Mektubat-ı Rabbani-Tam Metin Tercümesi-Abdülkadir Akçiçek-Çile Yayınları-1979

439.Mektup

439. MEKTUP

MEVZUU : a) Kula lâyık olan; kendi muradlarından tamamen çıkıp "yüce Sübhan Hakkın muradı üzere bulunmasıdır,

b) Zatî ve arızî hastalık beyanı..

***

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu, Molla Ali Keşmirî'ye yazmıştır.

***

Kula yakışan odur ki: Aziz ve Celil Mevlâsından başka bir muradı ve matlubu olmaya; onun muradından başka muradı dahi asla kalmaya..

Anlatıldığı gibi olmadığı takdirde kendisi, kulluk bağından başını sıyırmış; ayağını dahi kulluk kaydından çıkarmış olur..

Kul, nefsinin muradlarında esir olur da onun heva ve hevesine aldanır ise.. bu durumu ile o: Nefsinin kölesi olur ve lâin şeytanın itaatında kalır.

Aziz Celil -Zat'tan gayrı bir murad ve matlubun olmaması onun muradından gayrı bir muradın bulunmayışı bir devlet olup hâsıl olması, has velayetin husulüne kalmıştır. Bu has velayet ise.. pek tamam olarak husule gelecek fenaya ve ekmel manada olacak bekaya bağlıdır.

***

Yukarıda anlatılacak manalar üzerine şöyle bir soru sorulabilir:

? Çok kere kâmil zatlardan muradlar ve bazı iktiza eden şeylerin zuhuru olur. İlk büyüklerden dahi, çeşitli taleplerin husule gelme temennisi görülür.

Resulüllah S.A. efendimiz ki İmam-ı Enbiya Sultan-ı Evliya idi.. Ona ve diğerlerine salâtların en tamamı, selâmların dahi ekmeli olsun.. Soğuk suyu ve tatlıyı severdi. Ümmetinin hidayetini dahi şiddetle arzu ettiği Kur'an-ı Mecid'de beyan edilmiştir..

Mana anlatıldığı gibi olunca, bu gibi iktiza eden şeylerin o büyüklerde bulunmalının tevili nedir?.

Bunun için şu cevabı veririm:

İktiza eden bazı şeylerin menşei tabiattır. Tabiat hayatı devam ettiği süre, o iktiza eden şeyler dahi baki kalır. Şöyle ki: İhtiyarî bir hareket olmadan tabiat, sıcak vaktinde soğuğa meyillidir. Soğukluk zamanı ise., sıcaklığı ister..

Üstte anlatıldığı gibi olan bir iktiza, kulluğa aykırı olmadığı gibi; heva ve hevese taalluk 'sebebi dahi değildir. Zira, tabiatın zarurî işleri teklif dairesi dışındadır. Nefs-i emmareden gelen bir arzu dahi sayılmaz, çünkü nefsin meyli: Ya fuzulî mubahlaradır; ya da şüpheli veya haram işleredir, ü ki, zarurîdir; onda nefsin medhali yoktur.

Üstte anlatılan manadan zahir oldu ki: Taallukun ve taavvukun (Yani: Yersiz alâka ve oyalanmanın) menşei: Fuzulî islerle meşgul olmaktır, isterse, mubah kısımlarından olsun.. Zira mubahın haramla yakın komşuluk nisbeti vardır. Lain şeytanın azdırması ile adımını o mubahtan kaldırdığı anda, harama basabilir. Bunun için. mubahla yetinip kalmak zarurîdir. Zira, bundan adımı kaldırdığı takdirde, fuzulî mubahlara basar.. Bu mana, fuzulî mubahlarda kalındığı gibi değildir; zira, onun haricine adım atan harama düşer. Bu mana yukarıda da anlatıldı..

Bazı arzuların meydana gelmesi çok kere; bir şahsın kendi nefsinde hulusu olmasına rağmen, dıştan bir sebeple de olabilir.

Bu sebeb, Rahman Zat'ın vaizi olabilir ki.. o şahsı hayra koşturur. Çünkü, Sübhan Hakkın, her mümin kulun kalbinde bir vaizi vardır.

Yahut şeytan o kimseye şer ve düşmanlık bırakır. Şeytanın vaadi üzerine şu âyet-i celile vardır:

? «..vaad eder, olmayacak ümitlere kaptırır. Şeytanın onlara vaadi, ancak kandırmacadır.» (4/120)

Bu Fakir, bir gün, sabah namazından sonra, sükût yollu oturmuştum. Ki böyle etmek: Bu Tarikat-ı Aliyye ehlinin âdetidir. Böyle edişim, kalede bulunduğum günlerde idi.. Tam bu sırada, bazı temenniler hatıra hücum etti. Bu hücumların sebebi ile, halâvetten alındım; bir gönül dağınıklığına düştüm. Sübhan Hakkın inayeti ile bir an sonra, tekrar gönül birliği eski haline geldi. O temennilerin dahi, hatırdan çıkıp gittiğini gördüm. Bir bulut parçası gibi idi.. Onları bırakanla beraber kapıdan çıkıp gitti; hane onlardan temizlendi.. O vakit bilindi ki: Bu muradlar ancak hariçten gelmiştir; dahilden değildir ki, kulluğa münati olsun.

Kaynağı nefs-i emmare olan her fesad; zatî bir maraz olup öldürücü zehir durumundadır. Kulluk makamına dahi münafidir.

Hangi fesat ki, hariçten hâsıl olmaktadır; isterse şeytanın ilkası ile olsun., bu: Arızî marazlardan olup ufak bir çare ile giderilir. Bu manada, Allah-ü Taâlâ, söyle buyurdu:

? «Şeytanın hilesi zayıf durumdadır..» (4/76)

Belâmız, ancak nefislerimiz olup ruhlarımızın düşmanı ve kötü arkadaşımızdır. Haricî düşman, onun yardımı ile bizi istilâ eder; onun yardımı ile bizi yerimizden atar.

Eşya arasında, cehalet itibarı ile en şiddetlisi, nefs-i emmaredir. Zira, o kendi nefsinin düşmanı ve onun kötülüğünü istemektedir. Bütün gayreti kendisini helake götürmektir.

Bütün temennisi: Mevlâsı ve velinimeti olan Rabbine masiyettir. Kendisinin düşmanı olan şeytana da itaattir.

Şunun da bilinmesi yerinde olur ki: Zatî ve arızî marazı temyiz edip dahilî ve haricî fesadı bilmek son derece zordur.

Çok kere nakıs bir kimse, kendi marazını zatî değil arızî sanarak kendisini kâmil zanneder. Böylece, ebedî hüsranda kalır. Bu korkudandır ki; Bu sır hakkında yazmaya cesaret edemiyorum; bu mananın izharını dahi iyi görmüyorum.

On yedi sene kadar şüphe içinde kaldım. Hem de, zatî fesadı arızî fesada karışık bularak.. İşbu vakitte, Sübhan Hak, hakkı batıldan ayırd etti. Arızî fesatla zatî fesadı da açığa çıkardı.

Bunun için, Sübhan Allah'a hamd ü şükürler olsun. Hatta bütün nimetleri için..

Bu gibi sırlan izhar etmenin sebeplerinden biri, hikmetlerinden bir hikmet odur ki: Kısa görüşlüleri ayıktırıp dikkat etmelerini temin ola ve bu gibi temennilerin varlığı harici muradların bulunması sebebi ile kâmil bir zatı noksan görmeyeler.. Sonra, onun bereketlerinden mahrum kalırlar.

Nitekim, kâfirlerin enbiyayı tasdik devletinden mahrum kalmaları, anlatılan sıfatların onlarda bulunmasıdır. Bunun için dediler ki:

? «Bir beşer mi bize hidayet edecek?.» (64/6) Ve kâfir oldular.. Şöyle bir cümle vardır:

? Sübhan Hak; arzular ve gerekleri kendisinden zevale erişinden sonra irfan sahibini bir irade ve ihtiyar sahibi kılar..

Allah'ın inayeti ile bu cümle bir başka yerde tafsilatı ile anlatılacaktır. Şu vakit, böyle bir şeye müsaid değildir.

Hüdaya ittiba edenlere ve Mütabaat-ı Mustafa'yı bırakmayanlara selâm.. Ona ve âline salâtların en tamamı selâmları ekmeli..

***