Mektubat-ı Rabbani-Tam Metin Tercümesi-Abdülkadir Akçiçek-Çile Yayınları-1979

24.Mektup

24.MEKTUP


MEVZUU :


a) Sofi, kâin - baindir.. (Manaları anlatılacak.)
b) Kalb, birden fazla şeyle bağ kuramaz..
c) Zati mahabbetin zuhuru, mahbubdan çelen elemle nimetin, aynı seviyede olmasmı gerektirir..
d) Mukarreblerle ebrar ibadeti arasındaki fark.. .
e) İstihlâke dalıp kalan evliya ile halkı davete dönen evliya arasındaki fark..

NOT : İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu Muhammed Kılıçhan'a yazmıştır.

***

Allah-ü Taâlâ, Seyyid'ül - mürselin hürmetine; sizlere selâmet ve afiyet ihsan eylesin. Ona ve âline salâtlar ve selâmlar..

— «İnsan, sevdiği ile beraberdir.»

Mealinde buyurulan hadis-i şerif nekadar güzeldir.

Kalbinde Allah ile olmaktan, başka bir şey bırakmayana; o Mukaddes Yüce Zatın rızasından başka bir şey murad etmeyene saadetler olsun.

Hali anlatıldığı gibi olan kimse: Her nekadar zahirde halkla olup surette onlarla meşgul olsa dahi; özünde Allah iledir.

İşbu hal KÂİN-BAİN bir şekilde sofinin durumunu anlatır. KÂİN oluşu: Hakikatta Allah ile oluşudur.

BAİN oluşu: Anlatılan mana dolay ısı ile, halktan ayrı ve uzaktır.

Bundan başka KÂİN kelimesinden şu mana dahi murad edilebilir:

— Surette halkla beraberdir.

BAİN oluşundan ise, şu mana murad edilmiş olabilir:

- - Hakikat ciheti ile halktan ayrıdır.

***

Kalb birden fazla bir şeyle mahabbet bağı kuramaz. Bu, bir şeyle kurduğu mahabbet bağı zail olmadıkça, bir başkası ile mahabbet bağı kuramaz. Arzularının çokluğundan, birçok şeylere karşı kurduğu mahabbet bağından ötürü görülen durumuna gelince.. Meselâ: Mal, evlâd baş olmak, övülmek, halk arasında yükseklik durumları gibi.. İşbu durumlarda dahi, yine onun sevmiş olduğu bir tanedir; ki o: Nefsidir. Bütün o sevmiş göründüğü şeyler, nefsine ait mahabbetin parçalarîdir. Zira, bu şeylerle murad ettiği ancak kendi nefsidir; onların kendileri değildir. Bunun için, nefsine olan mahabbeti. zail olup gittiği zaman, tebaiyet dolayısı ile: onlara karşı beslediği mahabbet bağı da zail olup gider. İşbu mana icabı olarak şöyle demişlerdir:

— Kulla Rabbı arasındaki perde, kulun nefsidir; bu âlem değildir.

Çünkü: Bu âlem, kendi zatında, kul için murad olan bir şey değildir ki, kula hicab olsun. Kul için, murad olan ancak kendi nefsidir. Bunun için, hiç şüphesiz, hicab olan kulun kendisidir; başkası değil..

Anlatılan mana icabı olarak; kul, kendi nefsinin muradından temizlenmedikçe, Yüce Rabb kendisi için murad olamaz; kalbe dahi, o Yüce Sübhan zatın mahabbeti giremez. Bu Yüce Sübhan zatın mahabbeti, öyle bir büyük devlettir ki, mutlak fena halinin taHakkukundan sonra olur. Bu fena hali dahi, zatî tecelliye bağlı bir durumdur. Şu mana açıktır: Şayet, tam manası ile, karanlık kalkmış ise.. bu: Güneşin tam manası ile doğuşundan başka bir şekilde tasavvur edilemez.

— Mahabbet-i zatiye..

Tabir edilen bu mahabbet elde edildiği zaman; seven zatın yanında, sevilen zatın, elemi ile nimet bir olur.

Anlatılan mananın hâsıl olması ile; ihlâs hâsıl olur. İşte o zaman. Tek İlâh Rabbına: nefsine nimetin gelmesi, elemin defi için ibadet etmez. Çünkü: Her ikisi de, kendi indinde müsavidir.

İşbu mertebe:

— Mukarrebin..

Olarak işaret edilen zatlar için, anlatılan mertebedir.

Ebrar zümresine gelince., bunlar, ancak bir şeyin korkusu, bir başka şeyin arzusu ile ibadet ederler. Her iki hal de nefislerine dönüktür. Bunun böyle oluşu: Mahabbet-i zatiye saadetine nail olmamalarıdır. Bu durumda:

— «Ebrarın haseneleri, mukarreblerin seyyieleridir.»

Cümlesi ile anlatılan mana kapısı açılmış olur. Şundan ki: Ebrarın haseneleri, bir yüzü ile hasene ise., diğer yüzü ile seyyiedir. Ama, mukarreblerin haseneleri, katıksız hasenedir.

Evet..

Mukarreb zatlar arasında dahi bir şeyin arzusu ve bir başka şeyin korkusu ile Yüce Allah'a ibadet edenler vardır. Ama, ekmel sayılan beka ile taHakkuk, sebebler âlemine tenezzül etmelerinden sonra.. Ne var ki; bunların korkulan da, arzulan da kendi nefisleri için değildir. Rab'larına ibadetleri, o Yüce Sübhan zatın rızasını istemelerindendir; onu darıltmaktan korkmalarmdandır. Aynı şekilde bu zatlar, cenneti de arzu ederler; ama nefsanî hazları için değil.. Çünkü orası. Yüce Allah'ın rıza mahallidir. Bunun için isterler.. Cehennemden de Allah'a sığınırlar: çünkü orası, Sübhan Zat'ın dargınlık mahallidir. Nefislerinden, elemi def için ibadet etmezler. Çünkü bu büvük zatlar, nefsin köleliğinden azad olmuşlardır. Yüce Sübhan Allah için halis kimseler olmuşlardır.

Üstte anlatılan rütbe, mukarrebin zatların rütbeleri arasında, en yücesidir. Bu mertebenin sahibine; nübüvvet makamı kemalâtından Çokça nasib vardır; ama has velayet mertebesi ile taHakkuk ettikten sonra..

Bir velî, sebepler âlemine inmezse., o: İstihlâke varan velilerden sayılır: bunun, nübüvvet makamı kemalâtından bir nasibi yoktur. Birincisinin aksine; bunun kemale erdirme işinde bir ehliyeti de yoktur.

***

Allah-ü Taâlâ, vasfı anlatılan zatların sevgisini bizlere nasib eylesin. Seyyid'ül-beşer hürmetine.. Âmin!.

Resulûllah efendimize, âline, kendisine tabi olanlara: Salatların en faziletlileri.. Selâmların ekmeli olsun.

Mektubu, başta zikri edilen hadis-i şerifle bağlayalım: — «İnsan, sevdiği ile beraberdir.»