2-Bölüm
Cennetlerin isimlerini, vasıflarını ve
sayılarını onlarda olan nehirleri, ağaçları,
binalarının çeşitlerini, nimetlerini, hurilerini ve
gılmanlarını dört madde ile açıklar.
Cennetlerin isimlerini ve sıfatlarını ve
onlarda olan nehirleri, ağaçları ve meyvelerini, yüksek
şatoları ve gözalıcı elbiseleri bildirir.
Ey aziz, malum olun ki, müfessirler ve muhaddisler ittifak
etmişlerdir ki: Hak Taala, arş ve kürsün altında, yedi
göğün üstünde, arşın nuru ile sudan ekiz cennet
yaratmıştır. Bunlar, biribirinden yüksektir. En yükseği adn
cennetidir ki, Mevla'nın görülme yeridir. Birinci cennetin ismi, darülcelaldir ki, beyaz incidendir. İkinci
cennetin ismi, darüsselamdır ki, kırmızı yakuttandır.
Üçüncü cennetin ismi, cennetülme'vadır ki, yeşil zebercettendir.
Dördüncü cennetin ismi cennetülhulddur ki, sarı mercandandır.
Beşinci cennetin ismi, cennetünnaimdir ki, beyaz gümüştendir.
Altıncı cennetin ismi, cennetülfirdevsdir ki, kırmızı
altındandır. Yedinci cennetin ismi, cennetülkarardır ki,
misktendir. Sekizinci cennetin ismi, cennetüladndir ki, terleyen incidendir. Bu
adn cenneti, surlarla çevrili bir şehrin ortasındaki yüksek
dağın üzerinde bulunan iç kale gibidir. Bütün cennetlerin içinde ve
ortasında olduğundan, hepsine komşu, şereflendirilmiş
bir mekandır; cennetlerin nehirlerinin çoğunun
kaynağıdır. Burası sıddıkların,
hâfızların makamıdır. Rahman'ın tecelli mahallidir.
Her cennetin bir kapısı
vardır ki, uzunluğu ve genişliği yüz yıllık
yoldur. Her kapı iki kanatlıdır ve tek parça sarı
altındandır. Çeşitli renklerde cevherle işlenmiş ve
nice bin nakış ile süslenmiştir. Birinci cennetin
kapısı üzerinde: "La ilahe illallah Muhammedün resulüllah"
yazılmıştır. Öteki kapıları üzerinde: "La
ilahe illallah diyene azap etmem" yazılmıştır. Bütün
cennetlerin toprağı misk, taşları cevher, bitkileri,
zaferan çiçeklerinin renginde, kıpkırmızıdır.
Binalarının bir cephesi altın, bir cephesi gümüş ve sıvası
anberdendir. Sarayları terleyen incidir, köşkleri sarı yakuttur.
Sarayların ve binaların kapıları hep mücevherdir. Her
sarayın önünde dört nehir akar. Nehirlerden biri abıhayat, biri halis
süt, biri tertemiz şarap, biri saf baldır. Nehirlerin etrafı
meyveli ağaçlarla baştan aşağı bezenmiştir.
Cennet ağaçlarının dalları kurumuz, yaprakları dökülüp
çürümez, Meyveleri sürekli tazedir. Yedi cennetin en
âlâsı olan sekizinci cennette nice akan ırmaklar daha vardır.
Bunlardan biri rahmet nehridir ki, bütün cennetleri dolaşır. Suyu, hepsinden
saf ve baldan tatlıdır. Rengi kardan beyazdır. Kum inciden
üstündür. Cennet nehirlerinin biri dahi kevser nehridir. Hak Taala, onu,
sevgili Habibi Muhammed sallallahu aleyli vesellem hazretlerine vermiştir.
Nitekim ona hitap edip: "Biz sana kevseri verdik," (108/1)
buyurmuştur. O nehrin genişliği üçyüz fersah mesafedir. Onun
kaynağı arşın altı olup, oradan sidreye gelir, oradan
cennet-i firdevse dökülür. Öyle süratli akar ki, yaydan fırlayan ok gibi
firdevs-i âlayı ve altında olan cennetleri geçerek dolaşır.
Rengi sütte beyaz, tadı şekerden şirin, kokusu anberden
hoştur. ondan bi kere içen bir daha susamaz. asla bir illet ve
hastalık görmez. Lezzeti ebedi
damağından gitmez. İlk cennetin kapısı yanında,
kevser nehrinin kenarında, renkli cevherlerden kâseler vardır,
sayıları yıldızlardan çoktur. Ümmetlerin haşrinden
sonra, cehennem köprüsünden geçenler, Habib-i Ekrem sallallahü taala aleyhi
vesellem cennete girmeden önce ümmetiyle ondan içseler gerektir. Kevser
nehrinin kenarlarında, terleyen inciden ve kırmızı yakuttan
daha saf yüksek ağaçlar vardır ki, dalları çeşitli
sadalarla nağme ederler. Dallar üzerinde cins cins kuşlar
değişik seslerle tesbih ederler. Cennet nehirlerinin biri, kâfur nehridir.
Biri tesnim nehri, biri selsebil nehri, biri mühürlü rahik nehridir. Bu
nehirlerden başka yüksek cennetler içinde nice bin akan nehir vardır
ki, etraflarında nice yüzbin meyveli ağaçlar vardı. cennetlikler
için nice ipek döşekler gibi, nice bin gözalıcı elbise
vardır. Nice çeşit lezzetli yiyecekler ve tertemiz içecekler vardır
ki, hesabını ancak Hak Taala bilir.
Cennetlerin genişliği, yani sekiz sûrundan her iki sûrun
arası, yer ve gök arası kadar farz olunup, cennetlerin uzunluğu
hudutsuz ve sınırsız sayılmıştır. Fakat
cennetlerin derecelerinin tümü, altıbin altı yüz altmışyedi
derece bilinmiştir; Kur'an âyetleri sayısınca
hesaplanmıştır. Her iki derecenin arası, beşyüz
yıllık mesafe bulunmuştur. Çünkü cennetlikler, ezberledikleri
Kur'an ayetleri adedince derecelere nail olmuşlardır. O halde Kur'an
hâfızları, cennetlerin en üstününü bulmuşlardır ve
adın cennetinin ortasına ulaşmışlardır.
Cennet nimetlerinin çeşitlerini ve cennetlerde bulunan
huri ve gılmanları, Rahman'a kavuşmayı ve görmeyi bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, müfessirler ve muhaddisler ittifak üzere
beyan etmişlerdir ki: Cennetlikler için olan nimetler, her durumda
hazır olup, arzu ettiklerinde önlerine gelir. Yüksek ağaçların
sarkan meyveleri, işaretleriyle ellerine gelir ve her anca çeşitli
meyvelerle lezzetlenirler. Her ne yiyecek ve içecek isterlerse hazır
bulurlar. Kazanmaya ve pişirmeye hacet yoktur. Zira cennette zahmet ve
ateş olmaz.
Cennet ağaçlarının en büyüğü tuba
ağacıdır ki, kökü sidrede, dalları ve meyveleri cennet
saraylarının içindedir. Tıpkı dünyada güneşin
yukarıda bulunup, ışığı bütün evlere girdiği
gibi. Tubanın aslı, cennetin yukarısında olan sidrede
bulunup, sayısız dalları cennet saraylarına inmiştir.
Cennetlikler, onun çeşitli meyvelerinden meyvelenip, her demde nice lezzet
bulmuşlardır.
Müminler için renkli döşeklerle süslü saraylarda ve
şatolarda, yastıklar üzerinde aner saçlı, hilal kaşlı,
kara gölü, güneş yüzlü, şirin sözlü, işveli ve nazlı, inci
dişli, mercan dudaklı, gül yanaklı, selvi boylu, güzel huylu,
gülden taze ve taravetli huri kızları vardır. Bunlar
cennetliklerin temiz eşleridir. Her birisi yetmiş kat elbise
giymiştir. Renkleri çeşitli, ölçüleri hafiftir. Her hurinin taravetli
teni cam gibi şeffaftır. Başlarına nur renkleriyle
ışıldayan taçlar koymuşlardır. Çeşitli
cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerinde oturup, müminlere bakarlar.
Karşılarında hizmet için nice bin çocuk ve gılman saf saf
dizilmişlerdir.
Cennetlere giren müminler ebedî orada kalırlar,r asla
çıkmazlar. Selamla şirin sohbetler edip, boş sözle asla
hatır yıkmazlar. Cennetlikler için asla ihtiyarlama yoktur.
Elbiseleri eskimez. Gönülleri zengin, gözleri toktur. Yerler, içerler fakat
ayak yoluna gitmezler. Yiyip içtikleri latif bir buhar gibi olup, gül suyu gibi
bedenlerinden sızar, asla küçük su dökmezler. Oradaki huriler ve
kadınlar, hayızdan, nifasdan ve buna benzer şeylerden uzak ve
pak olmuşlardır. Cennetlikler her
an ve her zaman emniyet içindedirler. Üzüntüden, gamdan, bir şeyler
tedarik etmekten kurtulmuşlardır. Hastalıklardan ve
sakatlıklardan selamet bulmuşlardır. Sıhhat ve âfiyette
ebedî sevinçlidirler. Saadetleri sonsuzdur. Müminler için Rahman'ın
melekleri, her hafta bir kere mücevherle donatılmış buraklar
getirip, Hak Taalanın selam ve davetini tebliğ ederler, müjdelerler.
Onlar da, buraklara binip, adn cennetine yükselip giderler. Hak Taalanın
misafirhanesine varıp, ikram ve izzetlerini görüp, çeşitli
nimetlerini yiyip, selam ve kelamını işitip, Hak'kın
cemalini gözleriyle müşahede ederler. Görüntüsünün lezzetinden mest olup,
cennet nimetlerini unutup giderler. Oradan Hak'kın izniyle yine kendi makamlarına
dönerler.
Bütün cennetleri bekçisi
ve hâkimi, sevimli ve büyük bir melektir. Şekli insan, ismi Rıdvan'dır. Cennetler içinde gece ve
gündüz olmaz. Bütün cennetler bir an ışıksız kalmazlar.
Çünkü cennetlerin gökyüzü Rahman'ın arşıdır. Her an
arşın nurları onları ışıklandırır.
Cennet nimetlerinin hülasası ve o devlete nail
olanı bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, Hak Taala kutsî hadiste azametle
şöyle buyurmuştur: "Ey insanoğlu! Sen dünyaya nice
rağbet ve iltifat edersin ki, o fanidir. Nimetleri geçicidir, hayatı
sınırlıdır. Gerçekten benim katımda, bana itaat eden
insan için sekiz cennet hazırlamışımdır.
Kapıları dahi sekizdir. Her bir cennette zaferandan yetmiş bin
bahçe vardır. Her bir bahçede inci ve mercandan yetmiş bin belde
vardır. Her bir belde içinde kırmızı yakutta yetmişbin
saray vardır. Her bir sarayda zebercetten yetmişbin daire
vardır. Her bir dairede sarı altından yetmişbin oda
vardır. Her bir oda içinde sarı yakuttan yetmiş bin yatak
vardır. Her bir yatak üzerinde süslü ipekten yetmiş bin döşek
döşenmiştir. Her bir döşek üzerinde bir huri kızı ve
her bir hurinin önünde sarı altından bir sini vardır. Her bir
sinide renkli cevherlerde yitmişbin tabak vardır. Her bir tabakta
başka çeşit yemek vardır. Her bir saray altında akan dört nehir vardır. Bunlardan biri
su, biri süt, biri şarap, biri saf baldır. Her bir nehrin
kenarında yetmiş bin ağaç vardır. Her bir ağacın
yetmişbin çeşit meyvesi ve yetmişbin renk yaprağı
vardır. Her bir ağaç üzerinde renkli kuşlardan yetmişbin
çeşit kuş vardır. Her bir kuş yetmişbin çeşit
sada ile bana tesbih eder. Benim itaatkar kullarıma bunlardan başka
her bir saatte yetmişbin çeşit hediye bahşederim ki, ne gözler
görmüş, ne kulaklar işitmiş ve ne gönüllerden geçmiştir.
Cennetliklerin elbiseleri yetmiş kat cennet elbisesidir. Bunlar, incelik
ve zerafetlerinden dolayı biribirini gizlemeyip, alttaki elbiselerin
renkler pırıl pırıl olup, üsttekilerin renkleriyle
karışarak ortaya çıkar. Cennetlikler, cennetlerden ne
çıkarlar, ne de ölüm görürler; ne ihtiyarlar, ne gam yerler. Ne korku, ne
hüzün çekerler. Ne namaz kılarlar, ne
oruç tutarlar. Ne hastalanırlar, ne ağlarlar. Ne küçük su dökerler,
ne büyük su; ancak gül suyu gibi ter dökerler. O halde, kim ki benim
rızamı ve cennetimi isterse, dünyadan az ile kanaat edip,
dünyanın gâni olan izzet ve lezzetlerini terk etsin. Habibime uyarak, onun
yolunda gitsin."
Beyt
Ebedî cennet nimetleri helaldir o
kimseye
Elini dudağını sürmez
cihan nimetlerine
Liva-yı hamd ve Beyt-i
mamuru bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, müfessirler ve
muhaddisler ittifak etmişlerdir ki: Hak Taala, Habib-i Ekrem sallallahü
taala aleyhi vesellem hazretlerine bahşeylediği Liva-yı hamd
ismiyle adlandırılan sancak-ı şerifdir ki; mahşer
gününde Muhammed ümmeti onun altında toplanıp o ümmetinnin
şefaatçisi olan Peygamber, kendisine vaad edilen makam-ı mahmuda
erip, liva-yı hamd altında bulunan ümmetine şafaat eylese
gerektir. Halen o Liva-yı hamd, cennetin en yüksek yerinde, sonsuz bir
sahrada hamd dağı üzerinde dikilmiş büyük bir alemdir. Uzunluğu
bin yıllık mesafedir. Gönderi beyaz gümüştendir, yeşil
zebercettendir; alemi kırmızı yakuttandır. Onun üç
köşesi vardır ki, her iki köşesinin arası beşyüz
yıllık mesafedir. Üzerinde nurdan üç satır
yazılmıştır. Her bir satırın uzunluğu
beşyüz yıllık mesafedir. Birinci satır:
"Bismillahirrahmanirrahim," ikinci satır: "La ilahe
illallah Muhammedün resulüllah", üçüncü satır: "Elhamdü lillahi
Rabbilalemin." büyük livanın altına yetmiş bin liva daha
vardır. Her birinin altıda
yetmişbin melek safı vardır. Her bir safta yetmişbin melek
durup, Hak Tealaya tesbih ederler.
Beyt-i mamur, firdevs
cennetinde kırmızı yakuttan bir yüksek kubbe idi. Hak Taala,
Adem aleyhisselaı cennetten yeryüzüne indirdiğinde, tevbesini kabul
eylemişti. Ona ikram içi Beyt-i mamuru yüksek cennetten bu dünyaya
indirip, Kâbe'nin yerine koymuştu. Ta ki bu, Adem aleyhisselam içi cennet
yadigârı olup, onu tavaf ve ziyaret kıla. Beyt-i mamurun iki
kapısı vardı. Biri doğuya, biri batıya
açılmıştı. Beyt-i mamurun içinde nurdan üç kandil
vardı. Onların ışığı, ne kadar yeri
aydınlatmışsa, o arazi halen Kabe4nin haremi olmuştur.
Hak'kın emriyle, yedi gökte sakin melekler, nöbetle inip, hazreti Adem
aleyhisselamla Beyt-i mamuru tavaf ederlerdi. Beyt-i mamur, hazreti Adem
aleyhisselamdan sonra hazreti Nuh aleyhisselamın zamanına değin
yeryüzündeydi. Buradan, tufandan önce dünya göğüne
kaldırılmıştır. Kıyamete kadar orada kalıp,
sonra yine cenette yolan mekanına kaldırılsa gerektir.
Beyt-i mamurun
yeryüzünde olan mekanında, hazreti İbrahim aleyhisselam, Hak'kın
emriyle Kâbe'yi bina etmiştir. Eğer Beyt-i mamur, gökten düşse,
Kabe'nin üzerine iner. Yerdeki Kabe ile gökteki Beyt-i mamurun arası
haram-ı şeriftir. Halen Kabe'nin duvarında bulunan ve öpülen
hacer-i es'ad, beyt-i mamurdan yadigâr kalmıştır. Bu taş,
kırmızı yakut iken, tufanda Hak'kın emri ile hacer-i esved
(siyah taş) olmuştur. Beyt-i mamurun dünya semasında
bulunuşu odur ki; her gün ona yetmiş bin melek girip, onda namaz
kılarlar. Onlar bir sınıf melektir ki, onlara "cin"
dahi derler, zira ki "iblis) onlardandır. Onların
sayıları o kadar çoktur ki, onlardan beyt-i mamura bir kere girene
kıyamete değin bir dahi sıra gelmez.
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |