21-Bölüm
:021:
ÜÇÜNCÜ Bölüm
Hava küresinin alt tabakasını, tabiat ve
vasıflarını, hareket ve isimlerini
ve sair
durumlarını sekiz madde ile açıklar.
Hava unsurunun alt
tabakasının bazı durumlarını bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki,
filozoflar ve astronomlar sözbirliğiyle
demişlerdir ki:
Hava unsurunun alt tabakası, ateş tabakasına nispetle
dördüncü tabakadır.
Bu tabakanın havası, çeşitli hareketlerle hareket
halindedir. Bunun
kalınlığı ve derinliği, yaklaşık onaltı
fersahtan fazla
mesafedir. Bu alt
tabaka, kesif bir havadır ki, toprağa ve suya komşu olup,
onlara düşen
güneş şuaları ve yıldızların akislerinin
sıcaklığıyle
ılımlılık
kazanıp, buna ârız olan kara ve denizlerin soğukluğuyle
kalmamıştır.
Gökkuşağı, hâle, duman, ırağı ve çiğ; tan
vakitleri, gece,
gündüz ve rüzgârlar bu
tabakada oluşur. Eğer bu tabaka, güneşin ve
yıldızların sıcaklığıyle
ılımlı olmasaydı, toprak ve sudan kazandığı
soğukluğu, üzerinde olan soğuk tabakanınkinden
fazla ve şiddetli olurdu.
Nitekim kutup altında, tepe noktasından güneş uzak
olduğundan, hava öyle
bir derecede soğuk olur ki, deniz donup, kardan boş hiç
bir yer kalmaz.
Soğuğun şiddetiyle bitkiler ve hayvanlar helak
olup, orada imaret mümkün
olmaz. Bu durumda, hava küresi üç tabakaya bölünüp, üst
tabakası ateşe
komşu olduğundan oldukça sıcaktır. Orta
tabakası, aşağıdan yükselen su
buharıyle komşu olduğundan, ifrat derecede
soğuktur. Alt tabakası, yere ve
suya komşudur, lakin şuaların aksiyle tabiatı
ılımlıdır. Onun için bu
tabakaya: Kürre-i nesîm derler. Buhar ve dumanla
karışık olduğundan, buna:
Buhar küresi ve duman küresi de derle. Bu tabakanın
havası kesif
olduğundan, güneşin ışığı ancak
bunda zâhirdir. Yerin gölgesi ancak bunda
yürüyüp, döner. Onun için buna: Gece küresi ve gündüz küresi
denilmiştir.
Bu kürenin rengidir ki, gök rengi görünmüştür. Zira ki,
filozoflar
nazarında, bu tabakanın üstünde gece ve gündüz olmaz.
güneş ve yıldızların
nurlu ışıkları, onda ay küresinin kesif cisminden
gayri lâtif cisimlerde
yansıma ile ortaya çıkmaz. Lakin feleklerin gündüzü pâk
bir nurdur ki, ne
şarkîdir, ne garbîdir. Orada sabah ve akşam yoktur. (Allah dilediğini
nuruna hidayet eder.) Bu tabakanın
yeryüzünden yüksekliği belirtilen
kalınlığı
miktarıdır ki, onaltı fersahtan fazlacadır.
İkinci Madde
Hava küresinin alt
tabakasında meydana gelen çeşitli rüzgârları ve cihanın
yönlerini bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar
demişlerdir ki: çeşitli rüzgârların
meydana gelmesi, deniz dibinde hava,
unsurunun değişik yönlere hareketi ve
dalgalanmasıyle olur. Nitekim
denizin yüzündeki su unsurunun dalgalanması,
bir cüzünün bir cüzünü
değişik yönlere yitmesiyle vücut bulur. Hava unsuru
ile su unsuru iki sâkin deniz iken,
hava zerrelerinin hareketi hafif
olmuştur. Su zerrelerinin
hareketleri ağrılık bulmuştur.
Rüzgarların meydana gelmesinin
sebebi budur ki: Güneşin tesirinden ya
başkasından hâsıl olan
dumanlar yerden yükselip, soğu tabakaya ulaştığında,
eğer onların
sıcaklığı kırıldıysa, aşağıya
inmek için hareket edip, bu
yüzden hava denizi dahi
dalgalanır. Böylece rüzgar olur. Eğer
sıcaklıklarını
yitirmedilerse, ateş küresine yükselirler. Ateş ise o
duanların yersel
maddelerini yakıp, kalan havaî maddesini dönüsel
hareketiyle
aşağı tarafa iter. İşte bu hareketle hava
dalgalanıp, rüzgâr
olur. Rüzgârın bir
sebebi de budur ki: soğuk tabakada bulutlar ağır olup,
yukarıdan
aşağıya yöneldiğinden, bunlar, iniş hareketiyle
suhunet bulup,
havaya dönüşerek,
bizzat kendileri hareketli rüzgâr olur. Bu geriye dönüşle
hava dalgalanıp,
rüzgâr olur. Bir ebedi dahi budur ki, bulutların
biribirine
yığılmasından ve izdihamından hava yine hareketlenip,
dalgalanır. Böylece
rüzgâr eser. Veyahut bulutlar kıvamda uyuşamayıp kesifi
hafifini ittiğinden,
hafif bulutlar bir taraftan yürüyüp, havanın
dalgalanmasından
rüzgâr meydana gelir. Bir sebebi dahi budur ki, havanın
ısınmasıyle
bir taraftan yayılır, ona başka bir cisim
karışmaksızın miktarı
fazlalaştığından,
komşusu olan havayı iter, itilen komşusunu iter, böyle
böyle hava dalgalanarak gider. Bu
itişme yavaş yavaş zayıflayan, merkezden
uzaklaştıkça, giderek hava
sakinleşir. Mesela bir durgun suyun ortasına bi
taş
atıldığında, ne şekilde dalgalanırsa, durgun hava
dahi onun gibi
dalgalanır. Bir sebebi dahi budur
ki: Hava yoğunlaşmasıyle ir tarafta
toplandığında, yine hava
dalgalanası olur. Zira ki, havanın hacmi iyice
yoğunlaşıp, boşluk
nedeniyle çevredeki hava zorunlu olarak o tarafa hareket
ederek,rüzgâr peyda olur. Bir sebebi de
budur ki, yerden yükselen
dumanların bazısı, soğuk tabakaya
ulaşmazdan önce havaya dönüşüp, bir
taraftan bir tarafa hareketle rüzgâr olur.
Sam yelinin sebebi ise, şihab maddesinin
kalıntıları olan göktaşlarıyla
karışarak yakıcılaşan havanın
hareketleridir. Yahut halis
havanın, sıcak
araziden geçmesinden,
yakıcı niteliği ile nitelenip, sam yeli olur.
Kasırganın
sebebi: O ki, yeryüzünü süpürür, devran ile kendi kendine
sarılıp
ayağa kalkar gibi görünür, havaya yükselir. Bu yele: Ümm-ü zevba
(burgan) derler. Bunun
çoğunlukla sebebi odur ki: Soğuk tabakadan inen
rüzgâr, bulutlarla
karşılaşıp, bulutlar da çeşitli rüzgârlarla deveran
etmekteyken, o inen
rüzgâr dahi dönmeye başlayıp, bu haliyle yere iner. O
anda,
çalı-çırpı ve toz-toprak ne bulursa döndürüp, endamıyle bir
daire
görünür ve kâh olur ki,
çeşitli yönlerden esen rüzgârlar birbirine
rastlayıp,
itişerek, yerden kopardıklarıyla birbirlerine
saldırırlar. O
anda, rüzgârların
arasında kalan şeyler sıkılıp, bükülüp, minare gibi
yükselir. Güya ki,
uzuvları var gibi, birbiriyle sarmaş dolaş görünürler.
Kâh olur ki, denizde
geriye rastlayıp, döndürür. Kâh olur ki, bu buragan
ortasına bir bulut
düşüp, onu havada döndürürken, büyük bir hortum
şeklinde görünür.
Şahıslara göre
cihanda yönler altıdır ki: Şahsın altı, üstü, önü,
arkası,
sağı ve
soludur. Lakin astronomlar, cihanın dört yönünden, güneşin
doğduğu
tarafa, doğu;
battığı tarafa, batı adını vermişlerdir. Doğuya
dönük olan
kimsenin sağ
tarafına güney, sol tarafına, kuzey demişlerdir. Bu sayılan
dört yönün
aralarında dört yön daha koyup, tertip etmişlerdir. Doğu ile
kuzey arasına: Yaz
doğusu (kuzeydoğu), doğu ile güney arasına: Kış
doğusu
(güneydoğu),
güneyle batı arasına: Kış batısı
(güneybatı), batı ile kuzey
arasına: Yaz
batısı (kuzeybatı), adlarını vermişlerdir. Şu
halde cihanın bu
altı yönüne, sekiz
rüzgâr nispet ve tayin edip: Doğu, batı, güney, kuzey
taraflarından
hareket eden dört rüzgârı; temel rüzgârlar itibar
etmişlerdir.
Bunların aralarında esen rüzgârları, tâli rüzgârlar itibar
ederler. Bu rüzgârlarla
yelkenli gemiler denizlerde her yöne gitmişlerdir.
İstenen sahillere yetmişlerdir.
İmdi, rüzgârlar gönderici olan kâdır ve kayyumun kudret
ve azametini bir
kere fikredip düşünsen ki, bize gönderdiği bu
rüzgârların, ağır gemileri
yürütüşü, bulutları yayışı gibi nice
büyük faydaları vardır ki, binde biri
ancak bilinmiştir. Zira ki, "Rüzgâr olmasaydı,
herşey bozulurdu,"
denilmiştir. Çünkü havanın yönlere hareketi bu
kadarlık açıklandı. Şimdi de
fayda ve özelliklerini açıklayalım, ta ki he bi nefeste
iki nimet olduğu,
herkese ayan olup, herkes kendini nimete batmış bilip,
nimet vericiye
şükredici olalar.
Üçüncü Madde
Bizi kuşatan havanın, bedenlerimize ve
ruhlarımıza olan tesirlerini ve
menfaatlerini bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar demişlerdir ki:
Hak'ın tesiriyle, bizi
kuşatmış olan havanın bedenlerimize tesiri çok
açıktır. Bu hava,
bedenlerimizin ve ruhlarımızın unsuru
olduğundan, ruhlarımıza ulaşan
âdaletli bir fâil gibi sıhha ve âfiyetimizin sebebi
olmuştur. Bu durumda
havadan ruhlarımızda hâsıl olan tadil, iki
şekildedir. iri rahatlandırma,
diğeri temizlemedir. Rahatlandırma: Ruhunhararetli
mizacı hapsolunarak
şiddetlendikçe, ona akciğerden ve can damarlarına
bitişik olan nabz
mesamelerinden hava vermektir. Zira ki,bizi kuşatan hava,
ruhumuzun aziz
mizacına kıyasla, gayet soğuktur. Şu halde
havanın sadmesi ruha ulaşıp,
karıştığında, hayatımızın
sebebi olan nefesin etkisinin kabulü yeteneğinden
ruhu men eden kötü mizaca neden olan ateşe dönüşmesinden
ruhu koruyup;
buharsı rutubetinin cevheri yok olmadan onu en eder.
Temizlenme ise: Bu
bedenin en feyizli karışımı gibi olan ruhun,
ayırıcı yeteneğiyle içimize
aldığımız havanın dumansı
buharını ayrıştırıp, nefes dışarı
çıkarken teslim
etmesidir. Demek ki, burunu çekilen havanın tadili,
havanın ruh üzerine
gelmesiyle olur. Temizlenme, havanın candan
dışarı çıkmasıyle olur. Zira ki
tadil için alınan hava, önce soğuktur. Ama içeride, uzun süre hapsedilip,
ruhun niteliğiyle nitelenip
ısınsa, faydası bâtıl olur. Bu tür havadan ruh,
istiğna edip yeni
havaya muhtaç olur ki, yeni hava akciğeri içine girip
öncekinin yerini ala.
Şu halde, zorunlu olarak alına havayı vermek
gereklidir. Ta ki, hemen
ardınca gelecek havaya boş yer kala ve o havanın
çıkmasıyle
birlik onun fazla cevherlerini (karbondioksit) ruh dışarı ite.
Hava mutedil ve saf
olup, ruhun mizacına uymayan garip cevherler ona
karışmamıştır.
Havanın işi, temizleme ve rahatlandırma suretiyle bedenlere
ve ruhlara sıhhat
ve âfiyet vermektir; korumak ve siyanet etmektir. Eğer
hava bozuşuma
uğradıysa, onun işi de, beden ve ruhlar zarar vermektir.
Hakikatte zarar veren ve
fayda veren yaratıcı olan Hüda iken, edenleri ve
ruhları sebeblere
ve havaya bağlamıştır.
Bizi kuşatan havaya
ârız olan tabiî değişmeleri bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki,
filozoflar demişlerdir ki: Bizi sara havaya tabii
ve tabii olmayan
değişiklikler, tabii akımın zıddı olan
değişmelere ârız olur
Tabii
değişmeler, mevsimsel değişmelerdir. Zira ki, bu hava, her
mevsimde
başka bir mizaca
bürünür. Bahar havası mutedildir. Yaz havası sıcaktır.
Sonbahar havası
ılımlıya yakındır. Kış havası
soğuktur. Gerçi tıp
âlimlerine göre, bu dört
mevsimin havası, iklimlere ve bölgelere göre
değişiktir.
Lakin müneccimler nazarında, değişmeler muteber değildir.
Onlara göre, dört mevsim
şöyledir: Güneşin, ilkbahar eşitlik noktasından
başlayarak koç,
boğa ve ikizlerde bulunduğu süre ilkbahardır. Yengeç,
aslan ve
başaktayken yazdır. Terazi, akrep ve yaydayken sonbahardır.
Oğlak, kova ve
balıktayken kıştır. Ama dört evsimin mizaçlarının
biribirinden
farklılığı, güneşin tepe noktamıza yakın ve
uzak olması
nedeniyledir. Şu
halde yaz mevsiminin sıcak olması, güneşin tepe noktamıza
yakın olup,
şuası kuvvet bulduğundandır. Zar ki, yaz mevsiminde,
şuaların
akisleri, bölgelere göre
dar ve dik açılar üzere olmayıp, geniş açı üzere
olur. Bu duruma
şualar kesif olup, sıcaklığı iki kat olduğu için,
bizi sara
havayı çok
ısıtır. Bunun esas sebebi budur ki: Güneşi
şualarının bazısının
kaynağı
silindir ve konu biçiminde olur Güya ki, güneşin şuası,
merkezden
çıkıp,
karşısında bulunan nesnenin içine işler. Şuaların
kaynaklarının
bazısı basit
bir çevrim veya basite yakın çevrim biçimindedir. Halbuki
şuanın
etkisinin gücü okunun yanındadır. Şua okunun, düştüğü
yere göre
çevreye etkisi
zayıf olur. Yaz mevsiminde, güneşin şuasının dik
düştüğü
veya dike yakın
düştüğü yerde bulunuruz. Kışınsa ya şuanın
düştüğü yerin
çevresinde veya
çevresinin yakınında bulunuruz. Bunun için, yazın güneş,
doruğuna
çıkıp, yerden uzak olsa bile, bölgemize
ışığı fazla ve etkilidir.
Kışınsa,
güneş eteğine inip, yere yaklaştığı halde,
bölgemize ışığı zayıf
gelip, hava soğuk
olur. Zira ki, yaz mevsiminde güneş bizim tepe noktamıza
yakın olur,
kış mevsiminde ise uzak olur. Fakat ilkbahar ve sonbaharda,
şuaların düştüğü noktalar çevremizde
bulunduğundan hava ılımlı olur.
Beşinci
Madde
Bizi kuşatan havaya ârız olan, tabii olmayan
göksel değişmeleri bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar demişlerdir ki:
Bizi saran havaya ârız
olan tabii olmayan değişmelerin bazısı
göksel işlere, bazısı yersel işlere
bağlıdır.
Göksel işler nedeniyle olan hava değişimleri,
yıldızların etkisiyle
Olan değimelerdir. Zira ki ışıklı
yıldızlar bir yerde toplanıp, güneşle dahi
biraraya gelmeleri sırasında, yerin başucu
noktasına veya yakınına düşen
gölgeleri kuşatan havayı, ifrat derecede
güzelleştirirler. Bazan bu birleşme
başucu noktasından uzakta olur ve havanın
güzelliği eksilir.
Yersel değişmeler nedeniyle olan hava
değişmelerinin bazısı, bölgeleri
enleme sebebiyle, bazısı, bölgenin yerinin
yüksekliği ve alçaklığı
sebebiyle, bazısı, dağlar sebebiyle,
bazısı rüzgârlar ve bazısı toprak
sebebiyle hâsıl olur.
Bölgelerin enlem farkından olan hava değişmeleri
açıktır. Zira ki he belde
ki kuzey tarafta yengeç
dönencesine ve güney tarafta oğlak dönencesine
yakındır. O
bölgenin yazı ekvator tarafında olan bölgelerin yazından ve
kuzey tarafa yakın
olan bölgelerin yazından daha sıcaktır. Şu halde gün
eşitleyici dairesi
altında bulunan yerlerin havasını mizacı itidale daha
yakındır. Zira
ki burada havanın sıcaklığının sebebi güneşi
tepe noktasına
gelmesidir. Halbuki
ışınların tepeden ve dik gelmesi çok tesir etmez, belki
bunun sürekliliği
çok tesir eder. Bu sebepten gün yarısı vaktinde olan
güneşin
sıcaklığı, ikindiden önce çoğalır. Bunun içindir
ki, güneş, yengeç
burcunun doruğundan
meyl edip biraz güneye inse sıcaklığı şiddetli olur.
Güneş, mümessil
feleğin eğiliminde bulunduğundan henüz yengeç burcunun
doruğuna
ulaşmıştır. Mesela güneş, ikizler burcunun tepesinde
iken havaya
yaptığı
tesirden, aslan burcunun tepesine geldiğinde daha çok tesir eder.
Zira ki aslanın
tepesinde iken ışınların dik gelmesi süreklidir. Halbuki
ekvatora
çakışık olan yerlerde güneş, birkaç gün tepede bulunup,
hızla
uzaklaşır.
Zira ki eşitlik noktasının yakınında olan gün
ışınlarının eğim
fazlalığı,
dönüm noktasının yanında bulunan eğim
fazlalığından çok
büyüktür. Belki dönüm
noktasının yanında olan artışın hareketi, üç dört
güne mahsus olmaz. Elbette güneş, orada bir müddet yakın
bir yerde kalıp
havanın ısınmasına sebep olur. Şu halde
bundan malum oldu ki, o bölgede ki,
genel meğil
enlemlerine yakındır. Onlar en sıcak bölgelerdir. Onlardan sonra
en sıcak yerler, onların kutuplarından yana olan
taraflarında ve
güneşitleyiciden yana olan taraflarında onbeşer
dereceye değin enlemi
bulunan beldelerdir. İki dönüm noktası
arasındakiler de bunlar gibidir.
Altıncı
Madde
Bizi kuşatan havaya harız olan tabii olmayan yerel
değişmeleri yani
yeryüzünün bölgelerinin yükseklik ve alçaklık
sebebiyle, dağlar denizler,
rüzgârlar ve toprak sebebiyle havaya ârız olan
değişmeleri bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Bölgenin
yüksek ve
alçak yerde bulunması ile havanın değişmeleri
muhakkaktır. Yüksek yerde
bulunan bölgenin havası sürekli soğuk olur. Alçak yerde
bulunan bölgenin
havası sürekli sıcak olur. Zira ki güneş
ışınlarının yerden aksetmesi ile
kazandığı sıcaklığın
şiddeti, yere yakın olan tarafı bulunduğundan, bizi
kuşatan nesîmi kürenin en sıcak yeri, yere komşu
olan semtidir. Yerden
uzaklaştıkça soğuk tabakaya yaklaşıp ona
komşu olunduğundan buralar soğuk
olur. Eğer alçak yer, bir derin vâdi olursa sıcak
şuaları hapsedip, havayı
çok sıcak ve kesif olur.
Dağlar sebebiyle bulunan hava değişmeleri
ortadadır. Zira ki, o dağ ki
bölgenin oturduğu yerdir. O
bölgenin havası ânifen açıklanan kısımdan
sayılmıştır.O
dağ ki, bölgenin komşusu bulunmuştur; o bölgeyi saran havada
onun tesiri, iki yönde tecrübe
olunmuştur. Tesirin biri, güney ışınlarına o
bölge üzerine akis ve hasretmek veya
bölgeyi ışınlardan örtmek
yönlerindendir. ikinci tesiri,
rüzgârı, bölge üzerine esmekten men edip
veya bölge üzerine sevkedip
yardımcı olmak yönlerindendir. Birincisi, dağ
bölgenin kuzeyi yakınında
olmak gibidir. O zaman güneş, ışınlarını o
dağ
üzerine serpip, şuası o
bölgeye aksederek, enlemi ne kadar farklı olursa
olsun orayı kuşatan
havayı ısıtır. Eğer dağ, bölgenin batı
tarafında
bulunup, doğusu açık olursa,
güneşin tesiri orada yine tamamıyle havayı
ısıtmaktır. Eğer
dağ, bölgenin doğusunda bulunup, batısı açık olursa
yarı
ısıtır. Zira ki bu
dağ üzerine güneş, zevalden sonra ışıklarını
septiğinde
saat saat gittikçe, bu dağın
doğu tarafından uzaklaşıp, şuanın keyfiyeti
azalıp havanın
ısınması tamam olmaz. Lakin dağın batısından
yana güneş
geldiğinde, her saat
yaklaşıp, bölgenin havasını tamamiyle
ısıtır. Eğer
dağ, bölgenin güneyi
yakınında olsa bölgenin havasını hiç ısıtamaz.
Dağın ikinci yönden olan
tesiri, bölge üzerinden soğuk kuzey rüzgârının
esmesini dağın
engellemesiyledir: Ya sıcak güney rüzgârıın esmesini, bölge
üzerinden
kaldırmasıyladır veyahut bölge, iki büyük dağ arasında
bulunup,
rüzgâr tarafına açık
olmasıyledir. O zaman orada rüzgârın esmesi, düzlükte
bulunan belde üzerine esmesinden daha
şiddetli ve fazladır. Çünkü rüzgârın
şanındandır ki, bir dar
yere çekilse, tıpkı bir akar su gibi burada
rüzgârın akıntısı
sükun bulmaz ve durmaz. Şu halde dağ bakımından
beldelerin en
ılımlısı o beldenin havasıdır ki, kuzey
tarafı açık olup,
batı ve güney tarafları
kapalı ola.
Deniz sebebiyle çevrede olan bütün
beldelerin havası rutubetli olur. Eğer
deniz, beldenin kuzey tarafı
yakınında olursa, su üzerinde kuzey rüzgârı
esip, o beldenin havasına fazla
soğukluk bahşeder. Zira iki suyun tabiatı,
kuzey rüzgârı gibi soğuktur. Eğer
belde, denizin güney tarafında olursa, o
beldenin havasına fazla
ağırlık verir. Özellikle kuzeyinde dağ bulunup,
rüzgârın esmesine mâni olursa onun
havası oldukça ağır ve kesif olur. Eğer
deniz beldenin doğu tarafında
olursa, onun havasına fazla rutubet verir.
Zira ki güneş, bütün etkisiyle o
beldenin üzerine ısrarla yaklaşır. Eğer
deniz, beldenin batısında
olursa, onun havasına rutubet vermesi az olur.
Zira ki güneş, o beldeyi yalayarak
uzaklaşır. Bu mânâya uygun rüzgârlar;
kuzey, doğu ve batı
rüzgârlarıdır ki, muzır olan güney rüzgârıdır.
Rüzgârlar sebebiyle olan hava
değişmeleri tecrübe edilmiştir ki: Kuzey
rüzgârları soğuk ve kurudur. Soğukluğu,
soğuk dağlardan geçip bize
geldiğindendir. Kuruluğu,
güneş ışınları o tarafa zayıf olup, burada deniz
buharlaşması az
olduğundandır. Doğu rüzgarları, sıcaklık ve
soğuklukta
mutedildir. Lakin dağlardan ve
karalardan geçtiğinden, bir miktar kurudur.
Batı rüzgârları dahi
mutedildir. Lakin denizlerden geçip geldiğinden bir
miktar rutubetlidir. Güney rüzgârları ekseri beldelerde
sıcak ve
rutubetlidir. Sıcaklığı, güneşin
yakınlığı ile ısınmış olan yönden
bizlere
geldiğindendir. Rutubeti ondandır ki, güney denizleri
güneşin sıcaklığıyle
çözülüp, sıcaklığın kuvvetiyle denizlerden
buharlar çıkıp, o rüzgarlara
karışır. Onun için güney rüzgarları, insana
rehavet verir. Ama sam yani
helak yelleri yukarıda beyan olunduğu üzere, ya çok
sıcak olan sahralardan
geçip gelen rüzgârlardır veyahut duman tabakasında
ateş benzeri dehşetli
âlâmetler ortaya çıkaran duanların artıkları
aşağıya inip karıştığı
rüzgârdır ki, her ne yönden hareket etseler, tesadüf
ettikleri bedenleri
saatinde yakıp, simsiyah edip, helak ederler. Bilinen bütün
bu kuralları,
sam yelleri altüst ederler. bütün şiddetli rüzgârların
ilk başlangıcı gerçi
zayıf rüzgârlar gibi aşağıdandır. Lakin
hareketlerinin başlangıcı, esmesi
ve esası yukarıdandır.
Toprak sebebiyle olan hava değişmeleri ki, her beldeye
göre farklı olur. O
farklılığın sebebi budur ki, beldelerin
bazısının toprağı killidir,
bazısının taşlık,
bazısının kumluk, bazısının kara,
bazısının madendir. Şu
halde bunların hepsi suyu değiştirdikleri gibi,
havayı dahi değiştirirler.
Hak'ın tesiri ile tasarruf ederler.
Zira ilk, kainatın bütün zerreleri
vücuda gelip giderler. Her ne ederlerse
Allah'ın iradesi ve kudretiyle
ederler. Kadir ve kayyum olan ancak
Allah Taala'dır. Celle celalih.
Yedinci Madde
Bizi kuşatan havaya
ârız olan, tabii akıntının zıddı
değişmeleri bildirir.
Ey aziz, maulm olsun ki, filozoflar
demişlerdir ki: Tabii akıntılara zıt
olan değişmeler, ya
havanı dönüşmesinden veya havada bulunan
istihaledendir, veya havanın
keyfiyetinde bulunan istihale ve
değişimdendir. Havanın
cevherinde olan istihale, hava cevherinin
bozulmasının mümkün
olmasıdır. Yoksa havanın bir keyfiyeti şiddetli
olduğunda veya eksik
bulunduğunda değişim olmaz. Belki havanın cevheri
bizzat çevirici olsa, o vebadır
ki, havaya ârız olan kokuşmadır ve ona taun
dahi derler. Bu kokuşma, renk ve
kokuyu ve yemeği değiştirici olan suyun
kokuşması gibidir. Bizim
havadan muradımız, o basit ve mücerret olan hava
değildir. Belki bizi çevreleyen
buhar ve duman küresidir ki, basit ve
mücerret değildir. Zira ki,
mücerret basit cisimlerin hiç biri kokuşmaz,
ancak keyfiyetinde ya cevherinde,
başka bir basite dönüşür. Yukarıda
açıklanan unsurların
dönüşümü gibi. Fakat bizim havadn muradımız, havanın
içinde olup, havanın hakiki
cüzlerinden, su ve buhar zerreciklerinden;
buhar ve duman ile yükselen topraksal
ve taeşsel cüzlerden karışmış olan bir
cisimdir ki, buna hava adını
vermemiz; deniz suyuna, su adını vermemiz
gibidir. Zira ki, deniz suyu dahi saf
değildir. Belki topraktan ve sudan ve
havadan ve ateşten bileşmiştir. Lakin onda su üstün
olduğundan, su adı
verilmiştir. Şu halde bu karışık hava,
bazı kere kokuşup, cevheri kötüleşir
Nitekim çakıllı geniş derelerin suyu kokuşup,
cevheri onlara dönüşüp, taş
kesilir Bunun gibi hava da kokuşup veba kesilir. Havanın
fazla kokuşması ve
vebanın çoğalması genellikle yaz sonunda ve
sonbaharda olur. Ama havanın
keyfiyetinde bulunan değişmesi,
sıcaklığında ya soğukluğunda tahammül
olunmayan keyfiyete çıkıp, ziraati ve nesli fesada
verip, helak etmesidir.
Bu durumda hava, sayılan bu değişimlerin biriyle
değişime uğrasa, ondan
Hak'ın izniyle bedenlerimize hastalıklar ârız olur.
Zira ki, hava
kokuştuğunda Hak'ın tesiriyle, bedenlerimizin
içinde olan dört karışıma
dahi tesir eder. Önce yürekte olan karışıma
kokuşma eriştirir.
Sekizinci Madde
Bizi kuşatan havanın, bedenlerimize ve
ruhlarımıza olan çeşitli tesirlerini
ve faydalarını; sen rüzgârların
değişmeleri ve faydalarını bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Eğer
hava ifratla sıcak
olsa, bedendeki mafsallara rehavet verip, rutubeti tahlil eder.
Susuzluğu
artırır ve kuvveti azaltır. Bir tabiat âleti ola bedenin hararetini tahlil
edip, hazmı tebdil eder. Kan
dokusunu tahlil ve safrayı diğer salgılar
üzerine üstün ederek, rengi
sarartır. Şu halde,
sıcak hava, bedenin
sıhhatine uygun
değildir. Fakat soğuk algınlığı olanlara ve
bazı felçlilere
uygun ve
faydalıdır. Ama soğuk hava bedenin hararetini hasredip,
maddeleri
akmaktan alıkoyar
ve nezleyi tahrik eder. Sinirleri zayıflatıp, akciğere ve
damarlara şiddetli zarar verir. Eğer
havanın soğukluğu mutedil olursa,
hazma ve bedenin bütün uzuvlarına
kuvvet ve sağlamlık verip, sıhhatli
bedenlere uygun gelir. Mesameleri kapatıp, kemik
boşluklarını sıkıştırır.
rutubetli hava, çoğu bedenleri mizacına uygun gelip
cildi yumuşak, rengi
güzel, görünüşü hoş edip, mesameleri temizler. Lakin
kokuşmaya hazırlar.
Kuru hava ise, açıklanan rutubetli havanın tesirlerinin
tam zıddını yapar.
Kuzey rüzgârlarıdır ki, bedene kuvvet verip, metanet
bahşeder. Görünen
akıntıları men eder ve bedenin mesamelerini
kapatır. Hazma kuvvet verir.
Karnı ve mideyi çalıştırıp, idrarı
kolaylaştırır. Batı havası kokuşmuş
olsa, bu rüzgâr onu ıslah eder. Eğer güney rüzgârı,
kuzey rüzgârı üzerine
geçip, hemen kuzey rüzgârı esse; güney rüzgârı terletir,
kuzey rüzgârı
insanın içini pekleştirip, dışarı
açılmaya sebeb olur. Bu sebepten, o anda,
baştan akan maddeler çoğalıp, göğüs, mesane ve
rahim hastalıkları belirir;
idrar zorluğu, öksürük, mafsal ağrıları ve
titreme görülür. Güney rüzgârı,
bedeni gevşetir. Mesameleri açar.
Karışımları dışa hareket ettirip, duyu
organlarına ağırlık verip, yaraları
bozar. Hastalıkları artırır, baş
ağrısını
çoğaltır. Uykuyu getirip, sıtmayı
sardırır. Doğu rüzgârları eğer, gecenin
sonunda ve günün evvelinde eserlerse, güneşle
ılımış olan hava latiftir ki,
rutubeti az, kuruluğu matedildir. Bu rüzgârların esmesi,
o saatler çok
olduğundan, unlara: Sabah rüzgârı, nesim-i seher derler.
Şu halde, sabah
rüzgârı bedenlere safa ve uykuya lezzet, hastalıklara
şifa bahşeder. Eğer
gün sonunda ve gece öncesinde eserse, bunun tesiri, ötekinin
tersinedir.
Doğu bölgelerinin havası, batı bölgelerinin
havasından latif ve safadır. Batı
rüzgârı eğer, gün sonunda ve gece öncesinde eserse, hava
kesiftir ki, deniz
buharı yüklüdür. Eğer seher vakti eserse, güneşle
ılımayan havadır ki, çok
kesif ve çok ağırdır. Batı rüzgârı, her ne vakit eserse, bunun tesiri,
sabah rüzgârının
yararlarının aksinedir. Buna: Dübür rüzgârı derler. Hadis-
i şerifte: "Sabah rüzgârı
yardımcıdır. Ad kavmi dübür rüzgârıyle helak
oldu," diye vârit olmuştur.
Burada havanın faydalarından bu kadar anlatmakla
yetinilmiştir. Zira ki,
basiret sahipleri, bundan ibret almışlardır.
(Rüzgârın gönderen, ruhları
cilalandıran ve vücutları ferahlandıran Allah
münezzehtir. Her sebebi
müsebbii odur. Rablerin rabbidir. kendisinden başka ilah
olmayan, celal
sahibi Allah münezzehtir.
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |