Fıkıh Köşesi

DARÜ'L İSLAM'IN MAHİYETİ VE KEYFİYETİ

Soru: "İlimlerinden istifade ettiğimiz hocaefendiler; bir ülkenin daru'l İslam veya daru'l harp vasfına haiz olmasını, farklı açılardan değerlendiriyorlar. (...) Bazıları "İslam fıkhının tatbik ediliği yere daru'l İslam denileceğini" söylüyorlar. Bazıları ise, nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkelerin daru'l İslam vasfına haiz olduğunu iddia ediyorlar.(...) Bir ülkenin, İslam veya küfür ülkesi olarak nitelendirilmesindeki ölçü nedir ? Hanefi fukahası, bir ülkeyi daru'l İslam veya daru'l harp olarak nitelendirirken, hukuku mu, yoksa nüfusu mu esas almıştır?"

CEVAP: Meseleye geçmeden önce, bir hususa işaret etmekte fayda vardır. İslam alimleri; Hz. Adem (as)'den günümüze kadar devam eden ve kıyamete kadar da sürecek olan siyasi mücadeleyi, "El Milel ve'n Nihal" temelini esas alarak izah etmişlerdir. "El Milel"; vahye dayanan ve Allahu Teala (cc)'nın indirdiği hükümlere göre ilişkilerini düzenleyen toplumların tarihini, "Ve'n nihal" ise; hevalarını esas alan ve batıl kanunları ile amel eden cemiyetlerin mecaralarını konu alır. "El Milel ve'n Nihal" terkibini, Türkçe olarak şu şekilde ifade etmemiz mümkündür: "Allahu Teala (cc)'ya teslim olan mü'minlerin ve hevalarına tabi olan müşriklerin tarihi" Bu incelik kavrandığı gün, birçok mesele kendiliğinden çözülecektir. İnsan ve toplum hayatını düzene koyan kanunların; hem bir çıkış kaynağı, hem kaynaktan sonra takip ettiği bir yolu vardır. Kur'an-ı Kerim'de "her ümmet için bir minhac ve şeriat tayin edildiği" ( El Maide Suresi: 48) sarih olarak beyan edilmiştir. Bazı müfessirler "Minhac'ın" iman esasları olduğunu ve hiç değişmediğini, "Şeriat'ın" ise dünyevi ilişkileri düzene koyan hükümler olduğunu ve zaman zaman değiştiğini belirtmişlerdir. Minhacın "peygamberlerin sünneti" manasına geldiğini ifade eden alimler de vardır. (1) Bütün insanlar minhaca ve şeriata muhatap olmuşlardır. Hiçbir kavim başıboş bırakılmamıştır. (2) Bu girişten sonra "Bir ülkenin, İslam veya küfür ülkesi olarak nitelendirilmesindeki ölçü nedir?" sualinize gecebiliriz. İçinde yaşadığımız toplumda; "Vatan" ve "Vatandaşlık" kavramları ile kasdedilen mahiyet, herkes tarafından bilinmektedir. Müslümanların namazla ilgili olan; "vatan-ı asli, vatan-ı ikamet ve vatan-ı sefer" mefhumları sık sık kullandıkları da sabittir. Fakat Müslümanların büyük bir bölümü, "Dar" mefhumunu unutmuşlardır. Halbuki bu mefhum, İslami siyaset açısından oldukça önemlidir. Şemsü'leimme Serahsi'nin "El Mesbut" isimli eserinde "Dar mefhumu; idare ve hakimiyete göre mahiyet kazanır. Müslümanların hakimiyeti altında olan ve İslam ahkamının tatbik edildiği beldelere Daru'l İslam denilir"(3) tarifi esas alınmıştır. İmam-ı Kuhistani: "Daru'l İslam; mü'minlerin emirinin sultası (iktidarı) altında olan ve İslam ahkamının tatbik edildiği beldedir. Daru'l Harp ise; kafirlerin reisinin idaresi altında olan ve küfür ahkamının icra (tatbik) edildiği yerdir"(4) diyerek, hukukun önemi üzerinde durmuştur. İmam-ı Kasani, insanların durumunu dikkate almış ve "Bir dar'ın (ülkenin) İslam'a veya küfre nisbet edilmesinden maksad, bizzat İslam ve küfrün kendisi değildir. Maksad emniyet ve korkudur. Eğer bir beldede emniyet Müslümanlara, korku da aynı şekilde kafirlere ait ise orası daru'l İslamdır. Ancak emniyet kafirlere, korku da Müslümanlara ait ise orası daru'l harptir. Zira ahkamın tatbiki, emniyet ve korku ile ilgilidir" (5) demiştir. Hanefi fukahası; bir ülkenin mahiyetini tesbit için, siyasi iktidarı ve tatbik edilen hukuku dikkate almıştır. Nüfus oranları, belirleyici bir unsur değilir. Molla Hüsrev: "İçerisinde küfür ahkamının tatbik edildiği daru'l harb olan bir belde, İslam ahkamının tatbik edilmesi ile birlikte daru'l İslam'a dönüşür. Her ne kadar o beldede mukim olan kafirler, orada ikamete devam etseler de, o belde daru'l İslam'a bitişik olmasa da durum aynıdır"(6) hükmünü beyan etmiştir. Mesela: Yüzyıllarca daru'l İslam vasfına haiz Balkan ülkelerinde; Müslümanların nüfusu, gayr-i müslimlere oranla daha azdır. Hanefi fukahası'nın "Daru'l İslam olan bir belde, hangi şartların ortaya çıkması ile daru'l harbe dönüşür?" sualine cevap verirken, farklı ictihadlarda bulunduğu sabittir. İmam-ı Azam Ebu Hanife (rh.a)'ye göre üç şarttın tahakkuk etmesi gerekir. Feveta-ı Hindiye'de: "İmameyn'in kavline göre; dar'ul İslam olan bir belde, küfür ahkamının icra edilmesi ile birlikte daru'l harp haline gelir. Kıyas budur" (7) hükmü kayıtlıdır. Meselenin özü budur. Birbirimize dua edelim.

(1) Geniş bilgi için/ İbn-i Kesir-Tefsiru'l Kur'an'il Aziym-Beyrut: 1969 C: 2 Sh: 65, Ayrıca Mecmuatu't Tefasir-İst.: 1979 C: 2 Sh: 296- 297.
(2) İmam-ı Şafii-Er Risale-Kahire: 1979 (2 bsm) Sh: 25 Madde: 69.
(3) İmam-ı Serahsi-El Mebsut-Beyrut: ty C: 10 Sh: 114.
(4) İmam Kuhistani-Camiu'r Rumuz-İst.: 1300 C: 2 Sh: 311.
(5) İmam-ı Kasani-El Bedaiu's Senai-Beyrut: 1974 C: 7 Sh: 131.
(6) Molla Hüsrev-Düreru'l Hükkam-İst.: 1307 C: 1 Sh: 290.
(7) Şeyh Nizamüddin ve Heyet-El Feteva-ı Hindiyye-Beyrut:

Günün Sözü

"Bir hatâ (gayr-i meşrû‘ bir fiil ve hareket) gizlice yapıdığında, zarârı yalnız onu yapana âit olur. Fakat, alenî yapılır da mâni‘ olunamazsa, zararı umûmî olur, âmmeye dokunur.” (Hadîs-i Şerif—Taberânî)"
Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.