6-Bölüm
:
İKİNCİ Bölüm
Feleklerin, nefslerin ve akılların ortaya çıkmasındaki tertibi; tabiatların mertebelerini; özlerin değişimini; ateş, hava, su ve toprağın dönüşümlerinin delillerini; maden, bitki, hayvan ve insanın doğuşunu ve bunların arasında aracı olanı; ruhların geldikleri ve gittikleri yeri; bedenlerin devranının keyfiyetini dört madde ile hakîmâne beyan eder.
Feleklerin, nefslerin ve akılların ortaya
çıkışındaki tertibi; dört unsurdan çıkan dört
keyfiyeti bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Hak Taâlâ
bütün eşyalardan önce küllî aklı icat ve mevcut etmiştir. Buna:
İlk akıl, ilk cevher dahi derler. Hak Taâlâ, bütün eşyalardan
önce küllî aklı icat ve mevcut etmiştir. Buna: İl akıl, ilk
cevher dahi derler. Hak Taâlâ bu akla üç bilgi bahşetmiştir ki; biri Hak'kı tanımaktır, biri
kendini (nefsini) bilmektir, biri ihtiyacını bilmektir, ki bununla
mevla'sına muhtaç olduğunu bilmiştir. Bu üç bilginin her
birinden başka bir nesne vücuda gelmiştir. Zira ki, tekten tek
çıkagelmiştir. Hak'kı tanımaktan bir akıl dahi peyda
olmuştur ki, ona: İkinci akıl derler. Nefsi bilmekten bir nefs
dahi mevcut olmuştur ki, ona: Külli nefs derler. İhtiyacı
bilmekten bir cisim ortaya çıkmıştır ki, ona: En büyük
felek, atlas feleği, feleklerin feleği, yönlerin
sınırlayıcısı ve külli cisim dahi derler. Bu
feleğin aklı, ikinci akıldır; nefsi, külli nefstir. Ama
ikinci akıldan dahi şu üç bilgi ortaya çıkmıştır
ki; Hak'kı tanımak, nefsi bilmek, ihtiyacı bilmek... Hak'kı
tanımaktan bir üçüncü akıl, nefsi bilmekten ikinci nefs,
ihtiyacı bilmekten ikinci bir felek sâdır olmuştur. Buna
burçların feleği, sabit yıldızların feleği dahi
derler. Bu feleğin aklı üçüncü akıl, nefi ikinci nefstir. Fakat
üçüncü akıldan hem bu üç bilgi vücuda gelip, yine bu tertip üzere,
başka bir akıl, başka bir nefs ve başka bir cisim ortaya
çıkmıştır ki, ta dokuz mertebeye dek bu ilk akıldan
dokuz akıl, dokuz nefs ve dokuz felek sâdır olmuştur ki: Bu dokuz
akıl feleklerin akıllarıdır, bu dokuz nefs feleklerin nefsleridir.
Yedi felekten her bir feleğin bir aklı, bir nefsi ve bir
cismi vardır. Ama büyük felek hepsinden yüksek ve hepsini
kuşatmış bir basit cisimdir. Onun içinde burçlar feleğidir
ki, bütün sabit yıldızlar ondadır. Onun içinde zühaldir (satürn)
ki onda zühalden başka yıldız yoktur. Onun içinde müşteri
(jüpiter) feleğidir ki buna mahsustur. Onun altında merih
feleğidir ki, onda bir odur. Onun altında
güneş feleğidir ki, onda bir o sultandır. Onun altında
zühre (venüs) feleğidir ki onda bir odur. Onun altında utarit
(merkür) feleğidir ki o felekte, bu o yıldızdır. Onun
içinde ay feleğidir ki, onda aydan başka bir nesne yoktur. Ona, dünya
göğü adını verirler. Onun aklına: Aşır akıl,
faal akıl, feyyaz akıl derler. Onun nefsine: Vahib'ül-sur,
tabiat-ı mutlaka derler. Bunların kaynaşmasından, ay
feleğinin altında dört unsur -ki ateş, hava, su ve
topraktır- bu tertip üzere hasıl olmuştur. Unsurlar da, dört
keyfiyet -ki sıcaklık, soğukluk, yaşlık, kuruluktur-
vücut bulmuştur. Unsurların kaynaşmasından dahi üç bileşik
-ki maden, bitki, hayvandır- vücuda gelmiştir. Hayvan cinsinin en şereflisi insan nevî olmuştur. Kâinatın
ortaya çıkışı insanda son bulmuştur, varlık
dairesi onunla tamam olmuştur. İnsan, cihan ağacının
meyvesi olduğu için hepsinden sonra vücuda gelmiştir. O halde devranın hülasası insan olmuştur.
Dört unsurun mertebe ve
tabiatlerini ve birbirine çevrilmelerini ve dönüşmelerini bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar ve
astronomlar söz birliği etmişlerdir ki: Ay feleğinin
altında, ateş küresidir. Onun altında hava küresidir. Onun
altıda su küresidir. Onun altında toprak küresidir ki, hepsinden
aşağı ve sudan ağırdır.
Ateş tabakasının
havanın üstünde olduğuna delil odur ki, ateş dumanıyle
yukarılara gidip müşahede olunduğu gibi aslında meyl eder
ve döner. Hava tabakasının suyun üstünde olduğuna delil odur ki,
eğer bir hava dolu balonu su havuzunun dibine götürseler, suyun
altında durmayıp, üstüne çıkar. Su tabakasının
toprağın üstünde olduğuna delil odur ki, eğer bir
taşı veya bir demiri suyun üstüne koysalar, suyun üstünde
durmayıp aslına meyl ile dibine iner. Çünkü toprak suyun
altındadır. Bütün eşyanın da altındadır.
Kendi tabakalarında duran dört
unsur, birbirine yavaş yavaş değişirler. Nitekim ateş,
günlerin geçmesiyle ateş suretini terk edip, hava suretine girerek,
ateş havaya çevrilir. Hava dahi, yavaş yavaş hava suretini terk
edip su suretine girer, hava su olur. Su dahi yavaş yavaş toprak
suretini tutup, su toprak olur. Toprak dahi ateş suretine girip, toprak
ateş olur. Bu yolla ve tersiyle dört unsur, bir suretten bir surete döner,
sonunda yine kendi suretlerine geçerler. Bu unsurların suret
değiştirmesine istihale (başkalaşım) derler.
Ateşin tabiatı kuru ve
sıcaktır. Havanın
tabiatı sıcak ve rutubetlidir. Suyun tabiatı yaş ve soğuktur.
Toprağın tabiatı soğuk ve urudur. Şüphe yoktur ki,
ateş hava ile sıcaklıkta müşterektir. Hava su ile rutubette müşterektir. Su toprak ile soğuklukta
müşterektir. Toprak ateş ile kurulukta müşterektir. O halde
ateşin kuruluğu, havanın rutubetine dönse, ateş sıcak
ve rutubetli olup havaya çevrilir. Havanın sıcaklığı
suyun soğukluğuna bürünse hava rutubetli ve soğuk olup suya
döner. Suyun rutubeti toprağın kuruluğuna bürünse, su soğuk
ve kuru olup toprağa döner. Toprağın soğukluğu
ateşi sıcaklığına bürünse, toprak kuru ve sıcak
olup ateşe döner. Yani ateş hava olur, hava su olur, su toprak olur,
toprak ateş olur ki, bu başkalaşıma başlangıç
yolu derler ve öyle olur ki, dört unsur bu başkalaşımı aksi
üzere kabul edip; toprağın kuruluğu suyun rutubetine bürünüp,
toprak su olur, suyun soğukluğu havanın
sıcaklığına bürünüp, su hava olur; havanın rutubeti
ateşin kuruluğuna dönüşüp, hava ateş olur; ateşin
sıcaklığı toprağın soğukluğuna bürünüp,
ateş toprak olur. Bu başkalaşıma da sonuç yolu
derler.
Dört unsurun başkalaşımın delillerini;
maden, bitki, hayvan ve insanın doğuşunu ve bunların
arasındaki aracıyı bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki:
Unsurların başkalaşımının delilleri
açıktır. Ateşin havaya dönüştüğüne açık delil
budur ki; mumlar yandıkta; alevleri yükseğe meyl ile gidip, havaya
karışırlar. Eğer ateş havaya çevrilmeseydi her mumun
alevi bitişik bir aydınlık çizgi olup, hava küresinin
ortasında hatlar gibi yukarıya gidip, ateş küresine
bitişirlerdi. Lâkin bu şulelerin kuruluğu, havanın
rutubetine nispetle azdır. Onun için, o anda ateşi kuruluğu
havanın rutubetine bürünüp, o şuleler hava olurlar. Havanın suya
dönüştüğüne delil budur ki, bahar ve güz mevsimleri sabahında,
bitkiler üzerinde olan rutubet ki -ona şebnem ve çiğ derler,- o
havadır ki seher vakti soğuk olup, suya çevrilmiştir. Zira ki,
havanın sıcaklığı, suyun soğukluğuna bürünse
hava su olur. Suyun toprağa dönüştüğüne delil: Yağmur
damlaları indikte; ilk damlalar ki toprağa erişir, o damlalar
toprak olup gözden yiterler. Nitekim müşahede olunur. Zira ki o
damlaların rutubeti, toprağın kuruluğuna nispetle
azdır. Bu durumda damlaların rutubeti toprağın
kuruluğuna bürünüp, su toprak olur. Bundan sonra damlalar
çoğalıp, rutubet galip oldukta; toprak olmayıp çamur olur.
Toprağın ateş olduğuna açık delil odur ki: Bitkiler ve
ağaçlar, unsurların parçalarından bilenmiş olup, toprak
parçası onlarda ziyade bulunmuş iken odun ateş ile
yandıkta; parçaları ateşe dönüşüp, toprağın
hissesinden az bir kül kalır. Bazı yererde odun yerine taş
kömürü yakarlar, onun külü çok az kalır.
Hak Taâlâ'nın tesiriyle felekler, yıldızlar, dönüp
ve hareket eyleyip; dört unsuru anlatılan başkalaşım üzere
birbirine kaynaştırıp, hamur etmişlerdir. Ta ki
unsurların kaynaşmasından, önce madenler hasıl olup, ondan
bitkiler peyda olup, ondan hayvanlar vücuda gelmiştir. Hayvan kemalini
buldukta; insan ortaya çıkmıştır. Bu dört bileşik
cismin bileşik aracısı da vardır.
Madenler ile bitkiler arasında
aracı mercandır. Zira ki salabette taş gibidir ve bitki gibi
zerre zerre denizin dibinde bitip, suyun yüzünden yukarı gelip,
kuruldukta; sert olur. Bitkiler ile hayvanlar arasında aracı hurma
ağacıdır. Zira ki o, bitki iken hayvan gibi erkeğine
yakın olmadıkça; neticesi hurma olmaz. Başını kesseler
helak olup, kuru ve yapraksız, meyvesiz kalır. Hayvanlar ile insan
arasında aracıların en belirgini maymundur. Zira ki, cümle
azası, kıl ve kuyruğundan başka, dışı ve içi
insana benzer.
Bu aracıların vücudunda
hikmet budur ki, her biri kendi mertebesi altından son yükseklik
mertebesine ulaşıp; varlıkların mertebeleri tek silsileyle
bileşik ola ve insanlık mertebesinde nihayet bula. Şu halde
zaman devrinin tamamlayıcısı, cihanın
parçalarının zübdesi, yedi yüksek babanın ve dört
aşağı ananın ve üç bileşiğin son hülasaları
insan bedenidir. Belki her iki cihandan gaye ancak hazreti insandır. Bu
feleklerin, unsurların, bileşiklerin kabuğu, zarfı ve
kabıdır. O, cümlesinin iliği ve özünün özüdür. Bütün eşya,
insana hizmetçidir O, hizmet ve ikram edilendir. Aziz, şerif ve
muhteremdir. Zira ki o, cümleden güzel ve yücedir.
Ruhların
çıkış ve dönüş yerini; vücutlarda devrinin keyfiyetini
bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar
demişlerdir ki: Umumun feyzi ve onlardan dokuz feleğe ve onlardan
dört tabiata ve onlardan dört unsura ta toprağa gelinceye dek
yolların tümü başlangıçtır. Topraktan madene ve ondan
bitkiye ve ondan hayvana v ondan olgun insana gelinceye dek bunların
cümlesi sonuç yoludur. İlahî nur ve sonsuz feyz, teklik mertebesinden
akıllar üzere ve onlardan unsurlar ve toprak üzere iner ve feyz verir ki,
buna: Başlangıç ve iniş kavsi dahi derler. Bundan sonra
topraktan madene, ondan bitkiye ve ondan hayvana ve ondan insana ve ondan kâmil
insana yükselip dönerek; kâmil insandan hazreti Hak'ka vâsıl olur. Bu
hemen o ilâhî nurdur ki, başlangıçta o makamdan gelip, bu
makamları geçip yine kendi makamına gidip, devresini tamam eyler. (Her
şey aslına döner) düsturunca, o nur, aslına gider. O ki:
"İşin başlangıcı ondandır, sonucu
onadır," buyurmuştur. Bu geçici vücudun işinin devretmek
olduğunu duyurmuştur. Bu dönüşe: Dönüş yeri,
çıkış kavsi dahi derler. Şu halde aslî muhabbed hükmüyle ve
oluş hakikatlerinin yönelişleriyle, geçici olan umumî vücut,
tavır ve mazharların her birine ulaştıkça; o tavrın
rengiyle renklenip, o mazharın özelliğiyle nitelenir. Bu
geçişler, o umumî vücudun düşüşlerinden ibarettir.
O vücut ki, dünyada kâmil olsa
gerektir. Onun seyri; akıllar, nefsler, felekler ve unsurlardan
toprağa gelinceye dek süratle olup, inişlerde duraklama olmaz. Topraktan,
maden, bitki, hayvan ve kâmil insana gelinceye dek yükselişinde süratle
gelir, birinde takılıp kalmaz. Fakat o vücut ki, onun kemâle ermeye
liyakati olmaz Onun seyri, iniş ve çıkış mertebelerinde
duraklama olup, kemâlini bulmaz. O, iniş mertebelerinde kâh ateş
suretinde, kâh hava suretinde, kâh su suretinde, kâh toprak suretinde nice
gecikmelere uğrayıp duraklar. Çıkış mertebelerinde kâh
maden suretinde, kâh bitki suretinde, kâh hayvan suretinde, insan suretine
gelip kemâle erinceye değin türlü tutkularla haps olup kalır. Meselâ
o geçici vücut, bitkiler âlemine girerken bazı âfetler ârız olup,
bitki olamaz. Yahut bitki olur lâkin kemâline ermezden önce bozulup, yerden
tekrar bitmeye muhtaç olur. Kâh olur ki, itidalden uzak olan bitkiye dönüşüp,
hayvan yeygisine layık olmaz. Kâh olur ki, hayvan yeygisi olmaya
kabiliyeti olur da, yenmeden önce zail olur. Bu yolla nice yıllar gecikir.
Kâh olur ki, itidalden uzak olan bitkiye dönüşüp, hayvan yeygisine
layık olmaz. Kâh olur ki, hayvan yeygisi olmaya kabiliyeti olur da,
yenmeden önce zail olur. Bu yolla nice yıllar gecikir. Kâh olur ki, bir
hayvan, eti yenenlerden olmuşken, İnsanlar tarafından yenmeden
bozulur ve hayvanı insan mertebesine naklettiremez. Kâh olur ki, insan
mertebesine geçer, lâkin kemâl mertebesine ulaşamaz. Külli aklı
bulamaz; dünyaya hayvan gelir nâdân gider. Kâh olur ki, yükseliş
mertebesini kısaltıp, topraktan ağaçlara gelir ve meyve suretine
girip, insan gıdası olup, meni suretini bulup, insan suretine gelir;
akıllı ve ârif olur. Lâkin ilk akla ulaşamaz ve kemâlini
bulamaz. Kâh olur ki, süratle buğday, arpa, darı şekline girip,
insan yiyeceği olup, meni suretini bulup, ana rahmine dolup, kan
pıhtısı ve et parçası olup, insan şekline gelip;
akıllı, olgun ve ârif olur ve ilk akla ulaşır ve
çıkışı tam hasıl olur.
Bu şerefli vücudun yükseliş
başlangıcı madenler olmuştur ki, onların
başlangıcı kaygan çamurdur. Sonra ondan taşlar mertebesine
yükselmiştir. Ondan eriyen cevherler mertebesine
ulaşmıştır; demir, kalay, bakır, gümüş ve
altın gibi madenlerdir. Bundan sonra la'l, yakut ve zümrüt gibi
cevherlerin mertebesine yükselmiştir. Ta mercana varıp, bitkisel
belirtilerle gelişip, o mertebeden dahi yükselip, tohumsuz biten bitkiler
mertebesine gitmiştir. Bundan sonra tohumla biten bitkiler mertebesine ve
ondan ağaç suretine varıp, ta hurma ağacı olmaya
yetmiştir. Hurma mertebesinden, hayvan mertebesine yükselip yıllarca
o mertebede yaşamıştır. Ta iş ve surette insana
benzeyen goril ve maymun mertebesini bulmuştur. O mertebeden dahi yükselip,
insan suretine gelmiştir. O insan ki, kemâl mertebelerinin suret ve
sîretinde ilerleyip, kâmil insan mertebesine gidip, İlâhî ahlâk ile
dolmuştur. O, bilginin olgunluğuna erip, külli akla
ulaşmıştır. Bu mertebede varlık dairesi birleşip,
nihayet bulmuştur. Zira ki, umumî vücut işinin devri böylece
bulunmuştur ve bu geçici vücut, bir daire şeklinde
resmolonmuştur. Onun başlangıcı ilk akıl, sonucu kâmil
insan kılınmıştır. Böylece vücut dairesinin sonu öne
gelip, kâmil insanda birleşip, tamam bilinmiştir.
Rabbanî feyz, bütün varlıklara
beraber ulaşır. Bütün varlıklar, o semte yönelik ve
bakıcıdır. Herkes kabiliyeti kadar feyiz verici Allah'ın
feyzine naildir. Çünkü geçici varlık olan Rabbanî feyz, çeşitli
görünüşlerde ortaya çıkıp, çok mertebelere yakın olmuştur.
O halde her ortaya çıkış ve suretin boyasıyla boyanıp,
ona uygun parıltı almıştır. Bir varlık iken
çeşitli suretler ile ortaya çıkmıştır. Her nesnenin
bir ismi vardır ki, o isim ona rab olmuştur. Her kim ki, kendi
bağlı olduğu rabbin terbiyesinde kalmıştır; o
kimse hakkı unutup kendine tapar olmuştur. Bütün vakitlerinde âlelem
halkıyle kavga ve münakaşa edip, kendini inkâr ve itiraz ateşine
salmıştı. İşlerinde gam ve keder denizine
dalmıştır. Kim ki, kendi rabbinin terbiyesinden çıkıp
Rabler Rabbinin dairesine girmiştir; yani kendi tabiatının
zindanından ruhun fezasına gelmiştir: O kimse nefsin putunu kırıp, Allah'a tapar
olmuştur. Bütün vakitlerinde halkın tümüyle barış ve iyilik
içinde olup, üzüntülerden kurtularak, ebedî saadeti bulmuştur. Zira ki,
kamil insan olup, külli akla ulaşmıştır. Devresini tamam
edip, muradı hasıl olmuştur. Bu varlık dairesini bir
filozof ilahi şekline getirip, yükseliş kavsini beş beyit ile
işaret edip belirtmiştir. Filozofun farsça mesnevisini, kamil bir
insan kendi halini beyan ile şöyle mânalandırmıştır:
Devredip geldim cihanı yine bir devran ola
Ben girem bütün sarayı yıkıp virân ola
Beher can tuğyan
edip cismim gemisin dağıda
Yerler altında bu
cismim hâk ile yeksân ola
Dört yanımdan nâr
ve bâd ve âb ve hâk edip hücum
Benliğim onlar
alıp bu varlığım tâlân ola
Dağılıp
terkibim otuz iki harf ola tamam
Nokta-i ruhum kamunun
gevherine kân ola
Bu vücudum
dağı kalkıp itile yükler gibi
Şeş
cihâtım âçılıp bir haddi yok meydan ola
Cümle efkâr ve
havâssım haşr olup ol arsada
Kalkalar hep yeniden sankim bahiristan ola
Yevm-i tübladır o gün her mânâ bir sûret giyip
Hem kimi sebze kimi hayvan kimi insan
ola
Kabrime yârân gelip fikredeler anvâlimi
Her biri bilmekte hâlim
vâleh-i hayran ola
Her kim ister bu niyâz-ı derdmendi ol zaman
Sözlerini okusun kim sırrına mihman ola
(Dolanıp geldim cihanı yine bir dolanma ola. Ben bütün
sarayı yıkıp gidem, virân ola. Her can, taşkınlık edip, cismin gemisini
dağıda. Bu cismim, yerler altında toprakla bir ola. Ateş,
su, hava ve toprak, dört yanımdan hücum edip; benliğimi onlar
alıp, bu varlığım tâlan ola. Bileşiğim
dağılıp, tamam otuz iki harf ola. Ruhumun noktası, kamunun
gevherine maden ola. Bu vücudumun dağı kalkıp, yükler gibi
itile. Altı yönüm açılıp, sınırı yok bir meydan
ola. Bütün fikir ve duygularım o arsada haşrolup; halkalar hep
yeniden, sanki baharistan ola. O gün karışıklık günüdür,
her mâna bir suret giyip; kimi insan, kimi sebze, kimi hayvan ola. Dostlar
kabrime gelip, durumlarımı fikredeler; her biri halimi
bildiğinde, şaşkın ve hayran ola. O zaman her kim bu dertli
niyazı ister; sözlerini okusun ki sırrına konuk ola.)
Mümkündür ki,
varlığı gerekli olan ile varlığı mümkün
olanı bir daire farz edesin. Bir doğru çizgi onu iki eşit
parçaya böler. Ona hayalî çizgi ve dairenin çapı derler. Şimdi bu
çizgi ile bir daire, ki kavis şeklinde görünür. Çünkü bu hayalî
sayıdan ibaret olan hayalî çizgi, dönüş vaktinde asla ulaşmak
ile aradan kaldırılır. Bu durumda varlık dairesi
olduğu gibi bir görünür. İki kaş arası veya daha yakın
olma sırrı onda bilinir. Şimdi filozofların yöntemi üzere,
varlığın devranını bu miktar beyan ile, bu Bölüm
bitip, astronomi ilmine vasıta ve mukaddime olan matematik ve hendeseden
birer Bölüm
yazılmak münasip görülmüştür.
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |