MUDAREBE
- Ayrıntılar
- Kategori: Fıkıh Ansiklopedisi
- Gösterim: 1527
MUDÂREBE
Arapça "durb" kökünden mufâale vezninde bir mastar olup, kök anlamı; gitmek, uzaklaşmak, rızık peşinde koşmak demektir. Bir terim olarak; bir taraftan sermaye, diğer taraftan işletme olmak üzere oluşturulan emek-sermaye ortaklığını ifade eder. Sermaye sahibine"rabbü'l-mâl", işletmeciye ise "mudarib" denir.
Asr-ı saadette islâmî ticaret ortaklıkları kurum hâlini alırken, Irak ekolü emek-sermaye ortaklığına Kur'ân'daki kök anlamı (el-Müzzemmil, 73/20) ve medaribi esas alarak "mudarebe"; Hicaz ekolü ise sermayenin işletmecinin tasarrufuna havale edilmesine bakarak "mukaraza" veya "kırâz" adını vermiştir (es-Serahsî- el-Mebsût, Beyrut, t.y., XXII, 17, 21, 24; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Beyrut 1394/1974, VI, 79, 80; Mecelle, Madde, 1404).
Islâm'da mudarebe ortaklığı uzun veya kısâ vadeli her çeşit krediyi sağlamak için elverişli bir yöntemdir. Toplumda, elinde büyük meblağlara ulaşan nakit parası olan bir çok kimse bunu işletmek, ticarî bir işte kullanmak ister. Ancak bilgisi, tecrübesi veya sağlığı elverişli olmadığı için bu arzusunu gerçekleştiremez. Yine toplumda bilgili, yetenekli ve ticaret işine yatkın bir çok kimse de sermaye yokluğundan dolayı ticarete atılamaz. İşte, mudarebe, birbirine muhtaç olan bu iki unsuru bir araya getirir ve iki taraf da bundan kârlı çıkar. Toplumda muattal kalan sermayeler ve iş bulamayan kabıliyetler değerlenmiş olur. Bu çeşit ortaklık güvene dayanır.
Mudarebe; Kitap, Sünnet ve Icmâ delillerine dayanır.
Kur'ân'da şöyle buyurulur: "Allah diğer bir kısım insanların yeryüzünde kendi lütfundan rızık aramak üzere yolculuk yapacaklarınr bilir" (el-Müzzemmil, 73/20); "Cum'a namazı kılındığı zaman, yeryüzünde dağılınız ve Allah'ın lütfundan rızık arayınız" (el-Cum'a, 62/10); "Hac mevsiminde, ticaret yaparak Rabbinizin lütfundan rızık istemenizde size bir sakınca yoktur" (el-Bakara, 2/198). Bu âyetlerin genel anlamı sermayenin mudarebe yoluyla işletilmesini de kapsamına alır.
Abdullah b. Abbas (r.a)'ın şöyle dediği nakledilmektedir; "Efendimiz Abbas b. Abdulmuttalib (ö.32/652) mudarebe için sennaye verdiği zaman, işletmeciye bu sermaye ile deniz yolculuğuna çıkmayı, bir vâdide konaklamayı ve canlı hayvan ticareti yapmayı yasaklardı. Eğer bu şartlara uymazsa ana parayı tazmin edecekti. O'nun mudarebe sözleşmesine koyduğu bu şartlar Hz. Peygamberimiz'e ulaşmış ve O, buna icazet vermiştir" (el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid IV,161). Hz. Muhammed'e risâlet gelince, toplumda mudarebe uygulaması devam ediyordu. O, bu uygulamayı takrir buyurdu (es-Serahsî, a.g.e., XXII, 19).
Bir sahabe topluluğu yetimlere ait nakit paraları mudarebeye verip işletmişlerdir. Hz. Ömer (ö. 23/643). Hz. Osman (ö. 35/655). Ibn Ömer (ö. 73/692) ve Ibn Mes'ud (ö.32/652) bunlardandır. Kendi devrinde, bunlara karşı çıkan olmadığı için, bu konuda icma meydana gelmiştir (el-Kâsânî, a.g.e., VI, 79; el-Bâcî, el-Müntekâ, V, 151; ez-Zeylâî,Nasbu'r-Râye,IV,113). Diğer yandan Hz. Ömer devrinde Irak'tan beytü'l-mâl'e ait paranın Hicaz'a mudarebe yoluyla gönderildiği bilinmektedir (es-Serahsî, a.g.e., XXI, 18; el-Kâsânî, a.g.e., VI, 60).
Kasım b. Muhammed (ö.102/720) şöyle demiştir: Bizim Hz. Aişe nezdinde bir sermayemiz vardı. O, bunu mudarebe yoluyla işletmeye verirdi. Allah O'nun gayreti sebebiyle sermayemizi bereketli kılıyordu (es-Serâhsî, a.g.e., XXI, 18).
Mudarebenin rükünleri icab ve kabuldür. Bu akit "mudarebe, mukaraza, kırâz, muâmele" veya bu anlamı ifade eden sözcüklerle meydana gelir. "Şu sermayeyi al, mudarebe yoluyla işlet, kârı aramızda şu şekilde paylaşırız" teklifini, mudâribin kabul etmesiyle akit oluşur. Sermaye mudâribin elinde nakit para olarak bulundukça emânet sayılır. Mala yatırım yapılınca, mudarible sermaye sahibi (rabbul-mâl) arasında vekâlet ilişkisi doğar; kâr meydana gelince de, kâr üzerinde ortaklık söz konusu olur (es-Serahsî, a.g.e., XXI, 19; el-Mevsılî, el-Ihtiyâr, III, 19, 20; el-Kâsânî, a.g.e., VI, 87; Mecelle, mad. 1405, 1413).
Mudarebe çeşitleri:
Mudarabe ortaklığı, tarafların özel şartlar koyup koymamasına göre, mutlak ve mukayyed olmak üzere ikiye ayrılır.
1) Mutlak mudarebe: Sermaye sahibinin ana parayı, mudaribe verirken, onu ticaret işinde serbest bırakması, sadece kârın paylaşılma şeklini belirlemekle yetinmesidir. "Şu sermayeyi al, yıl sonunda kârı yarı yarıya paylaşmak üzere mudarebe yoluyla çalıştır" sözleriyle bu ortaklık doğar. Burada mudarib (işletmeci), sermayeyi çalıştırırken, islâmi hükümlere uymayı da üstlenmiş olur. Kasıt, kusur veya ihmalı bulunmadıkça, meydana gelecek zarara, sadece emeğinin karşılığını alma şeklinde katlanır. Çünkü güvenilen (emîn) kimsedir (el-Kâsânî a.g.e., VI, 87; Mecelle, mad.1406).
2) Mukayyed mudarebe: Sermaye sahibi, ana parayı mudareb'e verirken özel bir takım şartlar koyabilir. Abbas b. Abdülmuttalib'in mudareb'e koyduğu bazı şartları Hz. Peygamberimiz'in tasvip ettiğini yukarıda belirtmiştik. Hz. Ömer'in yetim mallarını, Hakim b. Hızâm'ın kendi mallarını mudarebe'ye verirken de, özel şartlar öne sürdükleri nakledilmektedir (es-Serahsî, a.g.e., XXI,18). Diğer yandan Nebi (s.a.v.): Müslümanlar kendi aralarında belirledikleri şartlara uyarlar. Ancak helâlı haram, haramı helâl kılan şart müstesnadır" buyurmuştur (Buhârî, Icâre, 14; Tirmizî, Ahkâm, 17; Ebû Dâvud, Akdiye, 12). Tarafların düzenleme yapmadıkları hususlarda örf varsa, ona uyulur. Mecelle'de şu kaideler bunu ifade eder: "Örfen ma'ruf olan, şart kılınmış gibidir" (mad. 43). "Beynettüccâr ma'ruf olan şey beynlerinde meşrût gibidir" (mad. 44). "Örf ile tayın nass ile tayın gibidir" (mad. 45).
Mudarebe şu noktalarda özel şartlara bağlanabilir:
Ebû Hanife (ö.150/767) ve Ahmed b. Hanbel'e (ö. 241/855) göre:
a) Yer sınırlaması: Ana paranın belirli bir beldede işletilmesi şart koşulabilir. İş yerinin Bursa'da açılması gibi... Sermaye sahibi, işi kontrolü altında tutmak için bu sınırlamayı getirebilir (Mecelle, mad. 1407).
b) Ticaret çeşidini belirleme: Yalnız sarraflık veya gıda maddeleri ticareti yapmak gibi...
c) Mudarebe süresini belirleme: Bir yıl süreyle sınırlamak gibi... Ancak bu taktirde uygun ticaret çeşidini seçmek gerekir. Yıl sonunda sermaye nakde dönüşmemiş olursa, ya mal taksimi yoluna gidilir veya malın nakde dönüşmesi için mudaribe ek süre verilmesi gereklidır.
d) Malın kimden alınıp kime satılacağı belirlenebilir: Bu; pazarlama, acenta., şube vb. ticaret faaliyetlerinin kârdan pay alma kârşılığında yapılabileceğini gösterir.
e) Mudarebeyi gelecek zamana izafe etmek mümkündür. Sözleşme yapıldıktan altı ay sonra, ticaret faaliyetinin başlamasını şart koşmak gibi...
Imam Şâfiî ve Mâlikîlere göre son üç madde, yani mudârebe süresini belirlemek, mal alınıp satılacak kimseleri tesbit etmek veya akdi gelecek zamana izafe etmek geçerli değildir (el-Kâsânî, a.g.e., VI, 86; Ibn Kudâme, el-Muğnî, V, 62, 63; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, I, 386; el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, IV, 161.)
Mudaribin ana parada tasarrufta bulunmadan önce kendisinin veya sermaye sahibinin mudarebe akdini feshedebileceği konusunda görüş birliği vardır. Ana parada tasarrufta bulunduktan sonra, akdin bağlayıcı olup olmadığı ise ihtilaflıdır.
Imam Ebû Hanîfe (ö.150/767), Imam Şafiî (ö. 204/819) ve Imam Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855)'e göre mudârebe akdi bağlayıcı (lâzım) değildir. Taraftarlardan her biri tek yanlı iradesiyle bu akdi feshedebilir. Çünkü sermayedâr vekâlet veren; mudârib ise vekil durumundadır. Ancak fesih sırasında ana paranın nakit para halinde olması ve karşı tarafın feshi öğrenmesi de şarttır. Ana para menkul veya gayrı merkul mal halinde ise, ya aynî taksim yapılır veya mudaribe ek süre vermek yoluna gidilir.
Imâm Mâlik (ö. 179/795)'e göre, Mudârib ana parada tasarrufta bulunduktan sonra mudâribe sözleşmesi bağlayıcı (lâzım) olur ve miras yoluyla da intikal eder. Mudâribten sonra çocukları veya güvenilir kişiler sermayeyi işletir (el-Kâsânî, a.g.e., VI, 109; Ibn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, II, 237).
Mudarebenin şartları:
1) İnancın mudarebeye etkisi: Mudarebede tarafların müslüman olması şart değildir. İslâm ülkesinde, (dâru'l-İslâm) müslümanla zimmî (gayrı müslim teba) veya harbî müste'men (pasaportlu yabancı) arasında emek sermaye (mudarebe) ortaklığı kurulabilir. Dârul-harpte bulunan pasaportlu müslüman bir gayrı müslimin sermayesini mudarebe yöntemiyle işletebilir. Böyle bir durumda, aralarında ülke farkı, kalmamış olur (el-Kâsânî, a.g.e., VI, 81, 82).
2) Ana para ile ilgili şartlar: Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf'a göre, mudârebede ana paranın altın (dinar) veya gümüş (dirhem) para kabilinden olması gereklidır. Bu iki çeşit para, piyasada gerçek maden değeri ile dolaşır ve satın alma gücünü korur. Faiz yasağı, bunlarda nominal (itibarî) değer oluşmasına engel teşkil eder. İmam Muhammed ise, altın ve gümüş dışındaki madenî paralar (fülûs)'ın da mudârabe sermayesi olabileceği prensibini benimser. Felsler, maden değeri dışında nominal değerle dolaşır. Günümüzdeki kağıt paralar daha çok fels (çoğulu fiilûs) benzeri nakit paralardır. Ibn Ebi Leylâ ve el-Evzâi'ye göre misli (standard) ticaret eşyası da ortaklıkta sermaye olabilir. Buğday, arpa gibi. Bu son görüşü, çoğunluk hukukçular, kâr hesaplama zorluğu yüzünden kabul etmezler.
Ana paranın miktarının belirlenmiş olması yanında, onun mevcut bir para olması, alacak (deyn) kabılinden bulunmaması gerekir. Ana paranın mudârib'e teslim edilmiş olması da gereklidır (es-Serahsî, a.g.e., XXI, 21; el-Kâsânî, a.g.e., VI, 82, 85; Ibnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, VII, 59; Ibn Rüşd, a.g.e., II; Ibn Kudâme, elmuğnî, V, 68 vd; el-Felevâ'l-Hidiyye, Bulak 1310, IV, 286; eş-Şîrâzî, I, 385; Mecelle, mad, 1338, 1342, 1409).
3) Kârla ilgili şartlar: Kâr miktarının belirlenebilir olması gerekir. Sadece kârın bölüşülmesinden söz edilmiş olursa, prensip olarak yarı yarıya bölüşülür (en-Nisâ, 4/12). Diğer yandan kârın şâyi' bir cüz olması da gereklidır; ½, 1/3, ¼ gibi... Mudârebede maktû (miktarı belirlenmiş) bir kârın şart koşulması geçerli değildir. Böyle bir şart mudarabeyi fâsit kılar. Çünkü yalnız maktû kâr kadar veya daha az kazanç sağlanması hâlinde karşı târaf bir şey alamaz ve bu yüzden kârda ortaklık gerçekleşmez; mudarabe akdi fasit olur. Mudarib yalnız ecr-i misil kadar işçilik ücreti alırken, meydana gelecek tüm kârı sermaye sahibine ait olur. Zarar olursa buna da sermayedar katlanır (es-Serâhsî, a.g.e., XXII, 27; el-Kâsânî, a.g.e., VI, 85 vd).
Mudârabe akdinde, mudâribin yıl sonunda elde edilecek kâra mahsûben belli ücreti avans olarak alması kararlaştırılabilir. İslâm hukukçularının çoğunluğu, mudaribin özellikle şirketle ilgili dış seyahatlarındaki yeme, içme, naklıye, giyim, otel, işçi, hamal ücreti gibi masraflarını da ortaktan alabileceği görünüşünü benimsemiştir; Şâfiî ve Hanbelîlere göre ise, aksi kararlaştırılmadıkça, bu gibi şahsî masraflar prensip olarak mudaribe aittir. Bunun anlamı, bu masrafların mudâribin kâr payından karşılanmasıdır. Bu prensip, mudâribi kişisel harcamalarında dikkate alarak daha fazla kâr isteyebilir (el-Kâsânî, a.g.e., VI, 105; Ibnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, V, 81; es-Serâhsî, a.g.e., XXII, 63; Ibnü'l-Hümâm, Fethu'sl-Müctehid, II, 238; Mecelle, mad. 1419).
MUDAREBE ÇEŞİTLERİ:
Mudarabe ortaklığı, tarafların özel şartlar koyup koymamasına göre, mutlak ve mukayyed olmak üzere ikiye ayrılır.
1) Mutlak mudarebe: Sermaye sahibinin ana parayı, mudaribe verirken, onu ticaret işinde serbest bırakması, sadece kârın paylaşılma şeklini belirlemekle yetinmesidir. "Şu sermayeyi al, yıl sonunda kârı yarı yarıya paylaşmak üzere mudarebe yoluyla çalıştır" sözleriyle bu ortaklık doğar. Burada mudarib (işletmeci), sermayeyi çalıştırırken, İslâmi hükümlere uymayı da üstlenmiş olur. Kasıt, kusur veya ihmali bulunmadıkça, meydana gelecek zarara, sadece emeğinin karşılığını alma şeklinde katlanır. Çünkü güvenilen (emîn) kimsedir (el-Kâsânî a.g.e., VI, 87; Mecelle, mad.1406).
2) Mukayyed mudarebe: Sermaye sahibi, ana parayı mudareb'e verirken özel bir takım şartlar koyabilir. Abbas b. Abdülmuttalib'in mudareb'e koyduğu bazı şartları Hz. Peygamberimiz'in tasvip ettiğini yukarıda belirtmiştik. Hz. Ömer'in yetim mallarını, Hakim b. Hızâm'ın kendi mallarını mudarebe'ye verirken de, özel şartlar öne sürdükleri nakledilmektedir (es-Serahsî, a.g.e., XXI,18). Diğer yandan Nebi (s.a.v.): Müslümanlar kendi aralarında belirledikleri şartlara uyarlar. Ancak helâlı haram, haramı helâl kılan şart müstesnadır" buyurmuştur (Buhârî, İcâre, 14; Tirmizî, Ahkâm, 17; Ebû Dâvud, Akdiye, 12). Tarafların düzenleme yapmadıkları hususlarda örf varsa, ona uyulur. Mecelle'de şu kaideler bunu ifade eder: "Örfen ma'ruf olan, şart kılınmış gibidir" (mad. 43). "Beynettüccâr ma'ruf olan şey beynlerinde meşrût gibidir" (mad. 44). "Örf ile tayin nass ile tayin gibidir" (mad. 45).
Mudarebe şu noktalarda özel şartlara bağlanabilir:
Ebû Hanife (ö.150/767) ve Ahmed b. Hanbel'e (ö. 241/855) göre:
a) Yer sınırlaması: Ana paranın belirli bir beldede işletilmesi şart koşulabilir. İş yerinin Bursa'da açılması gibi... Sermaye sahibi, işi kontrolü altında tutmak için bu sınırlamayı getirebilir (Mecelle, mad. 1407).
b) Ticaret çeşidini belirleme: Yalnız sarraflık veya gıda maddeleri ticareti yapmak gibi...
c) Mudarebe süresini belirleme: Bir yıl süreyle sınırlamak gibi... Ancak bu taktirde uygun ticaret çeşidini seçmek gerekir. Yıl sonunda sermaye nakde dönüşmemiş olursa, ya mal taksimi yoluna gidilir veya malın nakde dönüşmesi için mudaribe ek süre verilmesi gereklidir.
d) Malın kimden alınıp kime satılacağı belirlenebilir: Bu; pazarlama, acenta., şube vb. ticaret faaliyetlerinin kârdan pay alma kârşılığında yapılabileceğini gösterir.
e) Mudarebeyi gelecek zamana izafe etmek mümkündür. Sözleşme yapıldıktan altı ay sonra, ticaret faaliyetinin başlamasını şart koşmak gibi...
İmam Şâfiî ve Mâlikîlere göre son üç madde, yani mudârebe süresini belirlemek, mal alınıp satılacak kimseleri tesbit etmek veya akdi gelecek zamana izafe etmek geçerli değildir (el-Kâsânî, a.g.e., VI, 86; İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 62, 63; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, I, 386; el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, IV, 161.)
Mudaribin ana parada tasarrufta bulunmadan önce kendisinin veya sermaye sahibinin mudarebe akdini feshedebileceği konusunda görüş birliği vardır. Ana parada tasarrufta bulunduktan sonra, akdin bağlayıcı olup olmadığı ise ihtilaflıdır.
İmam Ebû Hanîfe (ö.150/767), İmam Şafiî (ö. 204/819) ve İmam Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855)'e göre mudârebe akdi bağlayıcı (lâzım) değildir. Taraftarlardan her biri tek yanlı iradesiyle bu akdi feshedebilir. Çünkü sermayedâr vekâlet veren; mudârib ise vekil durumundadır. Ancak fesih sırasında ana paranın nakit para halinde olması ve karşı tarafın feshi öğrenmesi de şarttır. Ana para menkul veya gayri merkul mal halinde ise, ya aynî taksim yapılır veya mudaribe ek süre vermek yoluna gidilir.
İmâm Mâlik (ö. 179/795)'e göre, Mudârib ana parada tasarrufta bulunduktan sonra mudâribe sözleşmesi bağlayıcı (lâzım) olur ve miras yoluyla da intikal eder. Mudâribten sonra çocukları veya güvenilir kişiler sermayeyi işletir (el-Kâsânî, a.g.e., VI, 109; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, II, 237).
MUDAREBENiN ŞARTLARI:
1) İnancın mudarebeye etkisi: Mudarebede tarafların müslüman olması şart değildir. İslâm ülkesinde, (dâru'l-İslâm) müslümanla zimmî (gayri müslim teba) veya harbî müste'men (pasaportlu yabancı) arasında emek sermaye (mudarebe) ortaklığı kurulabilir. Dârul-harpte bulunan pasaportlu müslüman bir gayri müslimin sermayesini mudarebe yöntemiyle işletebilir. Böyle bir durumda, aralarında ülke farkı, kalmamış olur (el-Kâsânî, a.g.e., VI, 81, 82).
2) Ana para ile ilgili şartlar: Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf'a göre, mudârebede ana paranın altın (dinar) veya gümüş (dirhem) para kabılinden olması gereklidir. Bu iki çeşit para, piyasada gerçek maden değeri ile dolaşır ve satın alma gücünü korur. Faiz yasağı, bunlarda nominal (itibarî) değer oluşmasına engel teşkil eder. İmam Muhammed ise, altın ve gümüş dışındaki madenî paralar (fülûs)'ın da mudârabe sermayesi olabileceği prensibini benimser. Felsler, maden değeri dışında nominal değerle dolaşır. Günümüzdeki kağıt paralar daha çok fels (çoğulu fiilûs) benzeri nakit paralardır. İbn Ebi Leylâ ve el-Evzâi'ye göre misli (standard) ticaret eşyası da ortaklıkta sermaye olabilir. Buğday, arpa gibi. Bu son görüşü, çoğunluk hukukçular, kâr hesaplama zorluğu yüzünden kabul etmezler.
Ana paranın miktarının belirlenmiş olması yanında, onun mevcut bir para olması, alacak (deyn) kabilinden bulunmaması gerekir. Ana paranın mudârib'e teslim edilmiş olması da gereklidir (es-Serahsî, a.g.e., XXI, 21; el-Kâsânî, a.g.e., VI, 82, 85; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, VII, 59; İbn Rüşd, a.g.e., II; İbn Kudâme, elmuğnî, V, 68 vd; el-Felevâ'l-Hidiyye, Bulak 1310, IV, 286; eş-Şîrâzî, I, 385; Mecelle, mad, 1338, 1342, 1409).
3) Kârla ilgili şartlar: Kâr miktarının belirlenebilir olması gerekir. Sadece kârın bölüşülmesinden söz edilmiş olursa, prensip olarak yarı yarıya bölüşülür (en-Nisâ, 4/12). Diğer yandan kârın şâyi' bir cüz olması da gereklidir; 1/2, 1/3, 1/4 gibi... Mudârebede maktû (miktarı belirlenmiş) bir kârın şart koşulması geçerli değildir. Böyle bir şart mudarabeyi fâsit kılar. Çünkü yalnız maktû kâr kadar veya daha az kazanç sağlanması hâlinde karşı târaf bir şey alamaz ve bu yüzden kârda ortaklık gerçekleşmez; mudarabe akdi fasit olur. Mudarib yalnız ecr-i misil kadar işçilik ücreti alırken, meydana gelecek tüm kârı sermaye sahibine ait olur. Zarar olursa buna da sermayedar katlanır (es-Serâhsî, a.g.e., XXII, 27; el-Kâsânî, a.g.e., VI, 85 vd).
Mudârabe akdinde, mudâribin yıl sonunda elde edilecek kâra mahsûben belli ücreti avans olarak alması kararlaştırılabilir. İslâm hukukçularının çoğunluğu, mudaribin özellikle şirketle ilgili dış seyahatlarındaki yeme, içme, nakliye, giyim, otel, işçi, hamal ücreti gibi masraflarını da ortaktan alabileceği görünüşünü benimsemiştir; Şâfiî ve Hanbelîlere göre ise, aksi kararlaştırılmadıkça, bu gibi şahsî masraflar prensip olarak mudaribe aittir. Bunun anlamı, bu masrafların mudâribin kâr payından karşılanmasıdır. Bu prensip, mudâribi kişisel harcamalarında dikkate alarak daha fazla kâr isteyebilir (el-Kâsânî, a.g.e., VI, 105; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, V, 81; es-Serâhsî, a.g.e., XXII, 63; İbnü'l-Hümâm, Fethu'sl-Müctehid, II, 238; Mecelle, mad. 1419).
MUDAREBENiN ŞARTLARI:
1) İnancın mudarebeye etkisi: Mudarebede tarafların müslüman olması şart değildir. İslâm ülkesinde, (dâru'l-İslâm) müslümanla zimmî (gayri müslim teba) veya harbî müste'men (pasaportlu yabancı) arasında emek sermaye (mudarebe) ortaklığı kurulabilir. Dârul-harpte bulunan pasaportlu müslüman bir gayri müslimin sermayesini mudarebe yöntemiyle işletebilir. Böyle bir durumda, aralarında ülke farkı, kalmamış olur (el-Kâsânî, a.g.e., VI, 81, 82).
2) Ana para ile ilgili şartlar: Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf'a göre, mudârebede ana paranın altın (dinar) veya gümüş (dirhem) para kabılinden olması gereklidir. Bu iki çeşit para, piyasada gerçek maden değeri ile dolaşır ve satın alma gücünü korur. Faiz yasağı, bunlarda nominal (itibarî) değer oluşmasına engel teşkil eder. İmam Muhammed ise, altın ve gümüş dışındaki madenî paralar (fülûs)'ın da mudârabe sermayesi olabileceği prensibini benimser. Felsler, maden değeri dışında nominal değerle dolaşır. Günümüzdeki kağıt paralar daha çok fels (çoğulu fiilûs) benzeri nakit paralardır. İbn Ebi Leylâ ve el-Evzâi'ye göre misli (standard) ticaret eşyası da ortaklıkta sermaye olabilir. Buğday, arpa gibi. Bu son görüşü, çoğunluk hukukçular, kâr hesaplama zorluğu yüzünden kabul etmezler.
Ana paranın miktarının belirlenmiş olması yanında, onun mevcut bir para olması, alacak (deyn) kabilinden bulunmaması gerekir. Ana paranın mudârib'e teslim edilmiş olması da gereklidir (es-Serahsî, a.g.e., XXI, 21; el-Kâsânî, a.g.e., VI, 82, 85; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, VII, 59; İbn Rüşd, a.g.e., II; İbn Kudâme, elmuğnî, V, 68 vd; el-Felevâ'l-Hidiyye, Bulak 1310, IV, 286; eş-Şîrâzî, I, 385; Mecelle, mad, 1338, 1342, 1409).
3) Kârla ilgili şartlar: Kâr miktarının belirlenebilir olması gerekir. Sadece kârın bölüşülmesinden söz edilmiş olursa, prensip olarak yarı yarıya bölüşülür (en-Nisâ, 4/12). Diğer yandan kârın şâyi' bir cüz olması da gereklidir; 1/2, 1/3, 1/4 gibi... Mudârebede maktû (miktarı belirlenmiş) bir kârın şart koşulması geçerli değildir. Böyle bir şart mudarabeyi fâsit kılar. Çünkü yalnız maktû kâr kadar veya daha az kazanç sağlanması hâlinde karşı târaf bir şey alamaz ve bu yüzden kârda ortaklık gerçekleşmez; mudarabe akdi fasit olur. Mudarib yalnız ecr-i misil kadar işçilik ücreti alırken, meydana gelecek tüm kârı sermaye sahibine ait olur. Zarar olursa buna da sermayedar katlanır (es-Serâhsî, a.g.e., XXII, 27; el-Kâsânî, a.g.e., VI, 85 vd).
Mudârabe akdinde, mudâribin yıl sonunda elde edilecek kâra mahsûben belli ücreti avans olarak alması kararlaştırılabilir. İslâm hukukçularının çoğunluğu, mudaribin özellikle şirketle ilgili dış seyahatlarındaki yeme, içme, nakliye, giyim, otel, işçi, hamal ücreti gibi masraflarını da ortaktan alabileceği görünüşünü benimsemiştir; Şâfiî ve Hanbelîlere göre ise, aksi kararlaştırılmadıkça, bu gibi şahsî masraflar prensip olarak mudaribe aittir. Bunun anlamı, bu masrafların mudâribin kâr payından karşılanmasıdır. Bu prensip, mudâribi kişisel harcamalarında dikkate alarak daha fazla kâr isteyebilir (el-Kâsânî, a.g.e., VI, 105; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, V, 81; es-Serâhsî, a.g.e., XXII, 63; İbnü'l-Hümâm, Fethu'sl-Müctehid, II, 238; Mecelle, mad. 1419).
MUDARABE SÖZLEŞMESİNİN SONA ERMESİ:
l) Tarafların tek yanlı iradesiyle fesih: İşletmeci veya sermaye sahibi, süresi belirlenmemiş olan mudarabeyi diledikleri zaman feshetme yetkisine sahiptir. Mudârib vekil, sermayedar vekâlet veren durumunda olduğu için, tarafların bu vekâlet ilişkisini sona erdirme imkânı vardır. Ancak fesih tasarrufunun geçerli olması için karşı tarafın bunu öğrenmesi, ayrıca ana paranın nakit para kabilinden elde bulunması da gereklidir. Aksi halde ya mal taksimi yapılır, ya da malın paraya dönüşmesi için mudâribe ek süre verilir (el-Kâsânî, a.g.e., VI, 112; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., VII, 74 vd.).
2) Taraflardan birisinin ölümü: İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre mudârib veya sermayedâr ölünce mudârabe sona erer. Çünkü ölüm, vekâlet ilişkisini sona erdirir. Karşı tarafın ölümü öğrenmesi de şart değildir. Mâlikîlere göre ölüm, mudarebe akdini sonra erdirmez. Bu hak mirasçılara intikal eder.
3) Akıl hastalığı: Taraflardan birisi akıl hastası olunca mudarabe sona erer. Prensip olarak vekâlet ilişkisini sona erdiren şeyler mudarabeyi de sona erdirir.
4) Dinden çıkmak: Ebû Hanîfe'ye göre, sermaye sahibi İslâm'ı terkettiği ve bu hâliyle öldüğü veya öldürüldüğü, yahut düşman ülkesine (dârulharb) sığındığı zaman, irtidat tarihinden geçerli olmak üzere mudarabe akdi sona ermiş sayılır. Ancak bunun aksine mudâribin dinden çıkması mudarabe akdini etkilemez. Bu konuda görüş birliği vardır. Mudaribin, sermaye sahibinin irtidadından sonra yapacağı alış-veriş mevkuftur (askıdadır). Sermayedar İslâm'a dönerse geçerli olur. Aksi halde, mudarib ana para nakit halinde iken mal almışsa, bu mallar ve kârı kendisine ait olur. Mudarebe malı eşya kabilindense, bunları nakde çevirmeye devam etme hakkı vardır. Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre ise irtidat, mudarabeyi doğrudan etkilemez. Ancak sermayedar bu sebeple ölür veya öldürülür yahut, düşman ülkesine sığındığı karara bağlanırsa, ölümle ilgili hükümler cereyan eder (es-Serahsî, a.g.e., XXII,104, XXI, 86; el Kâsânî, a.g.e., VI, 112; İbnü'l-Hümâm age, XXI, 74 vd),
5) Ana paranın helak olması: Ana para mudâribin elinde mal almadan önce helâk olsa mudarebe akdi ortadan kalkar. Mudâribin sermayeyi istihlâkı veya izinsiz olarak tasadduku yahut başkasına vermesi ve bunun da sermayeyi istihlâkı halleri de akdi sona erdirir. Mudâribin yetki sınırlarını aşarak yapacağı bu gibi tasarruflardan sorumluluğu söz konusu olur (el-Kâsânî, a.g.e., VI, 113; ez-Zühaylî, a.g.e., IV, 874).