Mektubat-ı Rabbani-Tam Metin Tercümesi-Abdülkadir Akçiçek-Çile Yayınları-1979

221.Mektup

221. MEKTUP

MEVZUU : a) Nakşibendiye Tarikatının hususiyetleri ve sair tarikatlara nazaran daha faziletli olduğu.,
b) Ona mensub olanların medhi. Ve., bu münasebetle bazı hususların beyanı..

***

NOT : İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu, Hüseyin Manburîye yazmıştır.

***

Âlemlerin Rabbı Allah'a hamd olsun. Salât ve selâm Seyyid'ül-mürselin'e ve onun pâk âlinin tümüne olsun..

Her halde. Maden-i Siyadet Mir Hüseyin Kıymetli Kardeş uzakta kalıp güzden kaybolanları unutmamıştır. İhtimal ki o: Tarikat-ı Aliyye adabına riayeti bırakmamıştır. Zira bu Tarikat, her yönü ile sair meşayih-i kiramın tarikatlarından ayrı bir mana taşır.

Mülakatınızın müddeti ve sohbetinizin fırsatı cidden pek az oldu. Bunun için, istedim ki: Bu Tarikat-ı Aliyye'nin hususiyetlerinden bazılarInı yazayım. Onun kemalâtmı anlatayım. Bunları yazmam, bazı yüksek ilimlerin ve üstün maarifin zımnında olacaktır.

Her nekadar, bu kısım maarifin ve ilmilerin bilfiil idrâkinin zorluğunu ve dinleyenlerin zihnine girmekten yana uzak olduğunu biliyorsam da, lâkin şu iki şeyin mülâhazası ile bunlar açıklanmıştır:

a) Dinleyenler, görünüşte bilfiil bu manalardan uzak görünürlerse de, kendilerinde bir istidad olabilir.

b) Muhatab, zahirde her nekadar bir tane ise de; lâkin hakikatta muhatap o şahıstır ki, tam bu muamelenin mahremidir. BU manada:

— Kılıç kullananın..

Darb-ı meseli meşhurdur.

***

Ey Kardeş,

Bu Tarikat-ı Seniyye'nin başı, yolcularının reisi şu zattır: Sıddık-ı Ekber.. Allah ondan razı olsun. Bu, öyle bir zattır ki, tahkik üzere olan amberlerden sonra, bütün Âdemoğullarının en faziletlisidir. BU itibarla, bu Tarikat'ın büyükleri tarafından yazılan bir ibarede şöyle gelmiştir:

— Bizim intisabımız, bütün intisapların üstündedir.

Zira bu zatların intisapları huzur ve şuurdan ibarettir ki; bu aynıyia, Hazret-i Sıddık'ın intisabı ve onun, bütün huzurların üstünde olan huzurudur.

Yine bu Tarikat'ta nihayetin bidayete dere edilmiş olması vardır. Bu manada Hace Bahaeddin Nakşibend Hz. Şöyle dedi:

Biz, nihayeti bidayete dere ediyoruz.

Bir mısra:

Gülistanımla kıyasla baharımı..

Şöyle bir şey sorulabilir:

— Başkalarının nihayeti, bunların bidayetine derc edilmiş olduğuna göre. bunların nihayeti nasıl olur?. Aynı şekilde, başkalarının nihayeti Sübhan Hakka vusul olduğuna göre, Hak'tan yana bunların seyri nereye varır?. Zira:

— Abadan'dan öteye köy yok..

Darb-ı meseli meşhurdur.

Bu soruya şöyle bir cevap verebiliriz:

— Eğer ulaşmak müyesser olursa., üryan bir vusuldür. Bunun alâmeti dahi, matlubun husulünden yana ye'sin husulüdür; anla..

Bizim kelâmımız bir işarettir ki: Havas zümreden pek azı anlayabilir. Hattâ, havasın da havası zümrenin pek azı anlar.

Bu büyük devletin husulünü ancak şunun için anlattık; zira: Bu taifenin bir kısmı, üryan, vusulle mübahat edenler olduğu gibi, bir başka taife de şöyle demiştir:

— Matlubun husulünden ye's..

Ve., mahrumiyete kanaat getirmişlerdir. Lâkin bu iki devlet arasında kendilerine cem hali gelince., onu: İki zıddın biraraya gelişi sanarlar. Ve., onu muhalât kabilinden bilirler..

O kimseler ki: Vuslat iddia ederler; bunlar, ye'si mahrumiyet görürler.

0 kimseler ki: Ye's iddia ederler; bunlar da, vuslatı ayrılmak görürler.

Ancak, bütün bunlar, o yüce menzile eremeyişin alâmetidir.

Bu babda hülâsa söz şudur:

Onların batınlarına, bu yüce makamdan bir aydınlık gelmiştir. Bazısı bunu vuslat sanmış; bazısı da ye's olarak görmüştür.

Anlatılan değişik durum, onların istidadlarının değişik olmasından ileri gelmiştir. Zira, bir taifenin istidadına vuslat münasiptir; bir başka taifenin istidadına ise., ye's..

Fakire göre, ye's istidadı, vuslat istidadından daha güzeldir isterse, vuslat ve ye's birbirinin mülâzimi olsun..

Burada verilen cevapla, ikinci itirazın cevabı dahi açıklanmış oldu. Çünkü, mutlak vuslat, üryan vuslat gibi değildir. İkisi arasında o kadar fark var ki.. Şunu demek istiyorum:

— Üryan vuslat, bütün perdeleri kaldırır, bütün engelleri izafe eder..

***

Perdelerin en büyüğü ve en kuvvetlisi mütenevvi tecelli ve muhtelif zuhuratlar olduğuna göre; bu tecellileri ve zuhurları bitirmen ve tam manası iie tamama erdirmen lâzımdır. Bu tecelli ve zuhurlar ister imkân aynalarında olsun; isterse vücub cilvegâhlarında.. Onların aralarında şeref ve rütbe itibarı ile bir değişiklik olsa dahi, perde husulü işinde ikisi de birdir. Zira şeref ve rütbe talibin görüş zaviyesi dışındadır.

Burada şöyle bir şey sorulabilir:

—Bu beyandan lâzım gelir ki, tecellilerin bir nihayeti olsun.

Halbuki, meşayihin sarahetle anlattığına göıe, tecellilerin nihayeti yoktur.

Bunun için şöyle cevap verebilirim:

— Tecellilerin nihayetsiz oluşu, tafsilatı ile, isimlerde ve sıfatlarda seyir durumuna göredir.. Bu takdirde, Yüce Mukaddes Hazret-i Zat'a vusul müyesser olmayacağı gibi, vasl-ı üryan dahi hâsıl olmaz..

Çünkü: Yüce ve Mukaddes Hazret-i Zat'a vusul isimlerin ve sıfatların taayyününe bağlıdır. Ama, icmal yollu.. Böyle olunca, tecellilerin nihayeti olur..

Bu arada bir başka soru şöyle olabilir:

— Zati tecellilerin nihayetsiz olduğu söylenmiştir. Nitekim. Mevlâna Cami dahi, Lemaat şerhinde bunu sarahaten anlatmıştır. Durum böyle olunca, söz nasıl tecellilerin nihayet bulduğuna gider?.

Bunun için şöyle cevap verebilirim:

— Bu zati tecelliler, şüun ve itibarların mülâhazası olmadan olmaz. Zira tecelli, bunların mülâhazası olmadan mümkün değildir. Bizim beyan etmekte olduğumuz işe gelince: Tecellilerin ötesinde şeydir; ister sıfatlara bağlı olsun, isterse zata.. Zira, bu yerde tecelli itlaki caiz değildir; ama hangi tecelli olursa olsun. Şundan ki: Tecelli, bir şeyin ikinci, üçüncü veya dördüncü mertebede zuhurundan ibarettir; bi; taa, Allah'ın dilediği yere kadar.. Ama burada mertebeler sukut etmiŞ, mesafeler tamamen durulmuştur.

Söyle bir şey sorulabilir:

- Hangi itibarla, bu tecellilere:

- Zatî..

Denmiştir.

Bunun cevabını şöyle veririm:

- Eğer tecelliler, fazladan zaid bir mana mülâhazası ile olursa.. Yani Zat üzerine.. O zaman bu: Sıfatlara bağlı tecelliler olur.. Eğer fazladan zaid bir mana mülâhazası olmadan olursa., o zaman bu: Zata bağlı tecellilerden olur.. Bu mana icabı olarak, vahdet mertebesi için; ki o, taayyün-ü evvel olup zattan başka bir şey değildir, şöyle demişlerdir:

— Zatî tecelli..

Bizim talep makamımız. Yüce Mukaddes Hazret-i Zat'tır. O makamda, manaların mülâhazasına yer yoktur. îster zaid mana olsun, isterse zaid mana olmasın.. Çünkü, icmal yollu manalar orada tamamen durulmuştur. Yüce Mukaddes Hazret-i Zat'a vusul müyesser olmuştur.

Şunun da bilinmesi gerekir ki: O makamda vusul, şekilden ve misalden münezzehtir. Matlub ve ittisal gibi ki, akıl onu idrâk eder ve bahis dışıdır ve Mukaddes Hakkın zatına böyle şeyler lâyık değildir. Zira misli olan için, misilden münezzehe yol yoktur. Sultanın ihsanlarını, ancak kendi taşıyıcıları alabilir..

Mesnevide şöyle dile geldi:

Vardır nasın Rabb'ının canı ile nasın;
İttisali, yoktur yeri şeklin kıyasın..

***

Bu Tarikat meşayihinden hiç biri, yolunun nihayetinden haber vermemiştir. Hemen hepsi, yollarının bidayetinden haber vermişlerdir. Meselâ şöyle demişlerdir:

— Bunda nihayetin bidayete dere edilmiş olması vardır.

Onların bidayetleri nihayetleri ile imtizaç ettiğine göre, nihayetleri dahi, bidayetlerine münasip bir şekilde olur. Bu nihayetin izharı lse Fakir'in imtiyazlı olduğu bir durumdur.

Bir şiir:

Padişah çalarsa kapısını kocakarının;
Olmaya gidesin yolunmasına bıyığının..

Bunun için noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'a hamd -şükürler olsun.

***

Ey Kardeş,

Bu nihayete ulaşanlar, yani: Bu Tarikat'a mensup olanlardan azın da azı kimselerdir. Daha açık tabirle: Diğer tarikatlara intisab edenlere nisbetle.. Eğer bunların sayılarını belirtmeye kalksam, yaklaşanlar, uzaklaşmaya yüz tutarlar. Uzakta olanlar dahi. inkâr ve taanüt yoluna saparlar.. Hem öyle bir uzak görürler ki!.

Ancak, bütün bu olanlar, nihayetin de nihayetine kemaliyle vusulden ötürüdür. Bu vusul dahi, Allah'ın Habibi Resulûllah S.A. efendimizin fazileti sayesinde olmuştur. Ona salât ve selâm olsun..

***

Bu Tarikat-ı Aliyye'nin hususiyetleri arasında bir de şu vardır: VATANDA SEFER.. Ki bu: Seyr-i enfüsîden ibarettir.

Seyr-i enfüsî her nekadar diğer meşayih tarikatlarında dahi sabit ise de, lâkin, bu manada onlara ancak, yollarının nihayetinde müvesser olur. Hem de, afakî seyri kat ettikten sonra.. Ama bu Tarikat-ı Aliyye böyle değildir.

Bu Tarikat-ı Aliyye'nin iptidası seyr-i enfüsîden başlar ki seyr-i afakî bunun zımnında kat edilir. Bu seyrin, isin başında husulünün menşei ise., nihayetin bidayete derc edilmiş olmasındandır.

***

Bu Tarikat-ı Aliyye'nin bir başka hususiyeti ise.. CELVETTE HALVET olmasıdır. Bu dahi, seyr-i vatanî'nin ayrılan bir koludur. Bu halinde olan kimse: Tefrika cetvelinin aynında, halvet vatanı beyti seferini yapar. Afakî dağınıklıkları, enfüs hücresine çıkamaz..

Bu mana, diğer tarikatlarda, ancak müntehada müyesser olur.. Ama, bu Tarikat-ı Aliyye'de iptidada müyesser olur. Bunun için de, bu Tarikat-ı Aliyye'nin hususiyetleri arasına girmiş olur.

Şunun bilinmesi gerekir ki:

— CELVETTE HALVET..

Demenin manası şudur: Vatani halvet kapüarını kilitlemek, takalarını da tıkamak..

Yani: Celvet tefrikasında hiç kimseye iltifat etmeyecek. Orada, hiç kimse ile muhatap olup konuşmayacak.. Ama bu demek değildi1" ki: Gözlerini yumacak ve zorla duygularını muattal bırakacak.. Zira böyle bir şey, bu Tarikat-ı Aliyye'ye münafidir.

***

Ey Kardeş,

Bütün bu zorlamalar ve bir çıkış yolu aramalar, hep başta ve orda olur. Amma sonda: Bu kaçamak yolu aramalardan yana hiç bir ev kalmaz. Orada, aynı tefrika içinde bir cemiyet hali vardır. Gafletin özünde bir huzur bulunur. Ancak, hiç kimse sanmaya ki: Tefrika ile, tefrikanın olmayışı, mutlak surette müntehi Hakkında müsavidir. Çünkü iş böyle değildir. Asıl murad edilen mana şudur: Tefrika ve tefrikanın olmayışı, batınî cemiyet halinin özünün husulünde müsavidir. Durum böyle iken, eğer zahirle batını bir eder de, tefrikayı, içten olduğu gibi, dıştan da atarsa., daha uygun ve daha münasip olur. Bu manada irşad için Sübhan Allah Resulûllah S.A. efendimize şöyle buyurdu:

«Rabbın adını an, yalnız ona yönel.» (73/8)

Bilinmesi gerekir ki, bazı zamanlarda, zahirî tefrika meydana çıkar ve bu şekilde mahlukun da Hakkı eda edilmiş olur. O zaman, böyle bir zahirî tefrika bazı zamanlar güzel olur. Amma, bat mî tefrika hiç bir zaman caiz değildir. Zira batın, yalnız Hak için halis olacaktır.

Müslüman kulların üç hissesi noksan sıfatlardan münezzeh Allah'ındır:

a) Batınî mananın tamamı..

b) Zahirî durumun yarısı..

c) Kalan yarının da yarısı..

Bundan arta kalan dahi, kulların Hakkını eda içindir. Amma, o kulların Hakkını eda için olan da, Hakkın emrine imtisalden olduğu için, o dahi Hakka racidir Bu manada bir âyet-i kerime şöyledir:

— «Her iş ona döndürülür. O halde ona ibadet et. Ona tevekkül et. Rabbın, yaptıklarınızdan gafil değildir.» (11/123)

***

Bu tarikatta, cezbenin sülûk üzerine takaddümü vardır. İptida seyir dahi emir âleminden başlar; âlem-i halktan değil.. Tarikatların pek çoğunda durum böyle değildir.

Sülûk menzillerinin kat edilmesi, cezbe derecelerinin tayyi zımnında bu tarikata derc edümiştir. Halk âleminin seyri dahi, emir âleminin seyri zımnında müyesser olur. Bu itibarla, bu Tarikat-ı Aliyye için:

— Nihayetin bidayete dere edilmiş olması..

Söylenirse yeri vardır.

Üstte geçen beyandan da anlaşılacağına göre; iptida seyri, bu Tarikat-ı aliyye'de intiha seyrine dere edilmiştir.

Ama onlar, şöyle olmazlar: İptida seyirden intiha seyrine nüzül etmezler: nihayet seyrini tamamladıktan sonra, bidayette seyre devam ederler.. Bu manadan ötürü:

— Bu Tarikat-i Aliyye'nin nihayeti, sair meşayih tarikatının nihayetidir.

Diyenlerin zannı batıl olmuştur.

Şöyle bir şey sorulabilir:

— Bu Tarikat-ı Aliyye'nin bazı meşayihinin ibarelerinde geçtiğine göre: onların seyirleri esma ve sıfattadır. Yani: Onların intisapları tamama erdikten sonra.. Bu durumda, sahih olan odur ki: Bunların nihayeti, başkalarının bidayetidir. Çünkü, esma ve sıfatlarda seyir işin başında olur. Yani: Tecelliyat-ı zatiyedeki seyirlere nisbetle..

Bunun cevabını şöyle verebilirim:

— Esma ve sıfatlardaki seyir, tecelliyat-ı zatiyedeki seyirden sonra değildir. Bu esma ve sıfattaki seyir dahi, tecelliyat-ı zatiye seyri zımnında vaki olur.

Bu babda son söz şu ki: İsimlere ve sıfatlara bağlı seyir; her ne zaman arızi bir sebeplerden dolayı zuhur ederse., zati tecelliler onu kapatır. Bu durumda hayal olunur ki, o seyir sahibinin işi tamam oldu, tekrar esma ve sıfatlarda seyre başladı. Ama iş böyle değildir.

Evet.. Bu âleme dönüş vaki olur. Hem de, velâyet derecelerinde seyrin tamama ermesinden sonra.. Bu dahi, halkı Yüce Hakka davet içindir.

Böyle bir şey de, nihayetlerine rücu sanırsa, kendisinin de bidayeti tahayyül edilirse çok görülmez. Amma meşayih Hakkında söylediğine gelince iş değişir.. Çünkü bunların nihayete tekrar dönüşleri vardır.

Burada bidayetten ve nihayetten murad, velâyetin bidayeti ve nihayetidir. Anlatılan rücu seyrinin velâyetle bir alâkası yoktur. Böyle bir rücu davet ve tebliğ mertebesinden bir nasiptir.

***

Bu Tarikat-ı Aliyye, tarikatların en yakını ve elbette vuslata erdirenidir. Bunun için, Hace Bahaeddin Nakşibend Hz. şöyle dedi:

— Tarikatımız, tarikatların en yakınıdır.

Allah sırrının kudsiyetini artırsın. Sonra şöyle dedi:

— Sübhan Hak'tan mutlaka vuslata erdiren bir tarikat istedim.

Ve onun bu dileğine icabet edilmiştir. Nitekim bu mana, Reşahat'ta Hace Ahrar'dan naklen anlatılmıştır.

Nasıl en yakın ve mutlaka vuslata erdiren bir tarikat olmasın ki: Nihayet, onun bidayetine dere edilmiştir.

O kimsenin şekaveti nekadar büyüktür ki, bu Tarikat-i Aliyye'ye girer; ama onun üstünde istikamet sahibi olmaya güç yetiremez.. Ondan alacağı hiç bir nasibi de olmaz..

Bir şiir:

Güneşe ne zarar duba vakti ufukta doğar;
Görmez hiç aydınlığını, gözü yoksa bakar..

***

Evet!.

Bir talip, nakıs birinin eline düşerse.. Tarikatın günahı ne?. Talipte ne kusur var?. Hakikatta vuslata erdiren delildir; bu Tarikat-ı Aliyye'nin kendisi değil..

Bu Tarikatın isptidasında halâvet vardır; vicdanî duygular vardı. Ama sonunda acılık vardır; yitirme vardır. Böyle bir şeyin olması dahi, ye's halinin levazimi arasındadır. Diğer tarikatlar böyle değildir. Onlarda, işin sonunda, halâvet ve vicdanî duygular vardır.

Aynı şekilde, bu yolun iptidasında yakınlık vardır; müşahede vardır. Ama nihayetinde uzaklık vardır; mahrumiyet vardır. Ama, sair meşayih-i kiramın tarikatı böyle değildir.

Tarikatların değişik olma durumuna, bu kıyasla bakılmalı ki: Bu Tarikat-ı Aliyye'nin üstünlüğü biline.. Çünkü: Yakınlık ve müşahede, halâvet ve vicdanî duyguların hemen hepsi uzaklıktan ve mahrumiyetten haber verir. Acılık ve yitirme böyle değildir. Bunlar, yakınlığın sona erdiğinden haber verirler; bunu anlayan anlar..

Anlatılan sırrı şu kadar açabiliriz; meselâ: Bir insana, kendi nefsinden daha yakını yoktur. Ama yakınlık, şühud, halâvet ve vicdan nisbeti onda yoktur. Böyle bir şey, kendinden başkası için vardır. Halbuki aralarında bir ayrılık vardır.

Aklı başında olana, anlatılan işaret yeter.

***

Bu Tarikat-ı Aliyye'nin büyükleri, halleri ve vecdleri şer'i hükümlere tabi kıldılar. Zevkleri ve maarifi dahi, şeriat ilimlerinin hizmetinde gördüler. Bunlar, şeriatın nefis cevherlerini, vecdin cevizine ve halin muzuna değiştirmezler; tıpkı: Çocuklar gibi.. Sofiyenin söylediği tatlı sözlere de aldanmazlar. Şer'î mahzurların irtikâbı ile elde edilen hallere dahi ikbal etmezler. Hele sünnet-i seniye hilâfına hiç bir ^uradları olmaz..

Anlatılan mana icabı olarak, raksa ve semağa cevaz vermezler; cehren yapılan zikre ikbal etmezler. Halleri devamlıdır; vakitleri kesintisiz sürüp gider..

Zatî tecelli, başkalarına şimşek gibi çakıp geçse dahi, bunlar için daimidir.

Gaybet halinin arkasına gizlenen huzurun, bu zatlara göre değeri yoktur. Bunların muameleleri, huzurun da, tecellinin de fevkindedir. Ki bu manaya dair işaret geçti..

Hace Ahrar Hz. şöyle dedi:

— Bu Silsile-i Aliyye'nin büyükleri, uçup oynayanlarla kıyas edilemez. Bunların muamelesi ve intisabı cidden büyüktür.

Bu Tarikat-ı Aliyye'de şeyhlik ve müridlik, tarikatı öğrenmek ve öğretmekledir; külahla şecere ile değil.. Bu külah ve şecere ekseri meşayihin tarikatında resmi bir hal almıştır. O kadar ki, onların son gelenleri, şeyhliği ve müridliği, külah ve şecereye inhisar ettirmiştir.

Üstte anlatılan mana icabı olarak, şeyhin mütaaddid olmasına cevaz vermezler. Tarikatı öğretenlere de:

— M ü r ş i d.. Derler:

— Şeyh..

Demezler. Onunla, meşayih adabı üzere de olmazlar. Bu dahi, onların tam cehaletinden ve akıllarının noksanlığındandır. Yahut bilmezler ki, onların meşayihi talim şeyhine de. sohbet şeyhine de:

— Ş e y h ..

Demişlerdir ve şeyhin mütaaddid olmasına cevaz vermişlerdir. Hatta şöyle demişlerdir:

— Bir mürid, irşadını bir başka mahalde olacağı görüşüne varırsa., bir başka şeyh seçmesi caiz olur. İsterse, birinci şeyhi hayatta olsun.. Onun bu durumu inkâr edilmez..

Hace Bahaeddin Nakşibend Buhara ulemasından bu hususta sağlam fetva almıştır.

Evet..

Bir kimse, bir şeyhten müridlik hırkası giyerse, artık onu bir başkasından giyemez. Ama teberrük hırkasını bir başkasından giyebilir; bunun için bir mani yoktur. Ve o kimse, artık başka bir şeyh aramamakla bağlanıp kalamaz.

O kimsenin, bir şeyhten müridlik hırkasını giymesi caizdir. Bu arada, bir başkasından da, tarikat talimi yapması ve bir üçüncü şeyhle sohbet etmesi caizdir.

Ancak., anlatılan her üç devletin de bir şeyhten alınması mümkün olursa., bu: Büyük bir nimettir.

Yukarıda anlatılan manalara göre, tarikat talimi işinde, mütaaddid şeyhten istifade etmesi ve aynı şekilde mütaaddid şeyhlerle de sohbet etmesi caizdir.

Şunun da bilinmesi yerinde olur:

Asıl şeyh odur ki, müride Hak yolunu göstermeyi bile.. Bu mana, tarikat taliminde düşünülmüştür ve vardır. Hatta fazlası ile açık bir şekilde...

Talim şeyhi, şeriat üstadıdır; aynı zamanda tarikat delilidir. Ama, hırka şeyhi böyle değildir.

Anlatılan mana dolaysı ile, talim şeyhinin gösterdiği edep yollarına tam olarak riayet edile.. Ve şeyhlik ismi, en fazla bu zata lâyık görüle..

***

Bu Tarikat-i Aliyye'de riyazetler ve mücahedeler, ancak şeriat hükümlerini yerine getirmektir. Sünnet-i seniyyeye tutunmaktır. O sünnet-i seniye sahibine salât, selâm ve tahiyyet..

Peygamberlerin gönderilmesinden; kitapların indirilmesinden maksat: Nefs-i emmarenin arzularını ortadan kaldırmaktır. Ki bu emmare nefis, Mevlâsına karşı düşmanlığa saplanmıştır. Nefs-i emmarenin arzularını kırmak ise., şeriat hükümlerini yerine getirmeye bağlıdır. Bir kimse, her ne mikdar şeriat hükümlerini yerine getirmeye devamlı ise., şekavet dolu nefsin arzularından o mikdar uzaktır. Çünkü: Nefs-i emmareye göre, şeriat emirlerini yerine getirmekten ve onun yasaklarından kaçmaktan daha zor bir şey yoktur.

Şeriat sahibine uymaktan başka, inkisar yolu tasavvur edilemez.

Riyazet ve mücahede olarak, sünnete uymanın dışında seçilen yollar muteber değildir. Hinudların, Brehmenlerin Cukiyesi (yani: Hind fakirlerinin taptıkları) Yunan felsefecileri bu işte müşterektirler. Ama, onlara bu riyazetleri, dalâlet ve hasaretten başka bir şey vermemiştir.

Bu Tarikat-ı Aliyye'de talibin sülûke girmesi, kendisine uyulan Şeyhin tasarrufuna bağlıdır. Onun tasarrufu olmadan işin açılması olmaz. Zira, nihayetin bidayete derc edilmiş olması, onun mübarek teveccühünün eseridir. Keyfiyetten ve misalden münezzeh mananın husulü, onun yüksek tasarrufunun bir neticesidir.

— Tarik-i mahfi..

Diye adlandırdıkları, gaybet ve zühul, müptedinin isteği ile olmaz. Altı cihetten ari teveccühün varlığı, talibin havsalasında değildir.

***

Bir şiir:

Ne güzeldir Nakşibendîyenin yolları;
Hareme alırlar, gizlice yolcuları..

Bu büyüklerde, intisabı vermekte, kâmil manada bir kudret bulunduğundan; sadakatli bir talibe, kısa bir müddet içinde şuur ve huzur verirler.. Bu vergileri böyle olduğu gibi, kendilerinde tam bir kudret olduğu için, o intisabı geri de alabilirler.. Onlar, bu intisap sahibini bir edebin terki sonunda, müflis bir halde getirirler.

Evet!.

O kmseler ki, vermeye güçlüdürler; aynı şekilde almaya da güçleri yeter..

Allah-ü Taâlâ bizleri, kendi gazabından ve evliyasının gazabından korusun.

***

Bu Tarikatı Aliyye'de ifade ve istifade en çok sükûtla olur. Büyükler dediler ki:

— Sükûtumuzdan faydalanmayanlar, konuşmamızdan nasıl faydalanabilir?.

Bu sükûtu, onlar zorla elde etmediler; çünkü bu sükût, onların yolunun levazimi arasındadır.

Zira, bu zatların iptida teveccühleri, mücerred ehadiyetedir. Zattan başka ne isim, ne de sıfat isterler..

Şu malumdur ki, bu makama münasip ve mülayim olan sükût ve sessiz durmaktır.

— Allah'ı bilen dili tutulur..

Cümlesi bu manayı doğrular..

***

Bu makaleyi, Allah'a hamd, onun Habibine salât ile bitirelim:

Alemlerin Rabbı Allah'a hamd olsun. Salât ve selâm Seyyid'ül-mürselin'e ve onun pak âlinin tümüne..

Vesselam..