3-Bölüm
:
Cennet altında olan perde melekleri, denizleri, hazineleri,
yedi göğü ve her gökte olan melekleri, güneş, ay ve
yıldızların hareketlerini, kâinatın durumu ve atmosferi
dört madde ile açıklar.
Yüksek cennetlerin
altında olan perde meleklerin çeşitlerini, denizleri, Hak'kın
hazinelerini, yedi göğün keyfiyetini ve he birinde sakin olan melekleri ve
onların şekillerini ve tesbihlerini bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, müfessirler ve muhaddisler ittifak üzere
demişlerdir ki: Hak Teâlâ yüksek cennetlerin altında güneş
ışığından yetmişbin perde icat etmiştir.
Onların altında ay ışığından yetmişbin
perde ortaya çıkarmıştır. Onların altında
karanlıktan yetmişbin perde yaratmıştır. Bütün bu
perdeler çeşitli meleklerden ibarettir. Onların altında taksim
edilmiş rızıklar denizi vardır. Onun altında nimetler denizi vardır. Onun altında su denizi
vardır. Onun altında hayat denizi vardır. Bütün bu
denizler, Hak'kın nimetlerinden kinayedir.
Bu denizlerin altında yedi gök vardır. Bu, çiçekli
nurdandır. Bir rivayette, kırmızı yakuttandır. Bunun
izmi ariba'dır. Meleklerle doludur. Buradaki melekler adam suretindedir.
Tesbihleri daima: "Sübhanallah ve bi hamdihi adade halkihi ve zineti
arşihi ve midadi kelimatihi"3 dir. Onlar Hak Teâlâ'dan gayri kimseyi
bilmezler. Birbirlerine dahi bakmazlar. Allah korkusundan ayakta durup,
kıyamete kadar ağlarlar. Bunlara mukarrabin melekler, ruhaniyyin
melekler, derler. Onların reislerinin ismi: Rakyail'dir. Bu, yedi
göğün bekçisidir. Bunların altında altıncı gök
vardır. Taze incidendir. Buranın ismi:
Raka'dır. Buradaki melekler oğlan suretinde, yüzleri gülden tazedir.
Hepsi Allah korkusundan rükûa gitmişlerdir. "Sübhane Rabbi külli
şeyin"4 tesbihini dillerine vird etmişlerdir. Reislerinin adı: Kemhail'dir. Bu,
altıncı göğün bekçisidir. Bunun altında beşinci gök
vardır. Kırmızı altındandır. Bunun ismi:
Dineka'dır. Buranın melekleri huri
suretindedir. Bunların hepsi Allah korkusundan oturup
kalmışlardır. Tesbihleri: "Sübhane hâlikunnur ve bi
hamdihi"5 olmuştur. Reislerinin ismi: Semhail'dir. Bu, beşinci
göğün bekçisidir. Bunun altında dördüncü gök vardır ki, beyaz
gümüştendir. İsmi: Erkalun'dur.
Buranın melekleri at suretindedir. Tesbihleri: "Sübhane melikil
kuddüsi Rabbena ve Rabbil melaiketi ver ruh"6 olmuştur. Reislerinin
ismi: Kakail'dir. Bu dördüncü göğün bekçisidir. Bunun altında üçüncü
gök vardır ki, sarı yakuttandır. İsmi: Mâun'dur. Bunun
melekleri kartal suretindedir. Tesbihleri: Sübhane'l-melik'el-hayyi'llezi ve lâ
yemût"7 kelimesidir. Reislerinin ismi: Safdail'dir Bu, üçüncü göğün
bekçisidir. Bunun altında ikinci gök vardıry ki,
kırmızı yakuttandır. ismi: Kaydum'dur. Buranın melekleri deve suretindedir. Tesbihleri:
"Sübhane zil izzeti vel ceberut"8 olmuştur. Reislerinin ismi:
Mihail'dir. Bu, ikinci göğün bekçisidir. Bunun altında birici gök
vardır ki, yeşil zebercettendir. İsmi: Berkia'dır.
Buranın melekleri öküz suretindedir. Tesbihleri: "Sübhane zil mülki
vel melekut"9 olmuştur. Buradakilerin
reisinin ismi: İsmail'dir. Dünya göğünün bekçisidir. Bu, büyük ve
güzel bir melektir ki, Mikail'in vekilidir. Yağmuru her yere taksim eden
odur. Yağmur damlaları onun hesabıyle iner ve bulutlar onun
sevkeylediği yere gider.
Yedi göğün
kırmızı altından hesapsız kapıları
vardır. Hepsi kilitlidir ve anahtarlarının ismi: Allahü
ekber'dir. Her göğün reisinin desturuyle kapılarını
kapıcıları açarlar. Yedi gökten her birinin
kalınlığı ve yüksekliği beşyüz yıllık
mesafedir. Her iki göğün arası beşyüz yıllık yoldur.
Unutmamalıdır ki, yukarıda işaret olunduğu üzere yedi
göğün tasnifini tekrarlamaktan murat, sayı ve mesafelerinin tayini
değildir. Belki Allah'ın kudretinin büyüklüğünü beyandan
kinayedir. Zira Allah'ın kudreti nihayetsizdir. Yedi göğün toplulukları
ve şekilleri sahih rivayetler üzere çadırlar misali olup, yerin
çevresinde bulunan ekiz kaf dağının yedisi üzerinde karar
etmişlerdir. Sekizinci kaf dağı, dünya göğünün içinde yeri
kuşatmıştır. Göklerin alt kısımları bu
dağlar üzere nihayet bulmuştur.
Yedi göğün altında, dünya göğüne bitişik
olan denizin içinde güneş, ay ve yıldızların
doğuş ve batışını ve bazı
durumlarını bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki,
bazı müfessirler ve muhaddisler demişlerdir ki: Hak Taâlâ, dünya
göğü altında ve ona bitişik bir su denizi
yaratmıştır ki, bu deniz, dünya göğünün içini kaplar. Bunun
dalgaları, hava üzerinde Hak'kın emriyle karar ve sükûnet
bulmuştur; bir damlası havaya düşmez. Allah, güneşi,
ayı ve yıldızları kendi arşının nurundan
yaratıp, bu su denizinin içinde balıklar gibi yüzücü eylemiştir.
Bütün yıldızlardan, güneşi daha büyük ve nurlu edip, bundan
sonra da ayı büyük ve nurlu etmiştir. Sonra Cibril aleyhisselâm
kanadıyla ayın yüzünü mesh edip,
ışığını yoketmiştir ki, nuru sönük olup,
gece gündüzden fark ola. Onunla senelerin sayısı ve ayların
hesabı malûm ola. Nitekim Hak Taâlâ Kelam-ı Kadim'inde
buyurmuştur: "Bir delil olan geceyi, kaldırıp, yine bir
delil olan gündüzü aydınlık kıldık." (17/12) Bunun
içindir ki, ayın yüzünde çizgiler gibi görünen siyah belirtiler nurunun
mahvolmasındandır. Hak Taâlâ bu deniz içinde, güneş için üçyüz
altmış kulplu elmas cevherinden bir araba yaratıp, güneşi
üzerine koymuştur. Her kulpu tutan bir elek yaratmıştır. Ta
ki onlar, güneşi arabasıyle o denizde doğudan batıya çekip
götüreler.
Hak Taâlâ ay için de
üçyüz kulplu, sarı yakuttan bir araba yaratmıştır. Ayı
onun üzerine koymuştur. Her bir kulpu kavramak için bir melek tayin
etmiştir. Ta ki onlar, ayı arabasıyla doğudan batıya
götüreler. Yine ay için lacivert cevherden altmış kulplu bir mahfaza
yaratmıştır ki, ona altmış melek tayin etmiştir.
Ay, arabasını yöneten melekler tarafından güneşten gün gün
uzaklaştırıldıkça, mahfazasını tutan melekler de,
aydan mahfazasını azar azar yaklaştırdıkça,
mahfazasını dahi öte taraftan gün gün yaklaştırıp, ay
güneşe yakın oldukta, mahfazasını tamamıyla ona
giydirirler. Bu minval üzere kıyamete kadar gider. Bunun içindir ki, ay
bazan kaybolur, bazan hilâl, bazan yarım, bazan da dolunay olur.
Yıldızların büyüklerine onar melek, küçüklerine
birer melek tayin olunmuştur. Ta ki, hakim ve güçlü olan Allah'ın
takdiri üzere onları, o denizde hareket ettirip, belirli vakitlerinde
doğdurup batırırlar. Kaf dağının gerisindeki o
deniz içinde, yıldızların her birini yine kendi doğuş
yerlerine götürürler. Gökte kayan ateş parçalarıyla, oralarda kulak
misafiri olan şeytanları taşlarlar ve yakarlar.
Hak Taâlâ kudretiyle güneş, ay ve yıldızlardan
ancak beşi için yerin iki tarafında müteaddit doğuş ve
batış yerleri yaratmıştır. Bunun içindir ki, bunlara
yedi gezegen derler. Bunlar, her gün başka bir yerden doğup,
başka bir yere batarlar. Güneş için doğu tarafında kaynayan
siyah balçıktan yüz seksen ateş çıkartıp, batı
tarafında da siyah balçıktan çıkan yüz eksen kaynak var
etmiştir ki şiddetli ateş üzerinde kaynayan kazanlar misali
kaynarlar.
Güneş, aziz ve alim olan Allah'ın takdiriyle, altı
ay boyunca her gün yeni bir doğuş yerinden doğup, yeni bir
batış yeri içinde batar, Altı ay sonunda yine önceki
doğuş ve batış yerlerine döner. Senenin bitiminde
tekrarına gelir. Seni boyunca güneyden kuzeye, kuzeyden güneye kayarak
hareket eder. Bunun için, kışın güneşin doğuş ve
batış yerleri güneyde olup, yaz günlerinde kuzey yönünde doğar
ve batar. Ta kıyamete dek bu minval üzere gider. Eğer bu
yakıcı güneş ışınları, o deniz içinden
süzülmeyip doğrudan havaya gelseydi; o bize yakın olup, yeryüzünde
bulunan yaratıklar tümden yanarlardı. Eğer güzel ayın nurlu
yüzü, o denizle örtülü olmayıp, açıktan müşahede olunsaydı;
cihan halkı, ayın güzelliğine meftun ve hayran olup, onu
Tanrı edinirlerdi diye haber ve vârit olmuştur.
Geceyi, gündüzü,
güneşin secdelerini, ay ve güneş tutulmalarını bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, müfessirlerin ve muhaddislerin büyük
çoğunluğu demişlerdir ki: Her gün, güneşin batma vakti
olduğunda gece için tayin olunan melek, gecenin siyah cevherini, gökten
doğu tarafına asıp; tedricen ufuklardan gündüzün beyaz cevherini
kaldırır. Ta ki, gecenin cevheri ufukları kuşatıp,
gece karanlığı olur. Güneşin nuru battıkta; ona vekil
olan melekler, onun gökten göğe süratle kaldırıp, iki saat
miktarı zaman içinde arş-ı azam altına götürürler. Burada
güneş, cihanın Rahman'ına secde edip, melekler dahi onunla
secdeye giderler. Cibril-i emin aleyhisselam, arşın nurundan, güneşe,
bir günlük nurdan elbisesini giydirir. Bundan sonra gecenin saatleri tamam
oldukta; güneşin doğuşundan iki saat önce, gündüz için tayin
olunan melek, gündüzün beyaz cevherini göklerden doğu tarafına
asıp, yavaş yavaş ufuklara gönderip, yaydıkça, gecenin meleği
de, gecenin siyah cevherini yavaş yavaş göğe kaldırır.
Ta ki, gündüzün cevheri, ufukları kuşatıp, cihan
aydınlık olur. Güneş melekleri dahi, güneşi, gökten
göğe süratle indirip, iki saatte önceki doğma yerine getirirler.
güneş doğdukta; tayin edilmiş olan üçyüz altmış
güneş meleği, tesbih ve tehlil ederek doğup,
kanatlarını yayarlar. Güneşi, o günün saat ve dakikaları
miktarınca hareket ettirip, batıya götürüp giderler. Bu minval üzere
güneş, batış yerinde batıp, doğuş yerinden
doğarak, kıyamet oluncaya değin böyle gelip gider. Kıyamet
gününde üç gün miktarı durup, dördüncü gün battığı yerden
doğsa gerektir. Bu durum, kıyamet şartlarının en
meşhuru ve kıyamet alâmetlerinin en büyüğüdür ki, bundan sonra
tevbeler kabul olmaz, küfür ve isyandan pişmanlık yarar
sağlamaz.
Hak Taâlâ, güneş ve ay tutulmaları için belirli vakitler
tayin etmiştir ki, yeryüzünde bulunan kulları, ayın ve
güneşin değişmesini görüp, uyanarak, kendisine tevbe edeler ve
yöneleler. Güneş tutulması vakti geldikte; güneş,
arabasından düşüp, göğe doğru denizin derinliklerine gider.
Eğer tamamıyle düşerse, güneş tam tutulup,
yıldızları örten ışığı kalmayıp,
büyük yıldızlar meydana çıkar. Eğer yarısı denize
düşerse, düştüğü kadarı tutulur. Güneş tutulması
durumunda güneş melekleri iki fırka olur. Bir fırykası,
tesbih ederek, onu arabasından yana çekerler. Bir fırkası dahi
tesbih ederek, arabayı güneşten yana yaklaştırırlar.
Bu esnada yine güneşi batı tarafına alıp giderler. Ta ki,
iki üç saat miktarı zamanda, önceki gibi arabası üzerine koyarlar.
Böylece güneşi, âleme ışık vererek battığı
yere yederler. Aynen bunun gibi, ay tutulması vakti geldikte; ay,
arabasından denize ya tamamı, ya yarısı düşüp, bu olay
süresince ay tutulması hasıl olur. Onun melekleri de iki fırka
olup, tıpkı güneş tutulması vaktindeki minval üzere hareket
ederek, ayı arabasına koyarlar; ay tekrar parlayıp,
karanlık geceyi ışıklandırır. Melekler onu
alıp, battığı yere götürürler.
Ay ve güneş tutulmasının faideleri vardır.
Biri budur ki, güneş ve ayı tanrı edinenlerin sözlerinin
çürüklüğü ortaya çıkar. Zira, değişikliğe uğrayan
nesne, tanrı olamaz. Biri dahi budur ki, ay, ayın son üç gününde
güneşin ışığından kurtuldukta; görünmez
olduğu ve tam dolunay halindeyken tutulduğu; bunun da kemale ermenin
noksana yakınlaşmak olduğunu gösterdiği, çünkü her kemalin
bir zevali olduğunun kaçınılmazlığıdır.
Şu hale emniyette bulunan kemal sahiplerine, belâdan emniyet
olmayıp, hazreti Hak'ka yönelmek lâzımdır. Nitekim Habib-i Ekrem
sallallahü aleyhi ve sellem: "Emniyeti bekleyerek belâda olmayı,
emniyetteyken belâdan sakınmaktan daha çok severim. Çünkü Allah bir kuluna
ancak belâ için emniyet verir," buyurmuştur.
Güneş ve ay tutulmasının bir faideleri dahi budur
ki; kıyamet gününde yüzlerin beyaz ve siyah omalarıı
hatırlayıp, kulun tedarikli olması her dem Hak'kın
rızasını gözetmesidir.
Güneş ve ay tutulmalarını görenlerin, tevbe ve
istiğfarla Allah'a yönelmeleri lâzım olur.
Kâinatı bazı
durumlarını ve atmosferi bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, müfessirler ve muhaddisler
demişlerdir ki: Hak Taâlâ, yukarıda anlatılan denizin
altında olan hava denizinin ortasında, yerle gök arasında bir su
denizi daha yaratmıştır. Ona yasak deniz, derler. Onda,
balıklar gibi çeşitli yaratıklar yüzüp, gezerler. Bu denizin
suyuyla Nuh Tufanı olmuştur. Nuh kavmi onunla helâk bulmuştur.
Hak Taâlâ, yağmur indirmek murat eyledikte; gökler üzerinde ola
rızıklar denizinden belli vakitlerde, taksim edilmiş
rızıkları göğe indirir ve yasaklanmış denize
ulaştırır. Ondan rüzgâra yükleyip, bulutlara bildirir. Ta ki
rızıklarla donatılan suyu, kalbur misali eleyip, yağmur
damlaları eyleye. Ondan hem damlayı, Hak'kı emriyle bir melek
indirip, kendi mevziine koyar. Çünkü melekler, nurdan
yaratılmıştır, onun için yağmur indirmek gibi
işlerde birbiri üzerine yığılmayıp,
ışık şuaları gibi birbirinden geçerler. Gökten yere
inen her yağmur damlası, ölçülü, tartılıdır; karaya ve
denize yararı çoktur. Eğer, yağmur damlası rızık
ile donanmış ise, ondan kara nebatlar hasıl olur, denizde
incilere ulaşır. O halde rızıklar, denizden yağmur
denizine, orada bulutlara, onlardan da karaya ve denize iner. Hak Taâlâ,
atmosferde, yani hava denizinin içinde kardan ve doludan nice yüzbin
dağlar yaratmıştır. Yerin bir tarafına kar, bir
tarafına dolu gönderecek oldukta; bunlara vekil olan Mikail aleyhisselama
emreder. O dahi vekili olan İsmail adlı meleğe emredip, murat
eylediği yere, istediği kadar her tanesini bir melek koyar. Nitekim
Hak Taâlâ: "Görmedin mi ki Allah, bulutları sürüklüyor; sonra
bulutların arasını topluyor, sonra onu bir yığın
haline getiriyor. İşte görüyorsun ki, yağmur bunların
arasından çıkıyor. Allah, gökte dağlar halindeki
birikintilerden dolu indiriyor da, dilediği kimseye bununla musibet
veriyor, dilediğinden de onu bertaraf ediyor. Şimşeğin
parıltısı neredeyse gözleri alıverecek." (24/43),
buyurmuştur.
Hak Taâlâ, yeşil cevherden suyu yarattıkta; onun
buharından rüzgârı yaratmıştır. Yer ve gök
arasında olan rüzgâr üç kısımdır. Birisi kısır
rüzgârdır ki, Ad kavmine gönderilmiştir. Birisi kara rüzgârdır
ki, yıldızlar denizini, yağmurlar denizini, kar ve dolu
dağlarını yüklenip, atmosferde tutmuştur. Üçüncü rüzgâr,
yerdekilerin rüzgârıdır ki, doğu-batı, güney-kuzey
yönlerinden hareket eden havadır. O, bulutları ve buharları
birleştirip ayırır, yağmur ve kar inecek yerlere akıp
gider. Şu halde rüzgâr esmesi de Mikail aleyhisselamın tedbirine
uygundur ve onun hareket ettirmesine bağlıdır: Onun izniyle
esip, izniyle kesilir.
Hak Taâlâ, bu havayı yaratıklarının
ruhlarına nefes etmiştir. Bu rüzgârı, fera ve sürûr;
eşyanın ve işlerin düzenleyicisi etmiştir. Çünkü rüzgâr olmasa,
her şey kokar ve bozulurdu, bütün canlılar yerde helâk bulurdu.
Rüzgârın yağmuru ve bitkileri beslemesi gibi faydaları çoktur.
Yüzleri güzelleştirme, hayatı koruma ve hayata nefes verme gibi
özelliklerinin nihayeti yoktur.
Hak Taâlâ, bulutları, içleri boş ve latif biçimde
yaratmıştır. onları, Mikail aleyhisselamın
yardımcıları havada toplayıp, yere yakın getirdikte;
gökyüzünü örtüp, kesif bir bulut olurlar. Hak Taâlâ, bulutların sevki için
Ra'd adlı bir küçük melek yaratıp, onu, Mikail aleyhisselama tâbi
kılmıştır. Onun demirden bir kırbacı vardır
ki, kamçıyla bulutları develer gibi sevk eder. Vuruşunun
şiddetiyle kırbacından ateş çıkar ki, ona
şimşek derler. Eğer o ateşin kıvılcımı
yere düşerse, ona yıldırım derler. O korkutucu gök
gürültüsü, küçücük bir melek olan Ra'd'ın sadasıdır ki,
Hak'kı hamd ile tesbih eder. O, bulutları
yerlerine sevkedip gider. Nitekim Hak Taâlâ Kelam-ı Kadim'inde: "*ök
gürültüsü, Allah'ı hamd ile tesbih eder; melekler de Allah'dan korkarak
tesbih ederler," (13/13), buyurmuştur.
Hadis-i şerifte vârif
olmuştur ki, havada ortaya çıka yeşil ve kırmızı
kavis Kuzah kavsi değildir, zira Kuzah şeytanın
namıdır. Belki o Allah'ın kavsidir ki, rahmet alâmeti, kudret
belirtisi ve bereket habercisidir.
Hak Taâlâ, yeryüzüne komşu olan
havayı, lâtif yaratmıştır. Ta ki yeryüzünde bulunan
yaratıklar onu, koklayarak teneffüs edip, hayat bularak yaşayalar. Bu
havanın üstünde duman, onun üstünde beyaz bulutlar, onun üstünde
yağmur bulutları, onun üstünde uça kuşlar
yaratmıştır ki, kuşların ne yasaklanmış
denizde yuvaları vardır, ne yeryüzünde yuvaları vardır.
Onlar ancak hava yerler, hava içerler; havada uyurlar, havada
çiftleşirler. Yumurtaları havadan düşerken, ruh bulup yavru olur
ve kanatları tamamlanana kadar, kuş olup uçana dek düşerler. Bundan
sonra da yukarı doğru uçup, hemcinslerine giderler. Bunların
bulunduğu havanın üstünde, kar ve dolu dağları, bunun
üstünde yasaklanmış deniz, bunun üstünde lâtif hava ve bunun üstünde
yıldızlar denizini yaratmıştır. Güneş, ay ve
yıldızların nurları büyük ve şiddetli olup, onlarla
bizim aramızda bulunan lâtif hava, saf deniz, kar ve bulutlar az
olduğundan büyük bir engel teşkil etmez. Eğer, güneş ile
yer arasıda bütün bunlar, bu kadarcık engel teşkil etmeseydi,
güneşin sıcağına asla tahammül olunmazdı.
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |