4-Bölüm
Yedi denizin, sekiz kaf dağının, yedi yerin
ve her tabakanın sakinlerini, cehennemi ve şedi tabakasını
ve her bir tabakasında bulunanların, kıyamet
şartlarının ve kıyamet hallerinin, âlemin yokoluşunun
ve mahşerin durumlarının yaratılış keyfiyetini;
beş madde ile beyan eder.
Yedi denizi, dağları, yerleri ve cehennemi özet olarak bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, müfessirler ve muhaddisler ittifak
etmişlerdir ki: Hak Taâlâ yerleri ve gökleri yaratmak murat eyledikte;
daha önce anlattığımız yeşil cevherlerin suyundan,
cennetler ve hazineler altında kalan artığının saf ve
lâtifinden yedi göğü yaratıp, ondan kalan bulanık suyu ve
tortuyu birbirine vurmuştur. O zaman, bunun özü yüzüne çıkıp,
dalgaları yükseldikte; o öz ve dalgalarını dondurmuştur:
Yerler ve dağlar olmuştur. Dağlar dahi yerin direkleri
olmuştur. Sonra Hak Taâlâ, bütün dağların damarını,
yeri kuşatmış olan kaf dağına bağlamıştır.
Bir büyük meleği, zelzeleye müvekkel edip, dağların
damarlarını onun eline vermiştir. Şu halde Hak Taâlâ, bir
yein halkını isyanlardan men ve yasak etmek murat eyledikte; o melek,
Hak'kın emriyle o yerin damarını hareket ettirir. Ta ki
oranın halkı, o zelzeleden korkuyla kendilerine gelip, Hak Taâlâya
yöneleler ve itaatkâr olalar.
Bundan sonra yedi denizi yaratmıştır ki, en
küçüğü yerin çevresini, kaf dağının ötesinden
kuşatır. Onun nâmı bahr-i muhit olmuştur. Onun gerisindeki
ikinci denizdir ki, namı: Kaynes'tir. Onun ötesindeki üçüncü denizdir ki,
nâmı: Esam'dır. Onun ötesindeki dördüncü denizdir ki, nâmı: Muzlem'dir. onun ötesindeki beşinci
denizdir ki, nâmı: Mırmas'dır. Dnun ötesindeki altıncı
denizdir ki, nâmı: Sâkin'dir. Onun ötesindeki yedinci denizdir ki,
nâmı: Bâki'dir. Yedi denizin
sonuncusu odur. Bütün bu denizler, birbirini kuşatmıştır.
her birinin eni beşyüz yıllık yoldur. Hak Taâlâ, yeşil
cevherin artığından her iki deniz arasında, ilk denizle
yerin çevresi arasında ve yedinci denizin ötesinde birer yeşil kaf
dağı yaratmıştır ki, sayıları sekize yetmiştir.
Bu dağların her birinin eni beşyüz yıllık yoldur. Bundan
sonra Hak Taâlâ, kudretiyle, çadırla misali yedi dağı üzerine
yedi göğün kenarlarını kubbeler gibi kuymuştur. Sekizinci
kaf dağı ise, dünya göğünün içinde, bahr-i muhit ile yer
arasında hepsinden mücerre ve sade kalmıştır. Hak Taâlâ o
yeşil dağı, göğün içinden güneş
ışığı, ay e yıldızların nuruyla
aydınlatıp, şuaları kaf dağından havaya
aksettiğinden, renksiz hava yeşil renk gösterip, halk bunu göğün
rengi zannederler.
Hak Taâlâ, yedi göğün
her birisini, balıklar gibi binlerce çeşit yaratıkla dopdolu
etmiştir. Yedi göğün duvarı olan kaf dağının
ötesinde bir büyük yılan yaratmıştır. Yılan, büyük
dağı halkı gibi kuşatıp, başını
kuyruğu üzerine koymuştur. Kıyamete dek Hak Taâlâ'ya yüksek
savtıyle tesbih eder. Bu denizler ortasında yedi yer, bir gemi gibi
hareketli ve huzursuz iken, Hak Taâlâ bir büyük melek tayin etmiştir ki,
yerlerin etrafını kavrayıp, bir omuzu üzerinde sâki
kılmıştı. Sonra Hak Taâlâ, o meleğin ayağı
sağlam dursun için yeşil yakuttan bir büyük kare biçiminde kaya
yaratmıştır ki; onun en üst düzeyinde bin vâdi yaratıp, her
birini bir deniz ile ve her denizi binlerce çeşit yaratıkla
doldurmuştur. Daha sonra Hak Taâlâ, o kayayı sabit tutmak içi bir
büyük kırmızı öküz yaratmıştır ki, onun
kırkbin başı, kırkbin boynuzu, kırkbin ayağı
vardır. Her iki ayağı arası bir yıllık yoldur. Kayayı,
boynuzları ve sırtı üzerine yüklenmiştir. Bu öküzün
adı: Liyunan'dır. Sonra Hak Taâlâ, onun ayaklarını
sabitleştirmek için bir büyük balık yaratmıştır ki,
yedi deniz onun ağzında bir damla gibidir. Sonra Hak Taâlâ, o
balığın altında bir büyük deniz yaratmıştır
ki, büyük alık, bu büyük denizde sükûn ve karar etmiştir. Sonra Hak
Taâlâ, o denizi altıda, yedi tabaka cehennem yaratmıştır. O
büyük deniz, cehennem üzerinde sâkin olmuştur. Sonra Hak Taâlâ, yedi
cehennemin altında sert rüzgâr yaratmıştır ki, sair ve
sakar (cehennemin iki tabakası) onun üzerinde karar
kılmıştır. Daha sonra Hak Taâlâ, o rüzgârın
altında karanlık ve onun altında pere
yaratmıştır. Yaratıkların ilmi o perdeye dek
yetmiştir. Mülkünü ve mülkünde olanları Allah daha iyi bilir.
Yedi yerin durumlarını ve her tabakanın sâkinlerini, cehennemin yedi tabakasını ve her birinin isimlerini ve oralarda bulunanları ayrıntılarıyla bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki,
müfessirler ve muhaddisler ittifak etmişlerdir ki: Hak Taâlâ, kudretiyle
yerleri birbirinin altında yedi tabaka yaratmıştır. Her
yerin genişliği ve her iki yerin ara mesafesini beşyüz
yıllık yol edip, hava ile dolu eylemiştir. İlk
tabakanın nâmı: Dimka'dır. Kısır rüzgâr gibi
havası nâhoştur. Onda bi çeşit yaratık vardır ki,
Berşem nâmıyle meşhurdur. onlara hem hesap, hem azap
vardır. İkinci tabakanın adı: Celde'dir. Onda
cehennemlikler için azabın he türlüsü hazırdır. Buranın
kavminin ismi: Tamas'ıdr. Birbirlerini yerler. Üçüncü tabakanın
adı: Celde'dir. Onda cehennemlikler için azabın her türlüsü
hazırdır. Buranın kavminin ismi: Tamas'dır. Birbirlerini
yerler. Üçüncü tabakanın ismi: Arka'dır. Onda katır gibi
akrepler vardır ki, kuyrukları mızraklar benzeridir. Her birinin
kuyruğunda üçyüz boğum vardır ki, öldürücü zehir ile
dolmuştur. Onun sakinleri bir hasis taifedir ki onlara: Kabes derler. Onların
yiyeceği toprak, içeceği rutubettir. Dördüncü tabakanın
adı: Harba'dır. Onda dağlar gibi ejderhalar vardır ki,
kuyrukları uzun hurma ağacı gibidir. eğer birinin zehiri
bahr-i muhite karışsa, denizdeki yaratıkların cümlesi helak
olurlardı. Onun sâkinlerine: Cülhan deler. Onların ne gözleri, ne
ayakları vardır, ancak iki kanatları vardır ki, uçarlar. Beşinci
tabakanın adı: melsa'dır. kavminin adı: Muhtat'dır. Sayıları
hesaba gelmez. Biribirlerini yerler. Orada kükürtten dağlar gibi
taşlar vardır ki, kâfirlerin boyunlarına bağlayıp,
cehenneme bırakırlar. Altıncı tabakanın adı:
Siccin'dir. Cehennemliklerin amel defterleri oradadır. Sakinlerine:
Kutata derler. Cümlesi kuş şeklindedir. Lâkin elleri adam eli gibi,
kulakları öküz kulağı gibi, ayakları koyun ayağı
gibidir. Onlar, melekle gibidir; yemezler, içmezler, uyumazlar ve cinsî
ilişkide bulunmazlar. Daima Hak Taâlâ'ya ibadet ederler. Bir rivayette,
ateşliklerin ruhları, kıyamete kadar orada
hapsolmuşlardır. Yedinci tabakanın adı: Ucba'dır.
Kavminin adı: Cüsum'dur. Cümlesi kısa boylu, siyah habeşli gibidir.
Elleri ve ayakları, yırtıcı hayvan pençesi gibidir. Ye'cüc
ve Me'cüc'ü onlar helak etseler gerektir. Halen, lânetlenmiş İblis,
taraftarlarıyla onda sâkindir. Kendisi bir taht üzerinde oturur.
Yandaşları etrafında saf saf durup, her biri yeryüzünde
insanoğlunu sapıtmakla ettikleri fesat ve fitneleri, İblis'e arz
ederler. Onlardan her kimin şer ve fesadı çok ve büyük ise;
İblis onu yanına alıp, sahte övgüler düzüp, iltifat ederek
yakınlarından sayar. Hak Taâlâ, Ümmet-i Muhammed'i onların
şerlerinden korusun. Amin. Anlatılan bu yerin ortasında
karanlıktan bir perde vardır.
Bu yedi tabaka yer, büyük bir meleğin omuzunda karar
kılmıştır. Hak Taâlâ, yedi yer altında bulunan
yeşil kaya, kırmızı öküz, büyük balık ve büyük
denizden aşağıda kendi haşmetinden yedi tabaka cehennem
yaratmıştır ki, birbirinden aşağıdadır. Her
tabakanın arası beşyüz yıllık mesafedir. Cehennemin
yedi kapısı vardır ki, her birinin içinde ateşten
yetmişbin dağ vardır. Her dağda ateşten yetmişbin
vâdi vardır. Her bir vâdide
ateşten yetmişbin kale vardır. Her kalede ateşten
yetmişbin ev vardır. Her ev içinde ipler, sandıklar, tokmaklar,
topuzlar, zincirler, bukağılar, köpekler, yılanlar, zehirli
akrepler, kaynar ve irinli sular, zehir ve zakkum emsali bin türlü azap
vardır. Onda kara yüzlü, gök gözlü zebani melekleri vardır ki,
cümlesi sağırdır ve onlarda merhamet duygusu
yaratılmamıştır. Öyle çoktur ki hesabı yoktur. Hak
Taâlâ, zebanilere bir büyük ve heybetli melek vekil etmiştir ki, ona Mâlik
derler. Yedi cehennemin hâkimi ve kapıcısı odur.
İlk cehennemin adına: Cehennem derler ve
azabı, ötekilerinden hafif, daha zariftir. Bu, Muhammed Ümmetinin âsileri
için yapılmıştır. İkinci tabakanın adı:
Sair'dir. Hıristiyanlar onda
eserdir. Üçüncü tabakanın adı: sakar'dır. Yahudiler için
kararlaştırılmış ebedî duraktır. Dördüncü
tabakanın adı: Cahim'dir. Mürtedler ve şeytanlar için azabı
elimdir. Beşinci tabakanın adı: Hutame'dir. Gayya kuyusu
ondadır. Ye'cüc, Me'cüc ve kâfirlerin yeridir. altıncı
tabakanın adı: Leza'dir. Puta tapanlar, ateşe tapanlar ve
sihirbazlar için hazırdır. Yedinci tabaka ki, ta diptedir ve
adı: Haviye'dir. O, mülhitleri, zındıkları,
yalancıları ve münafıkları kucaklayıcıdır.
onun ateşi, harareti, azap ve şiddeti hepsinden üstündür. Cehennemin
tabakalarının tümü, yedibin tabakadan ziyadedir. (Allahım, bizi
cehennem azabından koru; affınla ey
bağışlayıcı!)
Alem ağacının meyvesi olan Adem aleyhisselâmın ruhu, cümleden önceyken, cümleden sonra ortaya çıkmasını ve cennete çıkmasını ve oradan inmesini; zürriyetiyle yeryüzünün imaratını ve onun neslinden Habib-i Ekrem Muhammed sallallahü taâlâ aleyhi ve sellem hazretlerinin doğuşunu, onun şeriat ve efendiliğinin bâkî olduğunu bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki,
müfessirler ve muhaddisler ittifak ile demişlerdir ki: Hak Taâlâ, ruhlar
âlemini yaratıp, ikibin yıl kadar müddetten sonra cesetler âlemini
dahi icat eyleyip, altı günde arş-ı âlâdan karanlık ve
perdeye varıncaya dek cümlenin tamamiyle nizamını
vermiştir. Sonra kendisine yakın melekleri arş-ı
azamın ayağında iskân edip, korkan ve saf tutan melekler için
arşın çevresini mekan eylemiştir. Diğer kerim meleklerin
mertebelerince her zümresine belirli bir makam ihsan edip; bir
sınıfını kürsüde, bir sınıfını sidrede,
bir sınıfını liva-yı hamd altında ve daha birçok
sınıflarını cennette huri ve gılmanlar ile iskân
eylemiştir. Meleklerin nice bin sınıflarıyle gökler,
yerler, denizler ve cehennemler dolmuştur. Onları, yerlerde ve
denizlerde olan yaratıklarına hizmetçi kılmıştır.
Cehenneme dolan melekler zebaniler olmuştur. Mücerret ruhlar, bölük bölük
askerler olup, gökleri ve yerleri kuşatmış olan İsrafil'in
surunun içinde, her zümre mertebesince makamını bulmuştur. Çünkü
Hak Taâlâ, gökleri ve yeri yarattığı gün, cisimler âleminin her
semtini arş-ı âlâdan en aşağı perdeye varıncaya
dek melekler, ruhlar, cisimler, yaratıklar ile dopdolu
kılmıştır.
Bu dünyayı dahi yani
yeryüzünü hem çeşitli yaratıklardan hâli koymayıp, o vakitte
çıplak zeminin bütün vâdilerinde ve dağlarında darı
bitirip, bütün yeryüzünü iyice doldurdukta; kudretiyle bir tavus kuşu
yaratıp, dünya dolusu darıyı ona rızık etmiştir. Bundan
sonra tavus kuşu, kendisine verilen rızkı yıllarca yiyip,
on adet vâdide darı kaldıkta; korkusundan günde on tanesini yerinden
kaldırırdı. Bir zaman sonra bir vâdi darı
kalmıştır. Bu durumda kuş, günde bir tane ile kanaat
etmiştir. Ta ki, kendisine ayrılan rızık bittikte;
kuşun eceli gelmiştir. Bir kere fikrolunsa ki, bu köhne dünya ne
zamandan beri bu nizamı bulmuştur. Ve nelerden geri
kalmıştır; akıl sahiplerine son derece ibret tevhası
olmuştur. Bundan sonra Hak Taâlâ, hikmetiyle bu yeryüzünde renksiz ve
dumansız ateşten cinleri yaratıp, Mearic ismiyle dahi
isimlendirmiştir. Mearic, cinlerin
babasıdır. Ondan eşini yaratıp, Mearice nâmıyle ad
vermiştir. Onların evlenmesinden cin taifesi doğup, nice yüzbin
kabile vücuda gelmiştir. Lanetlenmiş İblis, onlardan peyda
olmuştur. Cin taifesi o derece çoğalmıştır ki,
yeryüzünü doldurmuştur. Onların aslî suretleri insan suretindedir.
Melekler gibi lâtif cisimli olduklarından, murat ettikleri suretlerde
teşekkül ederler. Onların zürriyeti çok olduğundan yeryüzüne
sığmayıp, lânetlenmiş İblis, çocuklarıyla dünya
göğüne çıkıp, onda sakin olmuştur. Bütün cinler, gece ve
gündüz Allah Taâlâ'ya ibadet edip, asla âsi olmazlardı. Böylece yedibin
sene geçtikten sonra yeryüzünde kalanları, türlü bozgunculuklara ve kan
dökmeye başladılar. İtaatı terk edip, isyan işlediler.
Bundan sonra Hak Taâlâ, her yüz yılda bir kere kendilerinden peygamber
gönderdikçe; onu helâk edip onikibin senede yüzyirmi peygamber
katletmiş8lerdir. Bundan sonra Hak Taâlâ, onlara hışmedip, dünya
göğünde sakin olan iblis'i çocuklarıyla yeryüzüne gönderip, yerde
olan cinleri bir yere topladıkta; gökten bir ateş inip; cümlesini
yakmıştır. "Gökten gönderdiği iblis soyunu
denizlerdeki adalarda iskân edip, İblis, Allah'a gayet itaatkar ve boyun
eğici olduğundan, onu yedinci göğe
kaldırmıştır. İblis, ilahî dergahta makbul olmuş,
allah onu cennete sokmuştur. Yeryüzü boş kalmasın için, dünya
göğünden melekler indirip, iskân etmiştir. Onlar da, hak Taâlâ'ya
ibadetle meşgul olup, bin yıl dahi bu minval üzere gitmiştir ki,
cinlerin babası Mearic yaratılalıdan beri yılların
sayısı yirmibin yıla yetmiştir.
Bundan sonra Hak Taâlâ,
âlemin efendisi, insanların babası olan Hazreti Adem
aleyhisselamı yaratmak murat eyledikte; Azrail aleyhisselamı
gönderip, yeryüzündeki yedi iklimden toprak aldırmıştır. Cebrail
aleyhisselamı gönderip, o, kuru toprağı kırk gün
yoğurmuştur. Bundan sonra Hak Taâlâ, o çamuru en güzel biçim üzere
Numan vâdisinin içinde şekillendirmiştir. Kendi ruhundan onun
başına üfleyip, yeryüzünde onu meleklerin secde yönü ve insanlara
peygamber etmiştir. Bütün melekler ona secde eyledikte; İblis, buna
"hayır" deyip, secde etmediği için lânetlenmişlerden
ve kovulmuşlardan olmuştur. Kıyamete kadar da mühlet
almıştır. Sayısız zürriyetiyle Adem'in zürriyetine
tasalluta fırsat bulmuştur. İnsanoğlunun bedeninin her
yerinden girip, damarlar içinde kan gibi akıp, yoldan çıkarmaya
çalışır. Lâkin hiç kimseyi cebren âsi ve kâfir edemez. Ancak
ibadetleri acı ve zor, günahları lezzetli ve kolay göstermekle
vesvese eder. Hak Taâlâ, cümlemizi onun şerrinden korusun. Amin!
Hak Taâlâ, Adem peygamber aleyhisselamı yeryüzünde
yarattıktan kırk yıl sonra onu göklere kaldırıp,
firdevs cennetine sokup, cennet elbiseleri giydirip, çok nimetler ihsan
etmiştir. Ona, bir nimeti verdikçe: "Bu nimetle kanaat eder
misin?" deyip, Adem aleyhisselama hitap etmiştir. O dahi: "Kâni
değilim ya Rabbi!" diye cevap vermiştir. Ta ki, Adem
aleyhisselama bir gaflet verip, sol kaburga kemiğinden Hazreti Havva
anamızı yarattıkta; Adem, gözünü açıp, görmüştür ki,
yanında kendi benzeri bir sevimli insan oturmuştur. Böylece onunla
sohbet, ülfet ve vuslat hâsıl oldukta; Hak Taâlâ, yine hitap edip
buyurmuştur ki "Ey Adem! Bu nimetimle nicesin?" O dahi cevap vermiştir ki: "Ya Rabbi! Hesapsız ynimetinin denizine
batmışımdır. Bu nimetini, cümleden büyük bulmuşumdur. Bununla
kanaat kılmışımdır. Çünkü Havva ile sükûnet bulup,
ülfetiyle ünsiyet kılıp, ondan kâm almışımdır. Bundan
gayri ikrama hacet kalmayıp, bu ihsanının şükür ve
sürûruyla dolmuşumdur." Bundan sonra Hak Taâlâ, ona: "Ey Adem!
Havva ile cennetimde sâkin olup, her nimetten lezzet alasınız. Ancak
buğday ağacına yakın gelmeyesiniz. Ondan yiyip, bana âsi
olmayasınız," diye tenbih buyurmuştur. Bu minval üzere
hazreti Adem, Havva ile bin yıl kadar cennet safalarını
sürmüşlerdir. Bundan sonra Adem babamız, Havva anamızın
sözüne uyup, buğday ağacından alıp, ikisi de yedikte; Hak
Taâlâ aleyhisselam, Hindistan'da yüksek bir dağ üzerine inmiştir. İkiyüz
yıl o dağda ağlayıp, tevbeye meşgul oldukta; tevbesi kabule
yetmiştir. Havva anamız dahi, adem babamızı isteyip ikiyüz
yıllık hasretle Arafat dağı üzerinde kavuşmak müyesser
olmuştur.
İki canibden ol iki
müştak
İkisi bile
mübtela-yı firak
Birbirine heman
eriştiler
Ağlaşıp,
sarmaşıp, görüştüler.
Bundan sonra Şam'a
gelip, onda kalıp, Habil ve Kabil orada dünyaya gelip, yine Hindistan'a
gitmişlerdir. Ömürlerinin süresi ikibin sene oldukta; hazreti Adem
aleyhisselam Serendib adasında; ondan kırk yıl sonra hazreti
Havva Cidde'de vefat etmişlerdir.
Bundan sonra Adem ile
Havva'nın zürriyetleri yeryüzünü meskûn ve mamur etmişlerdir. Hazreti Adem
aleyhisselamın neslinden ice bin kimseler nübüvvete ermişlerdir.
Hazreti Adem'den altıbin sene geçtikte; Mekke-i Mükerreme'de hazreti
İsmail evladından, Kureyş Kabilesinden, Haşim
Oğullarından Abdullahl'ın sulbünden Muhammed Mustafa sallallahü
taâlâ aleyhi ve sellem hazretleri dünyaya gelip, kırk sene velayet
zevkiyle safalar sürmüştür. Kırkbir yaşında bütün insanlara
ve cinlere peygamber olup, onüç sene Mekke'de kâfirlerden cefalar
görmüştür. Mekke'de mağlûp iken, Medine'ye hicret etmiştir.
Hicretin onuncu senesi Mekke4ye galip gelip fethederek, yine Medine'ye
gitmiştir. O seni Medine'de yaşı altmışüç yıla
yetmiştir. O sene de Medine'de vefat
etmiştir. Bizim Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem odur ki:
Peygamberlerin sonuncusudur, ondan sonra peygamber gelmez, şeriatı
kıyamete dek bâkidir; ortadan kaldırılmaz,
değiştirilmez, hükümleri bozulmaz. Hicretten bu zamana gelinceye dek
ay senesine göre tarih, binyüz yetmişe, yetmiştir. (H. 1170 / M.
1756). Şu halde zamanın sonu olup, dünyanın ömrü geçip
gitmiştir. Kıyamet yakın olup; edep, haya, sevgi, vefa,
doğruluk ve safa yitmiş ve batmıştır. Zira ki
Peygamberimiz sallallahü taâlâ aleyhi ve sellem hazretlerinin haber
verdiği kıyamet şartlarının nicesi zuhur
etmiştir. (Ey Allahım! Ahirzamanın fitnesinden bizi koru. Bizi
şehadet ve iman ile dünyadan çıkar; rahmetinle ey Rahman ve Rahim
olan Allah!)
Kıyametin şartlarını, kıyametin alâmetlerini, surun üfürülüşünü, zelzele ve insanların perişanlığını, yaratıkların helakini ve göklerin harap olmasını bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki,
sadece muhaddisler ittifak etmişlerdir ki: Kıyametin
şartları ve kıyametin alâmetleri iki çeşittir. Biri gizli
alâmetler, biri de açık alâmetlerdir.
Gizli alâmetler:
İnsandan izzet, hürmet, muhabbet, şefkat, edep, haya, cömertlik, ahde
vefa, doğruluk, safa, dostluk, takva, şeriatın yürürlükten
kalkması gibi. Şehirlerde mescitlerin çoğalması ve cemaatin
azalması, binaların yüksek olması, elbiselerin incelmesi,
kadınların ve çocukların hakimiyeti ele geçirmesi,
kadınların erkekler, erkeklerin kadınlara benzemesi,
homoseksüelliğin ve kadınlar arasında seviciliğin
yaygınlaşması, eşyanın bereketinin azalması,
akraba ziyaretinin ve şeriata uygun alış-verişin kesilmesi,
kötülerin hürmet görmesi, iyilerin hakir görülmesi, cariyelerin efendilerini
doğurması, kan dökülmesi, fisk ve fücurun artması ve kabirlerin
süslenmesi gibi işlerdir ki, bunlara kıyametin şartları
dahi derler.
Açık alâmetler: Kıyametin açık alâmetleri ondur.
1- Deccalın
çıkışı.
2- Üç gece üstüste ay
tutulması.
3- Üç sene boyunca yedi
iklimde kıtlık olması.
4- Büyük bir dumanın
her tarafı kaplaması.
5- İsa
aleyhisselamın Şam'daki beyaz minare üzerine inip, Deccal'ı
öldürerek, Şeriat-ı Muhammediyye ile amel etmesi.
6- Resul-ü Ekrem'in
soyundan Mehdi çıkıp, kırk yıl adâlet üzere gidip, Hazreti
İsa aleyhisselamı bulması.
7- Dâbbe-tül-Arz'ın
vücuda gelmesi.
8- Ye'cüc ve Me'cüc'ün
İskender seddinden çıkarak, yedi iklimi istilâ etmesi.
9- Hazreti İsa
aleyhisselamın Mekke-i Mükerreme'ye gelip, buradan ahirete gitmesi; bundan
sonra da Kâbe'nin yıkılması.
10- Güneşin
batıdan doğup, orada dolanması.
Bu şartların ve
alâmetlerin ortaya çıkmasından sonra misk ve anber kokusu gibi serin
ve temiz rüzgâr esip, müminlerin ruhları bu rüzgârın
tatlılığıyla çıkar. Bundan sonra Kur'an-ı
Kerim'in hükümleri yeryüzünden kalkıp, halkın cümlesi cehalette
kalır. Yüz yıl dahi öyle gider.
Müfessirle dahi ittifak
etmişlerdir ki: Bütün bunlardan sonra Hak Taâlâ, İsrafil
aleyhisselama suru üfürmekle emreder. Hemen o an surun narasının
heybetinden yedi gökte ola meleklerin ve yedi yerde olan yaratıkların
cümlesi, kıyamet koptu sanıp, yüzleri üzere düşüp, kendilerinden
geçerler. Gökler ve yerler titreyiş ve sarsıntıyla düşüp,
yıldızlar dökülür. Saçlar, sakallar ağarıp, hamileler
doğurup, insanların cümlesi kendinden gidip, sarhoşlar misali
kalırlar. Bu, surun ilk üfürülüşüdür ki, ondan bu heybetleri
alırlar. Kırk yıl dahi bu minval üzere gider. Bundan sonra Hak
Taâlâ, İsrafil aleyhisselama yine sura üfürmekle emreder. Bunun üzerine o
dahi ikinci üfleyişte suru öyle güçlü üfler ki, şiddetinden bütün
dağlar o demde düzlenerek yerlerinden kopup, havaya çıkıp,
atılmış pamuk gibi bulut olurlar. Yedi gök, pare pare olup,
yeryüzüne su gibi eriyip dökülürler. Denizlerin suyu kupkuru olup, güneş
ve ayın ışığı gidip, kapkara olurlar. Cihanı
karanlık kaplayıp, arş-ı âlâdan
aşağıların aşağısına belki perde
altına dek, her ne kadar yaratık ve melek varsa cümleten helâk olup,
fena bulurlar. Ancak Allah'a yakın meleklerden sekiz melek kalırlar. Onlar;
Cebrail, Mikail, Rıdvan ve Azrail'dir. Öteki dördü; arşın
taşıyıcılarıdır ki, birisi İsrafildir. Bundan
sonra Azrail aleyhisselam, o yedi meleğin dahi ruhlarını
kabzeder. En son kendi ruhunu kabzederken bir çığlık atar ki,
narasının sadası gökleri geçip, yerlere gider.
Şu halde her can,
ölümü tadıp, yok olur. İki âlemde bir kimse kalmayıp, ancak
Celal ve ikram sahibi olan Allah Taâlâ kalır. Bu âlem, harap, boş,
tenha virane gibi, kırk yıl daha bu durum üzere kalır. Ve kimse
olmadığından yine kendisi: "Her şeye galip olan tek
Allah'ın!" (40/16) deyip, kendi
kendisine cevap eder.
Surun üçüncü üfürülüşünü, ölülerin diriltilişini, cesetlerin haşrini, amel defterlerini, hesabı, mizanı, sırat köprüsünü, arafı özet olarak bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki,
müfessirler ve muhaddisler ittifak etmişlerdir ki: Hak Taâlâ, yeryüzünü
şiddetli bir rüzgâr ile dümdüz edip, Şam sahrasının
hizasında mahşer yerini yüzbin yeryüzü kadar geniş eder. Arş
altındaki hayat denizinden kırk gün devamlı olarak insan menisi
gibi bu dünyaya yağmur iner. Bütün yeryüzü deniz gibi doldukta; çamur
tabakasında toprak olan insan ve hayvan bedenlerinin tümü, o yağmuru
çekip, bütün parçaları bir yere gelip, her ceset evvelki görünümünde olup,
yeryüzünde bakla gibi biter. Her beden, kendi olgunluğuna yeter.
Sonra Hak Taâlâ, en son ölen sekiz meleği diriltip, İsrafil
aleyhisselama: "Suru üfle!" diye emreder. O dahi, üçüncü
üfleyişi öyle zarif ve lâtif üfler ki, surun içinde sakin olan ruhlar, o
demde ufuklara yayılıp, her can kendi kafesini bulur. Nasıl ki,
koyun sürüsü içinde her kuzu kendi anasını bilir; bunun gibi her can
kendi cismini bilip ve bulup onunla kalır. İlk ve son yaratıklar,
melekler, huriler, insanlar, cinler, şeytanlar, deniz hayvanları ve
her hayvanları, bütün haşereler, kıyametin bir anında
tamamen ruh bulurlar ve mahşer yerine her taraftan toplanırlar.
Peygamberlere, velilere, âlimlere ve salihlere cennetten elbiseler ve buraklar
gelip; giyip ve binip, arşın gölgesine gidip, minber ve kürsüler
üzerinde rahat ve selametle otururlar. Geri kalan yaratıkların
cümlesi, aç, susuz, başları açık, çıplak, yalınayak
yürüyerek, düşe kalka arasat meydanına gelip, mahşer yerinde
haşrolurlar. Sıklaşıp, ayak üzerinde dururlar. Tepelerine
güneş, bir mil miktarı yakın olup, hararetten çok ter dökerler.
Kimi topuğuna, kimi dizine, kimi göğsüne, kimi boğazına dek
ter içinde kalırlar. Niceleri ter denizinde gömülürler.
Cehennemi, yeraltından mahşer meydanına
yetmişbin saf zebaniler getirirler. Mahşer halknı, halka gibi
kuşatırlar. Mahşer halkı, ellibin yıl kadar
hesabı beklemekle o halde sıkıntı içinde kalırlar.
Dünyada, Kiramen kâtibin; yazdığı amel defterlerini sahiplerine
verirler. Müminlee ve itaatli olanlara sağdan, kâfirlere ve bozgunculara
soldan verirleri. Hak Taâlâ, bütün yaratıklarına orada
vasıtasız kelam söyler. Kıyametin bir anında hepsinin
hesabını görüp; kimine hitap, kimine itap eyler. Hak Taâlâ, mazlumun
hakkını zâlimden alıp, zâlimin hasenâtı varsa mazluma verir;
yoksa, mazlumun günahlarını zâlime yükler. Hesaptan sonra
hayvanları toprak eder. Kâfirer, hayvanlara gıpta edip, keşke
biz de toprak olaydık, derler.
Mahşer yerinde, iki direk üzerinde, bir büyük terazi
kurulur ki, her bir direğinin uzunluğu beşyüz yıllık
yoldur. Her kefesi yeryüzü kadar boldur. Bu terazi ile mahşer gününde
iyilikleri ve kötülükleri ölçerler. İyilikleri ağır gelenler
cennete, kötülükleri ağır gelenler cehenneme giderler. Meğer ki,
Hak Taâlâ keremiyle kulunu affeyleye veya peygamberlerden, veya velilerden,
veya âlimlerden, veya salihlerden şefaat erişe: Eğer imanla
vefat eylemiş ise... Zira ki dünyadan imansız gidenlere cennet,
mağfiret ve şefaat olmaz ve hiç bir şekilde cehennemden kurtuluş
bulmaz. Eğer iman ile gidip, günahları ağır gelip,
mağfiret veya şefaat erişmedi ise; o, günahı kadar
cehennemde yanıp, ondan sonra cennete gider. Zerre kadar iman ile giden
elbette cehennemden çıkıp huzura erer.
Sırat köprüsü, kıldan ince kılıçtan
keskindir. Uzunluğu üçbin yıllık yoldur. Bin yıl yokuş,
bin yıl düz, bin yıl iniş yoldur. O, cehennem üzerine kurulup,
mahşer halkının cümlesi onun üzerinden geçip giderler. Kimi
şimşek gibi, kimi ok gibi, kimi seğirtir at gibi, geçerler. Kimi
günahlarını yüklenmiş yürür, kimi cehenneme düşüp yanar.
Cehennem ise feryat eder ki: "Ey mümin! Tez geç ki hakikatte senin nurun,
benim ateşimi söndürmüştür." Şu halde müminler selametle
sıratı geçerler. Kevser havuzundan içerler. Onda yıkanıp,
ayıp ve noksanlarını tekmil ederler. Cennete girip, herkes
mertebesince makamını bulur. Ebediyyen onda zevk ve safa ile
kalır. Zira ki cennetlikler, çeşitli nimetlerden zevk alırlar.
Mevla'ya kavuşmakla mest ve hayran olurlar. Gözler görmeyip, kulaklar
işitmeyip, hatırlara gelmeyen devletler bulurlar.
Cennetle cehennemin arasında kale duvarı misali
burç ve mazgalları yüksek bir büyük sur vardır ki, yüksekliği
beşyüz yıllık mesafedir. Genişliği nihayetsiz,
yapısı renkli cevherlere süslüdür. Ona araf adı verirler. Deliler, müşriklerin çocukları onun
üzerinde kalırlar. Cennet semtine bakıp, oradakileri nimetlenmiş
gördükte; arzu ile mahzun olurlar. Cehennem semtine bakıp, oradakileri
azapta gördükçe, kendi selametleriyle mesrur ve şükredici olurlar. Araftakiler,
bir rivayette ebediyyen onda karar edip, kâh mahzun, kâh sevinç ile kalırlar.
(Ey Allahım! Ey günahları örtücü! Bizi cehennem
ateşinden koru. Bizi, iyilerle beraber cennete koy, âhirette cemalini
görmeyi nasip eyle. Seçilmiş Habib'inin hürmetine bizi orada karar
kıldır. Amin. Ey affedici!)
Tenbih
Unutulmamalı ki,
buraya gelinceye değin yazılan satırların cümlesi, dini
işlerden olmakla; bunların hepsini kesin tasdik ve iman ile inanmak,
hepimize çok mühim ve çok gereklidir. Zira ki, bunlar din işlerinden, din
usulündendir. Bunları, aklî delillerle kıyas etmek caiz
değildir. Zira ki, insan aklı, bunları idrak etmekten yoksun ve
âcizdir.
Ancak bizim en yüksek arzumuz olan Mevla'ya kavuşmak
için kudretinin büyüklüğünü fikretmeye ve düşünmeye işaret ve
müjde olan Kur'an âyetleri ve Peygamber hadisleri ölçüsünce; âlemin tasviri, bu
miktarca açıklama ile bunda yetinilmiştir. Lâkin âlimlerin ileri
gelenlerinden ve velilerin büyüklerinden olan
araştırıcıların lideri, tedkikçilerin senedi Mevlana
Seyyid Şerif (Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun) hazretleri:
"Astronomi ilmi, göklerin ve yerin yaratılışını
düşünenler için en büyük Sanatkâr olan allah'ı tanımakta ne
güzel yardımcıdır!" buyurduğu için ve bütün ilimleri
kendisinde toplayan, bitmeyen feyz kaynağı İmam-ı Gazali
(Allah'ın rahmeti ona olsun) hazretleri: "Astronomi ve anatomi
ilimlerini bilmeyen, allah'ı tanımakta acze düşer,"
buyurup, anatomi ve astronomi bilginlerini duyurduğu için bir miktar
âlemin astronomik yapısından ve bir miktar insan anatomisinden dahi
yazılıp, açıklanmak münasip görülmüştür. Ta ki, mütalaasıyla
acze düşme durumundan uzaklaşıp, cehalet zindanından
çıkasın. İlim ve hikmet mahfeline girip, bilginler zümresine
giresin. Hikmetin özüne hulül edip, hakikatın zirvesine yükselesin.
Eşyanın hakikatına vâkıf olup, mânânın inceliklerini
bilesin. Cihanın sırlarına muttali olup, âlemin
durumlarını olduğu gibi bilesin. Kendini tanıma
olgunluğuna erip, ondan Allah'ı tanıma devletini bulasın.
(Ey vacib'ül-vücud olan Allah'ım! Ey hayırlar verici! Rahmetinin
nurlarını üzerimize saç! Seni kemaliyle tanımakta bize
kolaylık ver. Sen münezzehsin ey Allah'ım! Senin
öğrettiğinden başkasını biz bilemeyiz, senin
anlattığından başkasını anlayamayız. Senin
ilham ettiğinden başka marifetimiz yoktur. Sen, alimsin, hakimsin,
vecedsin, kerimsin, raufsun, rahimsin. Amin! Ey rahmetiyle yardımcı,
ey bağışlayıcıların en
bağışlayıcısı!)
ALEM-İ LAHUT LA HALA VELA MELA
1- Yerin altı
2- Arş-ı azam
3- Arşın
taşıyıcılarının makamı
4- Arş-ı
azamın sütunlarının sonu
5- Kürsünün
sütunlarının sonu
6- Ceberût âlemi
7- Kürsü
8- Ruhlar âlemi
9- Melekler âlemi
10- İsrafil'in suru
11- Sidre-i münteha
12- Kalem
13- Tuba ağacı
14- Levh-i mahfuz
15- Liva-yı hamd
16- Cennetin
kapıları
17- Melek perdeleri
18- Alevli deniz
19- Yayılmış
deniz
20- Taksim edilmiş
rızıklar denizi
21- Nimetler denizi
22- Kamkam denizi
23- Hayat denizi
24- Yedi gök
25- Gündüz cevheri
26- Gece cevheri
27- Beyt-i mamur
28- Yasaklanmış deniz
29- Dolu ve kar dağlar
30- Bulutlar
31- Kâbe
32- Kaf dağı
33- Yedi yerin taşıyıcısı
meleğin mekânı
34- Yeşil kaya
35- Kırmızı öküz
36- Balık ve deniz
37- Sırat köprüsü
38- Surun içinde ikinci berzah
39- Cehennemin kapıları
40- Katran kazanı
41- Zakkum ağacı
42- Birinci berzahın dibi
43- İkinci berzahın dibi
44- Veyl vâdisi
45- Karanlık ve perde
ALEM-İ LAHUT LA HALA VELA MELA
1- Yerin altı
2- Arş-ı azam
3- Arşın
taşıyıcılarının makamı
4- Arş-ı
azamın sütunlarının sonu
5- Kürsünün
sütunlarının sonu
6- Ceberût âlemi
7- Kürsü
8- Ruhlar âlemi
9- Melekler âlemi
10- İsrafil'in sonu
11- Sidre-i münteha
12- Tuba ağacı
13- Kalem
14- Levh-i mahfuz
15- Hamd dağı
16- Cennetlerin kapıları
17- Arafat suru (delilerin ve müşriklerin
çocuklarının yeri)
18- Peygamber
aleyhisselamın havzu
19- Cennet yolu
20- Sırat köprüsü
21- Yokuş
22- Düzlük
23- İniş
24- Sırat köprüsünün
sonu
25- Cehennem kapıları
26- Zakkum ağacı
27- Katran kazanı
28- Cehennemin
tabakaları
29- Gayya kuyusu
30- Veyl vâdisi
31- Güneş
32- Liva-yı hamd
33- Mahşer yeri
34- Makam-ı Mahmud
35- Peygamberlerin minberleri
36- Alimlerin kürsüleri
37- Amellerin terazisi
38- Amel defterleri
39- Sırat köprüsü
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |