Mektubat-ı Rabbani-Tam Metin Tercümesi-Abdülkadir Akçiçek-Çile Yayınları-1979

99.Mektup

99. MEKTUP

MEVZUU : a) Huzurun devam keyfiyeti; (şekli)
b) Gaflet kaynağı uykusunda onunla (Yüce Allah'ın varlık tecellisi ile) olduğuna dair sorulara cevap mahiyetindedir.

NOT : İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu, Molla Hasan Keşmirî'ye yazmıştır.

***

Mübarek mektubunuz, gelmesi ile şeref verdi.

Mektubunuzda yazılan ilâhî huzurun devamından sormak ve onunla (Yüce Allah'ın varlık tecellisi ile); evvelinden âhirine kadar kuvelerin ve idrâkin muattal kaldığı gaflet kaynağı uyku halinde olmak, bu Taife-i Aliyye'nin büyüklerinin haber verdiği gibi: Husule gelen huzur büyük bir devlettir.

***

Ey Mahdum,

Bu müşkilin halli için, bir mukaddime yapmaya ihtiyaç olup onun mutlaka açıklanması gerekir. Derim ki:

— Terakki ve uruc yolu, bu heyulanı cisimle olan alâkasından önce; insaniyet ruhuna kapalı idi.. Bir zindanda, bağlı ve hapsedilmiş durumda idi.. Bu mana şu âyet-i kerimede vardır:

— «Bizden istisnasız, herkesin malum bir makamı vardır.» (37/ 164)

Ama, onun tab'ına bir cevhere-i nefise kondu.. İşbu cevhere-i nefise şu idi. Nüzul şartlı terakki ve uruc istidadı.. Bu cihetle de, melek üzerine olan üstünlük meziyeti mukarrer bir durum aldı..

Bundan ötürüdür ki: Noksan sıfatlardan münezzeh Hak kemal manadaki keremi ile. bu nuranî cevheri, bu zulmanî cisimle birleştirdi.

Nur ile zulmeti biraraya getiren, sonunda işi yaratılma manasına bırakan Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir.

Anlatılan iki şeyden her biri, diğerinin karşısına çıkınca, hakikatta biri diğerini nakşeder duruma gelince.. Yüce Sultan Mutlak Hakim Allah, ruha, nefisle ilgilenmek ve ona aşık olmak bağlılığını ihsan eyledi. Ta ki: Bu içtima hakikat olsun ve bu intizam istikrar bulsun..

İş bu ilgilenmeyi dahi intizam için bir sebeb eyleyip şöyle buyurdu:

— «Gerçekten biz insanı, en güzel kıvamda yarattık; sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik.» (95/4 - 5)

İşbu âyet-i kerime, anlatılan manaya bir işarettir.

Ruh için anlatılan iniş; hakikatta zemme benzeyen bir medih kabilindendir.

Bundan sonra, ruh tamamen nefis âlemine düştü; her haliyle ona yöneldi. Haliyle, böyle olması üstte belirtilen sevgi bağlılığı ile oldu. Kendini ona tabi kıldı. Hatta, bir defada, kendini unuttu. O kadar ki; kendisinden anlatılırken:

— Nefs-i emmare-i bissui. (Kötülük işleten nefis..)

Tabiri kullanıldı..

Bu durum dahi, ruh için bir başka letafet oldu. Şu yoldan ki; kemal manasındaki letafetinin bir gereği olarak, her neye teveccüh eylese; onun hükmünü almaktadır.

Yukarıda işaret edildiği gibi, ruh kendisini unutunca; zarurî olarak, yüce mukaddes olan mertebesinde geçen huzurunu dahi aynı şekilde unuttu. Tam manası ile, gaflete daldı; zulmet hükmünü aldı.

Üstte işaret edilen sebebden; Allah-ü Taâlâ, kereminin kemalinden ve kullarına şefkatından dolayı peygamberler çıkardı. Onlara salât ve selâm..

Kulları, o büyük zatlar vasıtası ile zatına davet eyledi... Kendilerine, ruhun aşık olduğu nefse muhalefet emrini verdi. Her kim, bu davete uyarak, eski haline geri döndüyse., o büyük bir nailiyete erdi. Başını kaldırmayan, yeryüzünde daimî kalmayı tercih eden ise., boylu boyunca, dalâlete dalıp kaldı.

***

Bu mukaddimeden sonra, içinden çıkamadığınız cevaba dönelim.. Deriz ki:

— Ruhun nefisle birleşmesi, üstteki anlatılan mukaddimeden anlaşılmış oldu. Bunun için, ancak, ruhun fenası nefiste olacak; bekası dahi nefiste olacaktır.

Hiç şüphe edilmeye ki: Zahirdeki gaflet, batındaki gafletin aynı olmaktadır. Bu içtima ve bu intizam devam edip kaldığı süre böyle olacaktır. Zahirin gafleti olan uyku dahi, aynen batının gafleti durumunu alacaktır.

Ne zaman ki, anlatılan intizama halel gelir; batın, zahirin mahabbetinden yüz çevirir; batınların batınına ikbal eder; önceleri ruha ait olan fena ve beka dahi zail olup kendisine hakikî Baki Zat'la fena ve onunla beka hâsıl olursa., işte o zaman, zahirin gafleti batında müessir olamaz.

Nasıl müessir olsun ki; batın tam manası ile, zahire arka çevirmiş ve onu arkasına atmıştır. Zahir için, batına çıkan asla bir yol kalmamıştır.

İşte., anlatılan durumdadır ki: Zahirin gafil, batının huzur içinde olması caiz olur ve bunda da hiç bir mahzur yoktur.

Misal olarak badem yağını görmez misin; ki o: Bademle karışık olduğu süre, hükmü badem hükmüdür. Ama bademden ayrıldıktan sonra, yabancılık ve bir temayüz hükmü zahir olur.

***

Sübhan Allah, üstte güzel vasfı anlatılan devletli zatı; bu âlem halkını, nefsanî zulmetlerden kurtarmak için bu âleme yollamayı murad ederse., seyr-i anillah billah (Allah'ın zatından geçiş) yolu ile bu âleme indirir.. Böylesine bir halde, o inen zatın teveccühü, âlem halkına bir alâka duymadan, âlemin tümünedir. Çünkü, kendisi, inmeden önceki alâkası üzere devamlıdır. Yani: Mukaddes Zat'ladır. Bu âleme gelişi dahi, kendinden gelen bir tercihle olmamıştır.

Vasfı anlatılan zat, bir müntehidir ki: Halka ikbal edip Yüce Hakkın zatından iraz etmekte, müptedilerle surette bir ortaklığı görülür; ama aralarında hakikat olarak hiç bir münasebet yoktur. Zira, alâka duymakla duymamak arasında pek büyük fark vardır.

Şu bir gerçektir ki, müntehi zatın halka yönelmesi için, kendinden gelen bir tercih olmadığı gibi, ondan çıkan böyle bir rağbet dahi yoktur. Ancak, bu ikbal, yani: Halka yönelmek, Allah'ın rızası olarak meydana gelmektedir. Ama müptedi için durum böyle değildir. Halka yönelmek onun içine yerleşen zatî bir durumdur; halka yönelmek için rağbeti vardır. Böylesine bir işte dahi, Sübhan Hakkın rızası yoktur.

Burada müptedi için, bir fark daha vardır ki, o da şudur: Müptedi için halktan yüz çevirip Hakka yönelmek mümkündür. Ama, müntehi bir zat için böyle bir iş mümkün değil; muhaldir. Zira, halka ikbal etmek, müntehi zatın mertebesi ve makamı için lâzımdır. Taa, davet işini tamam edip dar-ı fenadan dar-ı bekaya göçünceye kadar., işte o zaman:

— Allahım, refk-i âlâ.. (En üstün yakınlığı istiyorum Allahım..)

Nidası., vaktinin hâsılatıdır.

***

Tarikat meşayihi, davet makamının tayininde çeşitli görüş belirtti.. Allah, onların sırlarının kudsiyetini artırsın.. Bazısı şöyle dedi:

— O makam, Hakka teveccühle halka teveccüh arasını birleştirmektir.

Bu makam için, değişik görüşler, hallere ve makamlara göre ileri sürülen değişik görüşlerdir. Her şahıs, kendi bulunduğu makamdan haber vermiştir. Ama, işin aslı Allah katında malumdur. Seyyidüttaife Cüneyd-i Bağdadî'nin söylediği şu cümle, bu müsveddede yazıldığı gibi, davet makamına uygundur:

— Nihayet, bidayete dönüştür.

Zira, bidayette, tamamen yüz halka dönüktür.

***

Yazmış olduğunuz:

— «Gözlerim uyur; kalbim uyumaz.»

Hadis-i şerifinde, huzurun devamına işaret yoktur. Bu ancak, olsa olsa kendilerine ve ümmetine gelen işler üzerine gafletin olmayışını haber vermektir. Bir de, kendisinden sudur eden hallerden yana gafil olmadığını anlatıyor.

Üstte anlatılan mana icabı olarak, Resulûllah S.A. efendimizin uykusu, abdestini bozmamaktadır.

Allah-ü Taâlâ ona salât ve selâm eylesin.

Resulûllah S.A. efendimiz, ümmetini muhafazada, bir koruyucu gibidir. Dolayısı ile gaflet onun şanına yakışmaz.

***

— «Allah ile bir vaktim vardır ki; oraya: Ne mukarreb melek, ne de nebiyy-i mürsel girebilir.»

Bu hadis-i şerifte anlatılan mana, tecelli-i berkîye işarettir. Haliyle bu hüküm, hadis-i şerifin sıhhat takdirine göredir. Bu tecelli-i berkî, Sübhan Hakkın mukaddes zatına teveccühü gerektirmez; zira bu tecelli, Yüce Hakkın mukaddes zatından gelmekte olup kendisine tecelli edenin bunda bir dahli yoktur. Maşukun aşıkta seyri kabilindendir ki; bu seyirle aşık dolmuştur.

Bu manada bir şiir:

Aynadakiler olmaz kendi hareketlerinden; Kabullenir o safa yüzüne geldiklerinden..

Şunun da bilinmesi gerekir ki: Halka dönüş takdiri ile, kalkan perdeler geri gelmez. Müntehi olan zat, perdelerin kalkmış olması hali ile, halkla meşgul olur. Çünkü, halkın felahı ona bağlıdır.

Bu büyük zatların misali şu şahsa benzer ki: Tam manası ile melike yakınlığı vardır. O kadar ki, aralarında hiç bir engel yoktur; hem mana olarak, hem de suret olarak.. Hal böyle iken, melik ona, ihtiyaç sahiplerinin ihtiyacını görmesi, onların hizmetinde bulunması için halkla meşgul olmak vazifesini vermiştir.

Şu dahi, müptedi ile müntehi arasında ayrı bir farktır: Müntehinin hilâfına müptedi mahcuptur. Yani: Asıl manaya perdeli..

Selâm sizlere ve sair hidayete tabi olanlara..

***