Mektubat-ı Rabbani-Tam Metin Tercümesi-Abdülkadir Akçiçek-Çile Yayınları-1979

59.Mektup

59. MEKTUP


MEVZUU :


a) Necatın husulü için, üç şeyin olması mutlaka lâztmdır.
b) Keza necatın ehl-i sünnet vel-cemaate uymadan tasavvur edilemeyeceği..
c) İlimle amel, şeriatle alâkalı iki şeydir.
d) İhlâs, sofiye tarikatı sülûkü ile bağlantılıdır. Ve., bunlarla münasebeti olan bazı şeyler..

***

NOT : İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu Seyyid Mahmud`a yazmıştır.

***

Sübhan Allah, Şeriat-ı Mustafaviye caddesinde bizlere istikamet nasib eylesin. Yüce zatına tam manası ile yönelmek nasib eylesin. O Şeriatın kurucusuna salât, selâm ve tahiyyet...

Pek güzel feyizlerle dolu mübarek mektubunuz geldi; ferahı mucib oldu. Fukaranın mahabbetinden haber veren mukaddime açıkça belli oldu. îhlas, bu garib taifeye mahsustur. Allahım artır.

Aynı şekilde, o mübarek mektuba faydalı talepler de yazılmış..

***

Ey Mahdum,

Bilmiş olasın ki, ebedî necatın müyesser olması için; insana şu üç şey mutlaka lâzımdır: îlim, amel, ihlâs.. îlim, iki kısmıdır.

Birinci kısım: Amel olup bunun beyanım ilm-i fıkıh üzerine almıştır.

İkinci kısım: Bundan maksad, mücerred itikad ve kalbi yakindir. Bunun anlatılması, tafsilatı ile ilm-i kelâm kitaplarında vardır. Haliyle, ehl-i sünnet vel-cemaatın görüşlerine göre.. Söyle ki: Bunlar, fırka-i naciye olup bu büyüklere tabi olmadan, hiç kimse için bir kurtuluş ümidi imkânı yoktur. Bunlara kıl kadar muhalefet vuku bulsa, iş tehlikeye girer.. Hem de ne tehlike!.

Ehl-i sünnet vel-cemaat üzerine söylenen bu kelâm; açık ilham, sağlam keşifle sıhhat derecesinde yakin mertebesine ulaşmıştır. Bunda hiç bir ayrılık yoktur. Bunlara tabi olmaya muvaffak olanlara ve onları izlemek şerefine nail olanlara mübarek olsun. Bunlardan ayrılıp yüz çevirenlere; usullerini kabul etmeyenlere; onların zümresinden ayrılıp dalâlete düşenlere ve düşürenlere; rüyeti, şefaati inkâr edenlere; sohbetin fazileti ile sahabenin üstünlüğü kendilerine gizlenenelere; ehl-i beyt mahabbetinden ve evlâd-ı betül meveddetinden mahrum olanlara yazıklar olsun. Bunlar, ehl-i sünnetin nail olduğu nice hayırdan memnu oldular.

***

Ashab-ı kiram, kendi aralarında en faziletlileri olarak, Hazret-i Ebu Bekir r.a. üzerinde ittifak etmişlerdir.

İmam-ı Şafiî r.a. ashab-ı kiramın hallerini en iyi bilenlerdendir; şöyle anlattı:

— Resulülah S.A. efendimizden sonra, insanlar pek mustar kaldı. Sema altında, Hazret-i Ebu Bekir'den r.a. hayırlısını bulamadılar. Bunun için onu başlarına sahip kıldılar.

işbu manada sarahet vardır ki; sahabe-İ kiram, Hazret-i Ebu Bekir'in r.a. daha faziletli olduğu üzerinde müttefiktir. Onun daha faziletli olduğu üzerinde icma hâsıl olmuş olur. Bu kat'îdir; inkâra yer yoktur.

Resulûllah S.A. efendimizin ehl-i beyti:

— «.. onların misali, Nuh'un gemisi misali gibidir ki; ona binen kurtulur, ondan ayrılan helak olur..»

Mealine gelen hadis-i şerifle manasını bulmuştur.

İrfan sahibi zatlardan bazıları şöyle anlattı:

— Resulûllah S.A. efendimiz, ashabını yıldızlara benzetti. Bir âyet-i kerimede ise, şöyle işaret vardır:

_ «Onlar, yıldızlarla yollarını bulurlar.» (16/26)

Resulûllah S.A. efendimiz keza ehl-i beytini dahi, Nuh'un gemisine benzetti..

İşbu mana şuna işaret sayılır: Gemiye binen kimsenin; ölümden emin olmak için, yıldızları gözetmesi gerekir. Yıldızlan gözetmeden kurtuluş imkânsızdır.

***

Bilinmesi gereken bir başka durum daha var ki şudur: Ashaptan bazısını inkâr etmek, tamamım inkâr etmektir. Zira onlar, Hayr'ül-beşer Resulûllah S.A. efendimizle sohbette ortaktır. Sohbetin fazileti ise., bütün faziletlerin ve kemallerin üstündedir. İşbu manadan ötürüdür ki: Tabiinin hayırlısı olduğu halde, Veyselkaranî Resulûllah S.A. efendimizle sohbeti olan sahabeden en dûn derecede olanına dahi kavuşamaz.

Hâsılı: Her ne olursa olsun; hiçbir şey sohbet faziletine muadil olamaz. Zira, onların imanı; sohbetin bereketi, vahyin nüzulünü müşahede etmeleri sebebi ile şühud derecesine yükselmiştir. İmanın bu mertebesi üzerine, sahabeden başka hiç kimse için ittifak edilmedi.

Amellere gelince, imanın teferruatı arasında saydır ki; bunların kemali dahi, imanın, kemali ile ölçülür.

***

Ashab-ı kiram arasındaki dikleşmeye ve münazaaya gelince., bunun da, bir hikmete mebni olduğuna kail olup iyiye yorulmalıdır. Bir cehalet ve nefsanî arzudan ötürü yapıldığı zehabına kapılmak yanlış olur. Çünkü bu: içtihad ve ilim eseri olarak meydana gelmiştir. Bazıları içtihadda hata etmiş olsa dahi, hatalı olanın Allah katında bir derecesi vardır.

Üstte anlatılan mana, ifratla tefrit arası orta bir yoldur. Ki bunu: Ehl-i sünnet vel-cemaat tercih etmiştir. En sağlam tarik, en muhkem yol budur.

Ve bilcümle ilim ve amel: Şeriattan istifade edilmiştir. İlmin ve amelin ruhu makamında olan ihlasın tahsili ise., sofiye tarikatına sülûke bağlıdır. Seyri ilellah mesafesini kat etmeyen salik, seyr-i fiilahta taHakkuk edemez ve bu kimse: İhlasın hakikatından uzak olup ehl-i ihtisas olan muhlis zatların erdiği kemalâttan da mahrumdur. Evet..

Avam müminlerin bazı amelleri için, zorlama ile yapmacık olsa dahi, İhlasın taHakkuku umumî manada olabilir. Ama bizim üzerinde durduğumuz, beyan ettiğimiz başkadır. Asıl ihlâs odur ki: Bütün fiillerde, sözlerde, duruşlarda ve hareketlerde, zorla ve bir yapmacık olmadan meydana gelir.

İşbu son anlatılan manada ihlâs: Afakî ve enfüsî olarak ilâhî intifaya bağlıdır. Bu dahi: Fena, beka ve has manada velayet derecesine çıkmakla olur.

Yapmacık ve zorlamaya, dayanan ihlâs için bir devam yoktur. Devamın olması için, zorlama derecesinden düşmesi gerekir, işbu devam hali ise., Hakkalyakin mertebesidir.

***

Yüce Allah'ın velî kulları, her yaptıkları işi, Allah için yaparlar; nefislerinin hazzı için değil.. Şundan ki: Onların nefisleri Yüce Hakkın kurbanı olmuştur. Sonra, onların ihlas husulü için niyetlerini tashihe de ihtiyaçları yoktur; zira onların niyetleri, fenafillah ve bekabillah ile sıhhata kavuşmuştur.

Bu manada bir şahsı misal verelim: Nefsinin elinde esirdir; her ne yaparsa nefsinin hazzı için yapmaktadır; ister niyet etsin, isterse niyet etmesin. Her ne zaman onun nefsi ile alâkası kesilir, onun bağından boynunu kurtarırsa., onun yerini Yüce Hak'la alâka alır. O zaman da, bütün yaptığını Allah için yapar; bu durumunda ister bir niyet etsin, isterse, bir niyet etmesin. Şundan ki: Niyet, ancak ihtimalli olan şeylerde olur; ama tayin edilmiş bir şey için niyete hacet yoktur.

— «Bu, Allah'ın fazlıdır; onu dilediğine verir. Allah büyük fazlın sahibidir.» (62/4)

Daimî ihlâs sahibi kullar, muhlas (ihlas sahibi kılınmış) kimselerdir. Ama ihlâsında devam olmayan, ihlâs sahibi olmaya çalışan muhlis kimsedir. Bu iki mana arasında o kadar fark var ki!.

İlim ve amelde, sofiye yolunda sağlanan faydaya gelince: İlimlerin, kelâmiye, istidiâliye ve keşfiye olmalarıdır. (Yani: Sözlü, delilli, keşfe dayanan bilgilerdir.) Amellerin edasında tam bir kolaylık husule gelir. Nefis ve şeytan tarafından gelen tenbellik zail olup gider.

Bir mısra:

Bu ne büyük saadet, acep kime kısmet?.

Evvel âhir selâm..