5-Bölüm
:
Yüzeyleriyle kâinatın aynası olan âlemlerin,
yaratılış tertibini; cihanın arazlarının ve
cevherlerinin mahiyet ve keyfiyetini; özlerin ve eşyanın şekil
ve durumlarını; esaslar ve cisimler âleminin görüntü ve hikmetini;
canlıların, bileşiklerin ve unsurların bozuşum ve
oluşumunu, hakimane üç babla belirtir ve beyan eder.
Alemlerin yaratılış tertibini; cihanın cevher
ve arazlarının mahiyet ve keyfiyetini, İslâm
filozoflarının aklî delillerle buldukları üzere üç Bölüm
ile
tafsil eder.
Vacib'ül-vücud olan Allah'ı ispat edip, varlıkları
mümkün olan cevherleri ve arazları kısaca üç madde ile açıklar.
Vacib'ül-vücud Allah Taâlâ
hazretlerini aklî delillerle ispat edip onun eşyaya yakın olup;
onlara ürünmüş olmadığını âlimlerin
bulduklarını bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Allah'dan
başka bütün varlıklara âlem adı verilir. Allah'ın zatı
ümleden ayrı ve mücerrettir. Nitekim Hak Taâlâ, Kelam-ı Kadim'indi
buyurmuştur: "Allah, göklerin ve yerin nurudur. Müminin kalbinde
nurunun sıfatı: Sanki bmir hücre ki, içinde bir lamba var; lamba da
cam bir mahfaza içinde, o cam mahfaza sanki incimsi bir yıldız. Bu
lamba, güneşin doğuşunda ve batışında gölgeye
düşmeyen mübarek bir zeytin ağacının yağından
tutuşturulur. Bu öyle bir yağdır ki, neredeyse ateş
dokunmaz da aydınlık verecek. Bu aydınlık, nur üstüne
nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna kavuşturur. Allah insanlara böyle misaller verir. Allah, her şeyi bilir." (24/35)
Özlerin keyfiyeti ve
eşyanın mahiyeti inceden inceye araştırılıp,
düşünülse; varlıkların durumları, kâinatın hal ve
hareketleri basiret gözüyle mütalaa kılınsa, âlemin bütün
parçalarının Allah'ın sanatıyle sonradan olduğuna
sağlam bir aklın delillerinin şehadet etmesi
kaçınılmaz bir iştir. Nitekim Hak Taâlâ buyurmuştur:
"Allah, gökleri ve yeri üstün ir hikmetle yarattı. Size şekil
verdi ve şekillerinizi güzel yaptı. Nihayet dönüş
O'nadır." (64/3) O varlığı mutlak olanın
cömertliğiyle varlığı mümkün olanlar varolmuş, onunla
ayaktadır. Her nesne fâni, o, bâki ve ayaktadır. Nitekim kendi
Kitab'ında buyurmuştur: "Onun zatından başka her
şey yokluğa mahkûmdur. Hüküm ancak onundur; hep ona
döndürüleceksiniz." (28/88). O kâdir, ve hakîm olan Allah'ın hikmet
ve kudretinin eserleri, âlemin ufuklarında ve nefislerde, görecek gözü
olanların gözüne cihanı aydınlatan güneşten daha parlak
olarak çarpar. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de buyurmuştur:
"İleride biz, onlara, hem yeryüzü etrafında, hem bizzat
nefislerinde âyetlerimizi öyle göstereceğiz ki, nihayet peygamberin
söylediği şeyin hak olduğu kendilerine zahir olacaktır.
Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?" (41/53). O
benzersiz sanatkârın sanat ve icadının sırlarını
görünen ve görünmeyen âlemde müşahede, âriflere gün gibi ortadadır,
apaçıktır. Nitekim Hak Taâlâ, Kelam-I Kadim'inde buyurmuştur:
"Yeryüzünde de gerçekten tasdik edenler için birçok ibretler var.
Nefislerinizde de birçok âlametler var. Hâlâ görmeyecek misiniz?"
(51/20-21)
Havadaki zerreler,
dağlar, taşlar, yağmur damlaları, denizler ve
ırmaklar, belki dönen feleklerin her parçası, gezegenler, unsurlar,
bileşikler ve her ne ki var, cümlesi, gece ve gündüzün her anında, o
tek, bağışlayıcı, affedici olan Hak Taâlâ hazretlerine
senâ edici olup, onun birliğini açığa çıkarmak ve bildirmek
için her biri bir lisandır. Nitekim Hak Taâlâ, Nazm-ı Kerim'inde
buyurmuştur: "Yedi gök ve yer, bunların içinde bulunanlar,
Allah'ı tesbih ederler. Hiç bir varlık yoktur ki, onu hamd ile tesbih
etmesin. Fakat siz, onların tesbihini anlamazsınız. O, gerçekten
halîmdir, yargılayıcıdır." (17/44). Belki cihanın
zerreleri, o parlak güneşin varlığının gölgesinde
varolmak için hisselerini almışlardır. Cümlesi, Allah'ın
cemalinin nurunu göstermek için basiret sahiplerine saf ve parlak
aynalardır. Nitekim Allah, Furkan-ı Mübin'inde buyurmuştur ki:
"Doğu da, batı da Allah'ındır. Hangi tarafa
yönelirseniz, orası Allah'a ibadet yönüdür. Şüphesiz ki Allah'ın
mağfireti geniştir, o her şeyi bilendir." (2/115)
İslâm
filozoflarının hepsinin, din âlimlerinin de çoğunun kesin ve
isabetli görüşleri böyledir ki: O bir şey ki varlığı
gereklidir, ona "vacib'ül-vücud" derler. Her ne ki yok olması
lâzımdır, ona "münteni'ül-vücut / olamazdı" derler.
Her nesne ki ne varlığı lâzım olur, ne yokluğu lüzum
bulur, ona "mümkün'ül-vücut / varlığı lâzım olur, ne
yokluğu lüzum bulur, ona "mümkün'ül vücu / varlığı
mümkün" adı verirler. O halde her şey ki mevcuttur: Ya
varlığı lüzumludur veya varlığı mümkündür. Zira
ki, var olan, var olduğu için vardır; kendi varlığı
için ya başkasına muhtaçtır ya muhtaç değildir. Eğer
başkasına muhtaç değilse; o, varlığı mutlak
olandır ki, bu Allah'dır. Eğer muhtaç ise; o,
varlığı mümkün olandır ki, bu âlemdir. O nesne ki mevcut
değildir, Allah Taâlâ'nın ortağıdır ki, yoktur. Zira
ki filozoflar demişlerdir ki: Mümkün değildir ki var olan yok ola.
Belki var olan sürekli vardır, yok olan sürekli yoktur. Lâkin mümkündür ki
var olan bir mertebeden bir mertebeye; bir nitelikten bir niteliğe
dönüşür ve değişir: Basit cisimlerin bileşik, bileşik
cisimlerin basit olduğu gibi. Halk, bu değişimleri seyrettikte;
zannederler ki yok olan var olur, var olan yok olur. Şimdi
vacib'ül-vücudun ispatı ortadadır. Şu delil ile ki: Mümkün
olanlara mevcut derler, halbuki mümkünlerin var olması
başkasındandır. elbette o başkası
varlığı gerekli ve mutlak olana gider. Zira ki,
varlığı gerekli olan olmadıkça, varlığı
mümkün olan da olmaz. Yani önce kendisine muhtaç olunan varlık gereklidir
ki, filan nesneye filan nesne muhtaçtır demek doğru ola. O halde,
bütün bu deliller ile varlığı lüzumlu olan Allah Taâlâ
hazretleri, sâbit ve âyân olmuştur.
Varlığı
mümkün olan beş cevheri özet olarak bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki,
filozoflar demişlerdir ki: Varlığı mümkün olan nesne,
eğer varlığının devamında
değişikliğe uğramazsa; ona, cevher derler. Eğer
değişikliğe uğrarsa; ona, araz derler. Zira ki, varlık
başkadır, varlığın devamı başkadır.
Nitekim görürsün ki, iki şahıs var olmakta müşterektir derler.
Lâkin birinin bekâsı yüzyıla dek varır, irinin bekâsı on
yıldan ziyade kalmaz. O halde varlığın devamı,
varlıktan başkadır, bunlar aynı olmaz. Bütün olabilirler ya
cevherdir veya arazdır. Zira ki, bir nesne bir nesneye ya
karışıp ona geçer ya geçmez. Eğer karışır ve
geçerse o, araz, öteki cevher adını alır. Eğer her ikisi de
birbirine muhtaç olurlar karışmazlarsa, bu duruma kaos ve bu hale
cismî benzerlik veya nevî benzerlik derler. Eğer ihtiyaç bir taraftan
olup, ancak araz cevhere muhtaç olursa, o cevhere mevzu (yapıntı),
ötekine de araz (ilinek) derler. O halde araz,
mevzuda var olan nesnedir: Renkler gibi. Eğer araz ve cevher
bileşimine uğrarsa ona: Tabii cisim derler Eğer araz ve cevher
birleşmeyip, isimlere tedbir ve tasarrufla bağlı olmazlarsa,
ona: İnsanî nefs veya atmosferik nefs derler.
Cevherler beş
kısımdır ki; biri heyula (kaos), biri cismî suret, biri tabii
cisimdir. Bu üç cevher birbirine yakındır. Öteki ikisi dahi
birbirinden farklıdır ki: Biri nefs ve biri akıldır.
Eğer akıl, onunla zatı gerekli olanın arasında
vâsıta olmadıysa ona: İlk akıl derler ve külli akıl
dahi derler. Eğer aklın altında başka akıl
olmadıysa ona: Aşır akıl, fakat akıl derler. Eğer
aklın iki yönünde akıllar olduysa ona: Mutavassıt (aracı)
akıl derler. Akılların en şereflisi ve en lâtifi küllî
akıldır ve ona yakın olan akıllardır.
Eğer nefs, basit cisimlerde
mutasarrıf olduysa ona: Feleki (atmosferik) nefs, unsurî nefs derler.
Eğer nefs, bileşik cisimlerde mutasarrıf olup, onlara
gelişme ve büyüme sağlamıyorsa, o cisimlere: maden derler. Altın,
gümüş, la'l ve taş gibi. Eğer nefs, bileşik cisimlerde
büyüme ve gelişme sağladıysa, lâkim hareket vermedi ise, o
cisimlere: bitki derler. Otlar, çiçekler, ağaçlar, meyveler gibi.
Eğer nefs, bileşik cisimlere hem büyüme ve gelişme, hem his ve
hareket bahşedip, konuşma vermediyse, ona: Konuşmayan hayvan
derler. Davarlar, atlar, vahşi hayvanlar ve kuşlar gibi. Eğer
konuşma dahi bahşederse, ona: İnsan derler ki,
varlığın zübdesi, her mevcudun hülasası odur. Cihan
ağacının meyvesi ve kâinatın tamamlayıcısı
odur. Şu halde nefs, her mertebede başka bir isimle isimlendirilir.
Cansız cisimlerde ona: Tabii nefs, bitkilerde: Nebatî nefs, hayvanlarda:
Hayvanî nefs, insanda: İnsâni nefs ve konuşan nefs derler. Nefs, bu
mertebelerde cümleye tamamıyle tasallut edip, tamamıyle mutasarrıf
olur.
Cisim, tabii bir cevherdir ki, onun
zatında cisimlerin boyutları, yani uzunluk, genişlik ve
derinlik, dik açılar üzere bölmek şartıyla farz olunarak ölçmek
mümkün ola. Cisim ise, ya basit olar
veya bileşik olur. Basit cisim odur ki, onun parçalarıyle aslı
benzer olur. Yani suretleri ve tabiatları muhtelif olan cisimler
bölünmeyip, onun tabiatı bir ola ki, o tabiattan çıkan şey, tek
yol üzere çıka. Basit cisim, ya ulvidir veya süflidir. Ulvi dahi ya
ışıklıdır veya ışıksızdır.
Eğer ışıklı ise yıldızlardır. Eğer
ışıksız ise feleklerdir ki, onlara: Esirî cisimler ve ulvî
âlem dahi derler. Basit süflî cisim, dört unsurdu ki, onlara dört esas dahi
derler. Onlar: Ateş, hava, su ve topraktır. Bu dördüne ve
bunların zımnında bulunan bileşik cisimlere: Süflî âlem ve
oluşum ve bozuşum âlemi dahi derler. Bileşik cisim odur ki, onun
parçalarıyle tabiatı benzer olmayıp; şekil ve
tabiatları muhtelif olan cisimlere bölünüp, dört unsurdan
oluşmuş ola. Madenler, bitkiler, hayvanlar gibi. Bunlara üç
bileşik derler ki, babaları esîrî cisimler, anaları dört
unsurdur. Bileşik cisim dahi iki kısımdır ki, biri tam,
biri tam olmayandır. Tam bileşik odur ki, değişik
zamanlarda kendi bileşiğinin suretini koruya. Üç bileşik gibi.
Tam olmayan bileşik bunun tersi olup, kendi bileşiminin suretini
korumaz. Duman ve bulut gibi. Atmosfer gibi diğer basit cisimler,
bileşiklerinden ayrılarak, kendi tabiatlarıyle kalsalar,
onların şekli küreye benzerdir. Yani dönen top görünümündedirler. O
halde bütün felekler, yıldızlar, unsurlar küre şeklindedir.
Anlatılan beş cevher ki, akıl, nefs, kaos, suret ve cisimdir.
Bunların tümünü bu rubaimiz toplamıştır ve bunlarla iki
âlem, ayaktadır ve süreklidir.
Bil ol kâinatı akl ve candır
Bu hissolunan nüh felek-i
gerdandır
Pes nar ü hava ve hab ü
hâk erkândır
Madenle nebat ve hayvan ve insandır
Varlığı
mümkün olan arazların dokuz kısmını kısaca bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Mevzuda
(yapıntı) mevcut olan arazlar dokuz kısımdır. Kem,
keyfe, eyne, metâ, izafet, malk, va', fiil ve infialdir.
1- Kem (nicelik): O nesnedir ki, zatında eşitliği
ve eşitsizliği kabul ede. Bu, ya ayrıdır ki; nokta ve
sayıdır. Veya zatı karar eden bitişiktir ki; çizgi, yüzey
ve hacimdir. Veya zatı karar etmeyen bitişiktir ki; zamandır.
2- Keyfe (nitelik), eşyada heyettir ki, zatına bölünme
ve nispet iktiza etmeyip duygusal niteliklere ve kuvvetlere bölünür. Balın
tatlılığı, deniz suyunun tuzluluğu gibi. Veya kuvvetli
olmayanlara bölünür. Utanmanın kızartısı, korkmanın
sarartısı gibi. Keyfiyetler, nefsanîden yana bölünür. İlk
yaratılışta ilim ve yazmak gibi Keyfiyetler, istidadiyeden yana
bölünür. Sertlik ve yumuşaklık gibi. Kemmiyetlere özgü olan
keyfiyetten yana bölünür. Üçgen ve dörtgen gibi. Satıhtan yana bölünür.
teklik ve çiftlik gibi. Adedten yana bölünür.
3- Metâ (ne zaman), bir keyfiyettir ki, eşyaya zamanda
bulundukları için hasıl olur.
4- Eyne (nerede), bir keyfiyettir ki, eşyaya mekânda
bulunmaları sebebiyle hasıl olur.
5- İzafet (bağlılık), bir keyfiyettir ki,
nispette tekrar edilmiştir. Babalar ve oğullar gibi.
6- Mülk, bir keyfiyettir ki, eşyaya hasıl olur;
onları bir nesne kuşatıp, intikalleri müntakil olmak sebebiyle
bu keyfiyet bulunur. İnsanın sarıklı ve gömlekli
olduğu gibi.
7- Vaz', bir heyettir ki, eşyaya hasıl olur. Bir nesne
parçalarının bazısını bazısına nispeti
sebebiyle ve dış işlere nispetleri sebebiyle o heyet bulunur.
Kalkmak ve oturmak gibi.
8- Fiil, bir keyfiyettir ki, eşyanın tesirleri sebebiyle
onlara o keyfiyet hasıl olur. Kesici gibi, madem ki keser.
9- İnfial; bir keyfiyettir ki, eşyaya hasıl olur,
onlar başkasından etkilenmemeleriyle o keyfiyet bulunur.
Isıtıcı gibi, madem ki ısıtır.
Beş cevheri, bir cevher sayıp, dokuz araza
eklemişler ve böylece toplamına "on makulât" demişler.
Cevher, kendi zatıyle kaim ve sabittir. Araz ise cevher ile kaim ve onu
sıfatlandırandır. Bütün âlem, parçalarının tümüyle on
makulâttan bileşik tek bir cisimdir. Cümlesi lisan-ı halle Allah
Taâlâ'nın birliğine ve varlığına nâtık ve şâhittir.
On makulâtı, bu beytimiz içine almaktadır ve hep buna aittir.
Cevheri bil kem ve keyfe ondan izafetle metâ
Vaz' ve eyne ve mülk ve yefalü yenfaildir ey fetâ
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |