Feteva-i Hindiye

Mukatep

KİTÂBÜ'L-MÜKÂTEB.

1- KİTABETİN MÂNÂSI, RÜKNÜ, ŞARTI VE HÜKMÜ..

Kitabetin Şerî Mânası:

Kitabetin Rüknü:

Kitabetin Şartları:

Efendiye Râci Olan Şartlar:

Mükâtebe Râcî Olan Şartlar:

Kitabet Bedeli İle İlgili Şartlar:

Rükne Râci Olan Şartlar.

Kitabetin Hükmü.

Kitabetin Çeşitleri

2- FÂSİD OLAN KİTABET.

3- MÜKÂTEBİN YAPMASI CAİZ OLAN VE CAİZ OLMAYAN İŞLER..

4- MÜKÂTEBİN, BİR YAKIN AKRABASINI, CÂRİYE OLAN KARISINI VEYA BİR BAŞKASINI SATIN ALMASI

5- BİR MÜKÂTEBE'NİN EFENDİSİNDEN DOĞUM YAPMASI; BİR MÜKÂTEBE'NİN EFENDİSİNİN ÜMM-Ü VELEDİ VEYA MÜDEBBERESİ OLMASI: BİR MÜKÂTEBE'NİN HASTALANMASI

6- BAŞKA BİR KİMSENİN, BİR KÖLEYİ MÜKÂTEP YAPMASI

7- MÜŞTEREK BİR KÖLENİN KİTABETİ

8- MÜKÂTEBÎN ACZİ VE ÖLÜMÜ, EFENDİNİN ÖLÜMÜ, KÖLENİN EFENDİSİNE VEYA EFENDİNİN KÖLESİNE KARŞI SUÇ İŞLEMESİ

9- KİTABETLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MESELELER..


KİTÂBÜ'L-MÜKÂTEB
 

1- KİTABETİN MÂNÂSI, RÜKNÜ, ŞARTI VE HÜKMÜ
 
Kitabetin Şerî Mânası:
 

Kitabet: Bir köleye, mal mukabili hürriyetini vermektir. Tebyîn'-de de böyledir. [1]

 

Kitabetin Rüknü:
 

Kitabetin Rüknü: Efendiden îcabı, mükâtebin de, bunu kabul etmesidir.

İcâb: (Burada) Efendinin kitabete delâlet eden bir söz söylemesidir.

Meselâ: Bir efendinin, kölesine: "Seni, şu şey karşılığında mükâ-tep kıldım." demesidir. Efendi, bu sözü ister ta'lik harfiyle söylesin; isterse onunla söylemesin müsavidir.

Bir efendinin kölesine: "Sen, bana, şu kadar mal ödersen, artık hür­sün." demesi gibi...

Keza, bir efendinin kölesine: "Bana, şu kadar ay, her ay bin dir­hem ödersen, sen hürsün." demesi veya: "Bana, şu kadar ay, her ay bin dirhem ödediğin zaman, sen hürsün." demesi gibi...

Bir efendi, kölesine "Şu kadar ay, bana bin dirhem verirsen hürri­yetini verdim. Eğer âciz kalır ve ödeyemezsen sen kölesin." gibi sözler söylemek de, îcab sayılır. Çünkü, akidlerde itibar, lafızlara değil, ma-nâyadır. Kabul ise, kölenin: "Kabul ettim." veya "Razı oldum." deme­si yahut benzeri bir şey söylemesidir.

îcab ve kabulün bulunması hâlinde kitabetin rüknü tamam olur. Bedâî"de de böyledir.

Şayet, bir kölenin efendisi, ona: "Sen, bana her ay yüz dirhem ödediğin zama'n, hürsün." derse; Ebû Hafs'dan gelen bir rivayete göre, bu durumda, köle bir defa ödeme yapmakla mükâtep olmaz.

Esahh olan da budur. îebyîn'de de böyledir. [2]

 

Kitabetin Şartları:
 

Kitabetin çeşitli şartları vardır:

1- Efendiye râci olan şartlar;

2- Mükâtebe râcî olan şartlar;

3- Kitabet bedeline râci olan şartlar;

4- Rükne râcî olan şartlar;

5- Akid şartı ile ilgili şartlar;

6- Geçerlilik şartına râcî şartlar;

7- Kitabetin sıhhatine râcî şartlar. [3]

 

Efendiye Râci Olan Şartlar:
 

a) Kitabet akdi yapan efendi, akıllı olacaktır. Bu, akdin şartlarındandır.

Sabî ve mecnun ile kitabet akdi yapılamaz.

b) Bu şahsın, bulûğa ermiş olması da şarttır. Ve bu da akdin ge-'çerli olmasının şartlarındandır.

Akıllı da olsa, sabinin (= küçük çocuğun) akid yapması (= anlaş­ması, sözleşmesi, bağlantısı) —her ne kadar hür veya ticârete izinli bir köle olsa bile— geçerli olmaz. Bunlar için velî ve vasî gerekir.

c) Kitabet akdi yapan efendinin mülk ve velayet sahibi olması da gerekir.

Bu da akdin geçerlilik şartıdır.

Fuzûlî'nin (= yetkisi olmayan kimsenin) yaptığı kitabet akdi ge­çerli sayılmaz. Çünkü onun mülkü ve velayeti yoktur. Vekil edilmiş olur­sa, akdi geçerli olur. Çünkü o, bu durumda müvekkilinin naibidir.

Keza, baba veya vasinin yaptığı kitabet akdi istihsânen caizdir.

d) Bu şartlardan birisi de rızâdır. Bu da sıhhatinin şartlarındandır. Zoraki yaptırılan; lâtife yollu yapılan; hatâen yapılan akid sahih olmaz.

e) Hürriyet, mükâtebenin şartlarından değildir. Mükâtebin yaptığı kitabet akdi sahihtir.

f) Akid yapan şahsın, müslüman olması da şart değildir. Zimmînin, kölesini mükâtep yapması caizdir.

Mükâtep mürted olursa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, akid bek­letilir. Eğer, o mükâtep, irtidat halinde öldürülür veya ölür yahut dâr-i harbe iltihak ederse, kitabeti iptal edilir.

Şayet tekrar müslüman olursa İmâmeyn'e göre, kitabeti geçerli olur. [4]

 

Mükâtebe Râcî Olan Şartlar:
 

a) Mükâtebin de akıllı olması gerekir.

Bu, akdin şartlarındandır. Kitabet bedeline râcî olmuştur. [5]

 

Kitabet Bedeli İle İlgili Şartlar:
 

a) Mükâtebin   vereceği   şeyin,   mal   olmasıdır.   Bu   da   akdin şartlarındandır.

Meyte, lâşe ve kan karşılığında mükâtebe akdi yapılmaz.

Köle bunları verse bile, azâd olmuş olmaz.

Ancak, efendisi: "Sen bunları, bana ödersen, artık hürsün." der ve o da onu öderse; işte o zaman —bu şart sebebiyle— azâd edilmiş olur. Efendisi, onun kıymetini almak için müracaat edemez.

b) Mükâtebin verdiği şeyin helâl ve sağlam olması gerekir. Bu da sıhhatinin şartîarındandır.

Bir müslümanm, müslüman bir köleyi veya zımmî bir köleyi, içki veya domuz karşılığında mükâtep yapması sahih olmaz.

Bir zimmînin de, müslüman bir köleyi, içki ve domuz karşılığında mükâtep yapması caiz olmaz. Şayet müslüman, bunları verirse; azâd ol­muş olur. Ancak, sonradan nefsinin değerini vermesi de gerekir.

Bir zimmînin, kâfir olan bir kölesini, içki ve domuz karşılığında mükâtebe yapması caizdir.

Bir zimmî, kâfir olan kölesini bu şartla mükâtebe ettikten sonra, bunlardan birisi müslüman olsa, mükâtebe yine mükâtebedir. Şart ko­şulan kıymetini öder.

c) Şart koşulan malın nev'inin ve miktarının belirli olması da ge­rekir. Bu malın sıfatının belirli olup olmaması müsavidir. Bu da akdin şartlarındandır.

Şayet malın miktarı ve nev'i belirli olmazsa akid yapılmış sayılmaz. Eğer, miktarı ve nev'i belli olursa; sıfatının belirsiz.olması mükâtebeye .  mâni değildir, bu kitabet caizdir.

Aslolan, cehalet, kitabetin cevazına (şayet cehalet fazla olursa) mâ­nidir; böyle değilse mâni olmaz.

d) Kitabet akdinde, kitabet bedelinin, efendinin maiı olmaması ge­rekir. Bu da akdin şartlarındandır. Efendinin mallarından biri karşılı­ğında mükâtebe yapılsa, bu caiz olmaz. Keza, mükâtebe vaktinde, kö­lenin elinde kazanç bulunur ve onu mükâtebe bedeli olarak verirse; bu da caiz olmaz. Zira o, aslında efendisinindir.

Bedelin borç olması, kitabetin caiz olmasının şartıdır. [6]

 

Rükne Râci Olan Şartlar.
 

Rüknün nefsine râci olan şarta gelince; bu, akdin fâsid sarftan hâli olmasıdır ve bu sıhhatinin şartlarındandır.

B^u şart akdin iktizasına muhalifdir. Şayet akdin iktizasına muha­lif olmazsa, akid şartı caiz olur.

Eğer akdin iktizasına muhalif olur da, sağlamlığı ile ilgili olmaz ise, şart batıl olur ve akid sahih olarak bakî kalır. Bedâî'de de böyledir. [7]

 

Kitabetin Hükmü
 

Kitabetin hükmü, köle tarafı ile ilgilidir. Ve bu, kölenin mem-nûiyetten kurtulması, hâli hazırda hürriyetinin eline verilmesidir.

Mükâtebin esas hürriyeti, kitabet bedelini ödedikten sonradır.

Mükâtep, bu arada bir cinayet (= suç) işlerse, diyeti malına veya efendisine aittir ve tazminatı gerektirir.

Mükâtebin velayeti efendisine aittir.

Efendi, hemen, kitabet bedelini isteyebilir.

Mükâtep, kitabet bedelini tam ödediği zaman, hakiki hürriyeti sa­bit olur. Tebyîn'de de böyledir.

Kitabet hâle (= içinde bulunulan vakte) aitse, efendisi bağlantı­dan kurtulana kadar, kitabet bedelini ister.

Eğer aylara ertelenmişse, her ay geldikçe, o ay ödenmesi gereken miktarı ister. Muhıyt'te de böyledir.

Bir efendi, mükâtep yaptığı kölesinin kazancına ve hizmet etme­sine sahip değildir ve artık onun sadaka-ı fıtrini da vermez. O, üzerine vacip değildir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir efendi, mükâtebesine cima' ederse, ona mehir vermesi îcabe-der. Hidâye'de de böyledir.

Şemsü'l-Eimme el-Beyhaki, Kifâye'de şöyle buyurmuştur: Efendisinin mükâtebe karşı yaptığı cinayet, kasden olursa kısas ge­rekmez. Şayet mükâtep, efendisini öldürürse, ona kısas lâzım olur. Ay-nî'de de böyledir.

Mükâtebenin, nikâh ve iddetteki hükmü, cârinin hükmü gibidir. Fetâvâyi Kâdrlıâırda da böyledir.

Bir cariyeyi, mükâtebe yapmak müstehâptır. Eğer onda, hâlde veya vadeli olarak bir hayır; ticârete ehliyet; emânete riâyet; bedelin öde­meye iktidar görülürse, bu böyledir.

Ve bu, bize göre böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bazı âlimler, şöyle buyurmuşlardır:

Burada hayırdan murad, azâd ettikten sonra, müslümanlara zarar vermemesidir. Eğer zarar verecek tînette ise, onu azâd etmemelidir. Bu durumda bile azâd etmesi caizdir. Tebyîn'de de böyledir.

Köle ile câriye, büyük ile küçük; alım satıma aklı yetmesi hâlin­de aralarında fark yoktur. Kâfî'de de böyledir.

Nikahda mehre elverişli olan, kitabet bedelinde de elverişli sayı­lır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Mükâtep, bedelinin tamamını ödemedikçe azâd edilmiş olmaz. Şayet ona, efendisi: "Eğer bedelini ödersen hürsün." demişse öde­diği zaman hürdür. Hizânetü'l-Müftfn'de de böyledir.

Kitabet bedeli için, bir şey yazmak vâcib değildir. Ancak yazıl­ması mendub olur. Aynî'de de böyledir.

Mükâtebeden bir rehin alınır; o rehin de zayi olursa; bu durum­da, o mükâtep azâd edilmiş sayılır. Mebsût'ta da böyledir. [8]

 

Kitabetin Çeşitleri
 

Kitabet iki durumdadır:

1- Kölenin malının haricinde, sadece nefsi ile ilgili kitabet;

2- Hem.nefsi, hem de malı ile ilgili kitabet. Bunların ikisi de caizdir.

Birinci şekil: Efendinin, kölesine: "Seni, bin dirhem karşılığında mü­kâtep yaptım." demesîdir.

Bu durumda, kölenin o ana kadar kazandığı mal, efendinindir. On­dan sonra kazanacağı kendisinin olur. Kitabet bedelini, ne zaman öder­se, o zaman hür olur. Artan olursa, efendisi, onu geri verir.

İkinci şekil: Efendinin, köleye: "Bana, bin dirhem vermen karşılığın­da, nefsini ve malını mükâtep yaptım." demesidir.

Bu durumda, kölenin elinde bulunanın tamamı ve istikbâlde kaza­nacağının hepsi, kendinindir; efendisinin değiföir-. Bunlar ister kitabet bedelinden çok, isterse az olsun, onda kitabet bedelinden başka, efen­disinin hiç bir hakkı yoktur. Köle, bu malı ticâretle kazanmış veya ken­disine bu mal bağış yahut sadaka olarak verilmiş olabilir.

Şayet, onun kazancında ihtilaf ederlerse, mukatebin sözü geçerli olur. Cinayet fidyesi ve mehir parası efendinindir.

Kitabette muhayyerlik şartı caizdir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir efendi, kölesini bin dirheme mükâtep yaptıktan sonra, köle onu öder ve o efendisinin yanında iken, ödediği bin dirheme bir hak sahibi çıkarsa, bu durumda mükâtep hürdür. Hak sahibi, onun yerine, bin dirhem için o efendiye müracaat eder. Mebsût<ta da böyledir.

Bir adamın, deli veya küçük bir kölesi olur ve onunla kitabet akdi yapamazlar; bu durumdaki kölelerin efendileri, onu mükâtep yapar ve onun bedelini bir başkası öder; efendi de bunu kabul ederse; bu du­rumda o köle azâd olmuş olmaz. Adam, onu reddeder ve verdiğini tek­rar alır. Çünkü o, bedeli, köle azâd olsun diye ödemişti; o da azâd olmadı.

Şayet adam kabul eylese ve efendi de razı olsa, bu kitabet yine caiz olmaz.

O kölenin kitabetinin caiz olması için, bulûğa ermesini beklemek olur mu?

Kudı'ıri; "Olmaz." buyurmuştur.

Sahih olanı da budur.

Çünkü fuzûlînin tasarrufu, ancak icazete caiz olur. Bu durumda ise icazet verecek, icazete ehil değildir. Çünkü küçüktür veya delidir.

Şayet köle büyük olsa ve gayb olmuş bulunsaydı, bunun hilafına, tevakkuf (= bekleme) caiz olurdu. Adam gelip, razı olur; efendisi de razı olursa bir diyecek kalmazdı.

Şayet küçüğün baba tarafından bir akrabası, kitabet bedelini öderse; el-AsI kitabında: "İstihsanen o köle azâd edilmiş olur." denilmiştir.

Keza, gaybolan büyük köle,ffuzûlînin kitabet bedelini ödemesine razı olursa, o da istihsanen azad edilmiş olur.

Bu durumda küçüğün akrabası, verdiği kitabet bedelini geri isteyemez.

Bu, tamamını ödediği zaman böyledir.

Eğer bir kısmını ödemişse, kıyâsen de, istihsanen de verdiğini geri ister ve alır.

Ancak köle bulûğa erişir ve o, verdiğini almadan da icazet verirse, artık akrabası önceki verdiğini geri alamaz. Bedâi"de de böyledir.

En doğrusunu Allahu Teâlâ bilir. [9]

 

2- FÂSİD OLAN KİTABET
 

"Efendi, mükâtebin rızası olmasa bile, kölenin kitabetini redde­debilir; cariyenin kitabetini ise, onun rızası olmadan reddeyleyemez." denilmiştir.

Köle ise, faside de olsun, caize de olsun, efendi razı olmasa bile kitabeti feshedebilir, Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

VelvâJicîyye'de şöyle zikredilmiştir:

Faside olan kitabette, köle kitabet bedeli ödenmiş ofsa bile, yine de azâd edilmiş olmaz. Efendisi ölür ve köle vârislerine kalır ve bu du­rumda bedeli ödenirse; bu köle azâd olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, kölesini, başkasının ölçülen, tartılan bir şeyi veya ara­zisine karşılık, mükâtep yaparsa; işte burda iki rivayet vardır: Zahir olanı, bu kitabetin fâsid olmasıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, kölesini bin dirhem vermesi ve kendisine bir yıl hiz­met karşılığ(âda mükâtebe yapsa, bu kitabet caiz olur.

Şayet bin dirhemle birlikte, devamlı hizmet karşılığı mükâtebe ya­parsa; bu kitabet fâsid olur. Bu köle, bin dirhemi ödeyince, —hizmet etmeksizin— azâd olmuş olur.

Eğer bin dirhem, onun kıymeti kadar ise, efendisinin bu kitabeti bozmak için onun kıymeti kadar ise, efendisinin bu kitabeti bozmak için bir yolu kalmaz.

Şayet kölenin kıymeti, bin dirhemden fazla ise, efendisi, o fazlalığı köleden alır. Serahsî'nin Mnhıyü'nde de böyledir.

Faside (- bozuk) olan kitâbetde, kıymet eğer müsemmanın ( = belirlenen bedelin) cinsinden ise, kitabet fasidedir. Şayet müsemmadan noksan ise, noksan olmaz. Eğer fazla ise, o fazlalık onun üzerine ekle­nir. Vikaye Şerhi'nde de böyledir.

Bir adam, kölesini, belirli miktardaki buğday veya arpa muka­bili mükâtep yapar; ve onun vasfını da "buğday, yaz buğdayı olacak; taze olacak veya eski olacak yahut orta halli olacak." gibi bir şey söyle­yerek belirlerse; bu vasıflarla akid yapılmış olur. Şayet böyle bir vasıf belirtmemişse, verilecek şey orta halli olacaktır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, mükâtebin kazancından olan bir mal karşılığında, onu kitabete bağlasa (şöyleki: O köle, daha önce ticârete izinli olur ve onun kazancı bulunursa) burda iki rivayet vardır:

Bir rivayette, "caiz değildir." Çünkü; bu durumda efendi, bu kö­leyi kendi malı karşılığında mükâtebe yapmıştır.

Diğer rivayete göre ise; belirli bir mal karşılık olarak söylendiği için caizdir.

Şayet kitabet, o kölede bulunan dirhemler karşılığında yapılmış ol­saydı, muâvatatın tayini bulunmadığından, rivayetlerin ittifakı ile bu kitabet caiz olurdu. Tebyîn'de de böyledir.

Kitabet bedeline bir hak sahibi çıkar ve bu bedel akidde belirli olmayan bir şey olursa; kölenin, o şeyin mislini ödemesi gerekir. Bu be­del bir hayvan veya bir yer ise, köle, onun kıymeti için, efendisine mü­racaat eder. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un ka­villeridir. Tatarhâniyye ve Tecrîd'de de böyledir.

Bir adam, elinde bulunan bir köleyi, bit cariyeye karşılık olarak mükâtebe eder ve köle, cariyeyi efendisine verir; o da bu cariyeye cima' edince, ondan bir çocuk doğar; sonra da bu cariyeye bir sahip çıkarsa; bu hak sahibi olan onu alır. Efendinin mehir vermesi gerekir. Çocuğun kıymetini de öder. Sonra da bu efendi, —mehir için değil de— çocuğun kıymetini tazmin ettirmek için mükâtebe müracaat eder. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, bir kölesini, bir elbise veya bir hayvan yahut bir ev karşılığında mükâtep ederse, bu durumda kitabet akdi yapılmış olmaz. Mükâtep ödeme yapsa bile, yine azâd olmaz. Çünkü elbise, ev, ve hay­vanın nev'i belirsizdir.

Şayet bir kimse, kölesini, her evi bir elbise veya câriye yahut bir at karşılığında mükâtebe ederse; bu kitabet caiz olur. O mükâtep, bun­lardan, orta dereceli birisini ödemekle azâd edilmiş olur. Bu kimse, or­ta halli bir köleyi getirirse, efendi onu kabule cebredilir. Bedâi"de de böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, orta hâl, kıymetinin kırk dirhem olmasıdır. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "itibar piyasaya göredir; kıymeti­ne bakılmaz." buyurmuştur.

Her iki kavil de sahihdİr. Kâfi'de de böyledir.

Bir adam, bir kölesini, kendi kıymeti karşılığında mükâtebe kıl-sa; bu kitabet fasidedir. Şayet onu öderse, azad olmuş olur ve ona bîr şey gerekmez.

Bundan sonra, her ikisinin de doğruladığı bir kıymet tesbit ederler.

Şayet, bu kıymette ihtilaf ederlerse, mukavvimlere müracaat eder­ler. İki kişi ittifak ederlerse, o kıymeti kabul ederler. Şayet, mukavvim-ler de ihtilaf ederler ve biri "bin dirhem"; diğeri "bin on dirhem." der­se; en yükseğini vermedikçe azâd edilmiş olmaz. Sirâcfi'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir efendi, kölesine; "Seni mükâtebe kıldım." der; bedelini söy­lemeyip susarsa; bu kitabet akdi, üç imamımıza göre de asla sahih ol­maz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir kölesini, (iki habeşli köie*gibi...) vasıflı köleler kar­şılığında mükâtebe ettiğinde köle temin edip teslim ederse, azâd olunur. Bu caizdir. Mebsût'ta da böyledir.

Ber efendinin, kölesini inci veya yakut karşılığında mükâtebe et­mesi hâlinde, bu kitabet akdi sahih olmaz. Keza, bu efendi, o şeylerin bedeline   karşılık   mükâtebe   yaparsa,   —burda   da   cehalet   fazla olduğundan— yine akid sahih olmaz. Çünkü; bu durumda da inci ve yakutun nev'inde ve miktarında cehalet vardır. Bedâi"de de böyledir.

Bir adam, kölesini bir köle karşılığında, mükâtebe yapar; o da, o köleyi temin edip verir; sonra da efendi, o kölede büyük bir kusur bulursa; misli için mükâtebe müracaat eder. Mebsût'ta da böyledir.

Bir efendi, cariyesini bir dirhem karşılığında mükâtebe yapar; ve her doğurduğu çocuğun da kendisinin olacağını veya azâd olduktan sonra da kendisine hizmet edeceğini şarta bağlasa, bu kitabet fasidedir. Hızanetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir:efendi, kölesini, bir ev veya bir yer karşılığında mükâtebe et­se, bu caiz olmaz. Çünkü, kendisi karşılığında akid yapılan şey muay­yen değildir; vasıfları meçhul durumdadır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir efendi, cariyesine —mükâtebe olduğu sürece— cima etmek .vsya bu süre içinde bir defa cima etmek üzere, bin dirheme mükâtebe eylese, bu kitabet fâsiddir.

Şayet câriye, bin dirhemi öderse, bütün âlimlerimize göre azâd edil­miş olur.

Bu câriye, bin dirhemi öder ve azâd edilirse onun kıymetine bakı­lır. Şayet bu cariyenin kıymeti bin dirhem ise, efendisinin ona karşı onun da efendisine karşı yapacağı bir şey yoktur.

Eğer kıymeti bin dirhemden fazla ise, efendisi o fazlalığı ondan ister.

Şayet, kıymeti bin dirhemden noksan olur; kendisi de bin dirhem ödeyerek azad edilmiş bulunursa kıymetinden fazla olan miktar için, efen­disine müracaat edebilir mi?

İmamlarımızın üçü de: "Müracaat edemez" buyurmuşlardır. Bedâi'Me de böyledir.

Şayet önce efendisi ona cima etti; sonra da o kitabet bedelini ödedi ise, bu durumda efendisinin mehir vermesi gerekir.

Bir adam, hâmile olan cariyesini mükâtebe ettiği zaman, onun karnındaki de —ister söylesin, isterse söylemesin— kitabete dâhildir.

Şayet karnmdakini istisna kılarsa, bu kitabet caiz olmaz. MebsûtHa da böyledir.

Bir efendi, kölesini, —belirsiz miktardaki— dirhemler karşılığında mükâtebe ederse, bu Kitabet fasidedir. Ancak, köle üç dirhem öderse, o azâd olunmuş olur ve kıymetini ödemesi gerekir. Sirâciyye'de de böyledir.

Bir efendi, cariyesini, bin dirhem karşılığında mükâtebe eder; câriye de onu ödemekte olduğu hâlde, yalnız aylardan birinde âciz kalıp ödeyemez ve buna karşılık yüz dirhem daha şart koşarsa, işte bu kita­bet de fasidedir. Mebsnt'ta da böyledir.

Bir kimse, kölesini, karşılığını aylık taksitlerle ödemek üzere, bin dirheme mükâtebe yaptığında; be mükâtep, bir aylığını ödeyemese, ki­tabet faside olur.

Âlimlerimiz: "Sahih olanı, —öncekinin dışında— ikinci kitabetin fâsid olmasıdır." buyurmuşlardır.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmâmeyn'e göre, her ikisi de caizdir. Serâhsi'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir: Bir adam, iki kölesini, bin dirhe­me mükâtebe yaptığında, bunlardan biri bin dirhemi öder; sonra da efen­di, onlardan birisine, kitabet bedelini bağışlarsa; ikisi de azâd edilmiş olur.

Sonra da, kabul etmezse, kitabet avdet eder ve efendi onlara bin dirhem borçlu olur.

İmâm Ebû Hanîte (R.A.)'ye göre her ikisi de hür olurlar. Müzmerât'ta da böyledir.

Bir adam, cariyesini, bin dirhemi ne zaman öderse, o zaman ve­ya ekin biçimine kadar ödemek üzere yahut benzeri bir şekilde mükâte­be yapsa; vakti belirsiz olmasına rağmen, bu kitabet akdi istihsânen ca­iz olur.

Eğer, bunu vermeyi tehir ederse (= geciktirirse) cariye o malı vere­ne kadar, efendisine helâl olur. Onun için, acele verip hürriyetine ka­vuşması en iyi olanıdır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, bin dirhem değerindeki bir kölesini, bin dirhem karşı­lığında mükâtebe yaptığında, köle onu öderse, azâd edilmiş olur.

Efendinin, bu kölede, bin dirhem, başka bir alacağı olsa bile, bu kitabet akdi caizdir. İş, efendinin dediği gibi olur. Yani, bu köle önce kitabet bedelini ödeyip azâd olur; sonra da borcunu öder. BedâT'de de böyledir.

Bir adam, kölesine: "Seni, şu dirhemlerden bin dirheme karşılık mükâtebe kıldım." der; dirhemler de o dirhemlerden olmayıp, onlar gibi başka dirhemler olursa; bu kitabet caiz olur. O şart ise boştur.

Bir adam, cariyesini, kendisi veya bu câriye muhayyer olmak kay­dıyla mükâtebe etse, bu akid caizdir.

Şayet, bu câriye doğum yaparsa, çocuk da annesiyle birlikte mü­kâtebe olur.

Erkek muhayyer iken; veya kadın, muhayyere iken ölürse, —satışta olduğu gibi— ölenin muhayyerliği düşer.

Çocuğa gelince, eğer efendi muhayyerliği sırasında onun yarısını azâd eylemişse, bu durumda, —onunla ilgili— kitabet feshedilmiş olur. Tamamını azâd eylemiş gibi, kitabet feshedilince de İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre onun yarı kıymeti vardır.        

Efendisi çocuğu azâd ederse, bu hâl de, kadının kitabetini fesheder.

Şayet muhayyerlik kadında ise, efendisinin azâd etmesiyle, çocuk ıtk edilmiş olur. O yüzden de kadının kitabet bedelinden bir şey nok-sanlanmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, cariyesini üç gün muhayyer kalmak üzere mükâtebe ettiğinde, bu câriye bir çocuk doğurur ve efendisi onu satar veya bağış yapar yahut azâd ederse, bu caizdir. Tasarrufâtı da caizdir. Ancak, bu durumlarda kadının kitabeti bâtıl ( = geçersiz) olur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir harbî, dâr-i harb'de kölesini mükâtep ettikten sonra, her iki­si de müslüman olurlar veya birisi zimm? kalır ve bunlar güvenceli ola­rak çıkarlar; köle ise, bu durumda zinımînin elinde kalır ve mükâtebe olup olmadığı hususunda husûmete düşerlerse (= da'valaşırlarsa) — dâr-i harb'de olduğu gibi— azadı da, tedbîri de, mükâtebesi de bâtıl (= geçersiz) olur.

Bu, ikisinin beraberce, dâr-i İsâm'a çıkmaları hâlinde böyledir. Sâyet mükâtebe ettikten sonra, köle müslüman olarak dâr-i harb'-den çıkarsa, kitabet bâtıl; bu köle hür olur.

Bir müslüman tüccar, dâr-i harb'de, bir kölesini azâd eder; veya mükâtep kılar yahut müdebber ederse; bunlar istihsânen caizdir.

Keza, kâfir olan bör köleyi, bir tüccar, dâr-i İslâm'da satın alır­sa, durum yine yukarıdaki gibidir.

Şayet köle kâfir olur; ve onu dâr-i harb'de, bir tüccar satın alıp mü-kâtep eder; o da kitabet bedelini öder ve azâd olur; sonra da, bu köle müslüman olursa icazet vardır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, terzi veya boyacı olan kölesini, kendisinin yaptığı iş gibi iş yapan bör köle karşılığında mükâtep ederse; kıyâsda bu kitabet sahih olmaz. İstihsân da ise sahih olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, cariyesini fâsid bir mükâtebe ile mükâtebe ettiğinde, bu câriye bir çocuk doğurur; sonra da kitabet bedelini öder ve azâd edi­lirse; onunla birlikte çocuğu da azad edilmiş olur.

Şayet kitabet bedelini ödemeden önce ölürse; çocuğun annesinin hali hayatına müsteniden, istihsânen de kiyâsen de, bu çocuk hür olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, kölesini, bin dirhem olan borcunu ödemek üzere mü­kâtebe eylerse, bu kitabet caizdir,

Keza bir adam, kölesini, kendisine tazmin edeceği bir dirhemi, tazmin etmek üzere, mükâtep eylese, bu da caizdir. Ve bu istihsândır. Zehîyre'de de böyledir.

Bir adamın, borçlu bir cariyesi olur ve bir çocuk doğurur; mü­kâtebe bedelini de öder; sonra da bu kadının alacaklısı gelip, efendisin­den, mükâtebe bedelini, alacağının yerine alır ve onun bir miktar daha alacağı kalırsa; bu alacağını, isterse o cariyeye, isterse çocuğa tazmin ettirir. Kıymetinden fazla birşey de alamaz. Şayet dilerse, alacağının ta­mamını cariyeye ödettirir; efendisine ödetmez.

Şayet bu cariye kitabet bedelini ödedikten sonra ölürse, o çocuk, alacaklıya, kıymetinin en azını öder. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, kölesini şehirden çıkmamak şartıyla mükâtep ederse; bur şart bâtıl; kitabet ise caizdir. Serahsî'nin MnhıytTnde de böyledir.

Bir adam, başkasını, kölesini azâd eylemeye veya mükâtep kılmaya vekil tayın eylese; bu vekâlet sahih olmaz. Cevâhirü'l-Fetâva'da da böyledir.

Bir adam, borçlu ve ticârete izinli iki kölesini mükâtep kıldığın­da onlardan birisi huzurda bulunmaz; sonra da alacaklılar gelirse; ha­zırda olanın tekrar köleliğe dönmesini isteyemezler. Ancak onlar, on­dan alacaklarını almaya daha çok haklıdırlar. İsterlerse, kitabet bedeli­ni alırlar ve onun kıymetini de efendisine tazmin etmezler. Mebsût'ta da böyledir.

Mürted bir kimse, bir kölesini mükâtep ettikten sonra dâr-i har­be iltihak eder; sonra da tekrar müslüman olarak geri dönerse; mükâte-bi hâkime çıkmış olması hâlinde kitabeti batıl olur ve tekrar köleliğe döner; değilse kitabeti devam eder. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, cariyesini meyte (= ölü bir hayvan) karşılığında mü­kâtebe eder ve bu câriye bir çocuk doğurur; sonra da efendisi onun ana­sını azâd ederse; doğurduğu çocuk, onunla birlikte azâd olmuş olmaz.

Şu mes'ele, buna muhalifdir. Bir adam, bin dirhem karşılığında bir cariyesini faside olarak kitabete bağlar; bu kadın da bir çocuk doğurur; sonra da efendisi, bu kadını azâz ederse; çocuk da onunla birlikte azâd olmuş olur. Mebsût'ta da böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [10]

 

3- MÜKÂTEBİN YAPMASI CAİZ OLAN VE CAİZ OLMAYAN İŞLER
 

Bir mükâtep, —cereyan eden âdet müstesna olmak üzere— te-berruatta bulunamaz. Hızânetii'l-Müftîn'de de böyledir.

Mükâtebin satış yapması, satın alması ve yolculuk yapması caiz­dir. Kâfi'de de böyledir.

Bir makâtep — hengi cinsten olursa olsun, az olsun, çok olsun— peşin veya vadeli, meyve satabilir.

Bu, İmâm Ebû (R.A.)'ye göre böyledir.

Imâmeyn'e göre ise, insanların aklanmış sayılmayacağı bir şekil­de, satması caizdir.

Dinar, dirhem ve nakidleri vadeli veremez.

Ancak efendisine verebilir.

Yanhz efendisinden satın aldığını efendisine kârlı olarak satamaz. Ancak açıklarsa o zaman satabilir.

Keza, efendisine bir dirhemi, iki dirheme satamaz. Çünkü, kita-âbet akdinde hak bakımdan efendisi de yabancı hükmündedir.

Keza, efendisine açıklamadan bir şey satamaz. Efendisi bir kusur bulursa, onu reddeder.

Satın aldıktan sonra kusursuz olarak reddedemez.

Şayet reddederse, bu caizdir olmaz.

Kusuru ile birlikte satın alırsa, —yabancıya oltiuğu gibi— efendi­sine de reddedebilir. BedâP'de de böyledir.

Bir mükâtep, esir alıp onu satarsa, bu müslüman toprağını alım satım gibi olur.

Şayet mükâtep, irtidat eder ve riddeti halinde de, borçlu bulunur; borçluluğu da ikrarı sebebiyle bilinir; sonra da oihaldeiölürse; bu mü­kâtep borçlu olan hasta gibidir. Kazancından, müslüman olduğu zaman­daki borcunun ödenmesi ile, —borçlarının ödenmesine— başlanır. Sonra da irtidadı halindeki borcu ödenir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavli budur.

İmâm Muhammed (R.A.)'de aynı görüştedir.

Borcu ve kitabet bedeli ödendikten sonra, kalan bir malı varsa, bu müslüman olan vârislerinin olur.

Mükâtebin çocuğu, kitabet bedelini ödemeye gayret eder ve öder. Azâd olur; sonra da, babasının alacaklıları gelir ve onun efendisine, ala­caklarını almak için müracaat ederlerse, ondan alamazlar. Fakat onlar alacakları için oğluna müracaat ederler. Mebsût'de de böyledir.

Bir efendinin, mükâtebinin, cariyesini nikahlaması caiz olmaz. Şayet mükâtep, efendisinden bir câriye satın almış ve nikahlamaşsı, bu nikâhı baki kalır. Kâfi'de de böyledir.

Mükâtep rehin alır, rehin verir; ücretle çalışır ve çalıştırır, bütün bunlar caizdir. Zehıyre'de de böyledir.

Mükâtebin oğlunu, kızını, cariyesini ve mükâtebesini evlendir­mesi caiz olmaz. Bedâi"de de böyledir.

Bir mükâtep kölesini de evlendiremez. Onu vekil de edemez. Azâd edip izin verse bile yine bunlar caiz olmaz.

Şayet azâd eyledikten sonra: "Sana vekâlet izni verdim." derse, o takdirde vekil olmuş olur. Kâfi'de de böyledir.

Bir mükâtebin cariyesini, kölesine nikahlaması, zâhirü'r-rivâyetde caiz değildir. Hidâye Şerhi Aynî'de de böyledir.

Bir mükâtebe, efendisinin izniyle evlendikten sonra, azâd edilse, muhayyeredir. Fetâvâyi Kâdîhânda da böyledir.

Şayet mükâtebe, efendisinin izni olmaksızın evlenirse, —kocası ile— araları açılmaz.

Hatta azâd edilirse nikâhı caizdir ve muhayyerlik yoktur; o hürre-dir. Mebsût'ta da böyledir.                                                     

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur.

Bir mükâtep, kendi kazancıyla satın aldığı bir köleyi, mükâtep ya­parsa, bu istihsânen caizdir.

Âlemlerimiz, bu görüşü kabul buyurmuliardır.

Mükâtebin, kitabet yapması caizdir.

İkinci mükâtep de, kitabet bedelini ödeyince hür olur.

O takdirde mükâtebin hâline bakılır: Önceki mükâtebinin velâ hakki varsa, —her ne kadar hür olsa bile— onun velâsı, birinci mükâtîbindir; ikincinin değildir.

İkinci mükâtebin velâsı, sabit olmuş ve mükâteblik bedelini sonra­dan ödemiş bulunsa ikinci mükâtebin velâsı, birinci mükâtibe ail olmaz.

Şayet birinci mükâtep, kitabet bedelini ödemeden âciz kalıp öde­yemez ve tekrar köleliği avdet ederse; artık ikinci mükâtep kitabet bor­cundan baki kalanı ödemez. Hakikatta, efendisinin kölesi olmuş olur.

Eğer efendisi onu azâd ederse, hakikatta onun azâdlığı geçerli olur.

Eğer önceki mükâtep, kitabet bedelini Ödemeden âciz olmadan ölürse; bu durumda ikinci mükâtep, kitabet bedeli ödemez.

Burda iki durum vardır: Eğer önceki mükâtep, ikinci mükâtebin, kitabet bedelinden çok daha tereke bıraktı ise, ondan, onun kitabet be­deli ödenir. Bu durumda, kitabet feshedilmiş olmaz; mükâtebin hürri­yetine hükmedilir; hayatının son dakikalarında bile o'^a, geride kalan malı, hür vârisleri varsa, onlara kalır.

Şayet vârisler yoksa, o mal önceki efendisinin olur. İkinci mükâ­tep ise, hâli üzerine mükâtep olarak kalır ve kitabet bedelini mükâtibi-nin vârislerine ödeyince, azâd edilmiş olur. Azâd olunca da velâsı, Ön­ceki mükâtibe âit olur. Hatta, ikinci mükâtebin malı ve vârisleri varsa, onların olur.

İkinci durum: Birinci mükâteb, mal terk etmeden, yâlnız mükâ­tebe bedeli ile ölür ve o takdirde, ikinci adamın mükâtebe bedeli, birin çişinden az olursa; bu durumda önceki mükâtebe feshedilmiş olur ve mükâtep köle olarak kalır; ikinci ise, mükâtep olur. Ve kitabet bedelini ödeyince hür olur.

Şayet kitabet bedelleri müsavi veya daha fazla ise, bu hâlde eğer ölmeden önce, efendisini, kendi mükâtep de, ikinci mükâtebe fesholun-maz. İkinci mükâtep onu öder ve birinci mükâtep de, ikinci mükâtep de hür olur. Hayatının son anlarında bile olsa bu böyledir. İkinci mü-kâtebten kalan fazla mal, birinci mükâtebin vârislerinin olur. Bunun için, bu vârislerin hür olmaları gerekir.

Şayet ikinci mükâtep, birincinin ölümünden sonra kitabet bedelini ödemez; efendide, hâkimden bu kitabet akdinin feshedilmesini o boru­cunu ödeyene kadar istemezse; bunun cevabı, birinci adam ölmeden, ikinci mükâtebin ödemesinin aynısıdır.

Eğer hâkimden, kitabetin feshini talep ederse; hâkim, onu feshe­der. Muhıyt'te de böyledir.

Her ikisi de kitabet bedellerini öderlerse, ikisinin de velâları ön­ceki efendileri için sabit olur. Bedâi'Me de böyledir.

İbnü Semâa'nın Nevâdiri"nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle bu­yurduğu rivayet edilmiştir.

Bir mükâtep, kendi kölesini mükâteb yaptıktan sonra, birinci mü­kâtep ölür ve ancak, mükâtebindeki alacağını terkeder; başkalarına da borcu olur; ikinci mükâtip, birincinin oğluna ödeme yaparsa, gerçek­ten kölelikten azâd olmuş olur, velâsı efendisine aittir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir mükâtep, kölesini kitabete bağladıktan sonra, önceki mükâ­tip ölür ve hür bir oğlu ile mük ât ebesinden başka bir şey de bırakmaz; sonra da ikinci mükâtip ölür; onun da oğlunun oğlu kalırsa; onun, ön­ceki mükâtibin oğluna, kitabet bedelini verme ruhsatı vardır. Son mü­kâtebin oğlunun velâsı da, en önceki mükâtibin oğlunundur.

Bir mükâtep, câriye olan karısını satın alır; ondan da çocuğu ol­maz; sonra da onu mükâtebe ederse, işte bu caizdir.

Şayet bu kadın, mükâtebe" olduktan sonra, doğum yaparsa, artık o doğan çocuk da, anasından bir parça olduğu için, o da mükâtebtir Kitabet bedeli ödendikten sonra ölürse câriye de, çocuğu da hür olurlar.

Bir mükâtep, kendisinden doğum yapmamış olan karısını, mü­kâtebe eder ve bu kadın kitabetten sonra doğum yapar; daha sonra da bu kadın ölür ve bir tereke bırakmazsa; artık, o çocuk muhayyerdir. İsterse, anasının kitabet bedelini ödeyerek hür olur; dilerse, ödemez, ba­basının yerinde kalır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir mükâtep, kendi çocuğunu ve anasını, babasını mükâtebe ya­pamaz. Ümmü veledini mükâtebe yapabilir.

Aslolan, satılması T;âiz olmayanın, mükâtebe yapılması da caiz ol­maz. Bedâi'de de böyledir.

Bir mükâtep, cariyesini mükâtebe yapar; sonra da ona cima eder­se; bu câriye muallakda kalır: dilerse, kitabet bedelini ödeyip, mehrini alır; dilerse, kitabetten vaz geçer ve onun ümmü veledi olur. Bu durum­da efendisi, onu —doğum yapan cariyesini sattığı gibi— satamaz.

Şayet, bu kadın, kitabet bedelini ödemeden aciz kalırsa, efendisi­nin onu azâd etmesi caiz olmaz.

Bir mükâtep, cariyesini kitabete bağladıktan sonra, o cariyeye cima ederse; efendisine mehir vermesi gerekir. Çocuk da annesi gibidir.

Şayet bu kadın, kitabet bedelini ödemekten âciz kalırsa; efendisi çocuğu alır ve kıymetini anasına verir.

Bu istihsânen böyledir. Câriye ise, câriye olarak kalır. Mükâtibi-nin memlûkesidîr ve aldatılmış durumundadır.

Eğer mükâtip cariyeye cima ettikten sonra, bu mükâtib ölür ve hiç bir mal da bırakmazsa, kadın doğum yapmaz; onun kitabeti geçerlidir.

Şayet doğum yaparsa, bu kadın muhayyerdir: Dilerse, mükâtebe-liği bırakır; çocuk için önceki mükâteple kitabet ruhsatı vardû). dilerse kitabete devam eder.

Şayet ölen zat mal bırakmış olur ve bunun içinde de mükâtebe be­deli bulunursa; kadın kitabet bedelini ödeyince, kendisi de, çocuğu da hür, mükâtebeliği ise bâtıl olur.

Eğer, bu câriye, kitabet bedelini ödemekten âciz kalır ve efendisi de çocuğu iddia eder; önceki mükâtib de ölmüş olursa; bu durumda çocuk hürdür. Efendisine kıymetini vermesi gerekir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir köleye ticâret yapma izni verilmesi caizdir. Şayet, bu köle borç ederse, onu ödemesi gerekir. Alacaklıları gelip, alacaklarını isterlerse, borcu karşılığında, bu köle

satılır. Ancak, borca karşılık efendisi bu kölenin kıymetini ödeyebilir. Bu köle, bir mükâtebe ait olur ve mükâtep de, onun kıymetini borcuna karşılık ödemiş bulunur ve köle satılmaz ise, mükâtebin, o kıymetinin mislini ödemiş olması hâlinde, bu bi'1-ittifak caizdir.

Eğer kıymetinden fazla, fakat, emsalinde insanların aldanmamış sayılacağı bir bedelle ödemişse bu da caizdir ve bunda da ihtilaf yoktur.

İnsanların "aldanmış" diyeceği şekilde fazla ödemiş olursa; el-Asl kitabında, buna işaret olunarak —caizdir.— denilmiştir.

Bazı âlimler: "Bu görüş, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin görüşüdür de­mişler; bir kısmı da: "İmâmeyn'e göre, bu caiz olmaz." buyurmuşlar­dır. Zehıyre'de de böyledir.

Bir mükâtep, —az bir şey müstesna— bir şey tasadduk edemez.

Hatta bir fakire, bir dirhem vermesi bile caiz olmaz. Elbise giydir­mesi ve hediye vermesi de caiz olmaz. Yemek yedirebilir; icâre verebi­lir; ariyet verebilir; emânet verebilir Bedâi"de de böyledir.

Ber mükâtep, borç veremez.

Şayet borç vermiş olsa, bu alana helâl olmaz ve onu yiyemez. Ön­ceden alacağı müstesna... Onu alması ve yemesi caiz olur. Aynî'de de böyledir.

Mükâtebin vasiyyet etmesi caiz olmaz. Bir mala veya bir nefse kefil olması da caiz olmaz.

Efendisi izin verse de, vermese de bunlar böyledir.

Bir mükâtep bir şeyi satın almaya vekil olabilir. Satıcıya tazminatı gerekiyor olsa bile bu böyledir. Çünkü ticârette vekâlet zarureti vardır.

Eğer kendisi öderse, azâd edilmiş olur ve kefil olduğu kimsenin onu ödemesi lâzım olur. Bedâi"de de böyledir.

Şayet mükâtep küçük ise, kefil olduğu zaman azâd olunsa bile ondan bİT şey alınmaz. Aynî'de de böyledir.

Bir mükâtebin efendisine kefil olması caiz olmaz. Havalesi caiz olur mu?

Bu hususta iki durum vardır.

Şayet efendisinin, bir şahsa borcu, birinde de alacağı varsa; alaca­ğını aiıp borcunun yerine vermek üzere havelesi caiz olur.

Teberru edilmiş alacaksa, havalesi caiz olmaz. Bedâi"de de böyledir.

Bir mükâtebin bir şey satması hâlinde onu ikâle etmesi caiz olur.

Mükâtep, müdârebe malı almak, nefsini icara vermek, bir başka­sına yardım için eşyasını emânet almak hakkına sahiptir. Zehıyre'de de böyledir.

Mükâtep, kendi kölesini —istihsânen— mükâtep yapabilir. Eğer azâd ederse, —önceden olduğu gibi— itki ( — azat etmesi) caiz olmaz.

Keza, bir mükâtep, kölesinin yarısını veya tamamını bağış yapa­maz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir mükâtep, kölesini bir mal karşılığı azâd eder veya bir mal mukabili satarsa, bu caiz olmaz. Kâdîhân'ın Câmiu's—Sağır Şerhi'nde de böyledir.

Bir mükâtebin, hür bir kimse ile müfâveda ortaklığı yapması ca­iz olmaz. İnan ortaklığı ise caiz olur. Şayet ortaklıkta mükâteb âcir olursa, aralarındaki ortaklık sona erer.

Mükâtebin efendisine, efendisinin de mükâtebine karşı şûf'a hak­kı vardır.

Bir mükâtep, man ortağı olduktan sonra azâd edilirse, ortaklığı hâli üzre kalır.

Efendisinin izni olsun veya olmasın, bir mükâtep, bir başkası ile müfâveda ortağı olur; sonra da bu mükâtep azâd edilirse, bu ortaklık sahih olmaz.

Bir mükâtep, üç gün muhayyer olmak şartıyla bir ev satın aldık­tan sonra, âciz kalıp, köleliğe dönerse; muhayyerlik hakkı ortadan kalkar.

Şayet satan şahıs muhayyer olursa; o köle aciz olsa bile muhayyer­dir; öldükten sonra muhayyer olduğu gibi..

Bir mükâtebin muhayyer olarak satın aldığı evin yanındaki ev satılsa, bu mükâtebin şüf'a hakkı vardır; onu alır ve muhayyerlik hakkı düşer.

Şayet, o şüf'a hakkını almaz; müşteri de evi satana geri verirse, bu durumda şüf'a hakkı kalmaz. Mebsût'ta da böyledir.

En doğrusunu bilen, Allahu Teâlâ'dır. [11]

 
4- MÜKÂTEBİN, BİR YAKIN AKRABASINI, CÂRİYE OLAN KARISINI VEYA BİR BAŞKASINI SATIN ALMASI
 

Bir mükâtep, babasını veya oğlunu satın aldığında, bunlar kita­betine dahil olur. Ve o, bunları azâd edince; onlar azâd edilmiş; köle bırakınca da, köle olarak kalmış olurlar.

Bu mükâtebin, onları satması mümkün olmaz.

Usûl ve fürûun tamamı böyledir. el-Asi'da da şöyle denilmiştir:

Bu mükâtep, onları aybı sebebiyle geri veremez. Şayet satın almış­sa, noksanı sebebiyle de müracaat edemez.

Yalnız kitabet bedelini ödemekten âciz kalırsa, o takdirde red ( = geri verme) hakkı vardır.

Eğer, bu mükâtep ölürse, red hakkı, efendisinindir. Müzmerât'ta da böyledir.

Bir mükâtep, ölür ve geride kitabet bedelini bırakmaz; bir çocu­ğu kalır ve o, babasının kitabet bedelini ödemeye gayret edip ödeyebi-lirse, bu durumda biz, onun, babasının ölümünden önce azâd olduğu­na hükmederiz. Çocuk da azâd olmuş olur. Bu mükâtebin, geride kita­bet halinde satın aldığı oğlu kalırsa; onun için, iki yol vardır: Ya kita­bet bedelini ödemeye çalışır veya köleliğe döner.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. Hidlye'de de böyledir.

Köleliğe reddedilen ana ve baba, ölmüügibidir. Kitabet bedelini hemen veya vadeli olarak ödeyemezler. Tebyîn'de de böyledir.

Mükâtebe olan bir câriye, bir çocuk doğurup; diğer bir çocuğu-mj da satın aldıktan sonra; ölürse; sonradan doğurduğu çocuk, onun kitabet bedelini ödemeye çalışın Bu çocuk, satın alman kardeşinin ka­zancını da alarak, anasının kitabet bedelini öderse; geride kalana yarı yarıya ortak olurlar. Satın alınan kardeşini, —hâkimin emriyle— diğer kardeş, icara verebilir. Tatarhâniyye ve Velvâliciyye'de de böyledir.

Bir mükâtep, efendisinin karısı olan kızını satın alırsa; onun ni­kâhı fesada gider.

Şayet yakînı ise azâd olmuş olur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir mükâtep, efendisinin babasına veya oğluna sahib olursa; onlar azâd olmuş olmazlar. Çünkü efendisi mükâtebim'n kölesini azâd ede­mez ve onun te'siri (~ geçerliliği) olmaz. Bir adam, mükâtebinin köle­sini satamaz ve azad edemez. Mebsût'ta da böyledir.

Bir mükâtep kitabeti halinde, doğan çocuğunu veya satın aldığı çocuğunu azâd ederse; istihsânen, bu azâd edişi geçerli olur. Çünkü o, ondan bir parçadır. Onun memlükesi, her yönden efendisinindir. Ana­sını azâd eylese yine böyledir.

Kazancından olan başka bir kölesini azâd etmesi, bunun hilâfına-dır. Zehıyre'de de böyledir.

Bir mükâtep, kardeşini, bacısını, usul ve fürûnun dışında kalan akrabalarını (meselâ: Amcasını, annesini ve benzerlerini) satın alırsa; istihsânda bunları mükâteb yapamaz. Fakat bunları satmaya hakkı vardır.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)sye göre böyledir. Âlimlerin ekserisi­ne göre, bir mükâtep, amcasının oğlunu satın alsa, onu mükâtep yapa­maz. Zehıyre de de böyledir.

Bir mükâtep, kitabet bedelini ödediği, bu akrabaları onun ya­nında kalırlarsa; onları azâd eder; onları köle olarak kullanmaya selâ-hiyeti kalmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir mükâtep, câriye olan kendi karısını satın alır ve ondan çocu­ğu olmaz, onu satabilir. Fakat çocuğu olursa, bi'1-ittifak ikisini de satamaz. Onlardan, ancak birine sahip olursa; burda ihtilaf vardır. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Satamaz." buyurmuştur. Sahih olan da budur. Müzmerât'ta da böyledir.

Bir mükâtep, câriye olan karısını satar ve ondan bir çocuğu olursa; o çocuk da kitabetin içine girer; anası da çocuğunun kitabetine dahil olur.

Şayet mükâtep ölürse, her ikisine de ruhsat kalmaz.

Fakat mükâtep, ölmeden biraz önce, kitabet bedeli ödenirse, her ikisi de hür olurlar. Tafarhâniyye'de de böyledir.

Bişr'in Nevâdiri'nde İmâm Ebû Yûsuf (R.A)'un şöyle buyurduğu nakledilmiştir.

Bir mükâtep, câriye olan karısına cima eder; onu satın aldıktan sonra da, ondan bir şocuğu olur; sonra da bu mükâtep kitabet bedelim öde­meden ölürse; artık çocuk için ruhsat vardır. Anasının mehrini, baba­sından (onun terekesinden) alır. Kitabet halinde doğan çocuğun, baba­sının borcunu, ödemeye yetkisi vardır. Mubıyt'te de böyledir.

Bir mükâtep câriye olan karısını satın aldığında, ona cima etme­si helâl olur. Şayet ondan bir çocuk doğarsa, babasına tâbi olarak o da kitabete dâhil olur. Anası da çocuğuna tâbi olarak mükâtebe olur. Ba­ba ölmüş, borcu da ödenmemişse, kadın iki ay beş gün ölüm iddeti bekler ve çocuğu babası makamına kaim olur. Gayret ederler ve kitabet bede­lini öderlerse, hepsi birden azâd olmuş olur ve kadın üç hayız iddet bekler.

Adam son anlarında kitabet bedeli ödese, hepsi de hür olurlar. Ka­dının iki iddet beklemesi (ayrılıkları sebebiyle iki hayız ve nikâh iddeti) gerekir. Çünkü, o câriyedir. Efendisinden çocuk doğurduğu için de üç hayız iddet gerekir. Bunlar birbirine dahil olurlar.

Şayet câriye doğum yapmaz ve karısı olarak kalıp, onun nikâhı al­tında iken de azâd edilmez; onu da iki talâk boşarsa; artık o, başka bir kocaya gitmedikçe, önceki kocasına helâl olmaz. Zira cariyenin talakı ikidir. Kâfide de böyledir.

Mükâbetin sağlığında ve onun mülkünde iken, çocuk; ondan son­ra da mükâbet ölür ve ölümü ânında, kitabet bedeli câriye tarafından ödenmiş olursa; azâd edilmiş olur. Bunun köleliğe dönmeyi ve ödediği bedel için satılmayı istemeye selâhiyeti olmaz. Müzmarât'da da böyledir.

Bir mükâtebe, köle olan kocasını satın alsa, nikahları batıl ol­maz. Kocası, önceki nikâhla, ona cima yapabilir. Çünkü o, hakikatta kocasının mülküyetine sahip değildir. Aynî'de de böyledir.

Zimmî olan bir mükâtep, bir müslüman câriyyeyi satın alır; bu cariyeden de bir çocuğu olursa; câriye hâli üzere kalır.

Eğer zimmî olan mükâtep borcunu ödemek suretiyle azâd edilirse; kadın hakkında mülkü tamamolur; câriye de, kocasının ümmü veledi olur.

Şayet mükâtep olan zimmî, kitabet bedelini ödemeden âciz kalıp, tekrar köleliğe avdet ederse; efendisi o cariyeyi satmaya cebredilir. Meb-sût'ta da böyledir.

Bir mükâtep, bir câriye satın aldığında, bu câriye hayızından kesilir ve mükâtepde azâd edilirse, o cariyeye cima etmesi helal olur. Şa­yet bu mükâtep kitabet bedelini ödemekten aciz kalıp, câriye ile birlikte köleliğe dönerse, efendisine de istibra vacip olur.

Şayet, bir mükâtep, kızını veya anasını satın aldıktan sonra, kita­bet bedelini ödemekten âciz kalırsa; efendisinin onlardan uzak kalması gerekmez.

Bir mükâtep, kitabeti hâlinde, bacısını satın aldıktan sonra, aciz kalırsa, efendisinin, ondan uzaklaşması vacip olur.

İmâm Ebû Haniİfe (R.A.)'nin kavli budur. Çünkü, o mükâtebin ana­sı, kızı gibi değildir.

Mükâtebe olan bir kız, âciz kalırsa; efendisinin ondan uzaklaşma­sı gerekmez.

Bir adam, kölesinin karısını mükâtebe ettikten sonra, efendisi­nin ondan bir şey satın alması —ancak yarısı hakkında— caiz olur.

Şayet mükâtep, efendisinden bir köle satın alırsa; istihsânda bu sa­tın alışın tamamı —aynen başka birinden almış gibi— caizdir. Kıyasda ise, bunun ancak yarısı caizdir.

Biz kıyâsı kabul etmişizdir. Mebsût'ta da böyledir.

En doğrusunu   bilen, Allahu Teâlâ'dır. [12]

 

5- BİR MÜKÂTEBE'NİN EFENDİSİNDEN DOĞUM YAPMASI; BİR MÜKÂTEBE'NİN EFENDİSİNİN ÜMM-Ü VELEDİ VEYA MÜDEBBERESİ OLMASI: BİR MÜKÂTEBE'NİN HASTALANMASI     
 

Bir mükâtebe, efendisinden doğum yaptığında; kitabet müddeti de geçer veya kitabetten âciz olursa; bu câriye efendisinin ümm-ü vele­didir. (- çocuğunun anasıdır) Onun çocuğunun nesebi de sabittir. Ka­dının tasdikine ihtiyaç yoktur. Çünkü o, onun mülküdür.

Kitabet müddeti geçmiş olunca kadın mehrini alır.

Efendisi ölürse, azâd edilmiş olur. Ondan doğum yapmış olması sebebiyle, kitabet bedeli de kendiliğinde düşer;

Şayet, mükâtebe olan bir câriye Ölür ve geride de malı kalırsa; ondan, önce kitabet bedeli ödenir. Geride kalan malı, —ölmeden önce— katabet bedelinin ödenmiş olması sebebiyle hür olmasından dolayı, ço­cuğun olur.

Eğer, mal bırakmadan ölürse, çocuk hürdür.

Eğer mükâtebe olan bu kadıp, bir başka çocuk daha doğurursa, —cimasmın haram olduğundan dolayı— kadının ikrarı olmadan, o ço­cuğun nesebi sahih olmaz. Tebyîn'de de böyledir.

Bir mükâtebe, efendisinden bir çocuk doğurduktan sonra, efen­disi "o cariyenin, başka birine ait olduğunu" iddia eylese, bu sözü, — her ne kadar, câriye onu doğrulasa bile— tasdik edilmez. Mebsut'ta da böyledir.

Bir efendinin, ümm-ü veledini, mükâtebe etmesi caizdir. Eğer efendi, ölürse, bu câriye doğurması sebebiyle hür olur. Kitabet bedeli de sakıt olur (= düşer). Çocuğu da, kazancı da kendisine teslim edilir. Şayet kitabet bedelini efendisi ölmeden önce, ödemiş ise, bu du­rumda kitabeti sebebiyle azâd edilmiş olur. Hidâye'de de böyledir.

Bir adam ümm-ü veledini mükâtebe yaptığında, bu kadın kita­bet zamanından altı ay sonra, bir çocuk doğurur, sonra da efendisi onu ikrar etmeden önce ölürse, çocuğun ona nisbet edilmesi lâzım gelmez.

Şayet altı aydan az bir zamanda doğursa, bu durumda, o çocuğun nesebi, —bize göre— kadının efendisinden sabit olur. Ve o hürdür. Kadın da efendisinin ölümü sebebiyle azâd edilmiştir. Eğer   efendi  hayatta   olur   ve   "doğan  çocuğun,   kendisinden olduğunu" iddia eder ve doğum iki seneden fazla bir müddet sonra ol­muş olsa bile yine onun çocuğu sayılır.

Şayet mükâtebe, kitabeti esnasında bir cinayet işlerse, cezası ken­dine; ve eğer kendine karşı bir cinayet işlenirse, diyeti de kendisine ait olur.

Şayet kadın ölür ve kitabeti sırasında —efendisinden değil,— bir başkasından bir çocuk bırakırsa, o çocuk anasına aittir. Mebsut'ta da böyledir.

Bir nasrânî, ümm-ü veledini mükâtebe yapar ve kitabet bedeli­nin bir kısmım ödedikten sonra müslüman olur ve kalan kısmı ödemeden âciz kalırsa; hâkim onu, köleliğe (= cariyeliğe) iade edeTve doğum yapmış olması sebebiyle, kıymetini ödemeseni —satımının mazereti sebebiyle— hükmeder. Ve bu durumda efendisinin, kendisinden aldığı miktar hesaba katılmaz. Bunu müslüman olmasından sonra ödese bile yine böyledir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, ümm-ü veledini veya cariyesini bin dirhem karşılığın­da ve ona orta halli bir köle vermek üzere mükâtebe ederse; bu kitabet bâtıldır. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir.

Bir nasrânînin ümm-ü veledi müslüman olur ve bu hınstiyan onu, kıymetinden daha fazlaya mükâtebe ederse; bu kitabet caiz olur.

Şayet, bu kadın kitabet bedelini ödemekten âciz kalırsa tekrar ca­riyeliğe avdet eder. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimsenin, müdebberisini mükâtebe etmesi caizdir. Çünkü o, onun mülkünde —aynen ümm-ü veled gibi— bakidir.

Eğer, onun efendisi ölür ve ondan başka hiç bir malı da kalmazsa; bu durumda o, kendi kıymetinin üçte ikisi ile, kitabet malı arasında muhayyerdir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nîn kavlidir. Sahih olan da budur.

Şayet, efendisi ölürse kendisi azad olunmuş olur ve bi'1-icma borç­tan kurtulur. Müzmerât'ta da böyledir.

Bir adam, müdebberesini mükâtebe eder ve o, bir çocuk doğur­duktan sonra ölürse, o çocuk, onun kitabet bedelini kazanmaya çalışır.

Eğer, bu çocuklar iki tane olur ve onlardan birisi, borcun tamamı­nı kendi kazancı ile öderse; diğerine hiç bir şey için müracaat edemez.

Keza, bir adam müdebberelerinin ikisini de mükâtebe yaptığın­da, onlardan her birisi, diğerinin vekili olur; sonra da ikisi de ölürler ve onlardan birisi, geride, kitabeti hâlinde bir çocuk bırakırsa; o çocuk, her ikisinin de kitabet bedellerini kazanıp ödeyecektir. Mebsiil'fa da böyledir.

Bir kimsenin, mükâtebesini müdebbere etmesi de caiz olur. Bu kadın muhayyeredir: İsterse kitabet bedelini öder; isterse, mü­debbere olarak cariyeliğe avdet eder (= döner).

Kitabet bedelini ödememiş ve efendisi başka bir mal bırakmadan ölmüşse; bu durumda, o kadın muhayyeredir: Dilerse, kıymetinin üçte ikisini; dilerse kitabet bedelinin üçte ikisini öder.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn ise: Bunlardan en azı hangisi ise, onu öder." buyurmuşlardır.

Burada, bu miktarlar birbirine eşit olursa, kadının muhayyer ol­duğunda imamlarımız müttefikdirler. Hidâye'de de böyledir.

NevâziTde şöyle zikredilmiştir:

Ebû Bekir'den sorulmuştur:

— Bir adam kölesini kendisi üç gün muhayyer olmak şartiyle mü-kâtep yaptıktan sonra; onu müdebber eylese, onun müdebberliği, kita­betini bozar mı?                                     

İmâm şu cevabı vermiş

— Mü,debberliğin, mükâtebeliğini bozması uygun olmaz. Çünkü, adarn mükâtebi müdebber, rnüdebberi de mükâteb yapabilir. Bu iş, ki­tabete mani olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, iki kölesinden, her birini, bin dirheme mükâtep ede­rek; her birini diğerine kefil ettikten sonra; onlardan birisini müdebber eder; sonra da efendileri çok miktarda mal bırakarak ölürse; o müdeb­bere, malının sülüsünden (= üçte birinden) azâd edilir. Mükateblik hissesi —onun edasından müstağni olduğu için— efendisinin sağlığında azâd etmiş olması gibi sakıt olur (— düşer). Bu durumda vârisler, diğer mü-kâtebin borcunu, o ikisinin hangisinden isterlerse ondan alırlar.

Şayet müdebber öderse, diğerine, —azâd olmadan önce Ödemiş gibi— müracaat öder.

Şayet diğerinin bir malı yoksa, müdebber üçte birden azad olmuş olur. Diğerinin borcunu ödemeye gayret eder.

Şayet her ikisinin kıymeti üçyüz dirhem; kitabet bedelleri de, bin dirhem ise, müdebberin —mükatebden— hissesi bâtıl olur.

Onun kıymeti hususunda üçyüz dirheme itibar edilir. Çünkü o, en azıdır ve efendisinin hakkı-da odur.

Bu müdebberenin kıymeti üç yüz dirhemdir. Kitabet bedelinden' di­ğerinin hissesi ise, beşyüz dirhemdir Böylece yekûn sekiz yüz dirhem olur. Bunun üçte biri, ikiyüz altmış altı dirhemdir. Bunun üçte ikisi, — kıymetinden dolayı— müdebbere teslim edilir. Geride kalan üçyüz otuz .   dirhemi ödemeye gayret eder.

Bundan sonra mükâtebde kalan miktarı da müdebberden, vârisle­ri alırlar. Çünkü o, diğerinin kefilidir. Mükâtep olduğundan dolayı, bu alınmaz. Çünkü müdebber olmuştur. Tedbîrden önceki kalanı ödeme­ye çalışır.

Mükâtep ise diğerinin yerine —bu sebepten— kefil değildir.

Eğer her birinin kıymeti biner dirhem; kitâoetleri de bin dirhem olsaydı, müdebber kitabetdekini ödemeye gayret ederdi. Çünkü, orda fayda vardır.

Kitabet bedeli vadeli ise, kitabet bedelinin üçte biri düşerdi. Çün­kü, tedbîr sebebiyle üçte ikisi azâd olmuş oluyor. Bu durumda, vârisler için, onların üzerinde mükâtebe bedelinin üçte ikisi kalıyor. Vârisler, hangisinden dilerlerse, ondan alırlar.

Eğer müdebber öderse, dörtte üçü için diğerine müracaat eder. Kendi hissesi olan miktar beşyüz dirhemdir.

Eğer mükâtep ödeme yaparsa, dörtte biri için, müdebbere müra­caat eder. O da hissesinden kalan miktar ne ise odur. Mebsûl'ta da böyledir.

Bir mükâtebe, bir kız doğurduktan sonra, o kız da, başka bir kız doğurur sonra da, efendi ortada olanı azâd ederse; ondan aşağıda olan (yani onun doğurduğu) kız da, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, azâ-dedilmiş olur. '

İmâmeyn'e göre ise azâd edilmiş olmaz. Kâfî'de de böyledir.

Bir mükâtebe, bir kız doğurur; o da büyüyüp irtidad ederek dâr-i harbe gittikten sonra, esir edilirse, o fey (= ganimet) olmaz. Tevbe edene kadar, habsedilrr veya öldürülür. Anası da böyle yaparsa, durum aynıdır.

Şayet mükâtebe, kitabet bedelini ödemeden önce ölürse; bu durumda hâkim, hapsedilmiş olanı çıkarır. O, anasının borcunu ödemeye selâhiyetlidir.

Mükâtebe, bir çocuk doğurduğunda, o doğan çocuk, anasını öl­dürürse, bu ana kendi ölmüş gibi olur. O çocuğa, cinayetinden dolayı bir şey gerekmez.

Şayet bu cinayeti, anası, bir başkasına karşı işledikten sonra ve ki­tabet bedelinden hiç bir şey ödemeden önce ölürse; o çocuk, hem kita­bet bedelini, hem de cinayet bedelini ödemeye çalışır. Eğer aciz kalırsa, bakılır: Şayet hâkim, onun velisinin cinayet bedelini ödemesine hükme­derse, o, o çocuk için borç menzilindedir. Bu çocuk, o borç için satılır.

Şayet hâkim, cinayet bedeli hükmetmezse; onun aczi sebebiyle —kadının hayatında âciz olduğu gibi— geçersiz olur ve bu hâkim hükmetmeden önce Ölmesi gibidir. Mebsût'ta da böyledir.

Hasta bir şahıs, bin dirhem kıymetindeki bir kölesini, bin dir­hem karşılığında ve onu aydan aya ödemek üzere mükâtep yapar; ve bu hasta da ölürse, bu köle, o şahsın malının üçte birinden çıkarılmaz ve serbest bırakılır: İsterse, Kıymetinin üçte birini acilen öder; isterse, köleliğe avdet eder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir hasta, kıymeti bin dirhem olan kölesini, bir seneye kadar, iki bin dirheme mükâteb ettikten sonra, bu hasta Ölür ve o köleden başka malı da bulunmazsa; vârislerin, onun iki bin dirhemini peşin, bin dir­hemini de vadeli ödetmeleri caiz olmaz, köleliğe döndürmeleri de İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsıâ (R.A.)'a göre caiz olmaz.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Üçte ikisini, hali hazırda öder; geri ka­lanı vadeli olur.

Şayet bin dirheme, bir seneye kadar mükâtep yapmış olsa ve bu kölenin kıymeti de iki bin dirhem olsaydı, o takdirde vârisler üçte ikisi­ni hali hazırda almaları; veya onu köleliğe döndürmeleri bı'1-ittifak ca­iz olmazdı. Hidâye'de de böyledir.

Bir adam, kölesini sağlığında, bin dirhem karşılığında mükâtep kılar ve bu kölenin değeri de beşyüz dirhem olur; sonra da onu hastalığı hâlinde azad eder ve ölürse; o bir şey alamaz. Çünkü o, kölenin kıyme­tinin üçte birine selâhiyetlidir.

Keza, hastalığı halinde o mükâtebde olan alacağının tamamını ona bağışlasa, bu durumda o hürdür.

Bir adam, sıhhatli iken, kölesini mükâtep eder; sonra da, hasta­lığı ânında onu azâd ederse; o mukatep muhayyerdir: İsterse, kıymeti­nin üçte ikisini ödemeye çalışır.

Eğer efendisi ondan beşyüz dirhem almış; sonra da hasta olunca onu azâd eylemişse daha önce ödediğini saymaz; kalanın üçte ikisini öde­meye çalışır.

Bu, İmâmeyn'in görüşüdür.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ise: "Eğer isterse, kitabeti feshedip, kıyme­tinin üçte ikisini ödemeye çalışır.

Şayet mükâtep, kitabet bedelinin tamamını ödemiş ve ancak yüz dirhemi kalmışsa; adam da hastalığında ona bağışlamış veya azâd et­mişse, o yüz dirhemin üçte ikisini öder. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, maraz-ı mevtinde (= ölüm hastalığında) bin dirhem değerindeki bir kölesini, bin dirhem karşılığında mükâtep yapar, ondan başka hiç bir malı da bulunmaz; sonra da, o mükâtebin bin dirheminin kendi yanında, emaneten bulunduğunu ikrar eder ve "onu, kitabetten sonra, emânet ettiğini" söyler; bu bin dirhem de kitabet dirheminin cin­sinden olur; daha sonra da hasta ölürse, bu ikrarı sülüs-ü malından (-malının üçte birinden) caiz olur.

Onun kitabet bedeli olduğunu irâde etmiş ve kitabet de sıhhati hâ­linde olmuşsa, mes'ele hâli üzeredir; bu durumdaki ikran, bütün ma­lından geçerli olur.

Şayet mükâtep; "Ben, yeni ve iyi dirhemler vermiştim; onu iste­rim." derse; buna hakkı yoktur.

Şayet hasta, "emanetin katkıntıh dirhem olduğunu" ikrar eder; ki­tabet bedeli de, taze dirhemler olur; adamın sağlığında da borcu bulu­nursa; onun ikrarına inanılmaz. Mevcut dirhemler, sağlığında, alacak­lılarına verilir. Ve mükâtepten kitabet bedeli alınır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, —sıhhatli iken değil de— hastalığı hâlinde, kölesini mükâtebe yapar ve başka hiç bir malı da bulunmaz; sıhhatli iken de vâ­rislerine izin verirse; vârisleri —diğer vasiyetleri gibi— icazetten de men edilir. Mebsût'ta da böyledir.

İmâm Muhammet) (R.A.) Cami"de şöyle buyurmuştur:

Bir mükâtep, efendisinin sağlığında, ona bin dirhem borcunun ol­duğunu ikrar eder ve bu mükâtebi efendisi bin dirhem karşılığında mü­kâtep bulunur ve bu mükâtep, sıhhatli iken, bir yabancıya da bin dir­hem borcunun olduğunu ikrar eder; sonra da bu mükâtep hastalanır; yanında da bin dirhemi bulunur ve bu mükâteb o hastalıktan ölür; baş­ka bir malı da bulunmazsa, yanında bulunan bin dirhemi, efendisi ile yabancı arasında üç sehim olarak taksim edilip; iki sehmi efendisine, bir sehmi de yabancıya verilir.

Şayet mükâtep, sıhhatli iken ikrar eylediği o bin dirhemi efendisi­ne öder ve sonra ölürse, bu durumda, mükâtebin yanında olan bin dir­hem, yabancı olan alacaklının olur ve efendinin mükatebteki alacağı bâtıl' (— geçefsiz) olmuş bulunur.

Keza, bu mükâtep, borcunu ödemeden ölür ve tereke olarak bin dirhem bırakırsa, o yabancının olur.

Şayet mükâtep, kitabeti halinde, geride iki torununu bırakarak ölür­se, onlara yabancı alacaklı, efendisinden daha çok hak sahibidir. Efendi, kitabet bedelini onlardan alır. Çünkü onlar, baba makamına kâimdirler.

Şayet mükâtep, efendisine olan kitabet borcunun bir kısmını öde­miş ve onu da ölmeden önce il&"ar eylemiş ve sonra ölerek, geride oğlu­nun iki oğlunu bırakmışsa, —kftâbeti hâlinde— yine yabancı, efendisi­ne kalan borcundan daha haklıdır. Efendi, kalan alacağını, onun ço­cuklarından alır. Bu şahıs, mükâtebe ise, o da böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir mükâtebin, —hâli sıhhatinde— efendisinde alacağı olur ve hastalığı halinde de, onu ikrar eder; sonra da bir mal bırakmadan ölür­se, sözü doğrulanmaz.

Bir adam, sıhhatli iken bir kölesini mükateb yaptıktan sonra, bu mükâtep, hasta hâlinde,' 'bir yabancıya, bin dirhem borcunun olduğunu'' ikrar eder; sonra da bu mükâtep, bin dirhemden başka bir mal bırak­madan ölürse; o takdirde, o bin dirhemi almaya, yabancı daha haklı olur.

Şayet efendinin borcu sıhhatli iken; yabancının borcu ise hastalı­ğında olursa; bu yukardaki mes'elenin hilafınadır.

Fakat, sıhhatli iken yapılan borcu, efendisinden başkasına olursa; hasta iken olan borcundan önce, yabancının, alacağını alma hakkı bu­lunur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir mükâtep, ölümü ânında "kölesi filanı mükâtep ettiğini ve onun kitabet bedelim ödediğini" ikrar ederse; bu sözü kabul edilmez.

Keza, hasta iken, "kıymetinden çok az şeye karşılık olarak mükâ-tep eylediğini" söylerse; bu da kabul edilmez. Kitabeti caiz olmaz. Meb-sût'ta da böyledir.

Bir adam, kölesini bin dirhem karlılığında mükâtep eder ve efen­disi, sıhhatli iken, ona bin dirhem borç verir; sonra da bu mükâtep bin dirhem tereke bırakarak ölür ve bu mükâtebin, bir de hür olan karısın­dan, hür olan çocukları bulunursa; bu durumda hâkim, o bin dirhemi, kitabet bedeli oiarak hükmeder; efendiye verilecek borcu baki kahr.

Eğer, başkası tarafından azad edilmiş oğulları varsa; bu durumda baba, çocuklarının velâlarmı ona çeker.

Şayet mükâtep, tereke olarak bin dirhemden fazla bırakmış ise, onu efendisi borcuna mukabil ahr.

Tereke daha da fazla olursa; o da vârislere safredilir. Mohıyt'te de böyledir.

En doğrusunu bilen, Allahu Teâlâ'dır. [13]

 

6- BAŞKA BİR KİMSENİN, BİR KÖLEYİ MÜKÂTEP YAPMASI
 

Hür bir kimse, bir kölenin efendisine: "Filan köleni, bin dirhem karşılığında mükâtep eyle. Ben, sana bin dirhemi ödeyim." der; efen­disi de bu şart üzerine, o köleyi mükâtep ederse, bu köle hür olur. Söy­leyen adam da, bin dirhemi öddr.

Şartın vücut bulması hâlinde, —köle bunu kabul etmese bile— azâd edilmiş olur.

Haber köleye ulaşınca, köle kabul ederse, mükâtep olmuş olur.

Şayet köle: "Ben, o adamın, benim için bir şey vermesini kabul et­miyorum." derse; bu durumda kitabet caiz olmaz. Çünkü, bu akid, kö­lenin reddetmesi ile reddedilmiş oldu.

Şayet adam tazmin ettirirse, bir şey gerekmez.

Eğer adam: "Benim, bin dirhemi ödemem karşılığında, o hürdür." der ve bin dirhemi de Öderse; bu durumda, o köle kıyâsen de, istihsânen de azâd olmuş sayılmaz.

Eğer hür olan zat, onun yerinp bin dirhem öderse, onu almak için, köleye müracaat hakkı olmaz. Çünkü, bu teberru' olur. Tebyîn'de de böyledir.

Bu hür şahıs, efendiye ödediğini geri almak isterse, onu geri ala­bilir mi?

Meselâ: Bir adam, diğerine: "Köleni, bin dirhem karşılığında mü­kâtep yap; gerçekten ben onu ödetirim." derse; bu durumda, ona mü­racaat edebilir; tazminat bâtıldır (= geçersizdir). Çünkü, vacip olma­dan şeyi, tazmin etmek yoktur.

Tazminatsız öderse, müracaat edemez. Çünkü o teberru'dür. Şayet, bir kısmını öderse; —ödediğinden hariç— kalanı için müra­caat edebilir.

Fakat, bunu kölenin izni olduktan sonra yaparsa; müracaat ede­mez. Çünkü, orada başka maksûd hasıl olmuştur. O da, kölenin bede­linin bir kısmının beraatıdır.

Bu, köle izin vermeden, efendiye müracaat edilirse böyledir.

Eğer müracaatı kölenin izninden sonra yapar ve bunu tazminat hük­müyle yapmış olursa; müracaat eder.

Tazminatsız ödeme yapmışsa —ister tamamını; isterse bir kısmını ' demiş olsun— müracaat edeme.1. Hidâye Şerhi Aynî'de de böyledir.

Hür bir adam, diğer bir şahsın kölesini, kitabet bedelini ona taz­min ettirmek üzere, mükâtep ederse; bu caiz olmaz. Çünkü, köle karşı­lığında, hür bir kimsenin bedelini kabul etmesi vacip değildir. Bidayet­te hür şahsın kitabet bedelini kabul etmesi icabetmez. Zira, efendisinin izni olmadan bu işi yapamaz. Şayet o köle, hür olan adamın —ister kü­çük; isterse, büyük olsun— oğlu bile olsa fark etmez. Çünkü babanın onlar üzerinde velayeti yoktur. O, bir yabancı durumundadır.

Keza, bir adam, küçük bir oğlu ile birlikte birinin kölesi olursa; efendilerinin oğluna karşılık babasını mükâtebe yapması caiz olmaz. An­cak, baba oğlunun yerine kitabet karşılığını öderse, burada iki durum hasıl olur. İstihsânen, oğlu azâd edilmiş olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, huzurda bulunan bir kölesi ile huzurda bulunmayan kölesini mükâtep ettiğinde, huzurda olan bunu kabul ederse; istihsânen, ikisi için de akid sahih olur.

Kitabet bedelini bunlardan birisi öderse, ikisi de azad olmuş olur­lar ve efendileri bu durumu kabul etmesi hususunda cebredilir.

Bu durumda ödeme yapan mükâtep, diğerine müracaat edemez.

Şayet, bunların efendileri, huzurda olanın kitabet bedelini ba-Şişlarsa; her ikisi de azâd olmuş olurlar.

Eğer huzurda olmayanın kitabet bedelini bağışlarsa, ikisi de azâd olmuş olmazlar. Çünkü onunla yapılmış olan bir akid yoktur.,Bu mev­cut olmadığı için, bağış da geçerli değildir.

Hazırda olmayan köle akdi kabul ederse; bu bir lağivdir. Kitabet için huzur lazımdır.

Efendi de, hazırda olmayan köleden bir şey alamaz. Çünkü, onu iltizam eden bir şey mevcut değildir. Bilakis o, hazırda olan kölenin ak­dine —mükâtebin çocuğu gibi— tâbidir.

Şayet efendi, gaip olan kölenin hürriyetini verirse; o azâd olmuş olur ve kitabet bedelinden onun hissesi düşürülür.

Onun hissesi bâtıl olunca, hazırda bulunan köle, kendi hissesini ver­medikçe hür olamaz.

Şayet efendi, hazırda bulunan kölenin hürriyetini tanırsa; o azâd olmuş olur ve kitabet bedeli sakıt olmuş bulunur. Hazırda olmayan kö­le ise, ya kitabet bedelini ödeyip hür olur; veya ödemeyip köle olarak kalır. Kâfi'de de böyledir.

Eğer  gaip  köle  ölürse,   hazırda  bulunan  köleden,  bir  şey kaldırılmaz.

Amma, huzurdu olan ölürse, bu durumda efendi, gâib köleden hiç bir istekte bulunamaz.

Fakat o gaip: "Ben, kitabet bedelimin tamamını ödeyeceğim." der ve onu getirir; efendisi de: "Ben, kabul etmem." derse; kıyâsda, kabul etmem." derse; kıyâsda, kabul etmiyebilir. İstihsân da ise, kabul etme­mesi doğru olmaz; kabul eder. Gaip kölenin, kitabet bedellerini öde­mesiyle, her ikisi de hür olurlar.

Fakat o gaip hakkında, bir müddet belirtmemiş olurlar ve her ikisi de sağ bulunur; efendileri de gaip olan yani huzurda bulunmayan köle­yi satarsa, istihsânda buna hakkı yoktur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, cariyesinin nefsi karşılığında, hem onu, hem de iki kü­çük oğlunu mükâtebe yaparsa; bu kitabet sahihdir. Onlardan biri, kita­bet bedelini öderse, diğerlerine müracaat edemez. Bu istihsândır. Bun­lardan birisi ödeme yapınca, efendi kabule mecburdur.

Şayet anayı azad ederse, diğerlerinin kitabet hisseleri baki kalır ve onlar onu öderler. Efendi o bedeli analarından taleb eder; çocuklardan istemez.

Şayet oğlanları azad ederse; bu durumda da ananın hissesi baki kalır; onu aydan aya öderler. Bir kazanç temin ederlerse; efendileri, onu on­lardan alamaz. Onlardan birini de satamaz.

Şayet.alacağından vaz geçer veya onu onlara bağışlarsa; bu anaları hakkında sahih olmaz. Kadın için vazgeçer veya bağışlarsa; o azâd ol­muş olur. Onunla birlikte çocukları da azâd olurlar. Tebyîn'de de böyledir.

Bir adam, bir kölesini onun kendi nefsi ve küçük oğlu karşılığın­da mükâtep ederse, bu caiz olur.

Şayet çocuk, bunu duymadan önce veya duyduktan sonra, kitabet bedelini ödemeden âciz» kalırsa; her ikisi de köleliğe dönerler.

Şayet babalarının kitabet bedelim ödeyemediği zaman, oğulları bü­yük olmuş olsalardı yine böyle olurdu.

Eğer baba ölürse, onlar aylık taksitler hâlinde kitabet bedellerini ödemeye çalışırlar.

Eğer küçük olurlar ve çalışamazlarsa; köleliklerine dönerler.

Şayet güçleri yeter ve kitabet bedelini öderlerse; onun kız kardeşi­ne müracaatta bulunamazlar.

Eğer babanın malı çıkarsa; o mal, aralarında mîras olur.

Efendileri onlardan bazılarını azad ederse; onun hissesi —kitabet bedelinden— kaldırılır.

Şayet onların içinde câriye bulunur ve o efendisinden çocuk doğur­muş olursa; mehrini alır ve hâli üzere mükâtebe olarak kalır. Kardeşleri için nefsini aciz bırakmaz. Eğer kardeşleri kitabet bedelini öderlerse; o da onlarla birlikte azâd oluyor. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, süt kardeşinin kölesini mükâtep yaptığında, efendisi buna razı olsa bile, bu kitabet caiz olmaz.

Eğer, mükâtep, kitabet bedelini efendisine vermişse; o zaman caiz olur ve istihsânen bu köle azâd olmuş bulunur. Serahsî'nin Mnhjyü'nde de böyledir.

îki adamın birer köleleri bulunduğunda; her ikisi birlikte bin dir­heme onları mükâtep yaparlar ve onlar kitabet bedelini öderlerse; ikisi de azâd olunurlar.

îkisi de kitabet bedelini âciz kalırlarsa; köleliğe döneden Onların her birisi, diğerinin hissesi içinde mükatebdırler. Hatta bi­risi, cüğerinin efendisine, onun kitabet bedeüni öderse; o takd.de, o köle azâd olmuş olur. Mebsût'ta da böyledir. En doğrusunu bilen, Allahu Teâiâ'dır. [14]

 

7- MÜŞTEREK BİR KÖLENİN KİTABETİ
 

İki kişinin ortak bulunduğu bir köle için, bu ortaklardan birisi, diğerine, kendi hissesini, bin dirheme mükâtep yapmasına izin verir ve kitabet bedelini de teslim alırsa; bu kitabet yalnız onun hissesi hakkın­da geçerli olur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. O'na göre, kitabet te­cezzi (= bölünme) kabul eder. Ve ortağının bu kitabeti feshetme hakkı yoktur. Bu köle, bin dirhemi ödeyince, —efendisinin hakkım ödediğinde— o nisbette azâd edilmiş olur. Ortağına da bir tazminat ge­rekmez. Çünkü, bu kitabet onun rızası ile olmuştur. Fakat köle, susan efendisi hakkında yetkilidir. Bin dirhemin tamamını veya bir kısmını öderse, susan kimse o verilenin yarısını alamaz. Çünkü, ona bedelini alma izni verilmiştir. Edaya izin, onun kazancı tarafından mükâtibe teberru' olur. Ancak, ödemeden önce, onu men ederse, bu yasaklaması sahih olur. Çünkü, bu durumda teberru tamam olmamıştır.

Hasta olduğu halde, kitabetinden sonra, kazancından ödemesi için izin verirse; bu bütün malından sahihdir. Her ne kadar, kitabetten önce kazanmış olsa bile böyledir. Ondan" kitabet bedelinin alınması için, izin verirse; İmâmeyn'e göre, o, mükâtep olur. Kitabet bedeli, araların­da taksim edilir.

Acze düşmeden önce veya sonra mükâtip, bir şey almışsa; buna ar­kadaşının izni olmaması hâlinde, bütün âlimlerimize göre, bu durumda fesh hakkı vardır.

Şayet, kitabet bedeli ödenene kadar fethesmezse; İmâm Ebû Hanîfe  (R.A.)'ye göre, azadhk bedelini ödemiş olur. Sükut eden ise, kitabet be­delinin yarısını alır. Çünkü, onun kazancına ortaktırlar.

Eğer tamamını bin dirheme mükâtebe yapmışsa, bu durumda mü­kâtip, bir şey için müracaat edemez . Çünkü ortağından almıştır.

Eğer onun hissesi bin dirhem ise, o köleye, ortağı müracaat ede­rek, bin dirhemini alır.

İmâmeyn'e göre, kitabet bedelini ödeyince, tamamı azâd olurlar. Mü­kâtep, kıymetinin yarısını, —zengin ise— diğer ortağına borçlu olur Gü­cü yeterse, kıymetinin yarısını öder. Eğer gücü yetmezse; karşılıksız . zâd olunmuş gibi olur. Sükut eden ise, onun kazancından, kalanın yansı alınır.

Şayet, ortaklardan birisi, müşterek kölenin tamamını kitabete bağ­lar ve bunun hissesi ise bin dirhem olur; sonra da diğer ortak bu köle-,  nin tamamım kitabete bağlar ve onun hissesi de yüz dinar olursa; bun­ların ikisi de mükâtebe akdi yapmış olurlar.' 'Kitabette tecezzi vardır.'' diyene göre, herkes hissesini alır.

Fakat, İmâmeyn'e göre önceki ortak kendi hissesini mükâtebe etmiş olur; diğerinin nasibi feshdir. Bu ortaklardan birisi, bu kitabet akdini feshedince, onlardan birinin hissesi fesholmuş oluyor. Bedeli olan, kendi hissesini almış olur; diğeri, onun aldığına ortak olamaz. Bu durumda onlardan her birinin azâd etme hakkı muallakta kalır.

Şayet köle, her ikisinin de kitafyet bedelini verirse; âlimlerimize gö­re, ikisi de o kölenin mevlâsı olurlar.

Şayet, köle, onlardan birinin hakkını önce öderse; ortaklardan bi­ri, hürriyetini vermiş gibi olur ve yarısı azâd edilmiş bulunur. Bu İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. Diğer ortağın hissesi, sabit kalır ve köle, onun mükâtebi olur. Di­ğerine tazminat gerekmez.

Ancak, köle diğerinin kitabet bedelini ödemeden âciz kalırsa; his­sesini alan ortak, diğer ortağının hissesini —gücü yetiyorsa— yan yarı­ya tazmin eder. Diğeri de hissesinin yarısını almaya yetkilidir. Eğer zor durumda ise, İmâmeyn'e göre, hissenin değerinin en az seviyesini öder; zenginse, en yüksek değerini öder. Kâfi'de de böyledir.

İki kişinin ortak bulunduğu bir mükâtebe, bir kız çocuğu doğur­duktan sonra, o iki ortaktan birisi, bu kıza cima eder ve o doğum ya­parsa, doğan bu çocuğun nesebi sabit olur. Kız ise, hâli üzre kalır. Ümmü'l-veled olması sebebiyle, mükâtebelikten çıkamaz. Çocuğun ba­basının mehir vermesi gerekir. Onun mehri, anasına aittir ve onun ka­zancı mesabesindedir. Çünkü o, kitabette anasına tabidir.

Şayet, bu mükâtebe, kitabet bedelini ödemekten âciz kalırsa; o kız, kendisine cima edenin üram-ü veledi olur ve o ortağının hissesini öder.

Şayet câriye âciz olmaz, fakat diğer ortak onu (kızı) azâd ederse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, o kız azâd edilmiş olur. Çünkü, onun kızdaki hissesi bakidir. Hissesi baki olan bir mükâtebeyi azâd etmek ge­çerlidir. Diğerinin ona karşı bir selâhiyeti yoktur.

Mükâtebe olan câriye, hâli üzere, yine mükâtebedir.

Ancak bedelini öderse, azâd edilir.

Âciz kalırsa, yine bu ortakların cariyesi olarak kalır.

İki kişinin ortak bulunduğu câriye, bir çocuk doğurur ve o çocu­ğu ortaklardan birisi azâd ederse; bu çocuğun yarısı azâd edilmiş olur. Ve o hâlde kalır. Hatta, annesi kitabet bedelini ödemekten âciz kalır veya azâd edilirse; çocuk da birlikte azâd edilmiş olur.

İki kişinin ortak bulunduğu bir mükâtebe, bir kız doğurur ve bu kıza, ortaklardan birisi cima eder; o kız da bir çocuk doğurur; sonra da bu ortaklar ölürlerse; o kız hür olur. Çünkü o, ortaklardan ikisinin de ümm-ü veledidir ve onların ölümüyle azâd olmuş olur. Onu azâd et­melerinde olduğu gibi...

Annesi ise mükâtebe halinde baki kalır.

Şayet, ana da, bu ortakların ikisinden bir çocuk doğurmuş olur. Sonra da onlar ölürlerse; bu kadın da azâd edilmiş olur. Ümm-ü veled olmasından dolayı, çocuğu da onunla birlikte azâd olmuş olur.

Eğer âciz kalır; sonra da, bu ortaklardan birisinden çocuk doğu­rursa; önceki çocuk köle olarak kalır. Mebsût'ta da böyledir.

İki kişinin ortak bulunduğu bir mükâtebi, bu'ortaklardan birisi azâd ederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, —ortağı ister zengin, ister fakir olsun— tazminat gerekmez. Çünkü, diğerinin mükâteb hâli olduğu gibi duruyor. Ve İmâm'a göre, kitabette tecezzi caizdir.

Eğer, bu mükâtep diğer ortağın da kitabet bedelini öderse, azâd edilmiş olur. Ve velâsi iki ortağındır.

Şayet, bu mükâtep, kitabet bedelini ödemekten âciz kalırsa; yine,

iki ortak arasında köle gibi kalır.

İmâmeyn'nin kavline göre ise, ortaklardan biri azâd ederse, o mü­kâtep azâd olmuş olur. Velâsi da ona aittir.

Bu ortaklardan hiç biri, bir mükâtebeyi azâd etmez; ancak, mü-debber ederse; ancak onun hissesi müdebber olur ve hâli üzerine kalır. Zira tedbîr, kitabete mâni değildir.

Eğer adam kitabet bedelinin tamamını öderse, azâd olur. Velâsi da, bu iki ortağa aittir.

Keza, aciz olursa, yine ikisinin kölesi olur.

Bu mükâtebeyi, o ortaklardan birisi müdebber yaparsa, onun his­sesi müdebber olur.

Ortağı zengin ise, onun için beş muhayyerlik vardır. Fakir ortak için de, dört muhayyerlik vardır.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

Şayet müdebber eylemez; fakat bu câriye, bir çocuk doğurur; onu da ortaklardan birisi iddia ederse, çocuğun nesebi ondan sabit olur. Ve onun hissesi ümm-ü veled olur. Bu, mükâtebe halinde vuku bulmuşsa, ondan mehrini alır. Kitabet bedelinin ödenmesi için de yardım ister. Eğer âcize kalırsa, cariyeliğe döner. Kendisinden doğum yaptığı ortağın ümm-ü veledi olur. Kocası olan ortak, diğer ortağına onun, bedelinin yarısını öder. Mehrini de öderse.—çocuktan dolayı— ortağına borçlu olmaz. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. Bedâi"de de böyledir. Bir adam, cariyesini mükâtebe ettikten sonra, ardında iki çocuk bırakarak ölür ve bu çocuklardan birisi, kendisini mükâtebe ettiği cari­yeden olursa; bu durumda kadın muhayyeredir: İsterse, kitabet bedeli ödemeyip, ümm-ü veled olur ve kıymetinin yarısı He,mehrinin yansını diğer ortağa öder; dilerse, kitabeti olduğu gibi kalır ve mehrini alır. İki kişi, ortak bulundukları bir cariyeyi, mükâtebe yaptıktan son­ra; bu ortaklardan birisi irtidad ederse; bu câriye, kitabet bedelini, iki­sine de öder.

Sonradan, mürted öldürülürse; "Bu câriye, azâd olmuş olmaz." İmâm Ebn Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu cariyenin mürtede verdiği şey, hiç bir şey sayılmaz. Vârisler, onun yarısı için müracaatta bulunurlar.

Şayet hissesini, yalnız başına almışsa; diğer ortağının hissesi azâd edilmiş olmaz.

Şayet, bu kadın âciz kalırsa, —mükâtebe gibi— köleliğe avdet eder.

Şayet, bedelinin yarısını ortağın birine ödedikten sonra, âciz kalır ve eğer ortağı, onu riddeti hâlinde mükâtebe yapmış bulunursa; onun kitabet bedelini alması caiz olmaz.

Şayet mürted dâr-i harbe gitmiş olur ve o takdirde câriye kitabet bedelinin tamamını dıger ortağına öderse; yine de azâd olmuş olmaz.

Şayet ortağı, mürtedin hissesini, onun vârilerine öderse; o takdir­de bu câriye hür olur. Onun dâr-i harbe iltihakına hükmedilmişse, bu böyledir.

Meselâ: Ortağı ölür; sağ olan ortak da, ölenin hissesini vârislerine verirse; bu câriye azâd olmuş olur.

Eğer bu câriye, ortaklardan birisi mürted olduktan sonra âciz kalır ve kitabet bedelini ödeyemezse; tekrar cariyeliğe avdet eder.

Sonra da, irtidad eden ortak, riddeti hâlinde ölürse; o, diğer orta­ğın mükatebesidir.

Ortaklardan her ikisi birden irtidad ederler; sonra da bu kadın âciz kalıp, kitabet bedelini ödeyemezse; kitabet hâli devam eder.

Eğer, ortaklardan ikisi de tekrar müslüman olurlarsa, bu câriye, yine o ikisinin câriyesidir.

Bir mükâtebeye, İki kişi ortak bulunur ve bu câriye bir kız do­ğurmuş olur; sonra da efendilerinden birisi, o kıza diğeri de anasına ci­ma etmiş ve bu kadınların ikisi de: "Biz kitabet bedelinden aciziz.*' de-mişlerse; anne, ilerdeki hürriyeti cihetinden acizliği irade edebilir. Fa­kat, bu durumda çocuğu için, bir muhayyerlik yoktur.

Eğer ona, kitabeti ihtiyar ederse; her ikisinden de mehirlerini alır ve kızının mehri de kendisinin olur. Bu da kendi kazancı mesabesindedir.

Eğer âciz kalırsa, her ikisi de ümm-ü veled olurlar. Müzmerât'ta da, böyledir.

Cimaian ve doğumları sebebiyle, diğer ortağına mehrin ve kıyme­tinin yarısını verir.

İmameyi) şöyle buyurmuştur:

Bir adam, kulesindeki hissesini, ortağının haberi olmadan mükâ­tebe yaparsa, ortağı onu reddeder. Ancak, bunu kendi başına değil, hâ­kimin hükmüyle ve köle de efendisi de razı olurlarsa, o takdirde yapa­bilir. Razı olmazlarsa, kitabeti bozar's

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nir kavlidir. Mebsût'ta da böyledir. En doğrusunu bilen, Allahu Teâlâ'dır. [15]

 

8- MÜKÂTEBÎN ACZİ VE ÖLÜMÜ, EFENDİNİN ÖLÜMÜ, KÖLENİN EFENDİSİNE VEYA EFENDİNİN KÖLESİNE KARŞI SUÇ İŞLEMESİ
 

Bir mükâtep, kitabet bedelinden ödemesi gereken, aylık taksidi-ni ödemekten âciz kalırsa; hâkim, onun hâline bakar: Eğer onun, ala­cağı veya malı varsa onu alır. Ve ona iki-üç gün mühlet verir; acele et­mez. Bu üç gün müddet özrünü tamamlasın için verilir. Hâkim daha fazla mühlet vermez.

Onun durumunda bir değişiklik olmaz ve efendisi de aczini talep ederse, kitabet feshedilir.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu böyledir.

Şayet, bir mükâtep aylıklarını ödeyemezse; onun rızâsı ile, efen­disi kitabesini reddeder (= kaldırır). Eğer köle razı olmazsa, bu kitabe­tin feshi için, hâkimin hükmü gerekir. Kâfî'de de böyledir.

İkâle yoluyla da kitabet feshedilebilir.

Efendisi razı olmasa bile, köle: "Kitabeti fesh ettim veya kırdım, kestim." derse kitabet feshedilir. Bu durum kitabetin sahih veya fâsid olması fark etmez.

Efendi, kölenin rızâsı olmadan, kitabeti feshe yetkili değildir.

Efendinin ölümü sebebiyle kitabet fesh olur mu?

Efendinin ölümü sebebiyle, bi'1-ittifak kitabet fesh olmaz. Çünkü köle kazanır ve kitabet bedelini onun vârislerine verir ve azâd edilmiş olur.

Eğer kölenin elinde bir kazancı yoksa, kazanıp öder ve azâd olunur.

Şayet tamamen âciz kalırsa, köleliğe avdet eder. .

Efendisi sağ iken ölmesi hâlinde nasılsa, öldükten sonra da öyledir.

O takdirde erkek, vârislerin velâsı olur. Âciz kalıp, tekrar köle olur ve sonra da vârisler yine kitabete bağlarsa, bu defa borcunu ödeyince azâd olunur. Velâsı ise, vârislerin hissesi nisbetindedir.

Mükâtep kendisi ölürse; duruma bakılır: Eğer köle ödemişse, ki­tabet bozulmaz; ödememişse bi'1-ittifak kitabet bozulur.

Bir kölenin efendisinin mürted olmasıyla, kitabet bozulmaz.

Şöyle ki: Bir müslüman, kölesini mükâtep ettikten sonra, bu köle­nin efendisi irtihad eylese kitabet bâtıl olmaz. Hakikaten öldüğünde böyle olduğu gibi, hükmen ölmüş sayılmış olsa da böyledir. Bedâi"de de böyledir.

Bir mükâtep kitabet bedelini ödemeden ölür; geride de çocuk bı­rakmazsa, kitabetin devam edip etmiyeceğinde ihtilaf vardır:

İsk&f: "Bozulur. Hatta bir adam nafile olarak onun kitabet bedelini verse, bu kabul edilmez." buyurmuştur. Ebû'1-Leys ise: "Aczine hükme­dilene kadar bozulmaz. Hatta, bir adam onun kitabet borcunu ödese, bu kazaen (= hükmen) kabul edilir ve o, son anlarını azâd olunmuş -olarak yaşamış sayılır." demiştir. Tebyîn'de de böyledir.

Hür bir oğlu bulunan bir mükâtep; içinde kitabet borcu da bu­lunan bir miktar borç bırakarak ölür; —tek vârisi olan— oğlu da deli-rirse; o borcu öderler. Bu durumda, mükâtebin aczine hükmedilmez.

Şayet ana tarafından akrabaları ile baba tarafından olan akrabala­rı da'vâ ederler de, onun velâsı, anâtarafı akrabalarına hükmedilirse, bu ödemekten acz olur. Hidâye'de de böyledir.

Ölen bir mükâtep, kitabet borcunu ödememiş olduğu gibi, onun başka borcu da kalır; tedbiri ve bir başkasına vasiyeti olur; bir de hür oğlu ile cariyesinden olma bir oğlu bulunursa; terekesinden yabancının borcunu ödemeye öncelik verilir. Sonra efendisine olan kitabet bedeli verilir. Geride bir şeyi kalırsa, vârisleri arasında taksim edilir ve vasiye­ti bâtıl (— geçersiz) olur. Çünkü o, teberrû'dur.

Şayet mükâtcp ölür; bin dirhem de mal bırakır; efendisine de kita­bet bedeli olarak bin dirhem borcu bulunursa, istihsânen, önce kitabet bedeli ödenir.

Kıyâsda ise, başka borcu varsa, önce ona verilir. Şayet, bu mükâ-tep mal bırakmadan borçlu olarak öldü ise, oğlu kitabet borcunu öde­meye çalışır.

Şayet, mükâtebin ondan başka borcu olmaz ve oğlu onu ödemek­ten âciz kalırsa; köleliğe avdet eder. Mebsût'ta da böyledir.

Mükâtep ölür; üzerinde de hem borç, hem kitabet hem de cina­yet borcu; kadının da mehir alacağı olursa; önce, —efendisinden izinsiz— aldığı karısının, borcu ödenir; sonra, cinayet borcu; daha sonra da ki­tabet borcu ödenir. Sonra da sıra mehre gelir. Bunlar kuvvet derecesi yönünden birbirinden kavidirler.

Eğer, ölen mükâtep bırakmaz da, evlâd bırakırsa; çocukları — sıraladığımız gibi— borcunu öderler.

Vârisler, borç ödemede, mîrasdaki hakkı nisbetlerinde sorumludur­lar. Hızânetü'l-Müffin'de de böyledir.

Bir mükâtep oğlunu satın aldıktan sonra ölürse; oğlu ona vâris olur.

Keza bir mükâtep oğlu ile birlikte mükâtebe olmuş olurlar; mükâ­tep ölür ve mal ile birlikte oğlunu bırakmış olursa; oğlu da, onunla bir­likte mükâtebe olur. Veya, bu mükâtep, oğlunu kitabete bağlayıp, va­siye, "onun kitabet bedelini ödemesini" vasiyet eyleseydi, öyle olurdu, yani vasî, onun terekesinden, oğlunun kitabet bedelini öder; oğlu da, kendinden bir parça olduğundan, azâd edilmiş olurdu. Kalan diğer ma­lına, vârisleri vâris olurlardı.

Vasî, urûzu satabilir; fakat, akar, dirhem ve dinarları satamaz. Kitabet bedeli ödenmeden, mükâtebin hür olan oğlunun oğlu da vâris olamaz. Kâfî'de de böyledir.

Bir mükâtep, efendisine tasaddukda bulunur ve kendisi kitabet bedelini ödemekten âciz kalırsa; o tasadduk, efendisine helâl olur.

Şayet mükâtep, kitabet bedelini ödemekten âciz kalırsa; İmâmeyn'e göre, bu sadaka tîb (= temiz, helâl) olmaz.

Sahih olanı, bu tasaddukun biM-icma temiz olmasıdır. Tebyîn'de de böyledir.

Bir köle, bir cinayet (- suç) işler ve efendisi bu durumu bilme­den onu kitabete bağlar; sonra da, bu köle âciz kalıp, kitabet bedelini ödeyemezse, bu durumda efendisi, ya onun cinayet fidyesini öder veya onu bu fidyeye karşılık ojarak verir.

Keza, bir mükâtep cinayet işler ve âciz olana kadar da cinayet cezası hükmedilmezse, yine yukardaki gibi olur.

Kitabeti halinde ceza hükmedilir; sonra da mükâtep âciz kalırsa; o borcuna mukabil satılır.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir. Câmiu's-Sağîr'de İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)un son kavli de budur.

Bir mükâtep, kasden öldürdüğünü ikrar eylediği bir kimse için kan bedeli anlaşması yapar ve bu sulh bedelini de ödemeyip, âciz kala­rak, köleliğe avdet ederse; yaptığı anlaşma, efendisi için geçerli sayıl­maz ve ondan bir şey alınmaz.

Ancak, azâd edildikten sonra, ondan alınır. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre ise, hemen alınır.

Bir mükâtep ikrar ederek, "hür bir kadının veya bir cariyenin, yahut küçük bir kız çocuğunun parmağını kırdığını" söylerse, İmâm Ebû Hanîfe (R.V)'ye göre, bu ikrar sebebiyle, —mükâtebe halinde de olsa bile— fidyesi alınır. Bunu ödemekten âciz olursa, o zaman fidye alınmaz.

İrtidad eden (- İslâm'dan çıkıp, din değiştiren) bir müslümanın bir kölesi bulunur ve bu adamın oğlu, o köleyi mükâtep yapar; bu mür-ted de öldürülürse; bu kitabet akdi bâtıl (= geçersiz) olur.

Bir mükâtep irtidat edip, dâr-i harbe iltihak eylese (= karışsa, girse); ölmesi hâlinde, malından onun kitabet bedeli ödenir.

Geride malı kalırsa, o, vârisleri arasında taksim edilir. Şayet, bu mürted ölmez ve tekrar İslâm'a dönerek, dâr-i İslâm'a gelirse; malı kendisine geri verilir. Kâfi'de de böyledir.

Mükâtep olan bir köle, hatâen birini öldürse; ya onun fidyesi ve­rilir veya bu mükâtep onun vârislerine verilir.

Bir adamın kölesi, kasden birisini öldürürse; onun vârisleri anlaş­ma yapılır ve köle o hak sahibine —diyetini ödeyene kadar— verilir. Bu köle yine sahibinin mülkiyetindedir. Eğer, bu köle, diyeti ödemekten âciz kalırsa, kendisi alınır.

Bir adamın cariyesi, hatâen bir cinayet işlediğinde, sahibi onu satar veya ona cima ederse; onun cinayet işlediğini bilerek böyle yapmış ol­ması hâlinde, diyet, bu cariyenin efendisine âit olur.

Efendisini öldüren köle de, bir yabancı gibidir; ona kısas hükmü aynen tatbik edilir.

Mükâtep de öyledir.

Bir mükâtep, kasden bir adamı öldürürse; burada şu üç durum söz konusu olur:

1- Eğer efendisine bedelini ödememişse, kısas yapılır.

2- Eğer bedelini ödemiş bulunur ve efendisinden başka vârisi de olursa, ondan fidye alınır ve bu katile iştibâhından dolayı kısas yapılmaz.

3-  Şayet mükâtep bir adam öldürür ve efendisinden başka vârisi de olmaz ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, efendisine misilleme gerekir.

Şayet, bir mükâtep efendisine veya onun kölesine karşı bir cina­yet işlerse, bu cinayeti muteberdir.

Efendinin, mükâtebine ve kölesine karşı işlediği cinayet de mute­berdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir mükâtebin kölesi, onun bir malım zayi ederse, o köle, onun yerine satılır. O şey, köle için bir borçtur.

Bir adamın kölesi, bir cinayet işledikten sonra, sahibi onu azâd eder­se, o köle muhayyerdir.

Eğer kitabet bedelini ödemekten aciz kalırsa, bu durumda muhay­yerlik efendisine ait olur.

Bir koca ve karısı, tek bir kitabet akdi ile mükâtep yapıldıkların­da, bu kadın, bir çocuk doğurur; efendisi de onu öldürürse; efendi, fazla olan bedelini, anasına öder. Ana da —onun yerine ödediği için— baba­ya müracaat eder.

Eğer, çocuk da, anasıyle birlikte mükâtebe olmuş bulunsa; efendi­si de onu öldürse ve sonra da kitabet bedeliyle helâlleşselerdi, bu du­rumda kadının helâl etme hakkı vardır.

Şayet, helâl etmezse, kıymetinden kalan fazlalığı, çocuğun vârisle­rine Öder. Baba ve ana, bu kıymeti aralarında taksim ederler. Sonra da kalan kışımı vârislere, Allah'ın farz kıldığı şekilde taksim edilir. Ana ve baba da, diğerleri gibi vâris olurlar.

Bir mükâtep, hatâen bir cinayet işlediği zaman, cinayet diyeti­nin kıymetinin en azını öder.

İkinci bir cinayet daha işlerse; —önceki cinayet sebebiyle, kendisi­ne kıymetinin en azı hükmedildiği hâlde— yine diyet kıymetinin en azı ile hükmedilir. Önceki cinayeti ile ilgili hüküm verilmeden önce, üçün­cü bir cinayet daha işlerse, artık ona bir defa kıymetin hükmünden başka bir şeyle hükmedilmez. Mebsût'ta da böyledir.

Bir mükâkep, yol üzerine bir kuyu kazar ve bu kuyuya bir insan düşerse; kuyuyu kazdığı günkü kıymeti, ne ise, bu diyet olur.

Sonra, o kuyuya bir başkası daha düşerse, kölenin kıymetinden fazla bir şey verilemez. Bu, ister, öncekine hükmedilsin, isterse edilmesin mü­savidir. Bedâi"de de böyledir.

Bir mükâtep, yıkılmaya meyletmiş bir duvarı, birinin üzerine yı­kar ve o adam ölürse, bu mükâtebin kıymeti diyet olur.

Mükâtebin evinde, ölü bir adam bulunduğunda; mükâtebin ölü­nün bulunduğu günkü kıymeti diyet olarak alınır.

Eğer mükâtebin diyeti, ölenden fazla ise, o takdirde onun kıyme­tinden on dirhem düşürülür. Bir mükâtep, bir cinayet işledikten sonra, diyeti ödemekten âciz kalırsa; hükmedilmiş olması hâlinde, bu diyet, onun üzerinde borç olur ve o yüzden satılır.

Eğer hüküm almamışsa, efendisi muhayyerdir: İster fidye verir; is­terse, o mükâtebi verir.

Eğer cinayet, mükâtebin kendisine karşı yapılırsa, onun diyetini al­mak efendisinin hakkıdır.

Şayet mükâtep, kasden bir adam öldürmüşse kısas gerekir.

Eğer mükâtebin oğlu, kölesini öldürürse, katile kısas gerekmez; fa­kat, diyet gerekir. Bu oğul, diyeti ödemekten âciz ise, o takdirde kısas yapılır. O da diğer kazançlarında mükâtep hükmündedir.

Eğer af edilirse, ikisinin affı da bâtıl (= geçersiz) olur.

Şayet efendisi, mükâtebi öldürürse; —ister hatâen isterse kasden olsun— ona kısas gerekmez. Onun ikrarı caizdir.

Mükâteb kitabet bedelini ödemekten âciz olursa, köleliğe avdet eder. Ona hükmedilen de bâtıl olur veya hiç hükmedilmez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

Kitâbü'I-Cinâyet'te, İmâmeyn'in: "Hükmedilse bile, bir şey alınmaz." buyurdukları zikredilmiştir.

Mükâtep, acziyyetinden önce ödeme yapmışsa, bu tekrar geri alın­maz. Bu, bi'1-ittifak böyledir. Mebsûf'ta da böyledir.

Mükâtepten, zina, sirkat, içki içmek, kazf gibi cinayetleri için diyet almak lâzımdır. Bu hususta mükâteb elverişlidir.

Bir mükâtep, efendisinin malından çalarsa, eli kesilmez. Keza, efen­disinin oğlunun malından çalarsa, yine eli kesilmez.

Efendisinin karısının malını çalarsa, yine eli kesilmez.

Yani efendisinin mahreminin malı hakkında hep böyledir.

Keza, bunlardan birisi de mükâtebin malını çalarsa, onun da eli kesilmez.

Şayet mükâtep, bir yabancı bir kimsenin malını çalarsa, eli kesilir. Bedâi"de de böyledir.

Bir mükâtep, bir yabancının malını çaldıktan sonra, köleliğe avdet eder ve malı çajınan adam, onu satın alırsa; elini kesmez.

Keza, bir mükâtep, bir başkasının elini keser ve o adama da borcu bulunursa; eli kesilir.

Eğer mükâtep, aciz kalıp, köle olur; eli kesilen de ondan alacağını isterse, hâkim, o borcundan dolayı, onun satılmasına hükmeder. Şayet efendisi razı olmazsa; kendisi fidye verir; kıyâsda ise, eli kesilir. Bir mü­kâtep, başka bir mükâtebin efendisinin malını çalarsa, —kendi efendi­sinin malını çalmasında olduğu gibi— eli kesilmez.

Keza, kendisi ile başka birinin efendisinin ortak kölesinin malını çalarsa, eli kesilmez; efendisi, kendi hissesini azâd eder. Bir mükâtep, efendisinin müdarabe malını çalarsa, yine eli kesilmez.

Keza, mükâtep, efendisinin olacağı olduğu birisinin malını çalar­sa, yine eli kesilmez. Mebsût'ta da böyledir.

Bir mükâtebin, efendisi öldüğü zaman, "bu mükâtep, kitabet be­delini, onun vârislerine aydan aya öder." denilmiştir.

Eğer vârisler, ona hürriyetini verirlerse, azâd olmuş olur ve kitabet bedeli sakıt olur.

Şayet vârislerden —sadece— birisi azâd ederse, onun itki geçerli olmaz. Kâfi'de de böyledir.

Bir mükâtep, hür bir kimsenin oğlunu öldürür ve bu adam da, onu emânet almaya gelir ve: "İşte oğlumu öldüren budur." derse, bu ikrarı üzerine, o mükâtep, ona verilir. Fakat, velâsı ona ait olmaz. Meb­sût'ta da böyledir.

Bir adam, iki kölesini birden mükâtebe ettikten sonra, bu mü-kâteplerden birisi, âciz kahr ve onu efendisi reddeder; o da hâkime gi­der; hâkim ise, onu —diğerinin onunla birlikte mükâtebe olduğunu bilmeden— reddederse; bu durumda, hâkimin bu reddi sahih olmaz. Şayet, bu mükâteplerden birisi, âciz olduğu hâlde ölürse, bu du­rumda kitabet fesholmaz.

Eğer birisi kaybolur ve aczi sebebiyle de köleliğe döndürülür; diğe­ri gelerek, aylıklarım veya bir aylığını efendisine ödedikten sonra, o da âciz olur efendisi veya hâkim onu da reddederse; buna hakkı yoktur.

İki kişi, bir kölelerini bir defada mükâtebe yaptıklarında, bu şa­hıslardan birisi, kaybolur; kölenin şahidi de hâkime gelerek; "Gerçek­ten bu adam, kitabet bedelini ödemekten âcizdir." derse, hâkim onu —her iki efendisi de bir araya gelmedikçe— köleliğe döndürmez.

Bu, şunun hilafınadır:

İki adamın her birinin, ayrı ayrı köleleri olur ve ikisi birlikte mü-katebe yaparlar; sonra da onlardan birisi aciz kalırsa; onun efendisi, onun kitabetini feshedebilir. Diğer efendi huzurda olmasa da fark et­mez. Muhıyt'te de böyledir.

Efendi bir olur ve o da ölür; vârislerden bir kısmı da, mükâtebe-yi hâkimin hükmüyle köleliğe çevirirlerse, bu sahih olur. Fakat, hüküm­süz çevirirlerse, bu olmaz. Mebsûi'ta da böyledir.

Bir mükâtep, iki çocuğunu bırakarak öldüğünde; mükâtebe hâ­linde, onlardan birisi meydanda yok İken, efendileri diğerini köleliğe dön-düremez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir mükâtep, efendisinden veya bir başkasından satın aldığı bir kölede, bir kusur bulursa, o köleyi satıcısına iade edebilir.

Mükâtebin kendisi, kitabet bedelinden aciz olur ve efendisi de kö­lede bir kusur bulur; mükâteb de onu bir başkasından satın almış olur­sa; efendisi onu sahibine iade eder.

Bir mükâtep, bir köle satın alıp, onu efendisine sattıktan sonra; âciz kalır; efendisi de o kölede bir kusur bulursa; bu durumda onu, kö­lesine veya o köleyi satan şahsa geri veremez.

Bu mükâtep acze düştükten sonra ölür; ondan sonra da efendi­si, o kölede bir kusur bulursa; onu sahibine reddeyleyemez. Mebsûi'ta da böyledir.

Bir mükâtep, kitabet borcunu ödedikten sonra ölür; bîr şahıs da ona kazf etmiş olursa; mükâtebe kazfetmekden dolayı had gerekmez.

Bir mükâtep, efendisinin kızını nikahladıktan sonra, efendisi ölür­se, nikâhları fesholmaz.

Bundan sonra, mükâteb ölür ve şayet borç bırakırsa, yine nikâh fesholmaz. Eğer borç bırakmaz ise nikâh bâtıl (= geçersiz) olur. Eğer bu, duhûlden ( = cimadan) önce olursa, kadının iddet beklemesi gerek­li olmaz. Mehir de gerekmez.

Duhûlden sonra olursa, —üç hayız müddeti— iddet beklemesi ve mehir gerekir. Şayet başka vârisi varsa, hissesi ona verilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir mükâtebin kölesi ölürse, onun namazını bu mükâtebin kıl­dırması daha uygun olur.

Şayet, mükâtebin efendisi varsa, uygun olan, cenaze namazını onun kıldırmasıdır. [16]

 

9- KİTABETLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MESELELER
 

Bir mükâtep, efendisine olan kitabet borcundan dolayı hapse­dilmez. Kitabet borcunun haricindeki borcu için ("hapsedilir." ve "hap­sedilmez." şeklinde) iki kavil vardır. Sirâciyye'de de böyledir.

Yefîme'de şöyle zikredilmiştir: Ali bin Ahmed'den soruldu:

—  Bir adam, bir köle satın aldıktan sonra; onu satan şahsa: "Ger­çekten ben, bu köleyi yirmi dinara mükâtebe eyledim." der; satıcı da bunu inkâr ederse; bu köle, müşteri tarafından mükâtebe edilmiş olur mu? İmâm, şu cevabı vermiş:

—  "Hayır olmaz." Tatarhâniyye'de de böyledir.

Kâfir bir köleye, bir müslüman ile bir zimmî ortak bulunduğun­da; zimmî, —ortağının izni ile— içki karşılığında kendi hissesini mükâ-teb eylese; bu kitabeti, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, caiz olur; İmâ-meyn'e göre ise, caiz olmaz.

İster izinli, isterse izinsiz -olsun, müslüman zimmîye tazminat yaptıramaz.

Şayet her ikisi birden, içki karşılığında mükâtebe yaparlarsa; ikisi­nin hissesi de caiz olmaz.

Şayet köle, bu karşılığı öderse; —şart yerini bulduğu için— azâd edilmiş olur. Zimmî, müslünıana içkinin kıymetinin yarı bedelini verir; zimmî de içkinin yarısını alır.

îki zimmî, bir köleyi, içki karşılğında mükâtep yaptıktan sonra; onlardan birisi, müslüman olursa; her ikisine de -i-içki değil de— onun kıymetini zimmînin müslüman olduğu günkü kıymeti üzerinden öder.

Onlardan birisi hissesini alırsa; —müslüman olmadan önce, birinin içki hissesini aldığı gibi— alınana da kalana da ortak olurlar. Mebsût'ta da böyledir.,

Bir adam, kölesinin yansını mükâtep yapınca, onun yansı mü­kâtep olur; diğer yarısı ise, Okluğu gibi kalır.

Bu şahıs, şehirden çıkmak isterse; efendisi onu men edemez.

Kıyâsda, bu durumda olan bir kimseyi, efendisi, bir gün serbest bı­rakır; bir gün kendi hizmetinde kullanır.

İstihsânda ise, kitabet bedelini tam ödeyene veya bundan âciz ka­lana kadar, efendisi böyle yapamaz. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam» cariyesinin yansım mükâtebe eder; bu câriye de borç almak isterse, değerinin tamamı kadar borç etmeye selâhiyeti vardır.

Şayet borcunu ödeyemezse, bu borcun tamamı, onun üzerinde ala­cak olarak kalır ve bu cariye, bu borcundan dolayı satılır.

Bu câriye, iki kişinin olsaydı ve ortaklardan birisi, kendi hissesi­ni diğer ortağının izni ile mükâtebe etse ve bu câriye borç alıp sonra da onu ödemekten âciz kalsaydı, bu câriye yine borcu için satılırdı. Meb-sût'ta da böyledir.

İbrahim'in Nevâdiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurdu­ğu nakledilmiştir:

Bir adam, başka birinin kölesini, onun izni olmaksızın, bin dirhe­me mükâtep ettikten sonra, bu bedelin beşyüz dirhemini düşürür; ha­ber efendisine ulaşınca, o da bu işe razı olursa; bu takdirde, kitabet be­deli beşyüz dirhem olur. Efendi onun yapmış olduğu beşyüz dirhem ba­ğışa izin verirse; bu bağış caiz olmaz ve bu kitabet bm dirhem üzerine kalır. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, cariyesini üç günlük muhayyerlikle mükâtebe ettiğin­de; bu câriye, bu üç günün içinde doğum yapar ve ölürse, o çocuk, aynı muhayyerlik üzere kalır.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre bu akid caizdir.

Şayet çocuk, aylık kitabet bedellerini öderse, istihsânen, anası ha­yatının son anlarında azâd edilmiş gibi olur ve çocuk da onunla birlikte azâd olmuş olur. Kâfî'de de böyledir.

Bir adam, kölesini, nefsi ve küçük çocuğu karşılığında üç gün­lük muhayyerlik şartıyle, mükâtep ettiğinde, çocuklarının bir kısmı öl­dükten sonra, kitabete izin verirse; kitabet bedelinden bir şey düşmez.

Keza bir adam, iki kölesini, bir defada mükâtebe edip, muhay­yerliği de şart koşar ve onlardan birisi öldükten sonra, diğerine izin ver­mesi caizdir. Bu durumda bedelden bir şey noksanlaştırmaz.

Bir kimsenin muhayyerlik şartıyla mükâtebe eylediği cariyesi bir çocuk doğurur ve bu efendi o çocuğu, azâd ederse; bu câriye muhay­yerliği üzerinedir: Eğer kitabetine izin verirse bu caizdir ve geçerlidir. Fakat doğum yapmış olması sebebiyle,  kitabet bedelinden bir şey düşülmez.

Şayet muhayyerlik efendiye âit olur ve o anasını azâd ettiği hâlde, çocuğunu azâd etmezse, bu durumda çocuk azâd olmuş olmaz.

Şu mesele bunun hiîafınadır:

Şayet, muhayyerlik mükâtebeye âit olur; efendisi de anasını azâd ederse; bu durumda çocukla birlikte azad olmuş olurlar. Muhıyt'te de böyledir.                                       

îki köle birlikte, bir kitabet ile mükâtebe edilirler ve bu ikisinin de bir cariyeleri olur; bu cariyenin doğurduğu çocuğu da, ikisi birlikte iddia ederler; beraber borçlarım ödedikten sonra da bu iki mükâtep ölür­se; bu takdirde, o çocuk ikisine de vâris olur.

Şayet, kitabetleri ayrı ayrı olmuş olsa ve her ikisi de kitabet borçla­rım ödemiş bulunsalardı; çocuk, onların hiç birine vâris olamazdı.

Nesebi bilinmeyen bir kimse, kölesini mükâtep eder; bu mükâ­tep de bir câriye satın alıp, o da, o cariyeyi mükâtebe eder ve nesebi belli olmayan şahıs; mükâtep ettiği şahsın mükâtebesinin kendisine ait olduğunu söyler; bu câriye de onu doğrularsa; ikrarı sahih olur ve o şa­hıs, mükâtebi ile onun mükatebesine mâlik olur.

Bunların kitabetleri baki kalır. Hatta, nesebi meçhul olan şahıs onları azad ederse, —birbirinin bedelini ödemek suretiyle— azâd olurlar.

Şayet, birlikte ödeme yaparlarsa; birlikte azâd edilmiş olurlar. Bi­rinin, diğerine velâsı olmaz.

Eğer birisi önce öderse, diğerinin velâsına sahip olur. Onun, bu­nun üzerine velâsı olmaz.

Eğer, her ikisi birlikte âciz kalırlar ve efendileri de azâd ederse; iki­si de azâd olmuş olurlar. Kâfî'de de böyledir.

Bir mükâtebenin, efendisi ölmüş; onun da —erkek veya kadın— küçük vârisleri kalmış bulunur; sonra da mükâtep ölmüş olursa; onun vârisleri, kitabet bedelini diğerlerine öderler. Onlar da aralarında tak­sim ederler.

Eğer bu mükâtebin, efendisinin vârislerinden başka, vârisleri yok­sa; durum yine böyledir.

Mükâtep ölmemiş olur ve onun çocukları, kitabet bedelini öderler veya kitabet bedeli kendilerine bağışlanır yahut azad edilirler; sonra da, mükâteb ölürse; mirası, efendisinin erkek çocuklarına ödenir.

Bir mükâtebin cariyesi doğurur; onun efendisi de, "çocuğun ken­dinden olduğunu" iddia eder; mükateb de bunu doğrulasa; bu çocuğun nesebi sabit olur.

Meselâ: Bir cariyenin, doğurduğunu bir yabancı iddia ettiğinde, câ­riye de onu ikrar ederse; hem mehrini ondan alır; hem de şocuğun nese­bi sabit olur. Fakat, bu câriye ümm-ü veled olamaz.

Şayet mükâtep inkâr ederse, neseb sabit olmaz. Tek bir gün bile olsa; nesep cariyeye sahib olan kimseden —mükâtebin hakkına zeval gelmemesi için— sabit olur.

Bir mükâtebeyi, efendisinin nikahlaması caiz olmaz.

Eğer mükâtep, efendisinin zevcesini satın alırsa; onun nikâhı baki kalır. Mükâteb satın aldıktan sonra, altı aya kadar doğum yapar; efen­disi de doğrularsa; nesep sabit olur; bu durumda çocuk azâd edilmiş olmaz; mehir de gerekmez.

Keza, bir mükâtep, bir köle satın alır; efendisi de onun nesebini iddia eder; onu mükâtep de doğrularsa, nesebi sabit olur; ancak, bu köle azâd edilmiş olmaz.

Bir mükâtep, cariyesini mükâtebe edip, o da borcunu ödedikten sonra, —altı ay müddetten az olmak suretiyle— bir çocuk doğurur; efen­disi de onu iddia eder; ve câriye doğrularsa; nesebi sabit olur ve doğdu­ğu günkü kıymetiyle azâd edilir.

Kitabetinden altı aydan fazla bir zaman geçtikten sonra doğurur ve efendisi onu iddia ederse; —aldatma olacağından— o çocuk, azâd edilmiş olmaz.

Ancak mükâtebe âciz kaldıktan sonra doğum yaparsa; çocuk kıy­metiyle birlikte azâd olmuş olur.

Şayet kitabetinden sonra, altı aydan fazla bir müddette doğum ya­parsa; burada cevap; azâd edildikten sonra, altı aydan fazla bir zaman­da doğum yapana verilen cevap gibidir.

Azâd olduktan sonra, altı ayda doğum yapar; efendisi de onu, azâd ettikten sonra yapmış olduğu cima sebebiyle kendisinden zannederse.; nesebi sabit olmaz. Eğer doğrularsa, —mülkiyet hakkı olmadığı için— zâni olur. Bunun te'vili, aynen yabancı gibidir.

Şayet mükâtebesini azâd ettikten sonra nikahladığını iddia eder; mü­kâtebe de onu tasdik ederse; nesep sabit olur. Nikâhda şüphe bulundu­ğundan, çocuk azâd edilmiş olmaz.

Ancak, bu çocuk da anasına tâbi olarak mükâtep oİur.

Eğer anası âciz kalırsa, her ikisi de köleliğe avdet eder.

Eğer mükâtebe nikâhı yalanlarsa; nesep sabit olmaz. Ancak âciz olursa; o doğru olur. Ve çocuk azâd olmuş olmaz.

Mükâtebe doğrular da; hür olan mükâtip yalanlarsa; nesep sa­bit olur. Ve çocuk köle olarak kalır.

Eğer hür olan mükâtep doğrular ve "Ona, efendisi azâd eyleme­den cima eyledi." der; mükâtebe de onu yalanlarsa; nesep sabit olmaz. Bu aczinden sonra olursa; nesep sabit olur. Ve âciz olmasından sonra olursa; mükâtebe, mükâtibin cariyesi olur.

Bir mükâtebin mükâtebesinin sahip olduğu câriye bir çocuk do­ğurur; efendisi de onu iddia eder ve mükâtebe onu doğrularsa; nesep sabit olur; çocuk azâd edilmiş olmaz.

Eğer âciz olur ve sahip olduğu günden itibaren altı ayda doğum ya­parsa; o, kitabetten aciz olduğu günkü kıymetiyle hürdür. Kâfî'de de böyledir.

Hür biri ile bir mükâtebin ortak bulunduğu bir câriye bir doğum yapar; o çocuğu da mükâteb iddia ederse; çocuk onun çocuğu, câriye de ümm-ü veledi olur. Mehrin yarısını efendisine; cariyenin kıymetinin yarısını da hür olan zata tazmin eder. Çocuğun kıymetinden bir tazmi­natta bulunmaz.

Bu tazminatları yaptıktan sonra, kitabet bedelini ödemekten âciz kalırsa; o câriye de, çocuğu da efendisinin malı olur. Muhakeme olmaz­lar; bir tazminatta bulunmaz ve kendisi de âciz kalırsa; cariyenin ve ço­cuğun yarısı, hür olan ortağının olur. Kendisinin de, mehrin yansım öde­mesi gerekir,

Aralarında ortak oldukları mükâtebenin doğurduğu çocuğu, mü-Vâtebin iddiası caiz olur. Bu durumda mükâtebe muhayyerdir. Dilerse kitabet haline devam eder; ciması sebebiyle mükâtebden mehrini alır; dilerse, kitabetten vaz geçer. O takdirde mükâtep, ortağına, cariyenin ve çocuğun yarı kıymetini öder.

Şayet bu çocuğu, her ikisi de iddia ederlerse, hür olanın iddiası ka­bul edilir.

Eğer kadın, kitabet hâlini ihtiyar eder; sonra da hür olan zat ölür­se; ondan kitabet hissesi düşer. Artık mükâtebe, diğerinin yarı hissesini —kitabet bedelinin en az olanı ile— öder.

Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, kıymetinin tam yarısını öder. Eğer âciz kalırsa, yarı kıymetine s el âhiy etlidir.

O mükâtebeye, önce mükâtep cima eder; ve ondan da bir çocuk doğurur: sonra da ona hür olan cima eder ve ondanda bir çocuk doğu­rur; çocukları da her iki mükâtib de iddia ederler; onların sözlerinden başkası da bilinmezse; her birisi o çocukların birini alır ve diğerine bir şey borçlanmaz. Ve onların her birisi, cariyenin mehrinin yansını verirler. Bu kadın, kitabet ile acz arasında muhayyerdir: Eğer âciz olursa; hür olanın ümm-ü veledi olur; o da, diğerine kıymetinin yarısını tazmin eder. Mükâtebin çocuğunun da nesebi sabittir. O da, onun kıymetinin yarısını hür olana verir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir mükâtep, hür olan veya bir akidle mükâtep bulunan oğlu­nun cariyesine cima ederse, doğan çocuğun nesebi, bu mükâtebden sa­bit olmaz. Ancak oğlu onu tasdik ederse, o çocuk ile sabit olur.

Eğer mükâtep azâd edilmiş olur ve o cariyeye de tek bir gün sahib olmuş bulunursa, çocuğun nesebi, sahih ve sabit olur. Câriye de, onun ümm-ü veledi olur.

Şayet çocuk, cariyenin kitabeti halinde mükâtipten oldu veya mü-kâtip onu satın aldıktan sonra bu çocuk doğdu ise, mükâtebin onu id­dia etmesi sahih olur. Ve bu câriye, onun ümm-ü veledi olur. Mehrini, kıymetini de Ödemez. Mumyt'te de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Ziyâdât'da şöyle buyurmuştur: îki mü­kâtebin ortak bulundukları bir câriye, bir çocuk doğurduğunda, bunla­rın ikisi de o çocuğu iddia ederlerse, o çocuğun nesebi ikisinden sabit olur. Bu çocuk, ikisinin de mükâtebesi olur.

Bu câriye ümm-ü veled olur. Hür olan çocuğun anasını satmak ca­iz olmadığı gibi, bunun da anasının satılması caiz olmaz.

Eğer onlardan birisi, kitabet bedelini öderse, onun hakkında azâd şartı tahakkuk eder ve onun hissesi azad olmuş olur; diğerinin kitabet hissesi ise baki kalır. Çocuk hakkında tazminat gerekmez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'in kıyâslarına göre ise onlardan birisi iddia ederse, — çocuktan— onun hissesi azâd olunur; kalanı da azat olur. Çocuk hak­kında bir tazminat gerekmez. Cariyenin tamamı ümm-ü veled olur. İs­ter zengin, ister fakir olsun, diğerinin hissesini öder. MuhıyCte de böyledir.

İki kişinin ortak bir cariyeleri bulunur ve ortaklardan birisi, ona borç ödemek için ticâret yapma izni verir; —diğeri de, arkadaşının izni ile— onu mükâtebe ederse; alacaklıların buna razı olmama hakları vardır.

Eğer razı olurlarsa, bu da caiz olur.

Alacaklılar hazır bulunmazlar ve efendisi kitabet bedelini alırsa; — şartının mevcudiyetinden dolayı— onun hissesi azâd olmuş olur. Ve ala­caklılar onun aldığının yarısını alırlar. Çünkü o, onun kazancının yarı­sını o borç ödemekle meşgul iken almaktadır. Sonra, bu mükâtebenin, o alacaklılara verdiği kadar için, bu mükâtebeye müracaat ederler.

İzinli ve borçlu bir câriye bir çocuk doğurur; çocuğun efendisi de onu mükâtebe ederse; alacaklılar onu reddederler. Eğer ana olmaz­sa, borcunu öder.

Eğer borcunu öderse, kitabeti de caiz olur.

Şayet, çocuğun efendisi, onu azâd ederse; alacaklılar, ona, kıyme­tini ödetirler.

Annenin borç ödeme gücü olmaz; efendisi de fakir olursa; alacak­lılar, çocuğun en az kıymetini alırlar; artanı alacak olarak kalır. Ve an­nenin borcu olur.

Bu kadın bir çocuk doğurur ve o genç ve dinç olup, alım-satım yap­maya da başlar; sonra da alacaklıları gelir ve onun mükâtebeliğini red­dederlerse; —onların reddi sebebiyle— kitabet bâtıl (- geçersiz) olur. Analarındaki haklan baki olduğu için, hasseten o oğlan, alacaklılar için —anasının alacaklılarından başka, şahsen kendi borcu için— satılır.

Keza, anası mükâtebe olmasa ve o oğlana ticâret izni verilse, yi­ne o, borcu için satılır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, iki küçük kölesini, tek kitabet akdi ile mükâtebe etti­ğinde, onlardan birisi akıllı olsa bile, ikisi de büyükler menzilin dedir ler.

Bir adam, iki kölesini, bir defada bin dirheme ve ikisinin birbi­rine kefil olması; eğer kitabet bedellerini öderlerse; azâd olmaları; âciz kalırlarsa tekrar köleliğe dönmeleri şartı ile mükâtebe yaparsa; bu kita­bet, istihsânen caizdir.

Eğer azâd için, onlardan birisi, bin dirhemin tamamını ödedi; son­ra da ödeme yapan zat, ortağına hissesi içjn müracaat eyledi ise, onun kıymetinin o kadar olması hâlinde, hissesini alır.

Keza, onlardan birisi, bir şey ödedi ise yarısı için ortağına müra­caat eder. İster az olsun, isterse çok olsun farketmez.

Efendisine gelince, o kitabet bedelini, her hangisinden dilerse, on­dan alır.

Şayet onlardan birisi ölecek olursa; sağ kalandan, bir şey noksanlaşmaz.

Eğer sağ kalan, kitabet bedelinin, tamamını öderse, bu mükâtebe de tamamen azad olunmuş olur.

Şayet efendileri, onlardan birisini azâd ederse; onun hissesi kita­bet bedelinden düşmüş olur.

Bir adam, iki cariyesini mükâtebe kıldığında; onlardan birisi do­ğum yapar ve o çocuğu, efendisi azâd ederse; her ikisinin kitabet bedel­lerinden bir şey noksanlaşmaz.

Bu mes'elede, üç durum hasıl olur:

1- Birinci mes'ele yukarıda söylediğimiz mes'eledir.

2- Eğer efendi, onları, bir defada bin dirheme mükâtebe yapmış­sa, onun üzerine bir ilâve yapamaz. Bu hâlde, onlardan birisi hissesini öderse, o azâd edilmiş olur.

3- Bu da, efendilerinin: Ödeyiniz ve azâd olunuz." demesidir. Bu durumda şayet ödeme yapamazlarsa, cariyelik haline —birinin, diğerine kefil olmasını söylememiş olması hâlinde— avdet ederler. Be­lirlenen bedelin tamamı efendilerine ulaşmadıkça hiç birisi azâd olmaz. Mebsûf'ta da böyledir.

Şayet efendileri, "onların kitabet bedellerini ödediklerini" söy­lerse, her ikisi de, çocuk da (hepsi) azâd olmuş olur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, kölesini ve onun karısını, bir defada mükâtebe kılar ve onlardan da her birini, diğerine kefil eder; sonra da bu kölenin karı­sı, bir çocuk doğurur; o da öldürülürse, kıymetini alma hakkı babasına değil anasına âit olur.

Eğer onu efendisi öldürürse, kıymeti ona aittir ve kısas, kitabete misilleme olur.

Eğer kadın, helâl eder ve razı olursa bu böyledir.

Şayet razı olmaz ve helâl etmezse sonradan, hissesi için kocasına müracaat etme hakkı vardır. Helâl eder ve onun kıymeti de kitabet be­delinden çok olursa, o fazlalık, ananın olur; babanın olmaz.

Şayet doğan çocuk kız olur; o da büyüyüp bir çocuk doğurur; sonra da o çocuk öldürülürse, onun kıymeti büyük anasının olur ve onun kitabetine dâhil olur.

Eğer büyük anne ölür de, çocuk ve baba kalırsa; her ikisi için de büyük anneye bir ruhsat vardır. O ikisinden hangisi, kitabet bedelini öderse; diğerine bir şey için müracaat edemez. Ancak, kocanın hissesi için, ona müracaat edebilir.

Büyük anne hayatta iken, bedelin tamamını ödemiş, gibi olur ve onu kocasına müracaat edip alır ve ona teslim ederdi. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet bir efendi, mükâtebini azâd ederse; azadı geçerli olur ve o mükâtepten kitabet bedeli sakıt olur (= düşer). Ondan vazgeçer veya bağışlarsa, yine dediği gibi olur. îster o, kabul etsin; ister, etmesin far­ketmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir. 

Şayet, mükâtebe: "Ben, kabul etmiyorum." derse mükâtebeliğe avdet eder.

Bu mükâtep, kitabet bedelinin hîbe edilmesi hâlinde hür olur. Çün­kü, bağış red edilse bile sahih olur.

Ancak haber kendisine ulaştıktan ve kabul ettikten sora, reddet­miş olursa; bu durumda kitabeti fesholmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, kölesini, bir dirheme, vadeli olarak mükâtep yapar; o da vakti geçmeden kitabet bedelini öderse; efendisi bunu kabul etme­si hususunda cebredilir.

Şayet müddet tâyin etmez ve bir de kendisine hizmet etmesini ister­se, bu kitabet caiz olmaz. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Şayet, efendi; kitabet bedelini ödedikten sonra, bir ay daha, mü-kâtebin kendisine hizmet etmesini istemişse; bu istihsânda caiz; kıyâsda caiz değildir.

Keza, kitabet bedelini ödedikten sonra, —enini, boyunu, derin­liğini belirterek— bir de kuyu kazmasını söylemiş ve yerini de göster­mişse; veya bir ev yapmasını istemiş, onun da nereye nasıl bir şekilde yapılacağını açıklamişsa; işte bu da dediğimiz gibidir. Yani kıyâsda ca­iz değil; istihsânda ise caizdir.

Şayet, bir ay hizmet etmesi karşılığında kitabete bağlamışsa, bu hem kıyâs da, hem istihsân da caizdir. Mebsüt'ta da böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, kitabet tecezzi (= bölünme) ka­bul eder.

Hatta, bir adam, kölesinin yarısını mükâtep eylese bu da caizdir. Bu kölenin kazancının yarısı, kendisinin; yarısı da efendisinin olur. Sirâciyye'de de böyledir.

Bir adam, cariyesinin yarısını mükâtebe ettiğinde; bu cariye bir çocuk doğurursa; o çocuğun da —aynı anası gibi— yansı mükâtebe olur. Ve onun yarısı anasının kazancı; yarısı da efendisinin kazancı olur.

Eğer, bu kadın, yarı bedeli olan borcunu öderse, çocukla birlikte yarıları azâd olmuş olurlar.

Sonra da, kıymetlerinin yarısını ödemeye çalışırlar.

Bu çocuğun kazancı anasının da, efendisinin de değildir; yalnız ken­disine aittir.

Şayet anası kitabet bedelinden hiçbir şey ödemeden ölürse, çocuk kendisi ödemeye gayret eder.

Şayet ödeyebilirse, anasının yarısını son demlerinde azâd etmiş gi­bi olur. Kendisinin yarısı da azad edilmiş olur. Geride kalan yarı kıy­metini temine çalışır.

Şayet, önce, bedelini aylık taksitler hâlinde ödemek üzere mükâ­tep yapar; sonra da onu peşine çevirirse; aralarında da, kitabet bedeli­nin bir kısmını düşmek şartıyle anlaşma yaparlarsa; bu caizdir.

Eğer teslim almadan önce ayrılirlarsa, anlaşma bozulmaz.

Eğer bir yer karşılığında veya te'cilsiz yaparlarsa o zaman, bu kita­bet caiz olmaz. Şayet bin dirheme ve aydan aya ödemek üzere mükâtep yapar ve her ayda on dirhem öderse, bu da caizdir. Mebsüt'ta da böyledir.

Bir adam, kölesini mükâtep yaptıktan sonra; aralarında görüş ayrılığı (= ihtilaf) çıkarsa (şöyle ki: Mükâtep: "Sen, beni bin dirheme mükâtep yaptın." der; efendisi de: "Hayır, ben seni, iki bin dirheme mükâtep yaptım." derse; veya malın cinsinde ihtilaf ederlerse;) İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Önce yenıinleşirler." buyurmuş; sonra da bu kavli­ni terkederek: "Kölenin yeminli olarak söylediği söz geçerli olur ve efen­disinin beyyine getirmesi gerekir." buyurmuştur.

Bunlar, da'vâlaşıp hâkime çıkarlar; hâkim mükâtebe yemin verir ve o yemin üzerine bin dirheme hükmeder ve şayet efendisi "ikibin dir­hem olduğuna" dair beyyine ibraz ederse; o zaman iki bin dirhem ola­rak ilzam eder.

Eğer efendi beyyine getiremezse, köle bin dirhemi ödeyince, azâd olur.

Bundan sonra, efendisi, "iki bin dirhem olduğunu" isbat ederse; kıyâsda bu köle iki bin dirhemi ödemedikçe azâd edilmiş olmaz.

İstihsânda ise, o köle hürdür ve bin dirhem daha ödemesi gerekir.

Bir adam, kölesini mükâtebe ettiğinde, akidde ihtilaf ederler ve mükâtep, efendisine: "Sen, beni malıma ve nefsime karşılık olarak, bin dirheme mükâtep eyledin." der; efendisi de: "Hayır, seni malın hariç, yalnız nefsine,karşı mükâtep kıldım." derse; bi'1-ittifak efendinin sözü geçerli olur ve burda karşılıklı yeminleşmek yoktur.

Şayet beyyineleri varsa; mükâtebin beyyinesine itibar edilir.

Efendi: "Seni mükâtebe yaptığım gün, elinde olan mal benim-di." der; mükâtep de: "Hayır, benim idi. Sen beni mükâteb eyledikten sonra, o malları ben kazandım." derse, bu durumda mükâtebin sözü geçerlidir.

Efendisinin beyyine getirmesi gerekir. Şayet beyyinesi varsa, onun beyyinesi evlâdır.

Müddetin .aslında veya müddetin miktarında ihtilafa düşerlerse; bu hususta efendinin sözü geçerli olur.

Müddetin aslında ittifak ederler de, miktarında ihtilaf ederler ve bu miktarın da bir müddeti geçmiş olursa, bu durumda kölenin sözü geçerli olur.

Şayet köle iddia eder ve: "Beni, bin dirheme; her ay yüz dirhem vermek üzere mükâtep eyledi." der; efendisi de: "Hayır, seni her ay iki yüz dirhem vermek üzere, mükâtep eyledim." derse; bu durumda efendinin sözü geçerlidir.

Şayet, çocuk hakkında mükâtebe ile efendisi arasında ihtilaf çı­kar ve efendisi: "Sen, onu, ben seni mükâtebe eylemeden doğurdun/' der; mükâtebe de: "Hayır, sen beni mükâtebe eyledikten sonra doğur­dum, "derse; eğer çocuk efendinin yanında bulunmakta ise efendisinin sözü geçerli olur.

bk, eğer çocuk, anasının yanında ise, bu mükâtebenin sözü geçerlidir.

Bu çocuğun ne zaman doğduğu bilinmiyorsa, yine, mükâtebenin sözü geçerli olur.

Çocuk kimin yanında ise ona itibar edilir. İmâm Muhammed (R.A.), bunu kitab'da zikreylememiştir. Şayet çocuk ikisinin de yanında ise, durum nedir?

Bişr, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu nakletmiştir: — Bu hususta, efendinin sözü geçerlidir. —Eğer beyyinesi varsa—

mükâtebenin beyyinesi geçerli olur. Zehıyre'de de böyledir.

Taraflardan birisi, kitabetin fesadını iddia ediyor; diğeri de onu inkâr ediyorsa; inkâr edenin sözü geçerli olur. Çünkü akidde ittifakları vardır,

Her ikisinin de beyyinesi varsa; fesadını iddia edenin beyyinesi kabul edilir.

Bir zimmî, müslüman olan kölesini mükâtep yaptıktan sonra, ara­larında miktarı hakkında ihtilaf çıkar ve zimmî hristiyan şahit getirirse; onun şehâdeti kabul edilmez.

Bir harbî, güvenceli olarak dâr-i İslâm'a girer ve burada bir zim-mîyi köle olarak satın alıp, onu kitabete bağladıktan sonra aralarında, mükâtebe olup-olmadığı hususunda ihtilaf çıkar; harbî olan şahıs, ken­di ile birlikte güvenceli olarak dâr-i İslâm'a girmiş birini şahit getirirse, onun şehâdeti zimmî olan köleye karşı kabul edilmez. Bu şahitler bir­den fazla olsalar bile hüküm böyledir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir cariyeden bir çocuk doğduğunda, efendisi o cariyeyi mükâ­tebe yaparsa, o çocuğun kazancı, efendisinin olur.

Keza, bu mükâtebe bir çocuk doğurursa; o çocuk da anası ile bir­likte mükâtep olur. Anası ona ve kazancına hak sahibidir.

Bir adam, cariyesini, kölesine nikahlayıp, ikisini de mükâtebe et­tiğinde; bu kadın bir çocuk doğarsa; kazancı kendisinin olur ve birlikte mükâtebe olurlar. Şayet o çocuk öldürülürse, kıymeti anasının olur; ba­basının olmaz.

Şu mes'ele bunun hilafınadır:

Kitabeti hem kendileri, hem de çocukları için kabul etmişler ve ço­cuk da öldürülmüşse o zaman, çocuğun bedeline ortak olurlar. Bu du­rumda bedel, ananın olmaz. TebyîiTde de böyledir.

Bir mükâtep, efendisinin izniyle evlendiğinde, aldığı kadını hür zanneder; ondan da bir çocuğu doğar; sonra da, o kadına bir hak sahi­bi çıkarsa; onun çocuğu köledir; kıymetini alamaz. İzinli köle de böyledir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. Câmiu's-Sağîr'de de böyledir.

Bir mükâtebe, efendisi izin vermeden nikâhlansa ve bâine olsa; nikâhı fâsid olur. O cariyenin mehri, hürriyetine kavuşmasından sonra alınır. Ancak kız idiyse, hali hazırda alınır. Çünkü bu, cinayet tazmi­natıdır. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir mükâtep, bir kızın bekâretini bozarsa,' ona had uygulamak gerekir. Çünkü, o zina eylemiştir ve o muhataptır.

Bu mükâtep, o kıza üzerine dahil oldu ise, üzerine mehir gerekir.

Şayet, bu kadın, rizâsı ile hakkını tehir ederse, bu mükâtep azâd olduktan sonra, onun mehrini öder.

Eğer tehirine razı olmazsa; bu kadın mehrini hâli hazırda alır:

Eğer, mükâtep, o kadına karşı bir cinayet işlerse, diyetini ödemesi gerekir.

Şayet mükâtep: "Ben, bunu nikahladım." der; kadın da onu doğ-rularsa, bu durumda ancak mehrini, —bu kadın, hakkını te'hir etmiş­se,— azâd olduğu zaman ödemesi gerekir. Mebsût'ta da böyledir.

En doğrusunu, ancak Allahu Teâlâ bilir. [17]

 

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/161.

[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/161-162.

[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/162.

[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/162-163.

[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/163.

[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/163-164.

[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/164.

[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/164-166.

[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/166-167.

[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/168-175.

[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/176-183.

[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/184-187.

[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/188-196.

[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/197-201.

[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/202-209.

[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/210-219.

[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/220-234.