TELİF HAKKI VAR MIDIR?
- Ayrıntılar
- Kategori: Fıkıh Ansiklopedisi
- Gösterim: 1678
TELIF, TERCÜME VE TELIF HAKKI NE DEMEKTIR?
Telif, herhangi bir yazarın kendi görüşlerini yazmak veya başkalarından iktibaslar etmek ve kendinden de bir şeyler eklemek suretiyle bir eser meydana getirmesidir. Burada eserden kastettiğimiz, uzun veya kısa, geniş ya da dar hacimli bir metin veya ibaredir.
Tercüme ise, herhangi bir eseri bir lisandan başka bir lisana çevirmek, aktarmak manalarına gelmektedir. Tercüme edilen eserde, sadece lafız mütercime mana ile müellifine, yazarına aittir. Telif edilen eserdeyse, lafız ve mana müellife aittir, ancak müellef eserini meydana getirirken başka kimselerin eserlerinden iktibaslar etmek yoluyla yararlanmış da olabilir.
Ancak ben, diğer sorulara geçmeden önce İslam'da telif Hakkıvar mıdır, yok mudur; bu konuda İslam hukukçularının görüşleri nelerdir, onu kısaca bir mukaddime şekllinde vermek isterim.
İslam hukukuna göre alışverişin rükünleri beştir:
1- Bayı, yanı satıcı,
2- Müşteri, yani alıcı,
3- Müsmen, yani satılık mal,
4- Semen, yani satılan malın bedeli,
5- Siga, yani icab ve kabul.
Bu beş rüknün veya bunlardan birkaçının ya da birinin eksik olması halinde yapılan bir alış veriş, İslam hukukuna göre sahih değildir.
Bu rükünlerden her birinin de kendine has birtakım şartları vardır. Burada bu şartları tek tek açıklamaya kalkışacak olursak söz çok uzar. Bunun için sadece sorunuzu gayet yakından ilgilendiren üçüncü rüknün, yani müsmen dediğimiz satılık malın üzerinde birazcık durmak istiyorum.Satılık mal demek fıkıh kitaplarımıza göre elle tutulan, gözle görülen yararlı bir meta demektir. Şayet bir şey elle tutulup gözle görülmüyorsa, faydalı da değilse fıkhen buna mal denilmez. Ed-Durru'l-Munteka, İbnu Abidin ve diğer Hanefi fıkıh kitaplarının tümü bunu böylece ifade etmektedirler.
Şufa Hakkıbunlardan birisidir. Mesela birinin bir arsada sizinle ortaklığı veya komşuluğu vardır, sizin kendi hissenizi yada arsanızı satmaya kalkışmanız halinde o ortağınızın veya komşunuzun müdahele edip sattığınız arsanın bedelini vererek onu satın alma hakkıvardır ki buna Şufa Hakkı denir.İslam'a göre Şufa hakkı satılmaz. Yani Şufa Hakkına sahip olanbir kimse, bu hakkını bir başkasına satamaz. Çünkü hukuki mücerrededendir, elle tutulup gözle görülmeyen bir haktır.
İşte telif hakkı da bu kabil haklardandır. Elle tutulup gözle görülmeyen bir haktır. Bir kitap, satılabilir. Ben başkasının yazdığı bir kitabı veya kendi yazdığım bir kitabı, elle yazmak suretiyle kopye etsem, istinsah etsem; o kopyeyi, o nüshayı başkasına satabilirim. Burada satış sözkonusudur. Çünkü orada elle tutulan gözle görülen bir mal vardır. Ama telif hakkı dediğimiz şey, yukarıda tarifi geçen hukuku mücerrededendir ve onun satışı olamaz. Çünkü bu, mal tarifi içine giren birşey değildir.
Buna göre ben, elimde bulunan herhangi bir eserin fotokopisini çektirebilir veya tab ettirebilirim. Çünkü benim elimde bir kitap vardır ve ben o kitabın malıki olduğum için kendi malım olan bu kitabı istediğim usulle çoğaltıp satabilirim. Yalnız zamanın alimleri malın tarifini genişleterek elle tutulmayan ve gözle görülmeyen şey faydalı olduktan sonra malın şümulüne almışlar, tercüme ve icad gibi şeylerin haklarının satışını caiz görüyorlar.
TELIFTE YANLIŞLIK.
Yayınlanmış eserlerimizde bazı hatalar olabiliyor. Temele taalluk etmese de bu hatalar oluyor. Bazan dergilerde yazdığım açıklamalarla bunları duyuruyorum. Ama yine de acaba bu tür kitaplarımızı geri çekmek mi gerekir?
Keşke herkes bu hassasiyeti yaşıyor olsa. Beşer hatadan masum olmayacağına göre piyasaya yanlışsız kitap sürmek mümkün değil demektir. Bu da hiç yazmamayı gerektirir diyecek olursak bu da binlerce kütüphanelik Islâm tarihini reddetme anlamına gelir. Öyleyse müellif olarak birinci görevimiz yazdıklarımızda çok iyi tebeyyün etmek ve lügat anlamı ile ictihadımızda kusur etmememizdir. Buna rağmen fıtratımız gereğiolacak olan hatalarımızı, hatırlatıldığında sizin de yaptığınız gibi, tashih etmek, doğrusunu yazmak, bunu imkânımız dahilinde olan en geniş neşir aracıyla duyurmak ve daha da önemlisi, yazdıklarımızı, istisarı mahiyette bilenlere okutup ya da özetleyip tenkidlerini almak şeklinde çalışmalıyız. Bilmem, başka ne yapabiliriz?
Hadis diye rivayet edilen, fakat aslı bulunâmayan bir sözde: "Allah sadece kendi kitabının doğru olmasında kararlıdır" denir. Imam Sahavî, bunun aslını bulamadım ama, "(Kur'ân) eğer Alah (cc)'tan başkasının katından olsaydı onda çok çelişkiler bulurlardı" (Nisa: 4/82) ayetinin bu anlamda olduğunu söyler. Imam Şafiî de: "Şu kadar kitap yazdım ve elimden gelen tüm gayreti gösterdim. Ama onlarda hata- nın bulunması kaçınılmazdır. Çünkü Allah: Eğer Allah (cc)'tan başkasının katından olsaydı..." buyurmuştur" (Sahavî, el-Makasidu'l-Hasene, 39) Şairin biri de:
"Nice kitaplar yazdım, sayfa sayfa tarayarak
Ve çok iyi olmuş dedim, kendi kendime
Ama ikinci kez karıştırınca
Hatalar buldum ve düzelttim" (agk.) demiştir.
TELIF ÜCRETI VE TELIF ANLAŞMALARI
Yayınlanmış telif ve tercümelerim var. Kitap piyasasının genellikle ticarî olduğunu biliyorsunuz. Kitabevleriyle anlaşmamız sonucu bunların her baskısından belli bir yüzde oranında ücret alıyorum. Kendim öğretmenim. Aldığım telif ücretlerinden % 20 oranında infakta bulunuyorum. Bu telif ve tercümelerden alınan para caiz ve helâl mıdır?
Telif hakkı meselesi günümüzden önceki fıkıhçılar tarafından tartışılıp hükmü bağlanmış bir konu değildir. Ilk benzer mes'eleler Karafi'ye (684/1280) kadar götürülür. Bu yüzden konu hakkında söylenenler henüz son söz sayılmayabilir.
Ancak ilk Hanefiler dışındaki cumhura göre mes'elenin hükmü bellidir. Onlara göre bir şeyin "mal" sayılmasında, dolayısı ile satılıp, karşılığında bedel alınmasındaki ölçü, o şeyde insan için menfaat bulunması ve örfen kabul görmesidir. Fikir ürünlerinde de bu özellikler vardır, öyleyse onları da satmak caizdir. Yani onlarda "ayn" gibi "mütekavvim" maldırlar.
Ilk Hanefilerde ise bir şeyin "mal" olabilmesi için "mütekavvim" olması, "mütekavvim" olabilmesi için de "ayn" olması yani maddi varlığının bulunması esastır. Ama bundan da "istihsan"a ve zarurete bağlı olan; icrare ve imamlık, müezzinlik, Kur'an öğretme gibi şeyleri istisna ederler. Yani bunlarda da karşılığında para alınan şey bir madde değildir, menfaattır. Daha sonraki hanefiler ise, Cumhurun tarifi doğultusunda malı mücerred "değer" diye açıklarlar(Ibn Abidîri, I/N). Yani değerli itibar edilen herşey maldır ve satılabilir.
Ayrıca hakkında nas bulunmayan konularda "örf muhakemdir." Günümüz örfünde ise telife ücret almak tabiî ve gerekli bir şey olarak görülmektedir. Öyleyse bu bir ölçüdür. Sonra ilk fıkıh eserlerinde telif ücretinden söz edilmemiş olsa bile ilk hadisçilerden rivayet ettiği hadisler karşılığında ücret alan, rivayet konusunda bazılarına izin verip bazılarına venneyenler vardır.(bk. Dihlevî, Bustânü'1-Muhaddisin, 35)
Diğer yönden, telife ücret alınmaması, her isteyenin istediği kitabı rahatlıkla basması demektir. Ilmî bir esere ömrünü ve göz nurunu vermiş bir müellifin hiç bir şey almaması, ama bunu basan yayınevinin yüksek oranlarda kâr sağlaması İslam'ın kabul etmeyeceği bir mantıksızlıktır. Bu aynı zamanda ilme ve ilmî araştırmalara rağbeti öldürür. Basılan kitap vb. şeylerde keşmekeşliğe, yanlış aktarmalara, eksik basmalara; çeşitli suistimallere sebep olur.
Ancak müellifle yayıncı arasında yapılan telif anlaşmalarının da Islâmî olması, akdin batıl ya da fasit olmasını gerektirecek şartlardan ve bilinmezliklerden uzak olması gerekir. Meselâ: "Ilk baskıda üzeri fiyatının % 10'u, sonraki baskıda % 7'si, yayıncı tarafından müellife telif hakkıolarak verilir. Buna göre müellife verilecek meblağin ¼'ü kitap piyasaya çıktıktan iki ay sonra,1/4'ü, basılan kitabın üçte biri satıldığında, kalan 2/4'ü ise kitabın yarısı satıldığında ödenir..." gibi anlaşma maddelerinin her biri akdi fasit kılmaya yeterli bilinmezlik ve "garar" ihtiva eden maddelerdir. Böyle maddeler ihtiva eden bir akdin henüz uygulanmamışken şer'an hiç bir hukukî bağlayıcılığı yoktur. Bunlara şu şekilde meşruluk kazandırılabilir: "Müellif x adlı, şu kadar sayfadan oluşan kitabını 10.000 adet basma yetkisiyle, şu kadar liraya falancaya satmıştır. Söz konusu meblağ altı ay içerisinde müellife eşit taksitlerle ödenir..." Artık müellifin alacağı miktar ve bunu tashil edeceği zaman, nizaa yer bırakmayacak şekilde bellidir. Yayıncı üzeri fiyatını istediği miktarda koyabilir.
Günümüz fıkıhçılarından Dr. Fethî ed-Düraynî, Ebu'1- Nassen en-Nedevî, Dr. Imadüddin Halil, Vehbî Süleyman Gavci, Abdülhamid Tohmaz; Dr. Vehbe ez-Zuhaylî gibi zevat telif ücreti konusunda bu özetlediğimiz görüşe sahiptirler.(bk: Hakku'1-Ibtikâr fi'l-Fıkhı'1-Islâmî, Beyrnt 1404 (1984)) Ama Takiyyüddin en-Nebhanî gibi telife ücret almanın caiz olmadığını söyleyeriler de vardır.(bk. Adı geçen müel1ifin "Mukaddimatü'd-Düstûri'1-lslâmî" adlı eseri)
Aldığınız teliften % 20 oranında infakta bulunmanıza gelince, bu mecbur olmadığınız bir tatavvu'dan, bir hayırseverlikten ibarettir. Aldığınız telif nisaba ulaşır ve üzerinden bir yıl geçerse zekata tabi olur ve o zaman onun zorunlu olarak zekâtının verilmesi gerekir (Allah'u a'lem).
TELIF HAKKI OLARAK MÜELLIFE YÜZDE ÜZERINDEN PARA VERILIYOR. BU İSLAMI MIDIR?
Bu bir alış veriş olduğundan anlaşmaya bağlıdır. Yeter ki gabn-i fahiş (çok yüksek fiat) meydana gelmesin.