Mektubat-ı Rabbani-Tam Metin Tercümesi-Abdülkadir Akçiçek-Çile Yayınları-1979

320.Mektup

320. MEKTUP

MEVZUU: Şu beş mertebe hakkındadır: Muhibbiyet, mahbubiyet, mahabbet, hübb, rıza. Ve., bunların üstünde bir başka mertebe.. Bunlardan her birinin hususiyeti, peygamberlerden bir peygambere verildiği..

Bu münasebetle bazı hususların beyanı.

NOT: İmam-ı Rabbani Hz.leri bu mektubu, bu mektubatı derleyen Fakir ü Hakir Abdülhayy'e yazmıştır.

Allah'a hamd olsun. Selâm, seçmiş olduğu kullarına.

Allahu Teala, seni irşad eylesin; bilesin ki...

Sübhan Hakkın zatı ile zatına olan zati muhabbeti, üç itibar üzerinedir: Mahbubiyet, muhibbiyet, mahabbet.

Mahbubiyet-i zatiye kemalâtının zuhuru, Hatem'ür-rüsül Resulullah'a bırakılmıştır. Ona ve âline satâtlar ve selâmlar.

Bu babda netice şu ki: Mahbubiyet canibinde iki kemal vardır:

a) Fiili...

b) İnfiali...

Fiilli olan asıldır; infiali olan ise... ona tabidir. Lâkin, infiali, fiili için, gaip bir illettir. Zira o: Her ne kadar vücudda sonra ise de, lâkin tasavvurda takaddüm etmiştir.

Muhibbiyet kemalâtının zuhuru ise... Musa Kelimüllah'ın nasibidir. Resulullah Efendimize ve ona salât ve selâm.

Üçüncü itibar: Mahabbetin kendisidir, önce, Ebü'l-beşer Adem (as) orada müşahede edilmiştir. İkinci olarak İbrahim, üçüncü olaraktan Nuh orada müşahede edilmiştir. Onlara salât ve selâm. Netice emir, Sübhan Allah'a kalmıştır.

Sübhan Hak, Yüce Mukaddes Zat'ını nasıl seviyorsa, aynı şekilde isimlere, sıfatlara, fiillere bağlı duran kemalâtını dahi sever.

Bu zati muhabbetin zuhuru, yani: O Yüce Zat'ın mahabbetinin zuhuru: Zatı ile isimleri ve sıfatları için Halil (as) Peygamberde tamam olmuştur.

İsimlere, sıfatlara ve fiillere bağlı duran mahbubiyet zuhuru ise... sair enbiyada tahakkuk etmiştir. Muhibbiyetin zuhuru gibi..

isimlerin, sıfatların ve fiillerin zılâli olduğuna göre; bu mahbubiyetin zilâli dahi asıllarının tavassutu ile, murad ve mahbub sınıfına dahil olan evliyanın nasibi olmaktadır. Nitekim, bu zılâlin muhibbiyeti dahi murıd ve mu-hib sınıfına dahil evliyanın nasibidir.

Zati mahabbet makamının üstünde, hubb makamı vardır, iş bu hubb makamı, anlatılan üç itibarı da camidir; onlann icmalidir.

Rıza makamı ise... hubb ve muhabbet makamının üstündedir.

Rıza mertebesi, mahabbet mertebesinin üstündedir; çünkü: Mahabbet-te, icmal ve tafsil olarak, nisbet varlığı vardır. Rızada ise, nisbet atılmıştır. Bu dahi, Yüce Mukaddes Hazret-i Zat'a münasiptir.

Resulullah (sav) Efendimizin haberini verdiği hariç; rıza makamının üstünde bir basamak yoktur. Ona da şöyle anlattı:

"Benim Allah ile bir vaktim olur ki; oraya ne mürekkeb melek, ne de mürsel peygamber girebilir."

Aşağıda anlatılacak kudsi -hadis dahi bu manaya işaret etmektedir:

"Ya Muhammed, ben ve sen vanz. Senden başkasını senin için yarattım."

Bunun üzerine, Resulullah (sav) Efendimiz dahi, şu münacaatı yapmıştır:

"Allahım, sen varsın; ben yokum. Senin gayrını zatın için bıraktım."

Allahu Teala, ona salât ve selâm eylesin; Muhammed Resulullah'ın azameti bugün nereden idrak edilebilir? Onun üstün kadri kıymeti nasıl bilinir? Bilhassa bu dünya hayatında. Zira, hak batılla bu evde imtizaç etmiş; iptilâ yeri olduğundan da, batılla hak birbirine karışmıştır. Onun şanının azameti, kıyamet günü belli olacaktır. Çünkü orada, enbiyanın imamı ve onların şefaatçisi olacaktır. Adem ve diğerleri, onun sancağı altında toplanacaklardır. Resulullah Efendimize ve diğerlerine salâtların en faziletlisi, selâmların dahi şkmeli olsun.

Şu mana caiz olur ki: Onun inayet ikramına nail olarak, taamının fazlasını yiyen hizmetçilerinden birine; veraset ve tebaiyet yolu ile, rıza makamının da üstünde bulunan o makamdan bir mahal verile. Resulullah (sav) Efendimizin bir uydusu olarak, o makama mahrem kılına.

Bir mısra:

Zorluk mu olur bir işte, kerem sahipleri ile olunca.

***

Üstte anlatılan mana, enbiyanın gayrına enbiyadan meziyetli olmayı gerektirmez. Onlara salât ve selâm olsun. Hizmet edilen zatlarla, hizmet edenlerin müsavi olması nasıl tasavvur edilebilir? Tabi iie, bu gibi büyük metbu olan zatlar arasında nasıl bir nisbet bağı kurulabilir? Asıl olan maksuddur; tabi ise... onun bir uydusudur. Tabi olanın son muamelesi, cüz'i olan bir fazilete çıkar; bunda dahi bir sakınca yoktur. Meselâ bir hanik veya haacamatçı. kendine mahsus olan san'atı ile fen sahibi bir alimden faziletli olabilir. Bu durumu, hiç görmedin mi?. Ama bu durum, itibar makamından düşüktür.

Kelâmımız işaretleridir, remizlerdir, beşaretlerdir, hazinelerdir. Buna iman eden hariç; pek çoklarının nasibi yoktur. Bunların imanı da, kendilerine faydalı olacak semereler verir.

Basarı ihsan eden Sübhan Allah'tır.

Selâm, hidayete tabi olanlara. Mütabaat-ı Mustafayı bırakmayanlara. Ona ve nebilerden, resullerden, mukarreb meleklerden kardeşlerine salâtların en faziletlisi, selâmların dahi ekmeli olsun.

***