1-Bölüm
:
İTABIN MUKADDİMESİ
Kur'an âyetleri ve Peygamber
hadislerinin bildirdiği şekilde itimat ve itikat olunacak dinî
hususlara ve kesinlikle ihtiyaç ola İslâm bilginlerinin görüşlerine göre;
Arş'ın yaratılışının tertibini, Kürs'ü,
Cennetleri, gökleri, yerleri, denizleri, ışıkları,
kıyamet alâmetlerini, kıyametin hal ve durumlarını,
cihanın harap oluşunu ve yokoluşunu, Rahman'a kavuşma
âleminin (Ahiretin) ebediliğini dört Bölüm
le tafsil eder.
Özet olarak âlemin yaratılış tertibini,
Arş-ı Azam'ın büyüklüğünün keyfiyetini, Arş'ın
taşıyıcılarını, o muhterem kürenin, çevresinde
olan nehirleri, melekleri ve sair toplulukları ve altında olanr Kürs'ü,
Sidre'yi, Levh-i Mahfuz'u ve Kalem'i altı madde ile beyan eder.
Cihanın yaratıcısının, âlemde olan
güzel sanatlarını derin derin düşünmeye sevkeden açık
alâmetleri bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, Hak Teala bu âlemi, varlık ve birliğine
alâmet edip, bütün eşyada, görecek gözü olanlara sanatını ortaya
çıkarmakla hikmetinin hakikatlerini duyurmuştur. Kullarını,
kendini tanıma hususunda rağbete getirmek için Kelam-ı
Kadim'inde azametle şöyle buyurmuştur: (Burada yazılan âyetler,
Kur'an'daki tertib üzerinedir.)
Bismillahirrahmanirrahim
"Hamd, âlemlerin Rabbine Mahsustur." (1/2)¥
"Göklerin ve yerin hükümranlığının
Allah'a ait olduğunu bilmez misin? Allah'dan başka dost ve
yardımcınız yoktur." (2/107)
"Allah, kendisinden başka tanrı olmayan, kendisini
uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yaratıklarını gözetip
durandır. Göklerde olan ve yerde ola
ancak onundur. Onun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir?
Onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir,
dilediğinden başka ilminden hiçbir şey kavrayamazlar.
Hükümdarlığı, gökleri ve yeri kaplamıştır,
onların gözetmesi ona ağır gelmez. O, yücedir, büyüktür."
(2/255)
"Şüphesiz gökte ve yerde
hiçbir şey Allah'dan gizli kalmaz. Ana rahminde sizi, dilediği gibi
şekillendirir. ondan başka tanrı yoktur. Güçlüdür,
hakimdir." (3/5-6)
"Göklerde olanlar da, yerde
olanlar da Allah'ındır. İşler Allah'a varacaktır.
(3/109)
"Göklerin ve yerin
yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca
gelmesinde akıl sahiplerine şüphesiz deliller vardır. onlar, ayakta
iken, otururlarken, yan yatarlarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin
yaratılışını düşünürler: "Rabbimiz! Sen bunu
boşuna yaratmadın, sen münezzehsin. Bizi ateşin azabından
koru," derler. (3/190-191).
"Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır.
Allah, her şeyi
kuşatır." (4/126)
"Göklerin, yerin ve
ikisi arasındakilerin hükümdarlığı Allah'ındır.
Dönüş onadır." (5/18)
"Göklerin, yerin ve
onlarda olanların hükümdarlığı Allah'ındır.
Allah, her şeye kadirdir." (5/120)
"Göklerin ve yerin
Allah'ı, içinizi, dışınızı bilir,
kazandıklarınızı da bilir." (6/3)
"Gaybın
anahtarları onun katındadır, onları ancak o bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen
yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı
kuruyu -ki apaçık bir Kitap'dadır- ancak o bilir." (6/59)
"Göklerde ve yerde olanlar
onundur; hepsi ona boyun eğmiştir." (30/26)
"Yakinen bilenlerden olması
için İbrahim'e göklerin ve yerin hükümranlığını
şöylece gösterdik." (6/75)
"Doğrusu ben yüzümü, gökleri
ve yeri yaratana, doğruya yönelerek çevirdim, ben puta tapanlardan
değilim." (6/79)
"Rabbiniz, gökleri ve yeri
altı günde yaratan sonra arşa hükmeden, gündüzü -durmadan kovalayan- gece ile bürüyen, güneşi,
ayı, yıldızları, hepsini buyruğuna baş eğdirerek
var eden Allah'dır. Bilin ki, yaratma da, emir de onun
hakkıdır. Alemlerin Rabbi olan Allah
yücedir."(7/56)
"Göklerin ve yerin
hükümdarlığı elbette Allah'ındır. Dirilten ve
öldüren odur. Allah'dan başka dost ve yardımcınız
yoktur." (9/116)
"Yerde ve gökte hiç bir zerre Allah'dan gizli değildir;
bundan daha küçüğü veya daha büyüğü şüphesiz apaçık bir
Kitaptadır." (10/61)
"Göklerde ve yerde olana
bakın, de" (10/101)
"Göklerde ve yerde olan
herşey Rahman'ın kulundan başka bir şey değildir. And
olsun ki ilmi onları kuşatmış ve teker teker
saymıştır." (19/93-94)
"Eğer yerle gökte Allah'dan
başka tanrılar olsaydı, ikisi de bozulurdu. Arşın
Rabbi olan Allah, onların vasıflandırdıklarından
münezzehtir." (21/22)
"Rabbinin gölgeyi nasıl
uzattığını görmez misin? İsteseydi onu durdururdu.
Sonra biz, güneşi, ona delil kılıp yavaş yavaş
kendimize çekmişizdir." (25/45-46)
"Dağları yerinde
donmuş sanırsın, oysa onlar bulutlar gibi geçerler. Bu
herşeyi sağlam tutan Allah'ın işidir. Doğrusu o,
yaptıklarınızdan haberdardır." (27/88)
"Rüzgarı gönderip
bulutları yürüten, oları gökte dilediği gibi yayan ve
kısım kısım yığan Allah'dır. Artık sen
de aralarından yağmurun çıktığını görürsün.
Allah'ın kullarından dilediğine verdiği yağmurla daha
önceden kendilerine yağmur indirilmesinden ümitlerini kesmiş
oldukları için onlar seviniverirler. Allah'ın rahmetinin
belirtilerine bir bak; yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor?
Şüphesiz ölüleri o diriltir, her şeye kadirdir." (30/48-50)
"Allah'ın geceyi gündüze,
gündüzü geceye kattığını, her biri belirli bir süreye
doğru hareket edecek olan güneşi ve ayı buyruk altında
tuttuğunu; Allah'ın yaptıklarınızdan haberdar
olduğunu bilmez misin?" (31/29)
"Gökleri, yeri ve ikisinin
arasında bulunanları altı günde yaratan, sonra arşa
hükmeden Allah'dır. Ondan başka bir dost ve şefaatçiniz yoktur.
Düşünmüyor musunuz?" (32/4)
"Hamd, göklerde olanlar ve yerde
bulunanlar kendisinin olan Allah'a mahsustur. Hamd, ahirette de ona mahsustur.
O, hakimdir, her şeyden haberdardır. Yere gireni ve ondan
çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. o, merhametlidir,
mağfiret sahibidir. Gaybı bilendir. Göklerde ve yerde zerre kadar
olanlar bile onun ilminin dışında değildir. Bundan daha
küçüğü ve daha büyüğü de şüphesiz apaçık
Kitaptadır." (34/1-3)
"Doğrusu zeval bulmasın
diye gökleri ve yeri tutan Allah'dır. Eğer onlar zevale uğrarsa
ondan başka, and olsun ki, onları kimse tutamaz. O, şüphesiz
halimdir, bağışlayıcıdır." (35/41)
"Orada hurmalıklar ve üzüm
bağları var ederiz, aralarında pınarlar
fışkırtırız. Onu ve elleriyle
yaptıklarının ürünlerini yesinler; şükretmezler mi? Yerin
yetiştirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilmediklerinden çift çift
yaratan Allah münezzehtir. Onlara bir delil de gecedir: Gündüzü ondan
sıyırırız da karanlıkta kalıverirler. Güneş
de yörüngesinde yürüyüp gitmektedir. Bu güçlü ve bilgin olan Allah'ın
kanunudur. Ay için de sonunda kuru bir hurma dalına döneceği konaklar
tayin etmişizdir. Aya erişmek güneşe düşmez. Gece de
gündüzü geçemez. Her biri bir yörüngede
yürürler. Onlara da bir delil: Soylarını dolu gemiyle
taşımamız ve kendileri için bunun gibi daha nice binekler
yaratmış olmamızdır." (36/34-42)
"Gökleri ve yeri
yaratan, kendilerinin benzerini yaratmaya kadir olmaz mı? Elbette olur; çünkü o, yaratan ve bilendir. Bir şeyi dilediği zaman,
onun buyruğu sadece, o şeye: 'Ol' demektir, hemen olur. Her
şeyin hükümranlığı elinde olan ve sizin de kendisine
döneceğiniz Allah yücedir." (36/81-83)
"Göklerin, yerin ve ikisi
arasında bulunanların Rabbi, güçlüdür, çok
bağışlayandır." (38/66)
"Onlar, Allah'ı gereği
gibi değerlendiremediler. Bütün yeryüzü, kıyamet günü onun
avucundadır; gökler onun kudretiyle dürülmüş olacaktır. O,
putperestlerin ortak koştuklarından yüce ve münezzehtir. (39/67)
"Sur'a üflenince, Allah'ın
dilediği bir yana, göklerde olanlar, yerde olanlar baygın düşer.
Sonra sura ir daha üflenince, hemen ayağa kalkıp
bakışır dururlar. Yeryüzü Rabbinin nuruyla aydınlanır,
kitap açılır, peygamberler ve şehitler getirilir ve onlara
haksızlık yapılmadan, aralarında adaletle hüküm verilir.
Her kişiye işlediği ödenir. Esasen Allah, onların
yaptıklarını en iyi bilendir. inkar edenler, bölük bölük
cehenneme sürülür. Oraya vardıklarında kapıları
açılır. Bekçileri onlara: "Size, içinizden, Rabbinizin
ayetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden
peygamberler gelmedi mi?" derler. "Evet geldi," derler. Lakin
azap sözü inkarcıların aleyhine gerçekleşir. Onlara:
"Temelli kalacağınız cehennemin kapılarından
girin; böbürlenenlerin durağı ne kötüdür!" denir. rabblerine
karşı gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler.
Oraya varıp da kapıları açıldığında,
bekçileri onlara: "Selam size, hoş geldiniz! Temelli olarak buraya girin," derler. Onlar: "Bize verdiği
sözde duran ve bizi bu yere vâris kılan Allah'a hamdolsun. Cenette
istediğimiz yerde oturabiliriz. Yararlı iş işleyenlerin
ecri ne güzelmiş!" derler. (39/68-74)
"Sizin içi yeri durak, göğü
bina eden, size şekil verip de şeklinizi güzel yapan, sizi temiz
şeylerle rızıklandıran Allah'dır. İşte
Rabbiniz olan Alah budur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir." (40/64)
"Dikkat edin; onlar Rabblerine
kavuşmaktan şüphededirler; dikkat edin, Allah şüphesiz her
şeyi bilgisiyle kuşatandır." (41/54)
"Göklerin ve yerin yaratanı,
size içinizden eşler, çift çift hayvanlar var etmiştir. Bu suretle
çoğalmanızı ağlamıştır. Onun benzeri hiçbir
şey yoktur. O, işitendir, görendir." (42/11)
"Gökte de tanrı, yerde de
tanrı odur. Hakim olan, her
şeyi bilen odur. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların
hükümranlığı kendisinin olan Allah ne yücedir! Kıyamet saatini bilmek ona aittir. Ona döneceksiniz."
(43/84-85)
"Biz gökleri, yeri ve ikisinin
arasında bulunanları oyun olsun diye yaratmadık. Biz
onları, ancak ve ancak gerektiği gibi yarattık. Ama
insanların çoğu bilmezler." (44/38-39)
"Övülmek, göklerin Rabbi, yerin
Rabbi ve âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. Göklerde ve yerde azamet onundur.
O, güçlüdür, hakimdir." (45/36-37)
"Göklerde olanları, yerde
olanları, hepsini sizin buyruğunuz altına vermiştir.
Doğrusu bunlarda düşünenler için dersler vardır." (45/13)
"Göklerdeki ve yerdeki ordular
Allah'ın. Allah, bilendir, hakimdir." (48/4)
"Göklerin ve yerin hükümralığı
Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar,
dilediğine azap eder. Allah bağışlayıcıdır,
merhamet sahibidir." (48/14)
"Göklerde ve yerde olan kimseler, her şeyi ondan
isterler; o, her an kainatı tasarruf etmektedir. Öyleyse Rabbinizin
nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?" (55/29-30)
"Yeryüzünde bulunan her şey fanidir, ancak yüce ve
cömert olan Allah'ın varlığı bakidir." (55/29-30)
"Göklerde ve yerde olanlar Allah'ı tesbih ederler. O,
güçlüdür, hakimdir. Göklerin ve yerin hükümranlığı onundur;
diriltir, öldürür. O, her şeye
kadidir. O, her şeyden öncedir, kendisinden sonra hiç bir şeyin
kalmayacağı sondur; varlığı âşikardır;
gerçek mahiyeti insan için gizlidir. O, her şeyi bilir. Gökleri ve yeri altı
günde yaratan, sonra arşa hükmeden, yere gireni ve ondan çıkanı,
gökten ineni ve oraya yükseleni bilen odur. Nerede olursanız olun, o sizinle beraberdir. Allah
yaptıklarınızı görür. Göklerin ve yerin
hükümranlığı onundur. Bütün işler Allah'a döndürülür.
Geceyi gündüze katar, gündüzü geceye katar; o, kalblerde olanı
bilendir." (57/1-6)
"Göklerde olanları da, yerde
olanları da Allah'ın bildiğini bilmez misin? Üç kişinin
gizli bulunduğu yerde dördüncü mutlaka odur; bunlardan az veya çok, ne
olursa olsunlar, nerede bulunurlarsa bulunsunlar, mutlaka onlarla beraberdir.
Sonra kıyamet günü, işlediklerini onlara haber verir. Doğrusu
Allah, her şeyi bilendir." (58/7)
"Göklerde olanlar da, yerde
olanlar da Allah'ı tesbih ederler. Hükümdarlık onundur, övülmek ona mahsustur.
O, her şeye kadirdir." (64/1)
"Gökleri ve eri
gerektiği gibi yaratmıştır. Size şekil vermiş ve
şeklinizi güzel yapmıştır. Dönüş onadır. Göklerde
ve yerde olanları bilir; gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı
da bilir; Allah, kalblerde olanı bilendir." (64/3-4)
"Yedi göğü ve
yerden bir o kadarını yaratan Allah'dır. Allah'ın her
şeye kadir olduğunu ve ilminin her şeyi
kuşattığını bilmeniz için Allah'ın buyruğu
bunar arasında iner durur." (65/12)
"Hükümdarlık
elinde olan Allah yücedir ve her şeye kadirdir. Hanginizin daha iyi
iş işlediğini belirtmek için ölümü ve dirimi yaratan odur. O,
güçlüdür, bağışlayıcıdır. Gökleri yedi kat üzere
yaratan odur. Rahman'ın bu yaratmasında düzensizlik bulamazsın.
Gözünü bir çevir bak, bir aksaklık görebilir misin." (67/1-3)
"And olsun ki
yakın göğü şıklarla donattık, onlarla
şeytanların taşlanmasını sağladık ve
şeytanlara çılgın alev azabı hazırladık."
(67/5)
"Sizi yerde
yaratıp yayan odur ve onun huzurunda toplanacaksınız."
(67/24)
"Allah'ın
göğü yedi kat üzerine nasıl yarattığını görmez
misiniz? Aralarında aya aydınlık vermiş, güneşin
ışık saçmasını sağlamıştır. Allah
sizi yerden bitirir gibi yetiştirmiştir. Sonra sizi oraya döndürür ve
yine oradan çıkarır. Yeryüzünde dolaşabilmeniz, orada yollardan
ve geniş geçitlerden geçebilmeniz için onu size yayan odur."
(71/15-20)
Alemin
yaratılış düzenini özet olarak bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki,
müfessirler ve muhaddisler ittifak etmişlerdir ki; Allah Teala Hazretleri,
birlik mertebesinde gizli bir hazineyken, tanınmayı ve bilinmeyi
istemesi ve sevmesiyle, ruhlar ve cesetler âlemini yaratıp, kendi
rahmetinin güzelliğini, celal ve azametini, bağış ve
nimetini, sanatının çeşitliliğini ve hikmetinin
sırlarını göstermeyi diledikte; bütün yaratıklarından
önce yokluğun sırrından pırıl pırıl
yeşil cevheri vücuda getirmiştir. Bazı rivayetlere göre, kendi
nurundan oldukça hoş ve büyük bir cevher var edip, ondan kâinatın
tümünü derece derece ve düzenli biçimde ortaya çıkarmıştır.
Buna, ilk cevher, nur-u Muhammedî, Cevh-i mahfuz, akl-ı kül, izafî ruh
diye adlandırırlar ki, bütün ruhların ve cesetlerin
başlangıcı ve kaynağı bu cevherdir. Çünkü Hak Teala
muhabbetle o cevhere bir bakmıştır; o anda cevher, utancından
eriyip su gibi akmıştır, halis özü üstüne
çıkmıştır. O özden ilk olarak küllî nefsi
yaratmıştır. Sonra meleklerin ruhlarını, bitkilerin
ruhlarını, tabiatların ruhlarını sırasıyla
yaratmıştır. Bu ruhlar için mertebelerine göre belirli makamlar
tayin edip, her sınıf kendi belli makamlarına gitmiştir.
Her ruh, kendi cinsini bulup, topluluklar oluşturmuş ve her topluluk
makamında kalmıştır. Ruhlar ve melekler âlemi, bu ondört
çeşit ruhla tamam olmuştur. Bu âlemin en yüksek, en saf ve en güzel
olanını gayb âlemi, lâhut âlemi, ceberut âlemi diye
adlandırırlar. Ortasına, ruhlar âlemi, mânâlar âlemi, emirler
âlemi, derler. Alt kısmına, en kesif ve cisimlere yakın olan
kısmına mücerret âlemi, berzah âlemi, misal âlemi derler.
Melekler ve ruhlar
âleminin yaratılmasından ikibin yıl sonra Hak Teala'nın
ezeli iradesi diledi ki, nam ve şanını ortaya çıkarmak için
cisimler âlemini yarattı. Bunun üzerine ilk cevhere muhabbetle bir daha
bakmıştır. Onun yüzü suyu, utancından harekete gelip
dalgaları yükselmişti r ve cevherin yüce özünden arş-ı âzam
vücuda gelmiştir. Öteki özlerinden kürsü, cennet, cehennem, yedi gök, dört
unsur vücuda gelip şekillenmiştir. Arş-ı âlâdan esfel-i
sâfiline dek bu sûret âlemi, bu tertip üzere düzen bulup, onbeş çeşit
cisimle mülk âleminin ortaya konuşu tamam olmuştur. Bu âlemin üst
tabakasına ulvî âlem, beka âlemi, ahiret âlemi derler; orta
tabakasına orta âlem, gök cisimleri âlemi, felekler âlemi, gökle âlemi
derler; alt tabakasına süflî âlem, cisimler âlemi, unsurlar âlemi,
oluş ve bozuluşlar âlemi, dünya âlemi derler. Ruhlar ve melekler
âlemindekilerle mülk âlemindekilerin toplamı yani ruhların
çeşitleri ile basit cisimlerin sınıflarının hepsi,
harfler misali yirmi dokuzda tamam olmuştur. Her iki âlemin
varlıklarının birleşmesinden üç kısım
bileşik cisim vücuda gelmiştir: Madenler, bitkiler ve hayvanlar.
Tıpkı hece harflerinden isim, fiil ve harflerin vücuda gelip,
insanların lisanı olduğu gibi, her iki âlemdekilerden de üç
bileşim ortaya çıkıp, onlardan cihan kitabı sonsuz mânâlar
kazanmıştır. Şu halde ibret gözüyle âleme bakan ârifler,
her nesnede nice hikmetler görmüşlerdir ve Allah dostları,
Allah'ın yüce sanatının sırlarını anlayarak,
birer harf olan eşyadan mânâya ulaşıp, Hak'kın huzuruna
ermişlerdir.
Rubai
Alem ki tamam nüsha-i hikmettir
Mânâsını fehm eyleyene
cennettir
Mahrum-u şuhûd olanların
çeşminde
Zinda-ı belâ çah ve gam-ı
mihnettir.
Arş-ı âzamı ve
muhterem taşıyıcılarının keyfiyetini bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, müfessirler ve
muhaddisler, söz birliği ile demişlerdir ki; Hak Taâlâ, âlemin
tamamını bir anda yaratmaya kâdirken altı günde yaratması,
yani pazar gününden başlayıp âlemde bulunanları cuma gününde
tamam eylemesi, kullarına her işte sabır ve ihtiyatı
öğretmek ve anlatmak içindir. Nitekim buyurmuşlardır ki:
"And olsun ki gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları
altı günde yarattık ve biz bir yorgunluk da duymadık."
(51/38). Hak Teala kudretiyle, yeşil cevherin yüksek özünden
arş-ı âzâmı yaratmıştır ki, onun nurunun
büyüklüğü anlatılamaz. Bunun etrafı kırmızı yakut
olup, bütün yaratıkların sıfat ve sûretleri burada
nakşolunmuş, resmedilmiştir. Göklerin üstünde Rahman'ın
arşı, meleklerin kıblesi kılınmıştır.
Nitekim yeryüzünde Kâbe, yerdekilerin kıblesi
kılınmıştır. Arş-ı âzamın yetmiş
bin lisanı vardır ki, her bir lisanı başka bir lügatla Hak
Taala'ya tesbih eder, zikredicidir. Arş-ı âzamın dört sütunu
vardır ki, her biri yerin derinliklerine ulaşır. Arş-ı
âzam su üzerinde, su rüzgâr üzerindeyken Hak Taala dört büyük melek
yaratmıştır; halen arşı taşıyanlar
onlardır. Kıyamet gününde başka dört büyük melek yaratsa
gerektir ve arşın taşıyıcıları o gü sekiz
olsa gerektir. Arşın taşıyıcılarının
her birinin dört yüzü vardır ki; bir yüz insan sûretinde tasvir
olunmuştur. Her bir yüz, yeryüzünde kendi benzeri olan yaratıklar
için Allah'dan rızık istemektedir. Arşın taşıyıcıları
daima ayakta durup, arş-ı âzamı boyunları üzerinde
yüklenmişlerdir. ayakları ise yedi kat yerden
aşağıdadır. Allah'a yakın meleklerin hepsinden, Allah
katında daha muhterem olan arşın
taşıyıcılarıdır. Bu meleklerin birinin adı
israfil'dir ki, arşın bir ayağı onun boynu üzerinde
sapasağlamdır. Hak Taala'ın katında hepsinden daha aziz ve
kerim olan odur. Sûrun sahibi odur ki, kıyamete dek Levh-i Mahfuza bakar.
Sûra üflemek için hazır durur. Levh-i Mahfuzdan, Cebrail, Mikail ve Azrail
aleyhisselamların işlerini, durumlarını ve amellerini
açıklamakta, haber vermekte ve kendilerine ulaştırmakta
mahirdir. Arşın taşıyıcılarından her birinin
dört kanadı vardır ki, dört yöne yayılmışlardır.
Arşın taşıyıcılarının yarısı
kar, yarısı ateştir ki, biribirlerini söndürmeyip,
yıldız böceği gibi biribiriyle
kaynaşmışlardır. Arşın
taşıyıcılarının cüsseleri öyle büyüktür ki, kulak
memeleriyle boyunları arası kuş uçuşuyla yediyüz
yıllık mesafedir. Arşın
taşıyıcılarına "büyük melekler" adı da
verilmiştir. Arşın taşıyıcılarının
kelimeleri, sürekli tesbih olup, şu sözler lisanlarının virdi
kılınmıştır: "Sübhane zi'l' mülki ve'l-melekut.
Sübhane zi'l-arşi ve'l-izzeti ve'l-azameti ve'l-heybeti ve'l-kudreti
ve'l-kibriyai ve'l-ceberuti Sübhane'l-meliki'l-mabudi Sübhane'l-meliki'l-mevcudi
Sübhane'l-meliki'l-hayyi'llezi Lâ yenâmü ve lâ yemutü sübbuhun kuddûsün Rabbünâ
ve Rabbü'l-melaiketi ve'r-ruh."
Arş-ı âzamın
çevresinde olan nehirleri ve melekleri bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, müfessirler ve
muhaddisler tam bir ittifakla demişlerdir ki: Hak Taala, arş-ı
âzamın çevresinde sekiz nehir yaratmıştır ki, dördü kardan
beyaz ve soğuk, dördü baldan tatlı ve temizdir. Bu sekiz nehir,
sürekli akarak, arş-ı âzamı tavaf ederler. Hak Taala, orada
Harkail namında bir melek yaratmıştır ki, bütün
eşyanın sırlarına yetmiştir. O melek, arşa gitmek
isteyip, Hak Taaladan destur isteyerek arşı tavafa gitmiştir. Üç
bin sene boyunca, sekizbin kanadıyla uçmuş ve bitkin
düşmüştür. Hak Taala ona kuvvet verip, tekrar uçmasını
murat etmiştir. Üç bin yıl daha arşın çevresinde
gitmiştir ve acze düşmüştür. Hak Taala ona tekrar kuvvet ve
kudret vermiş ve uçmayı emretmiştir. Üç bin yıl kadar yine
gitmiştir ve tekrar acze düşüp görmüştür ki, dokuzbin senede
ancak arşın bir ayağından ötekine yetmiştir. O,
hayretteyken, Hak'dan şöyle nida gelmiştir: "Ey Harkail!
Eğer kıyamete dek uçsan, arşımı tamamıyle tavaf
edemezsin."
Sekiz nehrin gerisinde arş-ı
âzamın çevresinde bin perde nurdan, bin perde karanlıktan
yaratılmıştır; ta ki, arşın nurunun
şiddetinden çevresinde bulunan melekler yanmasınlar, iye onları
perdelemiştir. Bu perdelerin arasında yetmişbin melek
yaratılmıştır; arşı kuşatan Rahman'a sürekli
tesbih ederler. Arşı tavaf için çevresinde giderler ve günde iki defa
arşı yüklenenlere selam verirler. Bunlara "saf tutan melekler"
derler. Bunların arasında da yetmişbin saf melek
yaratılmıştır. Bunlar ebedî ayakta durup:
"Sübhanallahü ve'l-hamdü lillahi ve lâ ilâhe illallahü ve'llahü ekber. Ve
lâ havle ve lâ kuvvee illâ billahi'l-aliyyi'l-azim."2
Bu safların gerisinde bir büyük yılan vardır ki,
arş-ı âzamı kuşatır. Yılan, başını
kuyruğu üzerine koymuştur. Başı beyaz inciden, vücudu
sarı altından, gözleri kırmızı yakuttan
yaratılmıştır. Onun yüz bin kanadı vardır ki,
kanatlarının her saçağının yanında bir melek
tesbih eder bulunmuştur. O sarı yılanın tesbihinin
sadasından melekleri titreme alır. Zira, bu, bütün meleklerin
tesbihinin sadasına galip gelmiştir. ağzını
açtıkça, gökleri ve yeri bir lokma etmesi mümkündür. Eğer o büyük
yılan tesbihinde taltif ile ilham olunsaydı, onun sadasının
mehabetinden bütün yaratıklar helak olurlardı.
Hak Taala, melekleri, değişik nurlardan ve çeşitli
tavırlardan yaratmıştır. Arşa yakın olan
meleklerin nurları şiddetli ve belirgindir. Arş meleklerinin nurlarına,
sidre melekleri tahammül edemezler. Sidre meleklerinin nurlarına, göklerin
ve yerin melekleri tahammül edemeyip, yanarlar. Bütün melekler, Hak'kın
emirlerine göre amel ederler. Onar, insanlar gibi Hak Taala'ya âsi olmazlar. Gıdaları
tesbihtir: Yemezler, içmezler, uyumazlar ve cinsi münasebette bulunmazlar.
Çoğu insan suretinde olup, kanatları kuş kanatlarına
benzer. Cisimleri latif olduğundan çeşitli suretlerde teşekkül
ederler. Hak'kın emri ile hizmette göz kamaştıran
şimşek gibi giderler. Her biri bir
hizmettedir. Kimi, arşın çevresinde tesbih ve tavaf eder, kimi
kürsüde, kimi sidrede, kimi cennette, kimi cehennemde, kimi gökte, kimi yerde,
kimi ayakta, kimi kuutta, kimi rükuda, kimi secdede; sürekli tesbih ederler.
Kimi, insanların hizmetine vekildir; gece-gündüz onları koruyup,
amellerini yazarlar. Bunlara "Kiramenkatibin" ve
"hafaza/koruyucu" derler. Meleklerin de kendilerinden peygamberleri
vardır. Biri İsrafil aleyhisselamdır ki, sureti yukarıda
anlatılmıştır. Biri Cebrail aleyhisselamdır ki, altıyüz
kanadı vardır, her kanadının yüz saçağı
vardır. Her saçağının uzunluğu doğu ile batı
arası kadardır. Bütün kanatları değişik renkte
nurlardandır. Büyük cüssesi kardan beyazdır. Ayakları yerin
altındadır ve öyle kuvvetlidir ki bir saçağıyla
dağları unufak eyler. O, Hak Taala'dan yeryüzündeki peygamberlere
selam ve kelam getirmeye vekildir. Şekil ve azamette İsrafil
aleyhisselam gibidir. Biri Mikail aleyhisselamdır. kanatlarının
sayısını ancak Hak Taala bilir. O, denizdeki meleklerin
vekilidir. Çünkü gökler ve yer meleklerle doludur. Her biri, yağmur
yağdırmak gibi nica hizmetlere memurdur. Yağmur tanelerinin her
birini bir melek indirir, kıyamete dek de bir daha ona nöbet gelmez. Her
yere inen yağmur, Mikail aleyhisselamın reyi ve tedbiriyledir. Zira bu görev ona verilmiştir. O da, cüssece Cebrail
aleyhisselam gibidir. Peygamberlerden biri de Azrail aleyhisselamdır. O,
can almaya vekildir. Bütün ruhları kabzeden odur. Bütün yeryüzü, onun
huzurunda bir sofra misalidir. Rahmet ve gazap meleklerinden nice yüzbin ordusu
vardır. Şekil ve büyüklükte, kanatlarının çokluğunda
Mikail aleyhisselam gibidir. Hazreti İsrafil, Cebrail, Mikail ve Azrail
(selam onlara olsun) dördü de bütün meleklerin reisi ve peygamberidirler ki;
göklerde ve yerde olan meleklerin hepsi bunların emrine itaatkâr ve boyun
eğmiş durumdadır.
Arş-ı azamın altında olan kürsü, levh-i
mahfuz, kalem, sidretülmünteha, tuba ağacı, İsrafil'in uru ve
ruhların berzahını bildirir.
Ey aziz, malim olsun ki, müfessirler ve muhaddisler ittifak
etmişlerdir ki: Hak Taala arş-ı azamın nurundan ve onun
altında, kırmızı yakut renginde arşın
ayağına bitişik dört sütun üzerinde bir büyük kürsü
yaratmıştır. Onun sütunları yerin derinliklerine
erişmiştir. Gökler, yerler ve kaf dağı kürsünün
boşluğunda, çölde bir sofra misalidir. Ama u tür benzetmelerden
muart, miktarları sınırlamak değildir, büyüklüklerini
anlatmaktır. Çünkü onların miktarlarını ancak onları
var eden âlemin yaratıcısı bilir. Arştan murat, taht
mülküdür, kürsüden murat da Allah'ın ilmidir, diye itikat edenler, hata
etmişlerdir; âyet ve hadislere muhalif gitmişlerdir.
Hak Taala, arş-ı azamın altında, onun nurundan
yeşil bir zebercet renginde büyük ve yeşil bir levha
yaratmıştır. Etrafını kırmızı yakut
renginde yer etmiştir. Zümrüt renginde bir yeşil kalem
yaratmıştır ki, uzunluğu yüz yıllık mesafe
gitmiştir. Onun içinde mürekkebi beyaz nur çıkardı. Çünkü Hak
Taala, ona: "Ey kalem yaz!" diye nida kılmıştır.
O an, bu heybetten kalem, ıstıraba gelmiştir ve gök gürültüsü
sadası gibi bir sada ile tesbih edip, Hak'kın yürütmesiyle levh-i
mahfuz üzerinde yürümüştür ve kıyamete dek hep olup olacakları
yazmıştır. Levh-i mahfu yazıyla dolmuştur. Ondan sonra
5akan aktı kalem kurudu) tabirince, kalem kuruyup
kalmıştır. iyi olan iyi, kötü olan kötü olmuştur. Lakin Hak
taala, her gece ve gündüzde levh-i mahfuza üçyüzaltmış kere
nazır edip, her nazarda bir nesne mahvedip yerine bi nesne koyar. Murat ettiğini işler. Nitekim: "Allah
dilediği hükmü kaldırır, dilediğii de yerinde
bırakır. Bütün kitapların esası onun
katındadır." (13/39) buyurmuştur Hak Taala bütün
kulların işlerini levh-i mahfuza yazmıştır ki,
göklerdekiler ve yerdekiler şunu bilsinler: Bütün yaratıkların
hükümleri oradaki ilim üzere yürür ve ona uyar. O halde, levh-i mahfuzu ve
kalemi inkar eden münafıktır.
Hak Taala arş-ı azamın
altında ve onun nurundan, kürsü karşısında, cenetlerin
üstünde beyaz inci benzeri bir boşluk yaratmıştır ki, bu,
sidretülmünteha ve tuba ağacının asıl beslendiği
yerdir. cebrail'in ve ona yakın meleklerin makamı buradadır. Hak
Taala sidretülmüntehada büyük bir ağaç yaratmıştır ki, ona
tuba ağacı derler. Onun aslı sarı altındandır. Dallaı kırmızı mercandandır.
Yaprakları yeşil zümrüttendir. Çeşitli meyveleri
şekerdendir. Sonsuz dalları, cennet köşklerine
sartmıştır. Sayısız meyvelerinden, cennettekiler
zevkle toplarlar. Sidretülmünteha ve arş-ı azam arasında
yetmişbin perde tabakası yaratılmıştır; ta ki,
sidrede olan melekler, arşın nurunun şiddetinden yanmayalar. Hak
Taala arş-ı azamın altında ve onun nurundan arşın
ayağına bitişik, kırmızı mercan renginde, boynuz
ve kovan şeklinde, oldukça büyük ve uzun, içi boş bir nesne
yaratmıştır. Onun boşluğunda birinci ve ikinci
berzahı kılıp, yani insanların bedenlerine gelecek olan
ruhların ve gelip gitmiş ruhların mekanı olup, göklerin ve
yerlerin tabakaları yuvarlak ekmekler gibi onda düzülüp, o, onlara
dokunmaksızın hepsini kuşatmıştır. Bu
kuşatıcı boşluk, İsrafil'in surudur. Onun iç düzeyi,
bal kovanındaki mumun yüzündeki gözenekler gibi göz göz olup, ilk berzah
aleminde, bedenlere gidecek ruhlar için, ikinci berzahta bedenlerden
çıkıp haşrı bekleyen ruhlar için o yüzeyin gözenekleri
mesken ve sığınak olmuştur. Ruhlar, o çukurcuklarda,
mertebelerine göre kıyamete kadar yuva ve makam tutup, her biri kendi
makamında ikamet kılmıştır.
Sidretülmüntehada olan
meleklerin vasıflarını ve durumlarını, arşın
horozu olan tavusun renklerini ve zikirlerini bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, müfessirler ve
muhaddisler ittifak üzere demişlerdir ki: Hak Taala, sidretülmüntehada
vekil kıldığı meleği, büyük bir cüssede ve acaip
şekilde yaratmıştır. Onun yetmiş yüzü vardır. Her
yüzünde yetmiş ağzı vardır. Her ağzında
yetmiş dili vardır. Her dili, başka bir lügatla Hak Taalayı
devamlı tesbih eder. Hak Taala, sidrede dörtbin saf melek
yaratmıştır. Her saffın
meleklerinin sayısı onbine yetmiştir. Birinci safta olan
melekler, sürekli secdeye varıp: "Sübhanallah" derler, ikinci
safta bulunan melekler, daima oturup: "Elhamdülillah" derler. Üçüncü
safta duran melekler, hep rükua varıp: "La ilahe illallah"
derler. Dördüncü safta kalan melekler, kıyamda durup: "Allahü
ekber" derler.
Hak Taala, sidrede,
yeşil zümrütten, minare şeklinde bir büyük direk
yaratmıştır ki, sidreden yüksekliği yetmişbin fersah
mesafededir. O direğin başında beyaz inciden büyük bir kubbe
yaratmıştır. O kubbenin üzerinde tavus kuşu şeklinde,
çeşitli cevherler renginde bir acaip melek yaratmıştır. Oun
bin beşyüz kanadı vardır. Her kanadında yüzbin saçağı
vardır. Her bir saçağı üzerinde üç satır yeşil
yazıyla yazılmış yazılar vardır. Birinci
satırda: "Bismillahirrahmanirrahim", ikinci satırda:
"La ilahe illallah Muhammedün resulüllah", üçüncü satırda:
"Onun zatından başka her şey yokluğa mahkumdur"
(28/88), yazılmıştır. İşte buna arş horozu
derler ki, o kanatlarını yaydıkça, onun saçaklarından
cennettekiler üzerine nisan yağmuru gibi Hak'kın izniyle rahmet iner.
Namaz vakitlerinde, o arş horozu, kanatlarını birbirine vurup,
feryat ile öter. Kanatlarının her bir saçağından başka
bir sada peyga olup, cennetlerin ağaçlarının dallarını
sabah rüzgarı gibi sallar. Onun ötüşünden, cennette olan huri ve
gılman mesrur olup, odalardan başlarını çıkarıp,
birbirlerini müjdelerler ki; "Muhammed sallallahüaleyhivesselamın
ümmetinin namaz vakti gelmiştir. Şimdi hepsi ibadetle meşguldür."
Hak Taâlâ, arş horozuna nida eder ki: "Ey kuş, niçin böyle
feryat edersin?" O melek der ki: "Ey Allahım, mümin
kulların dünyada sana ibadete yöneldikçe, ben onlar için senden rahmet
isterim." O zaman ona, Hak'kın hitabı gelir ki: "Ey
kuş, dünyada beş vakit namazını eda eden kullarıma
rahmet edip, cehennem ateşinden azat ederim. Naim cennetleriyle
onları hisselendirir ve sevindiririm." Bu hitap ile arş horozu
hoşnut olmuştur. (Kudretiyle kainatı yaratan Allah münezzehtir.
O, kainatları hikmetiyle benzersiz yaratmıştır.
İlmiyle her şeyi kuşatmış ve her şeyi tek tek
saymıştır.)
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |