düşmanlığını artırır. Salih mümin kibirli olmaz, vakar sahibidir, dünya işlerinde kolaylık gösterir. Din işlerinde sağlam olur. Hiç münakaşa etmez!

Kötü ile münakaşa etme, seni üzer.

Halim ile münakaşa etme, sana küser.

 

Enes bin Malik hazretleri bildiriyor: Biz bir gün dini bir konuda tartışırken, Resulullah efendimiz yanımıza geldi. Bize öyle öfkelenmişti ki, hiç böylesini görmemiştik. Buyurdu ki: 

(Bırakın tartışmayı! Sizden öncekiler sırf bunun yüzünden helak oldu. Tartışmanın faydası yoktur, tartışma zararlıdır. Mümin münakaşa etmez. Münakaşa edene şefaat etmem.) [Taberani]

 

Haklı olduğu halde tartışmayı terk etmek, haksız olduğu halde, tartışmayı terk etmekten daha zordur. Bu bakımdan haklı olduğu halde münakaşayı terk etmek daha çok sevaptır.

 

Dostlar arasındaki kin ateşini körükleyen münakaşadır. Münakaşa, karşıdaki insanı cahil yerine koymak, sen bilmezsin, ben bilirim demektir. Cahillikle suçlanan herkes az veya çok kızar. Hadis-i şerifte, (Allahü teâlânın en çok buğzettiği kul, tartışmada ileri gidendir) buyurulmaktadır. Münakaşa, dostların azalmasına, hasımların çoğalmasına sebep olur. Hasan-ı Basri hazretleri buyurdu ki:

(Bin kişinin dostluğuna, bir kişinin düşmanlığını satın alma!)

 

Münakaşa, kendisinin akıl, fazilet ve ilimde üstünlüğünü ispata çalışmaktır. Bu ise karşıdakini cehalet ve ahmaklıkla itham etmektir. Bu da düpedüz düşmanlıktır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

(Münakaşa etmeyen, kimseyi incitmeyen kimse Cennete girer.) [Tirmizi]

(Konuşurken itiraz etmeyene veya haklı olduğu halde, münakaşayı terk edene, Cennette bir köşk verilir.) [Taberani]

(Haklı da olsa, münakaşayı terk etmeyen, hakiki imana kavuşamaz.) [İbni Ebiddünya]

(Mücadelede ısrar edeni Allahü teâlâ sevmez.) [Buhari]

(Fitnesinden emin olunmayan mücadeleyi terk ediniz.) [Taberani]

 

Dört grup insan vardır

Bilgi yönünden insanlar dört gruba ayrılır:

1- Bildiğini bilen,

2- Bildiğini bilmeyen,

3- Bilmediğini bilen,

4- Bilmediğini bilmeyen.

Bildiğini bilen: Böyle kimseler makbuldür. Kendinden emindir. Cesurdur, bir çok işi başarır.  Bir arkadaş var. Bilgisayar dahil, “her aleti çalıştırabilirim, çünkü bunu da benim gibi bir insan yapmıştır” diyor ve kendinden emin olduğu için de başarabiliyor.

 

Bildiğini bilmeyen: Böyle kimseler ikaza muhtaçtır. Çekingendir.  Ben bu işi başaramam diye korkar. Gerekli ikaz yapıldığında o işi rahat başarır. Mesela yine bir arkadaşım var. Bilgi sayardan anlamam, o bana konuşmaz dedi. Yanına bir otur dedim, patlar, çatlar diye cesaret edemedi. Israr ettim, “Bunun bilgi ile, kültür ile ilgisi yok. Azıcık cesaret yeter” dedim. Şimdi bilgisayarı rahat kullanıyor.

 

Bilmediğini bilen: Böyle kimseler haddini bilir. Her şeye burnunu sokmaz. Kendi işi ile meşgul olur. Böyle kimseler her zaman takdir görür.

 

Bilmediğini bilmeyen: Böyle kimseler hem kendine, hem topluma zarar verir. Hem bilmez, hem de bilmediğini bilmez. Yani hem kel, hem foduldur. Her şeye burnunu sokar. Burnu da pislikten kurtulmaz.

Kendileri ile ilişki kurmak yönünden insanlar dörde ayrılır:

1- Tavşan pisliği gibi olanlar.

2- Gıda [besin] gibi olanlar.

3- İlaç gibi olanlar

4- Hastalık gibi olanlar.

 

Tavşan pisliği gibi olanlar: Ne kokar, ne bulaşır. Hiç kimseye yararı ve zararı dokunmaz. Varlıkları ile yoklukları arasında fark olmayan kimselerdir.

 

Gıda gibi olanlar: Herkesin her zaman ihtiyaç duyduğu kimselerdir. Böyle kimseleri arayıp bulmalı, bulunca da, kaybetmemek için gerekli tedbirleri almalıdır.

 

İlaç gibi olanlar: Ancak ihtiyaç zamanında işe yararlar. Böyle kimseleri de ihmal etmemelidir.

 

Hastalık gibi olanlar: Bu tip insanlara hiç ihtiyaç olmaz. Fakat, kendileri insanlara musallat olurlar, bulaşırlar. Bunlardan kurtulmak için, müdara etmek gerekir.

 

 

Dört şey bedeni kuvvetlendirir:

Et ve bal yemek, güzel koku sürünmek, münasebet olmadan çok yıkanmak, yumuşak kumaştan güzel elbise giymek.

Dört şey bedeni zayıflatır:

Fazla düşünce, çok ekşi yemek, aç karnına çok su içmek, fazla münasebet. 

Dört şey gözü kuvvetlendirir:

Sürme çekmek, yeşilliğe, akar suya ve helal olan güzel yüze bakmak. Harama bakanların gözleri zayıflar.

Dört şey gözün nurunu azaltır:

Pisliğe bakmak, idam edilene bakmak, helali de olsa, kadının edep yerine bakmak, Kıbleye arka dönüp oturmak.

Dört şey aklı çoğaltır:

Fazla ve lüzumsuz konuşmamak, misvak kullanmak, salihlerle, âlimlerle beraber olmak, günah işlememek.

 

Münakaşa etmek dostluğu giderir

Bazı kimseleri dini konuda ikna edemiyorum. Ne yapayım?

CEVAP

Ehil olmayan kimselerle, dini sohbet yapmamalı, uygun olanlara kitaptan okumalı, hiç kimseye din üzerinde, kendi görüşünü söylememeli, münakaşadan da uzak durmalıdır! Uygun insanlara, ehl-i sünnet âlimlerinin kıymetli kitaplarından vermeli, kendini aradan çekmelidir. Hakikat Kitabevi’nin yayınları bu kıymetli eserlerden derlenerek hazırlanmıştır.  www.hakikatkitabevi.com adresinden okunabilir, temin edilebilir.

 

Hatasını kabul etmek fazilettir            

İnsan hatalı da olsa hatasını kabul etmiyor. Hatamı kabul edebilmem için ne yapmam gerekir?

CEVAP

İnsanın nefsi, daima kendini haklı çıkarmaya çalışır. Bir işte, hatalı olup olmadığımızı anlamamız belki biraz zordur. Hadis-i şerifte, kendimize yapılmasını uygun bulmadığımız bir şeyi, başkasına da yapmamamız, kendimize uygun gördüğümüz şeyi, mümin kardeşimize de uygun görmemiz emredilmektedir. Bir hadisede hemen kendimizi, karşımızdaki şahsın yerine koymalıyız. (Onun yerine ben olsaydım, ne yapardım?) diye düşünmeliyiz. Böyle düşünmek, hadisenin üzücü neticelenmesine mani olur.

 

Bir genç anlattı:

"Benden yaşlı biri, bir hadiseden dolayı, beni nerede yakalasa dövecekti. Öyle bir köşeye sıkışmıştım ki, nereye kaçsam yakalayabilirdi. Doğru yanına gittim, özür dileyecektim. Daha yanına varır varmaz (Kollarımı kırdın. Aman diyene kılıç çekilmez) dedi. Hatamı kabul ederek yanına gittiğim için bu ağabey, hatamı affederek büyüklük göstermekten başka çaresi kalmadı. Ben de dayaktan kurtulmuş oldum."

 

Özür dileten söz

Bir tanıdık da şunu anlattı:

"Çocuklarım çok yaramaz oldukları için komşuları çok rahatsız ediyorlardı. Bir gün çocukların gürültüsü komşumun artık boğazına kadar gelmiş, mahkemeye verip bizi evden çıkarmaya karar vermiş. İşten dönünce hadiseyi öğrenip evine gittim. Komşu, halâ teskin olmamış yüzü asık duruyordu. (Kırdığınız yumurta kırkı geçti) diyerek bağırmaya çalıştı. Yavaş sesle (Bir dakika komşu) diyerek teskine çalıştım. Dedim ki:

- Kiralık bir ev buldum. Hemen çıkıyoruz. O kadar suçluyuz ki, özür dilemeye bile utanıyoruz. Çocuklara bağırmışsınız. Sizin yerinizde ben olsaydım, daha kötüsünü yapardım. Dillerini koparır, gırtlaklarını sıkardım, durmadan tepiniyorlar. Sizin yerinizde ben olsaydım bugüne kadar asla sabredemezdim. Evdeki eşyaları sokağa atardım. Siz yine çok iyi bir kimseymişsiniz ki efendiliğinizi bozmadınız.

 

Komşunun sakin sakin dinlediğini görünce devam ettim:

- Sizdeki komşuluk anlayışı, tam İslam ahlakına uygundur.

Malik bin Dinar hazretlerinin Yahudi komşusunun evine sızan lağım kokusuna nasıl sabrettiğini anlattıktan sonra dedim ki:

- Gerçekten siz evliya gibi adamsınız. Bugüne kadar sabretmeniz, sizin büyüklüğünüzden, iyiliğinizden, müslümanlığınızdan geliyor.

Bunları anlattıktan sonra komşu, adeta kendini suçlu hissetmeye başladı. (Sinirliydim. Çocuklara bağırdım. Özür dilerim) dedi. Çocukların daha küçük olduğunu, bu kadar gürültülerine katlanmak gerektiğini bildirdikten sonra (Beterin beteri vardır. Siz gidince iyisi mi gelecek? Sizin gitmenize razı değiliz. Buradan taşınmayın!) dedi."

 

Arkadaşın hatasını kabul etmesi ve bunu güzellikle anlatması kötülükle neticelenecek bir hadiseyi önlemiş oldu. Eğer arkadaş, çocukların kusurunu söylemeseydi. Komşusu söyleyecekti. Komşusu

söylemeden arkadaşın söylemesi vaziyeti değiştirmiştir.

 

O halde başkasının bizim için yapacağı suçlamaları, ona fırsat vermeden kendimiz söylemeliyiz. Hatamızı kabul etmek, karşımızdakine saygı duymak bir şey kaybettirmez. Aksine çok şey kazandırır. Atalarımız (El öpmekle dudak aşınmaz) buyurmuşlardır. Hatada ısrar etmemek büyük fazilettir. Peygamber efendimiz haklı olduğu halde, ev içindeki ve ev dışındaki eziyetlere katlanmıştır. Hanımlarına (Siz haklısınız) diyerek onları üzmemiştir. İslam ahlakını örnek alarak hatamızı kabul etmek faziletini göstermeliyiz!.

 

Hakkı kabul etmekte inat etmemeli

Münakaşa ettiğim arkadaşın haklı olduğunu anlıyorum. Fakat yenilgiyi kabul etmemek için, hayır öyle değildir diyorum. Bunun mahzuru nedir?

CEVAP

Doğru olan bir şeyi kabul etmemeye inat denir. İnat, karşımızdakini aşağı görmek, ondan nefret etmek, ona düşmanlık beslemek, haset etmek gibi sebeplerden meydana gelir. Hakkı, düşmanımız da söylese kabul etmeliyiz. Hakkı kabul edememek kibirdendir. Kibir ise büyük günahtır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Allah’ın en sevmediği kimse, hakkı kabul etmekte inat edendir.) [Buhari]

(Hakkı küçük görmek kibirdendir.) [İ.Gazali]

 

Mümin kibirli olmaz; fakat vakar sahibi olur. Vakarlı kimse, dünya işlerinde kolaylık gösterir. Din işlerinde sağlam olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Mümin vakarlı ve yumuşak olur.) [Beyheki]

 

Hiç kimse ile münakaşa etmemeliyiz!

(Allah, mücadelede ısrar edeni sevmez.) [Buhari]

(Haklı iken, münakaşayı terk edene, Cennetin ortasında bir köşk verilir.) [Taberani]

(Mücadelede ısrar edenler hariç, hiç kimse, hidayete kavuştuktan sonra sapıtmaz.) [Beyheki]

(Haklı da olsa, münakaşayı terk etmeyen, hakiki imana kavuşamaz.) [İbni Ebiddünya]

 

Münakaşa, dostların azalmasına, hasımların çoğalmasına sebep olur. Hasan-ı Basri hazretleri buyurdu ki:

(Bin kişinin dostluğuna, bir kişinin düşmanlığını satın alma!)

 

Münakaşa, kendisinin akıl, fazilet ve ilimde üstünlüğünü ispata çalışmaktır. Bu ise karşıdakini cehalet ve ahmaklıkla itham etmek demektir. Bu düpedüz düşmanlıktır. Kendini karşısındakinden üstün görmek ise kibirdir. Mahzurludur. Münakaşa her yönden mahzurludur. Münakaşa güzel ahlakın zıddıdır. Halbuki müslüman güzel ahlaklı olmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Mallarınızla herkesi memnun edemezsiniz. Güler yüz ve tatlı dil ile, güzel ahlakla memnun etmeye çalışınız!) [Hakim]

 

İyi, kötü, herkese, güler yüz göstermeli, fitne çıkarmamalı, düşman kazanmamalıdır! Hafız-ı Şirazinin, (Dostlara doğru söylemeli, düşmanları güler yüzle ve tatlı dil ile idare etmelidir) sözüne uymalıdır. Af dileyeni affetmelidir! Herkese karşı iyi huylu olmalıdır! Kimsenin sözüne karşı gelmemelidir! Herkese yumuşak söylemeli, sert söylememelidir!

 

Hakkı kabul etmek

Bazen bir hususta çocuğumla konuşurken, yanıldığımı anladığımda hatamı kabul edemiyorum. Uygun mu?

CEVAP

Hakkı söyleyen kim olursa olsun kabul etmelidir.! Çocuğumuz da söylese, cahil biri de söylese, itiraz etmeden kabul etmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Hakkı söyleyen kimse, küçük-büyük ve hoşlanılmayan bir kimse de olsa kabul et, bâtılı da reddet!) [Deylemi]

Bir hususta körü körüne inat etmek çok kötüdür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Bilmediği bir hususta inat edene, inadından vazgeçene kadar Allah gadap eder.) [İ.Ebiddünya]

 

İnsanlarla iyi geçinmek

İnsanların kimi iyi, kimi kötüdür. Herkesle iyi geçinmek mümkün mü?

CEVAP

Mümkündür. İnsanlarla iyi geçinebilmenin iki şartı vardır:

1- İyi bir insan olmak,

2- İnsanları iyi tanımak.

 

Bu iki şarta malik olan, herkesle iyi geçinir. İyi insan olmak için, dinimizin emir ve yasaklarına riayet etmek kâfidir. İnsanları tanımak için de şunları bilmek gerekir:

 

İnsanlar üç kısımdır:

Birinci kısımdakiler, gıda gibidir, her zaman gerekir.

İkinciler, ilaç gibidir, bazen gerekir.

Üçüncü gruptakiler hastalık gibidir, istenmez, fakat musallat olur.

 

Kendisine veya başkalarına zarar gelme korkusundan dolayı iyiliği emretmek ve haramı men etmek mümkün olmazsa, böyle durumlarda fitneye mani olmak için susmaya, müdara etmek denir. Müdara, dini veya dünyayı zarardan kurtarmak için, dünya menfaatinden vermektir. Kalben nefret edip, haramı men etmek istediği halde, müdara yapmak caizdir. Hatta sadaka sevabı hasıl olur. Ancak akıllı kimse, iyi geçinir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(İyi geçinmek aklın başıdır.) [Beyheki]

 

İyi insanın vasıfları

İyi insan, kimseyle münakaşaya girmeyen, herkesle iyi geçinen kimsedir. İyi insan, yani müslüman, her işinde Allah’tan korkar, titrer. Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınır.

Sabreder, affeder. Her geçimsizlikte, her sıkıntıda, kusuru kendisinde görür. Her nefeste Rabbini düşünür. Gaflet ile yaşamaz. Bir kalbi incitmekten korkar. Kalbleri Allahü teâlânın evi bilir. Hafız-ı Şirazinin, (Dostlara doğru söylemeli, düşmanları güler yüzle ve tatlı dil ile idare etmelidir) sözüne uyar. Dinlerine ve dünyalarına zarar gelecek şeylerden sakınır. Herkese karşı, güler yüzlü, tatlı dilli olur. Af dileyeni affeder. Hiç kimse ile münakaşa etmez. Bilir ki, münakaşa etmek, dostluğu giderir, düşmanların çoğalmasına sebep olur. Fitne çıkarmaz, dost ile de, düşman ile de tatlı konuşur, herkesle iyi geçinir. Kimsenin sözüne karşı gelmez. Herkese yumuşak söyler, sert konuşmaz. Hadis-i şerifte, (Mümin vakarlı ve yumuşak olur) buyuruldu. Münakaşa edenlerin yanında oturmaz!

İyi huylu olmak için ve iyi ahlakını muhafaza edebilmek için, salih kimselerle, iyi huylularla arkadaşlık etmelidir. Hadis-i şerifte, (Kişinin dini, arkadaşının dini gibi olur) buyuruldu. Ahlakı bozan kitap, gazete, radyo ve tvden sakınmalıdır.

 

Malı, mevkii hayır için arayan ve hayır işlerde kullanan, rahata, huzura kavuşmuştur. Hadis-i şerifte, (Dünyada, yolcu gibi yaşa, öleceğini unutma) buyuruldu. Vaktin kıymetini bilip gece-gündüz ilim öğrenmelidir! İlim, ibadet içindir. Kıyamette işten, ibadetten sorulur, çok ilim öğrendin mi diye sorulmaz. İş ve ibadet de ihlas elde etmek içindir. Evliyadan bir zat, (Bir kimsenin veli olduğu; tatlı dili, güzel ahlakı, güler yüzü, cömertliği, münakaşa etmemesi, özürleri kabul etmesi ve herkese merhamet etmesi ile anlaşılır) buyurmuştur.

 

İbni Abbas hazretleri buyurdu ki:

(Aklın başı, kendisine zulmedeni affetmek, kendinden aşağıda görünene tevazu göstermek, düşündükten sonra konuşmaktır. Akılsızlığın başı ise, kendini beğenmek, lüzumsuz yere konuşmak ve kendisinin yaptığı şeylerde insanları ayıplamaktır. Hadis-i şerifte, (Akıllı şu kimsedir ki, açıkta yapınca utanacağı işi gizli yerde de yapmaz) buyuruldu. Hikmet ehli, ibadetlerini ihlasla yapan, insanlarla iyi geçinen, onlara iyilik eden ve belalara sabredenin akıllı olduğunu bildirmiştir.

 

Zeka ile akıl farklıdır

Zeka, sebep ile netice arasındaki bağlılıkları anlama ve düşünebilme kabiliyetidir. Her akıllı zeki olmayabilir. Her zeki de akıllı değildir. Zeki kimse, tecrübelerle, akıllı kimselerden öğrendiği bilgi ve usullerle büyük işler başarabilir. Nitekim birçok gayrı müslimin zeki olduğu bilinmektedir. Bir aslanın zekası, insan zekası kadar kuvvetli olsaydı, bu aslan, öteki aslanlardan on bin kat daha korkunç olurdu. Akılsız, dinsiz kimse de, zekasının çokluğu kadar topluma büyük tehlike olur. Aklın çok çeşitli dereceleri vardır. Kâfirin dünya işlerine eren aklı, ahiret işlerine eren aklından daha üstündür. Güzel ahlaklı olmanın alametleri:

 

İnsaflı olmak, arkadaşının hatasını görmemek, hüsnü zan etmek, suizandan kaçınmak, arkadaşlarının eziyetlerine göğüs germek, onlardan şikayetçi olmamak, hep kendi ayıp ve kusurlarıyla meşgul olmak, kendini kınamak, güler yüzlü olup, herkesle yumuşak konuşmaktır.

 

Güzel ahlaklı kimse, edeplidir, az konuşur, hatası azdır, gıybet etmez, Allah için sever, Allah için buğzeder, emanete riayet eder, komşu ve arkadaşını korur. Güzel ahlaklı bir zata, kötü huylu hanımı ile nasıl iyi geçindiği sorulunca, (İyi huylu ile herkes geçinir. Marifet kötü huylu ile geçinebilmektir. Onun kötü huyuna sabredemezsem benim iyi huylu olduğum nereden belli olacaktır) dedi.

Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri