Mehmet Emre Fetvalar

Fetva ve Ifta İle Alâkalı Birkaç Söz

 

Kâinatın Rabbine hamdin en yücesi ile hamd eder ve Peygamberimiz Hazret-i Muhammed'e, ehl-i beytine ve ashabına salât ü selâm ederim.
  İnsanlar, müşküllerini çözmek için, ilim ehlini araştırmışlar ve akıllarına takılan mevzudan sual açmışlardır. Zira ilim elde etmenin yollarından biri de sorup öğrenmektir. İnsanlar, bu ihtiyaçtan müstağni kalamadıkları için, kalbin ızdırablarını dindirmek maksadı ile ehil bir ilim sahibini aramak zaruretini hissetmişlerdir.
  Saadet asrının bahtiyar insanları, bu gibi sorularını, akılların muallimi ve vicdanların mürebbisi bulunan Paygamber Efendimiz'e (sav) arzetmişlerdir. Bu soruların birçoğu Resulullah (sav) Efendimiz tarafından açıklanmış, bir kısmı da yüce Rabbimiz tarafından indirilen ayet-i kerimelerle cevaplandırılmış bulunmaktadır. İşte onlardan birkaç örnek:
  "Sana yeni doğan ayları sorarlar. De ki: "O, insanların faidesi için, bir de hac için vakit ölçüleridir"(Sûre-i Bakara, 189)
  "Onlar, hangi şey'i nafaka olarak vereceklerini sana sorarlar"(Sûre-i Bakara, 215)
  "Sana haram olan ayı, ondaki muharebeyi sorarlar, De ki: "O ayda muharebe etmek büyük günahtır"(Sûre-i Bakara, 217)
  "Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: "Onlarda büyük günah vardır"(Sûre-i Bakara, 219)
  "Bir de sana yetimleri sorarlar. De ki: "Onları yarar ve iyi bir hale getirmek hayırlıdır"(Sûre-i Bakara, 219)
  "Sana kadınların ay halini de sorarlar. De ki: "O bir ezadır (pisliktir). Onun için hayız zamanında kadınlar(nızla cinsi mukaarenette bulunmak) dan ayrılın, temizleneceği vakte kadar kendilerine yaklaşmayın"(Sûre-i Bakara, 222)
  "Kendilerine hangi şey'in helhal edildiğini sana sorarlar. De ki: "Bütün iyi ve temiz (nimet)ler size helâl edilmiştir" (Sûre-i Maide, 4)
  "Kıyametin sübut (ve vuku)unun ne zaman olduğunu sana sorarlar. De ki: "Onun ilmi ancak Rabbimin nezdindedir. Onun vaktini kendisinden başkası açıklayamaz"(Sûre-i  Ârâf, 187)
  "(Habibim), Sana harp ganimetini sorarlar..."(Sûre-i  Enfâl, 1)
  "Sana ruhu sorarlar. De ki: "Ruh Rabbimin emri (cümlesi)ndir. (Zaten) size az bir ilimden başkası verilmemiştir" (Sûre-i İsra, 85)
  "Sana Zülkarneyn'i sorarlar: De ki: "Size onun halinden haber söyleyelim..."(Sûre-i Kehf, 83)
  "Sana dağları(n kıyamet günündeki halini) sorarlar. De ki: "Rabbim onları ufalayıp savuracak da yerlerini dümdüz bir toprak halinde bırakacak. Onlarda ne bir iniş ne de bir yokuş görmeyeceksin" (Sûre-i Tâhâ, 105)
  Sorulan hususlar, dini bir mes'elenin mahiyetinin açıklanmasını, hükmünü ve beşeri hayata tatbikinin nasıl olacağını öğrenmek maksadı ile sorulmuş ise, bu sual tarzına "İstiftâ" adı verilmiştir. Bu tarzda sorulan bir mes'eleyi, dini esaslara müsteniden cevaplandırmaya "İfta" denilmektedir. Bu gibi soruları cevaplandırmaya ehil bulunan ilim sahibine de "Müfti" unvanı verilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de bu usulde sorulan sualler ve cevaplarından birkaç örnek vermek suretiyle mevzuumuzu zenginleştirmek isteriz.
  "Senden kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: "Onlara dair fetvayı size Allah veriyor" (Sûre-i Nisâ, 127)
  "(Habibim) "Senden fetva isterler. De ki: "Allah, babası ve çocuğu olmayan mirası hakkındaki hükmü (şöyle) açıklar..."(Sûre-i Nisâ, 176)
  "Ey zindan arkadaşlarım, (rüyalarınıza gelince): Biriniz efendisine şarap içirecek, diğeri ise asılıp tepesinden kuşlar yiyecektir. İşte hakkında fetva istemekte olduğunuz mes'ele (böylece) olup bitmiştir"(Sûre-i Yûsuf, 41)
  "(Zindana gidip) Yusuf! Ey çok doğru sözlü (dedi). Kendisini yedi arık inek yemekte olan, yedi semiz inekle yedi yeşil ve diğer kuru başak hakkında bize bir fetva ver..."(Sûre-i Yûsuf, 46)
  Fetva verebilmek büyük bir ilim dirayeti ister. Bu husus bir özenti işi değildir. Okumadan alim, yazmadan kâtip olma hevesindeki insanlar gibi, ilimsiz ahkâm imal eden "Benim mantığıma göre" diyerek söze başlayıp mantıksızlık ve cehaletin en acı örneklerini veren kimselerin hali, hâl-i pürmelâlimizi sergileyen bir durumdur.
  Fıkıh ilminin felsefesi mesabesinde bulunan "Usûl-i fıkıh" ilmine göre müfti demek, müctehid demektir. Mukallid mevkiindeki bir fıkıh bilginine MÜFTİ denilmesi ancak mecaz yönünden mümkün olabilmektedir. Bunlara bu unvanın verilmesi, müctehidlerin fetvalarını nakl ve rivayet etmesi itibariyle olmaktadır. Bahsi geçen ilimde ve fıkıh ilmine dair yazılmış mufassal kitaplarda açıklandığı üzere, herkes gelişigüzel fetva veremez. Allah'ın kitabından, Peygamber Efendimiz'in hadis-i şeriflerinden ve dini delillerden hükümleri istinbât ederek dini hadiselerin hükümlerini verecek dirayeti kendinde toplayamamış kimseye hakiki mânâda müfti demek zordur. Evet, bir müctehid için pek çok ilim ister. Sarf, nahiv, lügat, bedi, beyan, mantık, usul-i fıkıh, usul-i tefsir, usul-i hadis, akaid ve saire gibi âlî ve talî ilimlerde rüsûh bulacak mevkiye ulaşmak ve Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinden, Peygamber (sav)'in hadis-i şeriflerinden dini hükümleri çıkarmaya maharet ve ilmi kudret ister. Bu iktidarı şahsında toplamış ilim adamları, asr-ı saadete yakın zamanlarda bile pek az yetişmiştir. Bu sebeple, çok yüksek bir ilim sahibi bulunan iz'ân ve insaf sahibi ilim adamları, içtihada cür'et göstermemişler ve kendi adına fetva vermekten çekinmişlerdir.
  Bir hadisenin hükmü hakkında bir mezhep sahibinden sarih bir rivayet bulunmadığı takdirde, o mezhebin kurucusu bulunan büyük müctehide tabi bulunan ve kendilerine "Tercih ashabı denilen yüksek ilim sahipleri, o müctehidin benimsemiş olduğu usul ve kaideleri tatbik suretiyle, o hadisenin hükmünü, o mezhebin içerisinde tayine çalışmışlar ve fakat kendi taraflarından ictihad yapmaya cür'et gösterememişlerdir. Ashab-ı tercihten bulunan bu gibi zatların vazifeleri, tabi oldukları mezhepte seçilmiş ve müftâbih olarak görülmüş bulunan hükümleri nakil ve rivayet etmekten ve sorulan hususlara bu şekilde cevaplar vermekten ibarettir.
  Müctehid mevkiinde bulunmayan müftilerin riayet etmek zorunda oldukları birçok usul vardır. Şöyle ki:
  Hanefi mezhebinde bulunan bir müfti, kendisinden sorulacak bir mes'ele hakkında "Zâhirü'r-rivâye" adı verilen kitaplarda İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretlerinden nakl edilmiş cevap ne ise onu söylemekle yetinmelidir. Şayet bahsi geçen kitapta bu kudreti müctehitten bir nakil yok ise, onun ilim ve feyz dairesinde yetişmiş ve müctehidü'n-filmezheb derecesine ulaşmış talebelerinin başında gelen İmam Ebu Yusuf (rahmetullahi aleyh)'den nakl edilmiş bulunan cevabı soru sahibine aktarır. Şayet bu zattan da bir nakil bulunmuyorsa İmam Muhammed'in bu husustaki sözünü nakl ve tekrar eder.
  Bu yüce imamlardan birinin sözü, yaşanılan asrın maslahatına uyması veya delilinin kuvvetli olması sebebiyle, ilim sahiplerinin büyükleri tarafından tercih edilmiş bulunuyorsa ona göre fetva vermek gerekir. Bir mes'ele hakkında birden fazla cevap bulunuyorsa, bunlar arasından hangisi ilim sahipleri tarafından beğenilmiş; ve müftâbih olarak kabul edilmiş ise, onunla amel etmek gerekir. Yoksa kendi re'yine ve keyfine göre fetva imal edemez.
  Müfti, mensup bulunduğu mezhebe dair yazılmış herhangi bir fıkıh kitabına bakarak, onda gördüğü bir cevaba göre hemen fetva vermemelidir. Çünkü, fıkıh sahasındaki kudretleri inkâr götürmeyen birçok kimseler vardır ki, kitaplarına aldıkları dini mes'eleler pek kısa ve muhtasar bir şekilde yazılmış bulunmaktadır. Bu husus dikkate alınarak, bu gibi kitaplardan cevap vermeye kalkışmak caiz değildir. Ancak, bu kitapların şerh ve haşiyelerine de müracaat ederek oradaki beyanları da dikkate almış ise, bu takdirde cevap verme yoluna gidilmesi caiz görülmüştür. Nehr, Dürri muhtar, Tenviru'l-ebsâr, el-Eşbâh ve'n-Nezâir, Kuhistâni'nin Nikaaye şerhi ve Molla Miskin'in Kenz şerhleri bu kabildendir. (Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu, c.1, s.253)
  Müfti, râcih görülen kavli araştırıp bulmalı, bu hususta büyük bir mesai sarfından çekinmemeli ve ancak ondan sonra cevap vermelidir. Bir müftinin veya bu işi yapacak olan kimsenin iki sözden, iki vecihten hangisinin râcih olduğuna bakmadan, hemen bunlardan biriyle fetva vermesi veya amel etmesi caiz değildir. Böyle bir davranışın caiz olmadığı hakkında ilim adamlarından karşı bir görüş beyan eden olmamıştır. Çünkü böyle bir fetva, heva ve hevesine tabi olmak demektir. Hevaya tabi olmak ise haramdır.
  Fıkıh bilginlerinden Yâmeri (rahmetullahi aleyh) Hazretleri, fıkıh usulüne dair yazdığı kitapta, "İki rivayetten veya iki sözden hangisinin meşhur olduğuna vakıf olmayan bir kimsenin, tercihe medar aramaksızın, bunlardan dilediği ile hemen hüküm vermesi caiz değildir" demektedir.
  Hadis ve fıkıh sahasında yed-i tûlâ sahibi bulunan İbni Hacer (rahmetullahi aleyh) de, "Bir kimsenin bir üstadtan ilim telâkki etmeksizin, sadece bazı fıkıh kitaplarını kendi kendine mütalaa ederek ve bunlardan kendi anlayışına dayanarak fetva vermeye kalkışması asla caiz değildir. Çünkü bu kimse, fıkıh ilminin cahilidir" demektedir.
  Fetva verecek kimse, ilim sahasında mahir ve fıkhi bahislerde mütehassıs olup, fetva vereceği bir kitabın ilim sahipleri arasında muteber bir eser olduğuna muttali bulunmalıdır ki, İslâm dini adına halka fetva vermeye salahiyetli bulunsun. Meçhul bir kitaptan naklen açıklanan sözlere ve fetvalara itibar olunamaz. Müctehid olmayan bir müfti, bir mes'ele hakkında birbirinden farklı sözler görünce, bu hususta en muteber kitaplara müracaat etmelidir. Hanefi mezhebine mensup bulunan bir ilim adamı, böyle bir tearuz vukuunda, önce Bidâye, Nikâye, Muhtar, Vikaye, Kenz ve Kudûrî gibi muteber metinlerdeki sözleri tercih eder. Sonra bunların şerh ve haşiyelerindeki sözleri dikkate alır, daha sonra fetva kitaplarına sıra gelir. Bir mes'ele hakkında mütekaddimin alimleri ile müteahhirin alimleri arasında görüş ayrılığı bulunsa, mütekaddimin sözlerinden ayrılmak çok kere caiz görülmemiştir.
  İctihad derecesinde bulunmayan bir müfti, sorulan bir mes'elenin cevabını muteber kitaplarda bulamayacak olursa, ilmi ehliyeti kendisinden daha üstün bulunan zatlar ile istişare ve ilmi müzakere yapmalı, kendi kanaati ile fetva vermeye cür'et göstermemelidir. Peygamber (sav) Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde, "Fetvaya en cüretkâr olanınız, ateşe en cür'etli olanınızdır" buyurmaktadır. Birçok ilim erbabı, kendilerine soru tevcih edildiğinde, o mes'eleyi hakkıyla tavzih edecek durumu kendinde görmüyorsa "Bilmiyorum" demekten çekinmemiş ve "Lâ edri"(Manası: "Bilmiyorum" demektir.) demenin ilmin kalkanı olduğunu açıklamışlardır. İmam Malik, kendisine sorulan kırk mes'eleden dördüne cevap vermiş, otuz altısında "Lâ edri" demiştir.
  Fetva veren kimse, Rabbimizin haram ve helâle, sıhhat ve fesada dair bir hükmünü nakletmiş olacağından, fetva vereceği mes'ele hakkında bilgisi bulunmayan bir kimsenin fetva vermesi asla doğru görülemez.
  Fetva verme vazifesi, tahminin de üstünde bir zorluk taşımaktadır. Sarf ve nahve ait birkaç kitap okumakla, Ahteri veya Lügat-ı Naci'ye bakmakla ve hafızasındaki beş-on tane hadis-i şeriften anladığı, derinliği bulunmayan bir mânâ ile kendisini müctehid sanan kimselerin dini delillerden hüküm çıkarmaya kalkışmaları cehenneme postu sermek olur. Hadis ilmi sahasında şöhret yapmış ve ezberindeki birkaç yüz bin hadis ile ilim adamları arasında "Hadis Hafızı" diye isim verilmiş birçok kimseler, içtihada yeltenmemiş ve bir müctehidin peşinde gitmeyi kendisi için şeref bilmiştir. İmam Şa'bi (rahmetullahi aleyh), "Biz fıkıh bilginlerinden değiliz. Biz ancak duyduğumuz hadis-i şerifleri fukahaya ve duyunca amel edecek olanlara rivayet ediyoruz" demiştir.
  Fetva sormaya gelince, bunların da dini bir zarurete ve güzel bir niyete dayanması gerekir. Dini ve hukuki herhangi bir mes'ele hakkında soru tevcih emekten asıl maksat, o hususta bilgi edinmek ve gereği ile amel etmek olmalıdır. Yapacağı bir işi lâyık olduğu şekilde yerine getirmek ve dini bir mes'eleye vakıf olarak bilgisizlikten kurtulmak gayesini gütmelidir. Binaenaleyh, meşru bir maksada dayanmayan sorular, ilim erbabınca doğru görülmemektedir. Hele kendisinin bilgi sahibi olduğunu ortaya koymak veya karşısındaki şahsın cehaletini teşhir ederek mahcup bırakmak gibi süfli bir maksatla sual sormak haramdır.
  Nahiv ilmi ile meşgul bulunan bir talebe, yolculuk yaptığı geminin kaptanına hitaben, "Nahiv bilir misiniz?" demiş. O da bilmediğini söyleyince, "Ömrünün yarısı boşa gitmiş" diye kaptanla alay etmiş. Bir müddet sonra çıkan fırtınada gemi çalkalanmaya başlayınca, işittiği sözle gönlü yaralanmış bulunan kaptan, o efendiye, "Hocam, yüzme bilir misin?" demiş. Talebe, bilmediğini söyleyince, taşı gediğine yerleştiren kaptan, "Öyle ise ömrünün hepsi boşa gitti" demiş. Binaenaleyh, ilmi başkalarına tariz için, kibirlenmek için, halkı hakir görmek için tahsil edenlerin emeği, hem Hakk'ın hem de halkın yanında hoşa gitmez, boşa gider.
  Dört mezhepten birinin müessisi bulunan İmam Malik (rahmetullahi aleyh), vuku bulmamış bir hadise için, farazi soru tevcih edildiğinde "hadise vuku bulunca dini cevabını düşünürüz" dermiş, böylelikle, iyi niyet sahibi olmayanların dini mes'eleler üzerinde ileri geri fikir beyan etmelerine fırsat vermezmiş, imam Şa'bi kendisine sorulan bir mes'ele hakkında "Lâ edri" karşılığını verince suali soran, şarlatanlığa başlamış ve "Sen, Irak'ın fıkıh bilgini olduğun halde bilmiyorum, demekten sıkılmıyor musun?" demiş, ilmi gibi tevazu ve basireti yüksek bulunan bu zat, "Melekler Allah Teala Hazretleri'ne karşı "(Rabbimiz), senin bize öğrettiğinden başka, bizim için bir bilgi yoktur" demekten haya etmemişlerdir" karşılığını vermiştir.