Feteva-i Hindiye

Şahitlik

KİTÂBÜ'Ş-ŞEHÂDÂT.

(ŞÂHİDLİKLER)

1- ŞEHÂDETİN TARİFİ, RÜKNÜ, EDASININ SEBEBİ, HÜKMÜ, ŞARTLARI VE KISIMLARI ŞEHÂDETİN TARİFİ

Şehâdetin Rüknü.

Şehâdetin Edasının Sebebi

Şehadetîn Hükmü.

Şehâdetin Şartları

Tahammül-ü Şehadetin Şartları

Şehadeti Edâ Etmenin Şartları

Şahidlîkte Adalet

Büyük Günahlar

Şehadetten Vaz Geçmemek.

Şehadetin Kısımları

Şehadette Lafız.

2- ŞAHİDLERİN SORUMLULUĞU, ŞAHİDLİĞİN EDASININ HADDİ VE ŞAHİTLİKTEN KAÇINMA..

3- ŞAHİTLİK YAPMANIN ŞEKLİ VE ŞAHİDLERÎN DİNLENİLMESİ

4- ŞEHADETİ KABUL EDİLEN VE KABUL EDİLMEYEN KİMSELER..

1- Şehadette Ehliyeti Olmadığı İçin Şehadeti Kabul Edilmeyen Kimseler

2- Fışkı Sebebiyle Şehadeti Kabul Edilmeyen Kimseler

3- İtham Edilmesinden Veya Tenakuzun Lüzumundan Yahut Hükmü Bozma Gereğinden Dolayı Şehadeti

Makbul Olmayan Kimseler

5- ŞEHADETTE HUDUTLARA MÜTEALLİK MES'ELELER..

Meyân-i Dîhî 32

6- MİRASLARDA ŞEHADET.

7- DÂVA VE ŞEHÂDET ARASINDAKİ İHTİLÂF VE TENAKUZ.

1- Müddeâ Bih'in Borç Olması Hâli

Müddeâ Bih'in Borç Olması

2-  Müddeâ Bih'în Mülk Olması Hâli

3- Müddeâ Bih'in Akd Veya Mülk Sebeblerinden Biri Olması

8- İKİ ŞAHİT ARASINDAKİ GÖRÜŞ AYRILIĞI

9-  NEFY ÜZERİNE ŞEKADET VE BEYYİNELERDEN BİR KISMKNIN DİĞERİNİ ORTADAN KALDIRMASI

10- KÜFÜR EHLİNİN ŞEHADETİ

11- ŞEHADET ÜZERİNE YAPILAN ŞEHADET.

12- CERH VE TA'DİL.

Alenî Tezkiye.

Gizli Tezkiye.

Diğer Bazı Meseleler


KİTÂBÜ'Ş-ŞEHÂDÂT
 

(ŞÂHİDLİKLER)
 

 

1- ŞEHÂDETİN TARİFİ, RÜKNÜ, EDASININ SEBEBİ, HÜKMÜ, ŞARTLARI VE KISIMLARI ŞEHÂDETİN TARİFİ
 

Şehadet: Bir kimsenin, bir şahısta bulunan hakkını almak için, şehadet lafzıyle, hakimin huzurunda ve hasmın muvacehesinde vaki olan,   doğru  ihbarıdır.   (-   haber  vermesidir.)  Fethu'l-Kadîr'de  de böyledir.

Bir kimsenin: "Bu davacının, bu müddeâ aleyhde, karz   cihe­tinden, şu kadar alacağı olduğuna şehadet ederim." demesi gibi...

Böyle bir ihbarda bulunan şahsa, şahid; lehine şehadet edilen şahsa meşhudun leh; aleyhine şehadet edilen şahsa meşhudun aleyh; şehadet edilen hususa da, meşhudun bin denilir. [1]

 

Şehâdetin Rüknü
 

Başkasına ait olup, iddia edilen bir hakkı, bir hadiseyi, hakimin huzurunda  haber  vermekten  ibaret  olan  şehadetin  rüknü,   şahidin —yemin etmeksizin:—: "...şehadet ederim." demesidir. Tebyîn'de de böyledir. [2]

 

Şehâdetin Edasının Sebebi
 

Şehadetin edasının sebebi, ya şâhidden, iddia sahibinin şehadet ( = şahitlik) yapmasını istemesi veya iddia sahibi (= müddeî) bilmiyorsa, onun hakkının zayi olmasından korkularak şahitlik yapılmasıdır. [3]

 

Şehadetîn Hükmü
 

Şehadetin hükmü: Hakimin hükmünün, şehadet gereğince vücubudur. înâye'de de böyledir. [4]

 

Şehâdetin Şartları
 

Şehadetin şartları iki nevidir:

1) Tahammül-ü Şehadetin Şartları

2) Edayi Şehadetin Şartlan. [5]

 

Tahammül-ü Şehadetin Şartları
 

Tahammülü Şehadet: Bir kimsenin, kendisinden, şehadet etmesi istenilecek hususu ihata etmesi, bu hususa, şahadeti eda ederken vakıf olması demektir.

Tehammül-ü Şehadettin şartları şunlardır:

1)  Şahidin, şehadeti eda edeceği sırada akıllı olması. Mecmûnun, sabinin, akılsızın şehadeti sahih değildir.

2) Şahidin, hadiseyi görmesi. Körün şehadeti makbul değildir.

3)  Şahidin, hadiseyi gözleriyle görmesi ve bizzat kendisinin seyret­mesi.

Başkasının haber vermesiyle, bir husus hakkında şahitlik yapılmaz. Ancak, belirli bir eşya hakkında insanlardan duymak suretiyle şahitlik yapılabilir.

Şahitlik yapmakta biilûğ,  hürriyet,  islamiyyet ve adalet şart kılınmamıştır.

Meselâ: Hadise zamanı akıllı olan sabinin, şehadet zamanı bulûğa ermiş olmasiyle; kölenin azad ediliş; kafirin müslüman olması ve fasıkın tevbe etmesiyle; hakimin huzurundaki şehadetleri makbul olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir. [6]

 
Şehadeti Edâ Etmenin Şartları
 

Bir kimsenin, muttali olduğu şey hakkında, mahkemede, bi'1-fiil şehadette bulunması için şu şartlar vardır:

Şahidin,

1) Akıllı

2) Bulûğa erişmiş

3) Hür

4) Gözü görür

5) Dili konuşur olması;

6) Kendisine hadd-i kazf uygulanmış (= İffetli bir kadına, zina ifti­rasında  bulunmuş  olmasından  dolayı,   kendisine  had  cezası  tatbik edilmiş) olmaması da, bize göre şarttır.

7) Şahid, şehadetinİ Allah rızası için yapmalıdır.

Nefsi için, bir karşılık alan kimsenin şehadeti makbul değildir. Bir   kimsenin,  borcundan   kurtulmak  için  şahitlik  yapması  da makbul değildir.

8)   Müddeî'nin müddea aleyh üzerine şahitlik yapması makbul olmadıği gibi, bunun aksi de makbul değildir.

9) Meşhudun bih (= kendisine şehadet edilen şey) ödendiği zaman, onun ödendiğini bilmek ve bunu söylemek de,' İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, lazımdır.

İmâmeyn'e göre ise, meşhudun bih'i son durumunda bilmek şart değildir. Bedâi"de de böyledir.

Şahidin adaleti., şehadetinin hakimin huzurunda kabulünün şartıldır; şehadetinin cevazının şartı değildir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, şahidin adil olması şart;i zahirdir.

Hakikaten, şehadet sırasında, şahidlerin adalet ve tezkiye bakimından durumlarını araştırmak şart değildir.

İmâmeyn'e göre ise, bu şarttır.

Günümüzde fetva, îmâmeyn'in kavline göredir. KâfTde de böyledir. [7]

 

Şahidlîkte Adalet
 

Şehadette adaletin açıklanması hususunda, söylenilen sözlerin en güzep, İmâm Ebû Yûsuf i;R.A.)'un kavlidir.

'imâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, adâlet-i şühûd (= Şahidlerin adil olmalsı): Şehadette bulunıacak kimselerin, kebâir'den (= büyük günah-lardajn) müctenip (= kalınan sakınan), sağîrelere de (= küçük günah­lara) jda, gayr-ı mısır (= iisrar edici olmayan) bulunmasıdır.

Âdil şahid, iyi hali ç ok olan şahiiddir. Âdil şahid, isabeti hatasından çok; hasenatı seyyiâtına galip olan şahiddir. Nihâye'de de böyledir. [8]

 

Büyük Günahlar
 

Kebâir'in (= büyük günahların) açıklanması hususunda ihtilaf edilmiştir.

Bunların içinde, en sahih olan izah, Şeyhu'1-İmâm Şemsü'l-Eimme Halvânî'nin izahıdır. Halvâni'ye göre kebâir: Müslümanlar arasında, şen'î (= çirkin, kötü) görülen ve Allahu Teâlâ'nın din de.haram kıldığı şeylerdir. Yani, bunlar büyük günahlar cümlesindendir.

Keza, mürüvveti ve keremi terketmek de, büyük günahlardandır.

Keza, günahlara ve facirliğe yardım etmek ve insanin bunlara teşvik etmek de, büyük günahlardandır.

Bunların dışında kalan günahlar ise, sağîredir. (= küçük günahtır.) Muhıyt'te de böyledir. [9]

 

Şehadetten Vaz Geçmemek                 
 

10) Şehadetin edasının şartlarından biri de., müddeî (= iddia eden) veya onun naibi (= vekili) tarafından açılan, kul hakkı ile ilgili dava­larda,   şahidin  şehadetten  vaz  geçmemesidir.   Bu  gibi  durumlarda, şahitlik yapmak istememek vebaldir.                                             

11) Davanın muvafık ve nisâb-ı şehadetin tam olması da gerekir

12) Şahidlerin görüş birliğinde olmaları da gerekir.                    

13) Şahidler erkek olmalıdır.

14)  Hadler hususundaki şahidler, behemahal erkek olmalıdır; Bu, meşhudun aleyh'in (=  üzerine şahidlik yapılan kimsenin) müslpman olması halinde böyledir,

15) Hadler hususunda yapılan şeh adeti erde, zamanıngeçmemdisi de gerekir.                                                                                       

Bütün hadlerde böyledir. Ancak, kazf haddinde bu şart yoktur.

Hadd-i kazfin üzerinden, uzun bir süre geçmiş olsa bile, bu hujsusta şehadette bulunabilir.                                                                  

İkrar, bunun hilafmadır.                                                       

Bu durum, Kitâbü'I-Hudud'un Kısas ve Hadlerde Şehadette Aslolan Şeyier Babında bildirilmiştir, Bedâi"de de böyledir,         

16) Şehadet üzerine şehadette, şahitlerin hazır bulunmaları şarttır. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.                      .                                 

17) Meşhûüün bih'in (-> üzerine şahidlik y;apılan şeyin) ma'Iüim ( =belli, bilinen) bir şey olması da şarttır.

Meşhudun bih, meçhul olursa, yapılan şahitlik kabul edilmez.

Çünkü, hakimin verdiği hükmün sıhhatli olabilmesi için, neyin üzerine şahitlik yapıldığını bilmesi şarttır. Şayet hakim bunu bilmiyorsa, hüküm vermesi mümkün olmaz.

Bundan dolayıdır ki, iki kişi, hakimin huzurunda şahitlik, yaparak: "Filan, şu ölüye varistir; o ölümün başka varisi de yoktur." deseler; bunların şahitlikleri kabul edilmez. Çünkü bunlar, meçhule şehadef etmiş olmaktadırlar. Burada, onlar, verasetin sebebini bilmemektedirler. [10]

 
Şehadetin Kısımları
 

Şehadetin kısımları şunlardır:

1) Zinâ'ya şehadet:

Zinaya şehadette, dört erkek şahide itibar edilir.

2) Diğer Hadler üzerine şehadet: Kısas ve diğerleri gibi... Bunlardan iki erkek şahid kafi gelir.

Bu iki bölümde, kadınların şehadetleri kabul edilmez. Hidâye'de de böyledir.

3) Doğum, bekâret ve kadınların kusurları hususunda şehadet:

Bu gibi hususlarda müslüman hür ve adalet sahibi bir kadının şehadeti kabul edilir. Bu durumlarda, iki kadının şahitlik yapması, ihtiyata daha uygundur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir. [11]

 

Şehadette Lafız
 

Şehadette lafız şart mıdır?

Belh ve Buhara alimleri: "Şehadette lafız (= konuşma) şarttır." demişler; Irak alimleri ise: "...şart değildir." demişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

Kudûri:   "İtimad   öncekileredir.   Fetva  da   onlara  göredir." buyurmuştur.

Bir kimse: "Birden bire gözüm ilişti." diyerek şahidlik yaparsa; bu durumda, bu şahsın adil olması halinde, şehadeti makbuldür ve bu şahid şehadetten men edilmez. Mebsût'ta da böyledir.

Şehadette adedin şart olmadığı yerlerde, erkeğin şehadeti daha sahihtir. Çünkü, eikeğin şehadeti, kadının şehadetinden daha kuvvetlidir.

Meşhudun bih'e bir kadın veya bir erkeğin şehadetinin kafi geldiği hallerde, erkeğin şehadeti daha evladır. Nihâye'de de böyledir.

4) Kısas ve hadlerin dışında kalan ve erkeklerin muttali olabilecek­leri şeyler hakkında şahidlik yapmak:

Bu gibi yerlerde, iki erkek veya bir erkekle iki kadının şehadetleri kafi gelir.

Bu durumda, şehadette bulunulan dava; ister mal davası olsun; isterse, nikah, talak, ıtak, vekalet, vesayet ve benzeri —malla ilgili olmayan— davalar olsun, farketmez. Tebyîn'de de köyledir.

Ukubetin kemali için, ihsan (= iffetli olma) üzerinde durulmuş ve ıhsan'ın sübut bulması için, bir erkekle, iki kadının şehadeti şart görül­müştür.

Bu, bize göredir. Muhıyt'te de böyledir. En doğrusunu, ancak Allahu Teâlâ bilir. [12]

 
2- ŞAHİDLERİN SORUMLULUĞU, ŞAHİDLİĞİN EDASININ HADDİ VE ŞAHİTLİKTEN KAÇINMA

 

Bir kimsenin, şehadeti kabul etmekten kaçınmasında bir beis yoktur.

Bunu, Ayn Babında, Kerâhiyat hususunda zikrettik.

Bir kimse, başka bir şahsı şahit göstermek ister veya bu kimsenin bir akde şahit olmasını talep eder; o şahıs da, buna razı olmazsa, talibin başka bir şahit bulabilmesi halinde, o şahsın şehadeti kabul etmemesi caizdir; durum böyle değilse, bu şahsın şahitlikten kaçınmasına ruhsat yoktur. Zehıyre'de de böyledir.

Bu, şahidin adil olup olmadığını öğrenmek için yapılan işe göredir.

Bir kimseden, "şahidlik yapacak kimsenin, adalet durumu" sorulduğunda, o kimseden başka, bu şahidin adaletini bildirecek bir kimse yoksa, onun cevap vermemesine ruhsat yoktur. Çünkü, o kimse öyle yapınca hakkın ibtaline sebep olmuş olur. Cevap verecek başka bir kimse bulunması halinde, o şahıs cevap vermeyebilir. Muhıyt'te de böyledir.

iddia sahibi istediği halde, şahit, şahitliği edadan sarf-ı nazar ederse; (yani şehadeti gizlerse) günahkar olur. Bu şahsın, bu durumda şehadette bulunması lazımdır.

Şahitliğin lazım gelmesi şahidin ancak, ve ancak, kendisinin şahitliğini, hakimin kabul edeceğini bilmesi ve hakkın yerine getirilme­sini, hakimin bu şahitliğe göre tayin etmesi halindedir

Eğer bu şahıs, hakimin, kendisinin şahitliğini kabuletmiyeceğini Jbilir veya bir toplum içinde bulunur da,- başkalarının şehadetleriyle de, hak yerini bulacak olursa, o zaman, şahitlik yapmamakla günahkar olmaz.

Şayet, —başkasının şehadetiyle değil de ancak, kendisinin şehade-tfyje hükmedilecekse bu şahıs, şahitlik yapmamakla günahkar olur. Tebyîn'de de böyledir.

Eğer, bu şahitten başka birisi daha, sür'atle şahitlik yapmak isterse, bu şahsın o şahidin şehadetini edadan men hakkı yoktur. Kerderfnin Vecizi'nde de böyledir.

Eğer şahidin bulunduğu yer, hakimin- olduğu yere uzak olursa; (Şöyleki: Gidip, şahitlik yapıp da, akşama evine yetişemeyecelç kadar' uzaklıkta bulunursa) alimler: "Bu şahıs şahitlik yapmaya gitmese de günahkar olmaz." demişlerdir. Tebyîn'de de böyledir.

Bir davalının şahidinin, adil olmayan bir hakimin huzurunda, —adil bir hakimin huzuruna çıkana kadar— hilafı hakikat söylerse, buna ruhsat vardır.

Hadlerle şehadet hususunda, şahitler muhayyerdir. İsterse, giz­lerler; isterlerse, açıklarlarlar. Gizlemek daha efdaldir.Ancak bu şehadet mala dair ve hırsızlıkla ilgili olursa, bu durumda şahit: "Çaldı." demez; "aldı.'' der. Hidâye'de de böyledir.

Tahammül-ü Şehadet, iki nevidir:

Birincisi: Satışı ikrar gibi, şahitsiz ve kendi nefsine hükmün sübû-tudur. Hakim, ona göre hükmeder.

Gasb (= zoraki almak), kati (= adam öldürmek), gibi...

Bu durumda şahit, satıcının ikrarını duyduğu; zoraki alanın, aldığını ve öldüreni öldürdüğünü gördüğünde, onun şehadet yapmasına ruhsat vardır. Ve bu şahit: "Ben, onun sattığına şahidim.'* der. Yalan söylememek için: "Beni şahit tut." demez.

İkinci Nevi: Binefsihî şehadetiyle hüküm olunmayandır.

Şahid bir şey işittiği zaman, onunla şehadet etmesi ve ona göre hü­küm verilmesi caiz olmaz. Ancak, şahidin aracı olmaksızın, bizzat kendi şehadeti gerekir. Kâfi'd e de böyledir.

Bir kimse, perde arkasından bir şey işitmiş olsa; onun şehadetine ruhsat yoktur. Çünkü, o işittiği ses, bir başkasının olabilir. Zira ses, sese benzer. Ancak, perde arkasında tek bir kişi bulunur; şahit de oraya girer, ondan başka hiç kimseyi bulamazsa; "orada duyduğu ikrar" makbul olur.

Hakimin bu şahidin kendiliğinden tefsir (açıklama) yapması halinde; onu kabul etmemesi uygun olur. Tebyîn'de de böyledir.

Alimler, örtülü (=* ytfzü perdeli) kadına karşı yapılacak şehadette ihtilaf etmişlerdir. Bazı alimler:"Yüzünü görmedikçe, bu durumdaki bir kadına karşı yapılan şehadet, sahih olmaz." demişler; bazıları ise: "Eğer tanıyorsa, şahidin ona göre şehadeti sahih olur." demişlerdir.

Bu nikahlı (= yüzü örtülü) kadını, bir kişinin tanıması kafidir. Tanıyan iki kişi olursa, bu daha ihtiyatlı olur.

Hâher-Zade, bu görüşe meyletmiştir.

İmâm Şemsü'l-İslam el-Evzecendi ve Şeyfifu'f-înıâm Zahîrüddin ise önceki kavle meyletmişlerdir.

Bize göre, şehadetin kabulünde, bu kadının yüzünün tanınması ve ona bakılması caizdir.

Bundan sonra, İmâmeyn'in kavline göre, eğer iki adil kişi: "O kadın, fîlane idi. "derlerse; bu kafi gelir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ise, nesebi; üzerine, cemaat tarafından ismi söylenmezse, helal olmaz. Fakat, bir cemaat adını söylerse yalan tasavvur edilmez; o tevehhüm kalkar. Zahîriyye'de de böyledir.

Fakıyh Ebû Bekir el-İskaf (R.A.), İmâmeyn'in kavliyle fetva vermiştir.

Bu aynı zamanda, Necmüddin en-Nesefî'nin de ihtiyarıdır. Fetva (la buna göredir.'

İki adil kişi, o kadının adını bilir nesebini tanırsa; onların şeha­dette bulunmaları uygun olur.

Bunların, hakimin yanında, o kadına ismiyle, nesebiyle hitap etnie-leri bila hilaf (= ihtilafsız olarak) caizdir. Muhiyt'te de böyledir.

Ebû'I-Leys şöyle buyurmuştur: Duvar arkasında bulunan bir kadın, şahitlerin şehadetini ikrar ederse; onun ikrarını işiten şahsın ikrarı, şehadet olmaz. Ancak, onu şahsen görmesi gerekir. Ö takdirde, onun ikrarına şehadeti caiz olur. Şahsım görmesi, yüzünü görmesi demek değildir. Zehiyre'de de böyledir.

Şayet bu kadm, yüzünü açar ve: "Ben füane kızı filaneyim." derse, onu şahitlerin tanımasına ihtiyaç kalmaz. Eğer ölür ve yüzü belli olmazsa, iki şahitte "gerçekten, o filan kızı filanedir." derlerse, bu şekilde şehadette bulunmaları onlara helal olmaz.

Fakat, onların: "O, bir kadındı. Şöyle şöyle söyledi.*' diye şeha­dette bulunmaları caiz olur.

Veya: "Onun, filan kızı filana olduğuna dair, yanımızda iki şahit vardı." demeleri caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

îki kişi, bir kadın hakkında, şahitlik yaparlar ve adını, nesebini söylerler, bu kadın da huzurda bulunur; hakim, şahitlere: "Siz, iddia olunan kadını, tanıyor musunuz?" deyince, onlar: Hayır derlerse şeha-detleri kabul edilmez. Şayet kadının "Biz, kadını adını ve nesebini tanı­yoruz. Fakat bu kadın mıdır, bizzat onu bilmiyofuz." derlerse; şehadet-leri, o isminin, nesebini söyledikleri kadın hakkında sahih olur. îddia eden kadın, "ismi ve nesebi söylenen kadın, işte budur." diye şahit din­letirse; mes'ele kalmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Ve dahi şahitliği salih olmayan kimsenin tarifi de, kadının lehine veya aleyhine olsa, sahih olur.

Bazı alimler: "Eğer şahitliği salih değilse, tarifi de sahih olmaz." buyurmuşlardır.

Necmiiddin en-Nesefî önceki kavli seçmiştir. Füsulü'I-Imâdiyye'de de böyledir.

İmâm Ahmed (R.A.)'den soruldu:

—îki kişinin yanında yaptığını ikrar eden kendisinin cariyeliğinin kaldırıldığını" söyleyen bir kadında, azad edilmişlik alameti görülmez,ve bu iki kişi tanımadıkları halde buna şahitlik yapabilirler mi?

İmam şu cevabı verdi:

"—Hayır; yapamazlar."

Bu şahitler, o kadın azad edilinceye kadar, onun yanından ayrıl-mazlarsa, o zaman, şahitlik yapmalarına ve azad edildiğini söylemele­rine, ruhsat vardır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimsenin, diğerinde hakkı bulunur; o şahıs da, bunu gizli yerde ikrar ettiği halde, herkesin içinde inkar eder; hak sahirii hakkını almaya yol bulmazsa, buna şu çare vardır:

Bu şahıs adil olan kişilerden bir topluluğu evinin bir yerine gizler; sonra da, o adamı huzura alarak, hakkını talep eder; o da, orada bunu kabul edip, ikrar eder ve şahitler de. açığa çıkarlarsa, bu şahitlerin duyduklarına şehadet etmeleri helal olur. Bu, bizim alimlerimize göre böyledir. Çünkü, bilgi hasıl olmuştur. Bazıları ise; "Bu helâl olmaz. Çünkü, burada hile ve kandırma vardır." demişlerdir.

Fakat, doğru olanı bunun caiz olmasıdır.

Şahitler, onun yüzünü görünce, diyecek kalmaz.

Eğer yüzünü görmez de, sesini duyarlarsa, şahitlikleri helal olmaz.

Bunlar, şahitlik yapar ve hakim için açıklamada bulunurlarsa, şehadetleri kabul edilmez. Ancak, bilgi ile, onu ikna ederlerse, bu müs­tesnadır. SerahsTnin Muhıyü'nde böyledir.

Bir mülkün, sahibi tarafından hududu belirtilir ve bir kimseye nisbet edilirse; o adam, simaca tamnmasa ve nesebi de bilinmese bile esahh  olan, bu hususta  şahitlerin şehadeti,  kabul edilir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Mülk ve sahibi bilinmez, fakat, insanlardan duyulur; durumu bilenler de: "Filan oğlu filan, filan köyde, şu şu hududu olan yerin sahibidir." derlerse, bu durumda o mülk için şehadet helal olmaz. Sahibi açıklamış olur ve bir adam, "apaçık tanıyor ve onun köydeki tarlasını biliyor; yalnız, bizzat hangi tarla olduğunu tanımıyor" olursa; işte bu şahsın şahitliğine de ruhsat yoktur.

Eğer, bir şahide, o mülkün sahibi, mülkü tanıtır ve bu şahit, mülk sahibinin yüzünü, ismini, nesebini tanır ve mülküinde hududunu gösterir ve mülk sahibinin elinde tasarruf eylediğini de iddia eder ve kalbi de buna mutamin olursa, o zaman, bu şahidin, o mülk için şahitlik yapması helal olur. Muhıyt'te de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir: Bir kimse, birisinin elinde bir eşya veya ev görüp, kalbinden de "bu bunundur." diye geçtikten sonra, o şeyi bir başkasının elinde görse; bunun önceki şahsın olduğuna dair şehadette bulunmasına ruhsat vardır.

Bu şahıs, önceki için şahitlik yapmak isteyince, onun yanından, ondan daha adil ikisi: "Bu eşya veya ev, bu gün için, bu adamın elinde emanettir." derse; artık o adam için, şehadete ihtiyaç yoktur.

Şayet böyle söyleyen bir kişi ise, kalbinden de onun doğru söylediği geçse işte bu, cami i sağîr'de zikredilmiştir. Sahih olan, Münteka'da da böyledir.

Keza, açıkta yapılan her işe, (ölüm gibi, nikah gibi, neseb gibi) duygu ile şehadet caizdir. Eğer, şahidin kalbinde, duyduğu haberin hak ve doğruluğuna dair bir duygu bulunur ve yanında adalet sahibi iki kişi konuşmuş olursa, bu böyledir.

Eğer kalbine, böyle bir duygu gelmezse; o zaman, sana şahitlik yapma ruhsatı yoktur. Yalnız, o dinlediğin kimselerin yalan söyledikle­rine kani isen, şahitlik yapamazsın. Eğer onu, (yapılan işi) yanında adil bir kişi söylerse; ve o kişinin doğruluğu hâdisenin de vukuu kalbine düşerse, yine amir şahitlik yapmanda, ruhsat vardır. Fetâvâyi Kâdîhânda da böyledir.

Uygun olan, el muayenesiyle elde edilen bir bilgiyle yapılan şeha-deti reddetmektir. Kâfî'de de böyledir.

Kâdî'İ-lmâm şöyle buyurmuştur:

Bîr kimse, bir şahsı elinde bulunan bir şeyi tasarruf ediyor görür, bu durumda insanlarda, "bu, bunun malıdır." dedikleri halde, onu gören şahsın kalbine, "bu, başkasının malıdır." diye bir duygu düşer ve: "Bu adam, asıl mal sahibinin namına tasarrufatta bulunuyor." derse; bu şahsın: "mülk onundur." (yani elinde olanındır.) diye şahitlik yapması helal olmaz.

Alimlerimizin çoğu, buna göre fetva vermişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimsenin hizmetinde, bir köle ile bir carinin bulunduğu jgörülür ve bir kimse, bunların köleliklerini bilirse, bunu bilen kimsenin, "onların, o şahsın mülkü olduğuna" şahitlik etmesi caizdir.

Onların, küçük veya büyük olmaları müsavidir.

Eğer o şahıs, bunların köle olduklarını bilmiyorsa; onlar da küçük iseler, ilann nefislerinden, nitelikleri sorulmaz. Eğer büyük iseler; onlardan sorulurlar. Onların akıllı—sabi olup olmamaları müsavidir. Onların aleyhlerine ve lehlerine şehadet helal olmaz. Fethû'l-Kadîr'de de böyledir.

Vâkiat'ta şöyle zikredilmiştir:

Şahidler "bu evin, iddia sahibinin olduğunu bildikleri halde, iki £ahid'de bunların yanında "iddia sahibinin, bu evi sattığına" şahitlik yaparlar ve: "Ev, elinde bulunanındır." derlerse, İmâm Muhammed (R.A.): önceki sabitler, bildiklerine şahitlik yaparlar. Sonrakilerden duyduklarına iltifat etmezler." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

Natıfî şöyle buyurmuştur:

îki adam, bir kişinin, nikahına veya bir şey sattığına veya bir adamı öldürdüğüne muttali olsalar ve bu hususta şahitlik yapmak isteseler; bunların huzurunda ise, iki adil şahit: "Gerçekten, o damın karısını üç talak boşadığına" veya "kölesini satmadan önce azad ettiğine" veya "ölenin velisinin, ölümden sonra, öldüreni affettiğine" şahitlik yap­salar; önceki şahitlerin, nikah ve diğerlerine şehadette bulunmaları helal olmaz.

Eğer şehadette bulunan tek ve adil kişi olura, bunların şehadetlerini terk etmelerine ruhsat yoktur. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir kimse, başka birinin yanında malının,, (borcunun) olduğunu ikrar ettikten sonra, bunun inkâr eder; lehine irkar da bulunulan şahıs da durumu, iki adil şahidin yanında söyler ve onun bir şey sattığını veya bağış yaptığını anlatırsa; İmam: "O şahitler duyduklarına göre şehadette bulunurlar." demiştir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse,bir toplumun yanında, "filan adama karşı, bin dirhem borcunun olduğunu" ikrar ettikten sonra iki adil kişi veya üç adil kişi, bu adamın ikrarına şahitlik yapmamalarını söylerlerse; o topluluk muhayyerdir: İsterlerse, şahitlik yaparlar; istemezlerse, yapmazlar.

Şeyhu'1-îmam    Ebû    Bekir    Muhammed    bin    Fadl    şöyle buyurmuştur:

İki adil kişi, iki şahidin yanında şehadette bulunarak: "Mal sahibi borcunu ödedi." veya:"Alacakh, alacağından teberri etti. (vazgeçti)" derlerse, bu durumda şahitlerin, "hak sahibinin bizzat kendisinden, alacağından vaz geçtiğini veya onun ödendiğini duymadıkça" şahitlikten vaz geçmelerine ruhsat yoktur. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'dan da, böylece rivayet olunmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Zamanımızın bazı alimleri, bu mes'elelerini hepsini de ihtiyar etmişlerdir: Şöyleki, gerçekten bir şahidin yanında, iki adil kişi şehadette bulunsalar ve bu şahsın kalbine, o iki kişi kişinin doğru söyledikleri düşse bile, o kişinin, şahitliğini terk etmesi gerekir.

Eğer şehadette bulunan bir kişi veya iki adil kişi ise, ancak, kalbine onların doğruluğu düşmezse, asli hakka göre, şahitlik yapar. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir koca, şahidin yanında "karısım-boşadığını" veya bir efendi, "kölesini azad ettiğini" ikrar eder (= söyler) sonra da o adamı nikaha veya köleyi satmaya davet ederse; işte o adam, şehadetten kaçınır ve onun şahitlik yapması helal olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İbnü MukâtiPden soruldu:

—İki kişi aralarında bir cemaatın bulunduğu yerde hesaplaştılar ve o cemaate hitaben: "Bizden duyduklarınıza şahitlik yapmayınız." dediler. Sonra da, onlardan birisi, diğerine karşı, iki şahit göstererek, duyduklarına şehadette bulunmalarını istedi. Bu ne olur?

İmâm şöyle buyurdu:

—Şahitler, duyduklarına şehadette bulunurlar.

Bu, îbnü Sirî'nin de kavlidir.

Fakıyh Ebû'I-Leys: Bu kavil,, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)Men rivayet .olunmuştur. Biz de bunu aldık." buyurmuştur. Muhiyt'te de böyledir,

Bir adam iki şahidin huzurunda belirli bir mehirle bir kadın nikahlar; aradan da seneler geçer; çocukları olur ve yine aradan seneler geçer; sonra, bu adam ölür bilahare de, o kadın, şahitler göstererek, vaktinde söylenilen mehir üzerine, şehadetlerini isterse; önceki kişiler, olduğu, gibi şehadette bulunacaklardır.  Fetva da bunun üzerinedir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, "bir hayvan, diğerini emiyor." deyerek gelince, bunu böyle gören şahidin, olduğu gibi söylemesi helal olur. Eğer, başka bir adam,  o  hayvanı emenin kendisine ait olduğunu iddia ederse,  bu böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir devesini yavrusu ile birlitke satıyr; fakat, o devenin, o yavruyu doğurduğuna şahidi yok; bu durumda, o yavrunun o deveyi emdiğini gören şahıs, buna şahitlik yapar. Yenâbi"de de böyledir.

Bir kadın, başka varislerin zararı için kendisinde babasının veya kardeşinin alacağı olduğunu söyler; şahitler de bunu böylece bilirlerse; alimler: "Şahitlerin, olduğu gibi söylemeleri gerekir. Kadının böyle yapması ise, doğru değildir; mekruhtur." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdî­hân'da da böyledir.

İkrar olunan hükümdar olur; ikrar eden de: "Ben, korkumdan söyledim." der; şahitler de bunun korkusuna vakıf olurlarsa, buna şahitlik etmezler. Eğer, vakıf olmazlarsa, şahitlik yapar ve hakime olduğu gibi söylerler. Kerderf'nin Vecizi'nde de böyledir.

Ebû'l-Kâsım'dan soruldu:

— Bir adam, cariye ve köle satılan yerden, her ay için, hükümdar tarafından bir miktar dirhem alıyor; bu caiz midir? Ve buna karşı şahitlik yapmak helal olur mu? îmam şöyle buyurdu:

—Alan da, veren de sapıktır; yolunu kaybetmiştir. Buna şahitlik yapana da, lanet olunur. Denildi ki:

—Şahitler, alman dirhemlere şahit olsalar da, sebebini bilseler, onların şehadeti caiz olur mu?

İmâm şöyle buyurdu.

—Sebebini bilirlerse, şahitlik helal olmaz. Lanet olunurlar. Böyle bir şeye şahitlik yapılmaz. Nevâzil'de de böyledir. Sebebi haram ve batıl olan her şeyin ikrarı böyledir. Muhıyt'te de böyledir.                                                                             

îki kişi hakimin bir adam hakkında: "Senin için, şu adama şöyle hükmeyledim." dediğim duysalar ve onun mahkemesinde, hakime karşı: "Biz, hakimden şöyle duyduk. "Ben, bu adama karşı, sana böyle hük-meyledim." dedi; fakat, ne hükmeylediğine şahit olmadık." deseler, bununla bir şey gerekmez. Şayet işittiklerini açıklarlar ve bunu da, başka bir yerin hakimine söylerlerse; şehadetleri kabul edilmez. Zaten, bu durumda şahitlik yapmalar* da uygun düşmez. Zehıyre'de de böyledir.

Ebû Hamid ve Ali bin Ahmed'den şöyle soruldu:

—Bir hakim, şahitler tutsa ve onlara:"Ben, filan için, filana karşı, şöyle hükmeyledim." der ve bu şahitler, hüküm meclisinde bulunmuş olmadıkları halde, bunu başka bir hakimin huzurunda söylerlerse, bu şehadetleri kabul edilir mi? Ali bin Ahmed şu cevabı verdi:

—Bu şehadet batıldır." (= geçersizdir.) Buna itibar olunmaz.

Ebû Hamid de aynı cevabı vermiştir.

Hüküm de, huzur şarttır. Şahit tutmanın şartı da odur. Yetime'den naklen Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kisme, yazısını görse, fakat hadiseyi hatırlamasa; veya şahit­lerin yazılarını hatırladığı halde, malı hatırlayamazsa; şahitlik yapma­sına ruhsat yoktur.

İmâm Muhammed (R. A.)'e göre ruhsat vardır.

Halvâni,    İmâm    Muhammed(R.A.)'e göre fetva  vermiştir.

Kerderî'nİn Vedzi'nde de böyledir.

Nevfizİl'de şöyle zikredilmiştir:

Yazısını tanır da, şehadetini unutursa, İmâm Ebü Yûsuf (R.A.)'e göre şahitlik yapmasına ruhsat vardır.

Fakıyh Enu'l-Leys: "Biz, bununla amel ederiz." buyurmuştur.

Eğer, yazı iddia edenin elinde ise, onunla şahitlik yapmak helal olmaz. Muhtar olan da budur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müteahhirindn olan  alimlerimiz:   "Eğer,  şahidin yazısından şüphesi yoksa; her ne kadar hadiseyi hatırlayamasa bile onunla şahitlik yapması caizdir. Bu yazı, ister davalının elinde olsun; isterse, davacının elinde olsun eşittir." buyurmuşlardır. Fetva da buna göredir. el-İhtiyar Şerhu'l-Muhtar'da da böyledir.

Bundan sonra, şahit kendi yazısına itimad ederse, fetva verilen kavil, onun şahitlik yapmasıdır.

Hakim: "Önceki filane göre, bir diyeceğin, bilgin var mıdır?' diye sorar; eğer "Bilgim var" derse, onu söyler, değilse, yazısını kabul eder. Bahru V-Raık'ta da böyledir.

Şahit yazısını tanır; ikrarını hatırlar ve İrkar denin ikrarını da hatırlar ancak vaktini ve yerini hatırlayamazsa; onun şahitlik yapması helal olur.. Vâkıatü'l-Hüsâmiyyc'de de böyledir.

Bir kimse, vasiyyetini bir kağıda yazar ve şahitlere de: "Bunda olana şahitlik yapınız." dediği halde, yaptığı vasiyyeti okumazsa; alim­lerimiz: Bu şahitlerin, ona şehadetleri caiz olmaz." buyurmuşlardır.

Sahih olan da budur.

Ancak şahitler, huzurunda yazdığını okur veya başka birisi yazar da, o okur; vasiyet sahibi de: "Buna şahit olunuz." der; şahitler de, neler yazıldığını bilirlerse, o zaman, şahitlik yapmaları helal olur.

Şayet, yazar veya yazdırır; okur veya okutur da, "şahit olunuz." demezse; o zaman, "şahitlerin şahitlik yapmamalarına ruhsat vardır." denilmez; ruhsat yoktur, şahitlik yapacaklardır.

Ebû AH en-Nesefî şöyle buyurmuştur: Bu, bu yazı resmen yazıl­mamışsa, böyledir. Eğer resmen ve şahitlerin huzurunda yazılmış; şahitler de bu yazı da neler yazılmış olduğunu biliyorlarsa, —her ne kadar katip: "Bunda olana şahit olunuz." dememiş olsa bile şahitlik yapmalarına ruhsat vardır.

Müstahsen vecihler yardır.:

1) Yazılan yazının bilinmesi:

Şöyleki: Yazıyı, sahifenin üzerine yazıp ve hazırda olunmayan birinin adresine havale etmek. Eğer, o yazıda talak'a niyet edilmemiş veya onunla bir borç ikrarında bulunulmamış, kendisi ile Allahu Teala arasında olan bir borç, hükümle kimseye borçlu olduğu da yazılmamışsa; şahidin, o yazıyla şehadette bulunması caizdir, tster, şahide, onu yazan: "Buna şahit ol." desin; isterse, demesin müsavidir. Hızânetü'l-Müftfn'de de böyledir.

Münteka'da şöyle zirkedilmiştir:

Bir kimse, diğerine bir mektub yazıp ve fijan oğlu filandan, filan oğlu filana... Allah'ın selamı üzerine oslun... Bundan sonra: Gerçekten sen, bana senin üzerinde olan benim bin dirhem alacağımı, ödediğini yazıyorsun. Ben, onun beşyüz dirhemini aldım ve sende beşyüz dirhemim kaldı." demiş olsa; bunu böylece bilen bir şahsın onun üzerine şahitlik yapması da, yapmaması da caizdir.

İmzasız (mühürsüz) mektuba gelince; (Meselâ: Yere veya bir parça kağıda, bir bez üzerine, bir tahta üzerine, yazar veya mürekkebsiz yazar; ancak bunun yazı olduğu bilinir ve hazırda olanlara: "Buna şahit olunuz." derse, buna şahitlik yapmaya ruhsat var mıdır, yok mudur?

Onu, o şahsın, bir diğer şahsa yazdığını, bir topluluk onu görürse bunlar, onun üzerine şahitlik etmeyebilirler.

Çivi ile yazılan yazı üzerine şahitlik etmek, uygun olmaz.

Bir kimse, yazısını inkar eder; ona karşı da bir şahsı beyyine ibraz edip: "Onu, o yazdı." derse, bu caiz olur.

Bir şahsın ikrarını inkar etmesi de böyledir.

Keza, diğer tasarruflar hadlerin ve kısasın hilafınadır; imzalı olsun, olmasın, yazı bilinirse; ona göre hükmedilir.

Bir kimse, imzalı bir mektubu (yazısı) ile sirkatini (hırsızlık yaptığım) ikrar ederse; çaldığı malı tazmin eder (= öder) ancak, onun eli kesilmez.

Şayet, bu yazı belirli olmaz ise, (su üzerine veya havaya yazı yazmak sonrada, "böylece, benim üzerime şahit olunuz." demek gibi...) bu şahitler, —yazdığı yazıyı bilseler bile— onun üzerine şahitlik yapa­mazlar. Çünkü, yazılan yazı belirli değildir.

Bu, anlaşılmayan söz gibidir. Erkek, kadın müslüman, zimmî bu hususta müsavidir. Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

İki kişinin yanında, bir mektup yazılır ve bu şahıslar okuyamazla! ve yazmazlar, mektubu yanlarında tutarlar ve ona şahitlik yaparlarsa; bu şehadetleri onların yanında caiz olmaz. Hakimin yanında ise, caiz olur. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir kimse, bizzat bir şey satın alır ve satıcıya karşıda, onun kusurlu olduğunu iddia eder; fakat, bu sabit olmazsa; sonra da, onu başka birisine satar; bilahare de, bu ikinci müşteri, o kusuru iddia eder; ikinci satıcı da, onu inkar ederse; daha önce birinci müşterinin iddiasına şahit olup, onu duyanlar, hali hazırdaki müşteriye göre, o kusur üzerine şahitlik yapabilirler. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, zeytin yağını veya diğer bir yağı yahut sirkeyi döker; o döktükleri de, bir başkasına ait olur; şahitler de bunu görürler; döken şahıs da: "Bunların içinde fare öldü; onun için döktüm." derse, onun sözü geçerli olur.                                                                                

Yalnız bu şahsa, "temizi zayi etmediğine dair" yemin ettirilir. Bu durumda şahitlerin, "temiz olarak döktü." diye şehadet etme .eri gerekmez.

Bir kimse, taze bir eti zayi eder; şahitler de bunu görürler, o şahıs ise: "Laşeidi." derse; sözüne itibar edilmez.

Bu durumda, şahitlerin onun boğazlanmış bir et olduğuna şahitlik etmelerine ruhsat vardır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şöhret ve duyurmak için şahitlik yapmak şu dört yerde olur; bi'1-icma' bu böyledir.

l) Nikahda,

2) Neseb de,

3) Ölüm de,

4) Kaza da. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir kimse, insanlardan "falan oğlu filan, bir kadına dahil olmuş." ve yine "filanın  zevcesi (karısı) fülane, dahil olmuş." veya "bir adam, birinin hakkına tecavüz eylemiş de, hakim ona hükmeylemiş." veya "filan adam ölmüş ve ölürken bir şeyler yapmış." diye duysa, bunların hepsine de şahitlik yapmasına ruhsat vardır.

Eğer yatağında doğurduğuna veya nikahı veya birinin hakim tayin olunduğunu ve hükmünü veya öleni bilmiyorsa, bu durumlarda, duy­duklarına göre şahitlik yapar. Zehiyre'de de.böyledir.

Keza, bir kimse bir adamı veya bir kadını, bir evde otururken ve bunları  karı  koca  gibi  davranırlarken  görürse,  bunların  karı-koca olduklarına şahitlik yapması müsaadelidir. Hidâye'de de böyledir.

Vakfa gelince, sahih olan, "aslının duyduğu gibi şehadet ettiği takdirde'' şahitliği kabuledilir. Şartlan hususundaki şehadeti hariçtir.

Vakfın sıhhatine teaalluk eden her şey, aslı gibidir. Şeriatinin üzerinde durulmaz. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

İmâm Zahîrü'd-dîn el-Mürğînânî şöyle buyurmuştur:

Vakfa göre şahitlik, —açıklama yönündes— şöyle olmalıdır; "Gerçekten o, mescide karşı vakfedildi." veya "Kabristana vakfedildi." şahitler böyle söylemiş olmazlarsa, onların şehadeti kabul edilmez. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Sadrü'ş-Şehîd ve Hassâf Edebü'1-Kadî isimli kitaplarında şöyle zikredilmiştir:

Şöhret ve duyurmak için şehadette bulunmak caizdir. Bu, Hidâye, Kenz ve Kâfî'de de böyledir.                

Çünkü, bu iş, şöhret bularak nesebde, mehirde, iddette ve namusun sübutunda hükümlere tealluk eder. Nihâye'de de böyledir.

Müntekâ'da "köle azadı hususunda da, şehadette şöhretin caiz olduğu  yazılmıştır. Muhıyt'te de böyledir.

Sahih olan da budur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bize göre, köle azadı hususunda, şahitlik yapmakda, şöhret ve tesamu' helel olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Köle cihetinden hasıl olan yakınlıkta, kulaktan duyma ile yapılan şehadet İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre makbul değildir.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un ilk kavlidir. Fakat, sonra bu sözden dönerek: "Bu halde şehadet, makbuldür." buyurmuştur. Zahirü'r-rivayede, sahih olanı da budur. Bedâi"de de böyledir.

Uygun olan kulaktan duyma hadiseleri, hakimin huzurunda tefsir .etmemektir. Şayet tefsire (tafsilata) kalkışırsa, hakim onun şehadetini kabul eylemez. Kâfî'de de böyledir.

İki kişi, hakimin huzurunda şehadette bulunarak: "Biz, gerçekten filan zatın ölümünü haber veriyoruz." derlerse; bu şehadetleri caiz ve sahihdir. Nihâye'de de böyledir.

Kulaktan duyma şehadetin caiz olduğu yerlerde, şahitler şehadette bulunarak: 'Biz görmedik; fakat, bizim yanımızda, bu hadise şöhret buldu." derlerse; bu şehadetleri caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Reşîdü'd-Dîn'in Fetvaları'nda: "Şayet tasrih edip açıklaya bilir­lerse, duyma yoluyla yapılan şehadet vakf için de kabul edilir.* diye yazılmıştır.

Çünkü, şahidin, çok kerre yaşı en az yirmi yıl vaff tarihi ise, yüz yıl olur. Hakim inanır ki, bu şahit, bu bilgiyi kulaktan duyma olarak söylüyor; yoksa, görme yoluyla değil...

Susmakla, açıklamak arasında bir fark olmadığına, Zahîrii'd-din el-Mürğînânî, bu manada işaret eylemiştir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Fetâvâyi Suğrâ'da şöyle zikredilmiştir: Nesebde ve gayrisinde ışöhretle şehadet için iki yol vardır:

1) Hakiki şehadet,

2) Hükmi şehadet.

Hakiki Şehadet: Bir şeyi çok sayıda bir toplumdan duymak ve duyulan bu şeyin şöhret bulmasıdır ki, bunun yalan olmasına ihtimal yoktur.

Burada, şahidin adaleti de şart değildir. Şart olan, o şeyin tevatüren söylenmesidir.

hükmî Şehadet'e gelince: Bir kimsenin yanında iki kişi veya iki kadın ile, adil bir erkek şehadette bulunursa; bu da hükmî şehadettir.

Bu, o şahsın, diğer iki kişiden şehadette bulunmalarını istemeden, onların söylemesidir.

Gerçekten bunu, İmâm Muhammed (R.A.) şehadet kitabında, (böyle yazmış ve şöyle buyurmuştur: "Bir kimse, iki adil kişiyle |karşılaşır; onlar da, onun nesebi hakkında, şehadette bulunup, onun halini bildirirlerse; o adamın, bu duygularına göre şehadetine ruhsat vardır. Şayet o adamın, yanında başka birisi, onun nesebi hakkında iki jşahid ikame ederse; bu durumda o adama şehadet ruhsatı yoktur.

Bir kimse, bir topluluğun içine girer; onlar, bu adamı tanımazlar; bu şahıs da: "Ben, filan oğlu filanım." derse; İmâm Muhammed (R.A.): "O adamların, bu kişinin nesebine şahitlik yapmalarına, ruhsat yoktur.'' buyurmuştur.

Hatta belde, ehlinden iki adil kişiye raslasalar; onlar, o adamın nesebi hakkında şehadette bulunsa, Cessâb, bu kitabın Şerhinde ve Sadru'ş-Şehîd, £debü'l-Kadî Kitabı'nda: "Yine de, şehadette buluna­mazlar. "buyurmuşlardır.

Ölen bir kişi hakkında, bir erkeğin veya bir kadının haber vermesi kafi gelir.'* denilmiştir. Muhtar olan da budur.

Nafakalarda: "Şehadet ederim.*' sözü şart değildir. Fethu'l-Kadîr de de böyledir.

Bir kimse,  filan kişinin defninde hazır bulunsa veya cenaze namazını kılsa, bu gözle görme mesabesindedir. Hatta, bu hususta taf­silat verse, hakim onu kabul eder. Muzmarat'ta da böyledir.   .

Bir kimsenin, ölüm haberi gelir ve ölüm zamanı yapılan şeyler, bu adam içinde yapılırsa; —onun öldüğüne— inanılır.

Ancak, bir toplum haber vermeden, önce bu şahsın ölüm haberini duyan kimsenin hakime gelip haber vermesine ruhsat yoktur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de Söyledi:

Alimlerimiz: Bu şahsım ölümü aleni olmaz; ancak, onun öldüğünü bir kişi haber verir ve haber verenle, haberi duyan, ikisi birden, şahitlik yaparlarsa;   hakim,   hükmünü   verir.'   demişlerdir.   Nihâye'de   de böyledir.                           

En iyisini bilen Allahu Tealâ'dır. [13]

 

3- ŞAHİTLİK YAPMANIN ŞEKLİ VE ŞAHİDLERÎN DİNLENİLMESİ
 

Şahitlik yapmada huzurda olanlara karşı, müddea aleyhe, müd-deîye ve meşhudun bih'e (= kendisine şehadette bulunulana) kendine şahitlik yapılan şey taşınır bir şeyse işaret etmek gerekir. Eğer ölüye göre veya hazır olmayana göre, vasi veya vekil huzurda bulunursa şahitlerin ölen adamın veya hazırda bulunmayan adamın isimlerini söylemeye baba ve dedelerinin de isimlerini söylemeye ihtiyaç vardır. Hassâf: "Dedenin ta'rifi şarttır." buyurmuştur.

Diğer bazı alimlerimiz de: "Bu şarttır.'* demişlerdir.

Bazı alimlerimiz ise: "Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Babasının ismini söylemek kafi gelir." buyurmuştur. Ztehıyre'de de böyledir.

Sahih olan, onun gerçekten, dedeye n;isbet edilmesidir. Ve elbette bu böyledir. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.

Bir hakim, hükmünü dedenin ismini söylenmeden verirse; bu hü­küm geçerli olur. Çünkü, dedenin ismi. husuuu, kendisinde içtihad edilen fasılda vaki olmuştur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Eğer şahıs, ismiyle çok iyf tanınan birisiyse, (İmâm Ebû Hanîfe gibi...) bu kafi gelir; babasının, dedesiriin adını söylemeye ihtiyaç kalmaz. Bahru'r-Raik'ta da böyledir.

Dedesinin adının söylenilmesinin şaırt olduğu yerlerde, san'atı, dedesinin adının yerini tutmaz. Ancak, san 'atı ile iyi tanınan birisiyse, buna mahal yoktur. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer kendisinin, babasının, kabilesinin ismini ve san'atını da söyler; mahallesinde de, bu isimde birisi bulunmazsa, onun san'ati kafi gelir. Eğer, aynı san'atı yapan başka birisi ti'laha varsa, o zaman başka bir şeyle ayırım yapmadan, bu kafi gelmez.  Edebü'l-Kâdî'de böyle söylenmiştir.

Hulâsa, muteber olan, bilginin husulü ve ortaklığın kalmasıdır. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir kimsenin, ikrarı üzerine, şahitler hudutları belli bir şeyin, (satışına veya alışına yahut buna benzer bir şeye, şahitlik yaparlarsa; şehadetlerinde, onun ikrarını aynen söylemeleri veya "Bizzat kendisi ikrar eyledi." demeleri gerekir. Zehıyre'de de böyledir.

Fakıyh Ebü'l-Leys'in Fetvarı'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, diğerinin belirli sayıda canlı malını, zayi ettiğini iddia ve bunu da isbat ederse, şahitlerin, onların erkek veya dişi olduklarını açıklamaları uygun düşer.

Eğer bu açıklamayı yapmazlarsa, Fakıyh Ebû Bekir: "Ben, şeha-detin batıl olmasından korkarım ve bu dava da, iddia sahibine hükme­dilmez. Eğer şahitler bu hayvanların dişiliğini ve erkekliğini beyan eder­lerse; şehadetleri caiz olur. Renklerini söylemeye ihtiyaç kalmaz.

Bu kimse, erkekliğini ve dişiliğini söylemekle nev'ini de açıklaması gerekir. At veya eşek gibi..." buyurmuş ve:

Hayvanın adını söylemek kafi gelmez. Babamın hocalarından birisi: '"Erkekliğini ve dişiliğini önce söylemek, esahh olanıdır." buyurmuştur. (At veya kısrak, koç'veya koyun gibi...)" demiştir.

Şayet hakim şahitlerden,  "hayvanın rengini" sorar, onlar da söylerler;   sonra  da  ikinci  mahkemede,   söyledikleri  rengin  hilafını söylerlerse, şehadetleri makbul olur; bu tenakuz earar vermez. Çünkü, ona ihtiyaç yoktur.

îki kişi, şehadette bulunarak: "Bu kadın, filanedir." bu, iddia olunana haramdır. Üç talak ile boştur. Ondan vaz geçmesi (=  el çekmesi) gerekliçlir." deseler; İmâm: Elbette, bu durumda iddia olu­nana, onun haram olması gerekir. İşte o şahıs da, şehadetinde üç talak iboşamış olduğunu söylemesi icabeder.

Keza, bu hususta tek şahit kafi gelmez. Gerçekten ona yemin etti­rilir. Şayet yeminini bozarsa, onun açıklanması talep edilir. Hâvî'de de .böyledir.

İflasa ait olan şahitlikte, şahitlerin, şehadette bulunurken: "Biz, ,onun  geceli-gündüzlü  giydiği   elbiseden  başka  malını  bilmiyoruz."demeleri gerekir. Sirâciyye'de de böyledir.

Bir kimse, diğerine gelerek, pazarlık edip, satıcıya dirhemler vererek, bir elbise alıp ayrıhrsa; akidleşip diliyle bir şey söylemeseler, işte bu caiz olur.

Eğer, aralarında dava hasıl olur, şahide de ihtiyaç olursa; alimler: "Şahitlere uygun olan, onun dirhemleri vererek, bir elbise aldığını söylemektir." demişlerdir.

Alım-satıma şahitlik yapamazlar. Ancak, aralarında ahm-satım hususunda şahitlerin daha önceden bildikleri bir şey varsa, onu söylerler.

Hakim de, davaya göre, durumun icabını yapar, bu ahm-satimm, ya cevazına veya adem-i cevazına hükmeder. Fetâvâyi KâCİthân'da da böyledir.

îki kişi arasında, karşılıklı konuşarak bir alış-veriş yapılır ve bu hususta şehadete ihtiyaç bulunursa; şahitler nasıl şehadette bulunurlar? "Bunlar ancak, alış-verîşe şahitlik yaparlar; almaya, vermeye de şahitlik yapsalar olur.'* denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer, şehadetlerinde: "İddia sahibi, iddia ettiği şeyin sahibidir. "Müddea aleyhin, elinde bulunana hakkı yoktur.'' derlerse; alimler bu hususta ihtilaf eylediler.

Sahih olanı iddia sahibinin, hakimden mülkünü istemesidir. Çünkü bu kadar beyyine kafi gelir.

Eğer teslimini talep ederlerse; şahitler: "Müddea aleyhin elinde bulunan da hakkı yoktur." demedikçe, ona hükmetmez.*' buyurdular. Füsûlü'l-tmâdiyye'de de böyledir.

işte bu, doğruya en yakın eve en uygun olanıdır.

Eğer hakim, şahitlerden sorarak: "Bu davalının elinde olan şey, onun hakkı değil midir?" der; şahitler de: "Biz bilmiyoruz." derlerse; bu şehadetle mülkiyet hükmolunur. Zehıyre'de de böyledir.

Şahitler, şehadette bulunduğu zaman bu ayn (= bizzat bir şey) fülan iddia sahibinindir; davalının elinde haksız olarak duruyor." derler de: "Elini ondan kesmesi ve mülkünü iddia sahibine vermesi gerekir." demezlerse; bu Şeyhu'l-İslâm Ebu'l-Hasan AH es-Sağdî (R.A.), naklen: ' 'Burada ihtilaf vardır.'' demiştir.

Alimlerden bir kısmı: "Elbette, hakimin bu durumda, o aynı iddia  sahibine teslimi gerekir." derken; diğer bir kısmı da: "Bunu söylemeye ihtiyaç yoktur.  Şahitlerin şehadeti makbuldür.  İddia sahibi talepte bulunursa, davalıya, bu malı teslim etmesi emredilir." demişlerdir.

Alimlerin ekserisi bu görüştedirler.

Şeyhu'l-İslâm: "Ben buna göre fetva veririm." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Nesefî'nin Fetvaları'nda:"Şahitler için, en uygunu, bu şehadette "Bu ayn, bu iddia sahibinin hakkıdır. Müddea aleyhin hakkı değildir." demeleridir." buyurulmuştur.

Şeyhu'1-İmâm Fahru'l-İslânı Ali el-Bez d e vî şöyle buyurmuştur: Müddeînin: "Bu şey, benim mülkümdür." demesi kafi gelmez.

Uygun olanı "Filanın elinde bulunan şey, onun hakkı değildir; benim hakkımdır." demesidir. Bu şekilde karşı tarafı nefy ihtiyattır. Fakat bu ihtiyat, teslim zamanındadır. Zehıyre'de de böyledir. j • Şemsü'l-Eimme el-Evzecendî'den: Şahitler farsca olarak: "Biz jşehadet eyleriz kî, bu iddia olunan şey, bu iddia edenindir." derlerse, bu ;§ehadetieri kabul edilir mi? diye soruldu.

İmâm:

"Evet, edilir" buyurdu.

Bazı, alimler ise: Bu şehadetin kabul edilmemesi gerekir. Çünkü, onlar örfe göre hal ve istiklali belirtmediler." demişlerdir. "Biz şehadet ediyoruz, gerçekten, bu şey filanın hakkıdır, deseler" bu sözle o mülk (o şey) o adamın olur mu? "Evet, olur." buyrulmuştur.

İmâm Zahîrud-dîn el-Mürğînânî şöyle buyurmuştur: Uygun olan hakimin onlara açıklatmasıdır. Onlar, kimin malı olduğunu açık ifade etmelidirler. Eğer açıklama yaparlarsa, hakim onların açıklamalarına göre hükmeder. Açıklama yapmazlar veya huzurda bulunmazlar yahut Ölmüş olurlarsa, hakim onların daha önceki ifadelerine göre hükmeder. Zebıyre'de de böyledir.

Şemsü'I-İslam el-Evzecendî'nin Fetvâlan'nda şöyle buyrulmuştur: Şahitler bir şey hakkında, şehadette bulunurlar ve: "Bu, iddia sahibinin hakkıdır." derler, ancak "mülküdür." (= malıdır) demez­lerse; şehadetleri kabuledilir; diyenler de olmuş, "edilmez." diyenlerde tolmuştur. En uygunu, hakimin şahitlere, bu ifadelerini iyice 'açıklatmasıdır. "Mülk" ile neyi murad ediyorlar, "hak" ile neyi murad ediyorlar onları açıklatmahdır. Bir adam: "Bu ev benim hakkımdır." dese de "mülkümdür." demese, dava sahih olur mu? Muhıyt'te de böyledir.

Eğer şahitler şehadette bulunup bunu da iyice açıklarlarsa; sonra da başka birisi: "Ben de arkadaşını gibi şehadet ederim." derse; hakim, onun da ayrıca söylemesini ister.

Şemsü'1-İmam Şemsü'l-Eimme Ebâ Mahammed Abdü'1-Aziz Ahıned el-Halvanî: Bu ihtiyattır. Gerçekten şahitten, icmal kabule-dilmez. Bu babda adettir." buyurmuştur.

Fakat bize göre, önceki şahit, şehadetini açıklamalı yapar; ikincisi 'de: "Ben de böyle söylerim." derse; bu kafi gelir. Bundan sonra, eğer şahit, fasih ise, şehadetini açıklamalı yapar. Onun icmali kabul edilmez. Eğer şahit acemi olur; fesahat nedir bilmezse; onun icmali (= kısa 5ehadeti) kabul edilir. Mahkemenin tesiri altında kalırsa, söylediklerine itibar edilir. Fakat, diliyle tabir edemez ise, işte onun şehadeti kabul ıedilmez.

Şeyhu'I-îmam Ebu Bekir Muhammed bin Ebf Sehl es-Serahşî şöyle buyurmuştur:

Muhtar olan, cevabın tafsilatlı olmasıdır.

Eğer hakim, şahitlerde hiyanet hisseder ve onların, yalan söyleye­ceklerine ihtimal verirse, her şahide "şehadetini iyi açıklamasını" emreder.

Hakim de böyle bir his bulunmazsa, tefsir teklifinde bulunmaz. Ve re'yine göre hükmeyler. Sadru'ş-Şehid'in Edebü'1-Kâdî Şerhî'nde de böyledir.

Şemsü'I-İsIam el-Evzecendi: îcmal (= kısa) şehadet, ancak ikinci Şahitten kabuledilir. İddia sahibi, bütün açıklığıyla iddia eder; davacı da huzurda olur, şahidin şehadeti de iddiacıyı teyid ederse, bununla fetva verilir. Hulasa'da da böyledir.

Bu sözler, ikinci şahidin: "Ben de birinci şahit gibi söylerim." veya "Onun gibi şehadette bulunuyorum." dediği zamandır.

Fakat ikinci şahit: "Öncekinin şehadeti benim de şehadetimdir." derse, bu bi'I-icma kabuledilmez. Çünkü, öncekinin şehadeti hak üzre olmayabilir.

Keza "Öncekinin sehadetinin aynısını söylüyorum." veya "Önceki gibi söylüyorum." derse; şehadeti kabul edilmez. Çünkü, misil ( = benzer) bazan değişik manada olur. Sanki o "Ben de öncekinin şehadeti gibi şehadet ederim." demiş olur ki, (Bu mümkün olmaz.) bir adamın dediğini,   diğeri   aynen   söyleyemez.   Sadru'ş-Şehîd'in   Edebü'I-Kadî Şerhî'nde de böyledir^

Şahidin şehadeti, beyaz bir kağıda yazılarak kendisine karşı okunur.

Kendisi de "Şehadet ederim ki, iddiacının bütün söyledikleri ve ;davalıyi vasıfladıkîan bu yazıda vardır." veya:i(Bu okunan, iddiacının .dedikleri gibidir. Davalının elinde olan şey haksızdır. Onu iddia sahibine .teslim etmesi gerekir. Bu şehadetim doğrudur." der.

İmâm Serahsî'nin buyurduğu rivayet olunmuştur:

Bir kimsenin elinde olan ev, iddia edilir; o da bir kağıda yazılarak okunur; diğer şahit de: "Beraber oku." derse, onun bu sözü kabul edilmez, (ve her şahidin ifadeleri ayrı ayrı okunur.)

Şahdin: "On iki dirhem" demesiyle "iki ve on dirhem" demesi veya İddia sahibinin: "Bu eşya, benim on senedir mülkümdür." veya "iki ve lon senedir mülkümdür." demesi aynidir. Muhıyt'te de böyledir.

Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

Şahitlerden birisi, şehadette bulunur ve onu, kendi diliyle yazılı olarak okur; diğerinin yazılı ifadesini de önceki beraber okursa; işte bu şehadet sahih değildir. Zehıyre'de de böyledir.

Ali bin Ahmed'den soruldu:

—Bir şahit, iddia edenin hududunu kağıtta* görünce vasfeyler o Vazıyı görmeyince, vasfedemezse, onun şehadeti kabul edilir mi?

İmânı şu cevabı verdi:

—Ona bakıp, ondan dinleyip hıfzedince şehadeti kabul edimez. Eğer yazıya bakmaz; Kur'an okuyandan dinleyip öğrenen gibi, hıfzeder de söyleyebilirse, şehadeti kabuledilir. Yetime'de de böyledir

Bir kimse, diğerine karşı, "on dirhem alacağının olduğunu" iddia eder  ve buna göre  de  şahitler  dinletir;  şahitler:   "Gerçekten,  bu davacının, davalıda on dirhem meblağı vardır." derlerse; esahh olan, ışehadetleri kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, diğerinde, "on iki dirheminin olduğunu" farsca iddia [eder; şahit de farsca "On iki dirhem alacağını olduğunu söylerse (yani birisi (dü vazdeh dirhem) der şahitte (deh vazdeh dirhem) derse) bilinmediği takdirde bunlar kabul edilmez.

Keza, iddiacı (deh düvezdeh dirhem) derse; davasına bakılmaz.

Davanın tarihini de bu şekilde söyler ve (în ayn mülkü menist ez deh. duvaz deh sal) derse yani "bu mülk, on veya on iki senedir benimdir.*', derse davasına bakılmaz. (Kesin bir tarih söylemediği veya dili anlaşılmadığı için bu böyledir.)

Keza şahitler şehadetlerinde, ayrı ayrı tarih söylerse, şehadetleri kabul edilmez. Zehıyre'de de böyledir.

Davacı, bir başkasının, bir şeyini aldığını iddia eder, şahitler de farsca (în müddea aleyh çünin güft kih in müddeî in müddeî bihra ber men fürsetad" derse; şehadetleri kabul edilmez. (Bu durumda, müter­cime ihtiyaç hasıl olur.) Hulasada da böyledir.

Bir hadise hakkında, üç kişi şahitlik yaparlar; sonra da, hüküm verilmeden  önce,  bunlardan  birisi:   "Estağfirullah gerçekten  benim şehadetim, yalandı." der; hakim de onu duyar ancak, onların hangisinin söylediklerini bilemez ve hakim onlardan kimin söylediğini sorunca da onlar: "Hepimiz söylediğimizin üzerindeyiz." derlerse; hakim hüküm vermez.

Eğer iddia eden, onlardan ikisini bir gün sonra getirir ve onlar, aynı hadiseye yeniden şehadette bulunurlarsa, şehadetleri caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, davadan önce, bir hadise hakkında şehadette bulunur; sonra da davadan sonra, aynı şehadetini tekrarlarsa, şehadeti kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Şahitlik yapan bir şahıs, şehadetinin doğruluğu hakkında tereddüt eder; sonra da: "Ben şehadetimin bazı yerlerinde vehme (= şüpheye) düştüm." (yani,  "gerekeni söylemeyi terk eyledim." veya "gereksiz şeyler söyledim." derse; eğer, bu adam adil değilse şehadeti mutlaka reddedilir. (= kabul edilmez.) Bunu nerede söylerse söylesin böyledir.

Eğer bu şahıs adil ise, şüphenin dışında kalan şehadeti kabul edilir.

Mesela: "Şehadet ederim." sözünü terk etmiş; veya davalının yahut davacının isimlerini söylememiş veya onlardan birine "şu davalı", "şu davacı" diye işaret etmemiş olsa;, ister hüküm meclisinde olsun ister başka yerde olsun, şüphenin dışında kalan şehadeti kabul edilir.

Fakat, hakkı örtme yerinde şüphe olursa, (mesela: "Ben bin dirhem üzerine şahitlik yapıyorum." dedikten sonra "Ben galat söyledim. O beş yüzdirhemdir." veya bunun aksi gibi olur) ve şayet bu mahkemede vuku bulursa, şehadeti kabul edilir.

Fakat mahkeme meclisinden kalktıktan sonra söylerse, şehadeti . kabul edilmez.

Hadlerde (hudutlarda) vuku bulan yanılmalar da böyledir. Şarkta diyeceği yerde, garpde demek gibi... Veya neseb de, Ömer oğlu Ali diyeceği yerde; Ali oğlu Ali demek gibi...

Eğer ayni mecliste hatırlarsa, şehadeti düzeltmesi kabûledilir; değilse, edilmez. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre meclisten kalkmış olsa da şehadeti kabul edilir.

Zahir olan, önceki kavildir. Bahru'r-Raık'ta da böyledir.

İbnü Semaa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

İki adam, bir kişinin üzerine mal ile şehadette bulunsalar; hakim hükmünü vermeden önce de, iki kişi gelerek, "bunların şehadetlerinden döndüklerine" şahitlik yapsalar, eğer hakim,önceki şahitler için "şeha­detlerinden döndüler." diyenleri tanıyor ve bunlar adil kişilerse; hakim işi durdurur; infaz etmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir evi iddia eder ve beyyinesini de ikame eder; hakim, onun beyyinesipi (= isbat, senet, belgesini) ibtal eder; sonra da, yirmi sene geçince, yine gelerek, "o evin başkasına ait olduğuna" şahitlik yaparsa; bu şehadeti geçerli olmaz.

Keza; "Bu ev filanındır. Benim hakkım yoktur." dedikten sonra, bir daha "başkasınındır." diye şahitlik yapsa; bu şehadeti kabul edilmez. Hulâsa'da da böyledir.

Davacı hakime: "Benim beyyinem yoktur." der; hakim de dava­lıya yemin verirse; iddia batıl olur.

Sonra iddiacı beyine getirirse; Hasan bin Ziyad (R.A.)'m: "Bu şahsın beyyinesi kabul olunur." dediği rivayet olunmuştur.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, bu şahsın beyyinesi kabul edilmez.

Bu, şuna göredir: İddia sahibi: "Her zaman şahit getirdiysem yalan söylediler." dese ve sonra yine şahit getirse, bu böyledir.

Bu muhalefet üzerine, iddia sahibi: "Benim —bu davaya göre— filan ve filan şahitlerim vardır." dedikten ve bunların şahitliklerinden sonra: "Bunlar yalan söylediler.'* derse; bu sözünün değeri yoktur. Muhiyt'te de böyledir.

Şayet davacı: "Beyyinemin tamamı batıldır." demiş olur ve sonra da, beyyine ile gelirse, sözü dinlenmez.

Halvani: Bu hususta rivayetler muhteliftir." buyurmuş ve "İmam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavli, Hasan bin Ziyad'ın kavli gibidir." demiştir.

Kadî'1-İmâm Ebû AH en-Nesefî: Bu günün kazası (- hükmü) İmâm Muhammed (R.A.)'e göredir. O ise, böyle bir şehadetin kabul edilme­mesidir." demiştir.

Kâdî'I-İmâm Fahru'd-dîn ise,  bu şehadetin kabulü ile fetva vermiştir.

îki kişi: "Filan adamın şehadeti yoktur." deseler, sonra da onlar şahitlik    yapsalar;    Mü ntekâ 'da:    " Onların    şahitlikleri    caizdir.'' denilmiştir.

İmâm Muhammed (R.A.), Nevâdir'de şöyîe buyurmuştur:

Bir   kimse:   "Filan   adamın   şehadeti,   benim   yanımda   geçerli değildir." dese; veya bir şahıs: "Benim, bu hususta bir bilgim yoktur." dese, sonra da şahitlik yapsa; şehadeti caiz olur.

Keza, iki kişi: "Bizim, filana karşı yapacağımız bütün şahitlikler yalandır." deseler; sonra da gelip şahitlik yapsalar; veya bu iki kişi: "Biz, her ne zaman söylersek hatırlayanlayız." deseler; sonra da: "Hatırladık" deseler, şehadetleri caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimsenin elinde bölunan bir köle hakkında, dava edilse; onun üzerine, bir başkasının şahitleri bulunsa; o şahitlerden birisi, hakimin huzurunda: "îddia olunan ve iddia olunanın elinde bulunan köle dava edenin kölesi değildir." dedikten sonra, iddia eden, bizzat o kölenin kendisinin olduğunu söyler ve aynı şahit ilk sözünü aynen tekrarlarsa; "hakimin, onun şehadetini kabul etmemesi gerekir." denilmiştir.

Keza: "Hakim,    onun   şehadetini   kabul   eder."    denilmiştir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kimse, başka birisinin elinde bulunan köleyi, iddia eder ve: "Sen, bu köleyi bana bin dirheme sattın. Ben de parasını peşinen ödedim." der; iddia olunan adam da, alım-satımı ve bedeli aldığını inkar ederse; iki şahid de, satıcının sattığına dair ikrarına, davacının lehine şehadette bulunurlar ve: "Biz, köleyi tanımıyoruz. Fakat, o bize, köle Zeyd idi dedi." derler; başka iki şahit de: "O kölenin adı Zeyd'dir." derlerse; satıcı da, "kölen adının Zeyd olduğunu" söylerse; bu durumda, dava hükme bağlanmaz; satıcıya yemin ettirilir. Saye yemin 'ederse, bedel kendisine geri verilir.

Eğer satıcı yeminden kaçınırsa, satım, onun yeminden kaçınması sebebiyle, lazım olur.

Eğer İki şahid, şehadette bulunurlar ve satıcı kölesi Zeydi sattığını söylerler ve onu bir işe veya san'ata nisbet eylerlerse veya bir kusurla vasıflarlar; o vasıf nisbetler de mutabık olursa; İmâm: "Bu önceki kıyasda vardır. Eğer şahitler, o köleyi belirli bir şeye nisbet ederlerse; istihsan olur. Cariye de böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir: İki şahit şehadette bulunarak: "Bu ev, bin arşındır;" derler; bu ev de, beşyüz arşın olursa veya: "Şu şu, on avuçtur." diye şahitlik yaptıkları halde, şu; şehadetleri geçersizdir.

Böyle ikrar ederlerse; ikrar olunanların tamamı da böyledir. Eğer, iki kişi şahitlik yaparak "Onun yurdu, bu yurdun içindedir." derler; fakat hududunu ve yerini bilmezlerse, şehadetleri caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Şahitler  şehadette  bulunup:   "O  kadın,   onun  karışıdır  ve helalidir." derler, fakat akitlerini söylemeselerde; muhtar olan şehadet-lerinin caiz olduğudur. Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir kimse iddia ederde, "Bu elbise onun yanında rehindir." veya "O, onu zoraki almıştır." diye iddia eder; şahitler de böylece şehadette bulunurlar; yalnız "Biz, hangi elbise olduğunu bilemiyoruz." derlerse; şehadetleri kabul edilir. Ebliseyi açıklamak gasbedene ve rehin bırakana aiddir. Muzmarât'ta da böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsın ikrarı üzerine bir kimsenin malı için, "Bu, bir borçtur." veya/'Emanettir." diye şahitlik yaparsa, bu şehadet de caizdir. Mültekıt'ta da böyledir.

En doğrusunu Allahu Teâlâ bilir. [14]

 

4- ŞEHADETİ KABUL EDİLEN VE KABUL EDİLMEYEN KİMSELER
 

Bu babda:

1) Şehadete Ehliyeti Olmadığı îçin Şehadeti Kabul Edilmeyen Kimseler;

2) Fışkı Sebebiyle Şehadeti Kabul Edilmeyen Kimseler;

3) tham Edilmesinden veya Tenakuzun Lüzumundan yahut Hükmü Bozma Gereğinden Dolayı Şehadeti Makbul Olmayan Kimseler; olmak üzere üç bölüm vardır. [15]

 

1- Şehadette Ehliyeti Olmadığı İçin Şehadeti Kabul Edilmeyen Kimseler
 

Alimlerimize göre, ahrasın (=  dilsizin) şehadeti caiz değildir. Zehıyre de de böyledir.

Her iki. gözü kör olan kismenin de şehadeti caiz değildir. Gözlerin kör olması, ister hadiseden önce olsun, isterse sonra olsun, müsavidir.

Duyma yoluyla, körün şehadetinin caiz olup-olmaması hakkında ihtilaf vardır: İmâm Ebu Yûsuf (R.A.): "Duyma yoluyla olan şahitliği kabûledilir.   Şayet   hadise   zamanı   görüyor   da,   şehadet   vaktinde görmüyorsa, —her ne kadar ismini nesebini bilse bile— duyması kafi gelmez." buyrulmuştur. Fethû'l-Kadîr'de de böyledir.

Bu durum, onun şehadeti zamanında, onun işaretine muhtaç (olmadığı zamandadır.

Fakat iddia sahibi, onun işaretine muhtaç ise, bi'1-icma şehadeti kabul edilmez. Bedâi"de de böyledir.

Şayet körlük, şehadet yaptıktan sonra, fakat hüküm verilmeden önce olursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, hükümden kaçınılır. Kâfî'de de böyledir.

Kör olarak şahitlik yapan şahsın şehadeti red edildikten sonra güzleri açılır ve aynı hadiseye şehadette bulunursa, şehadeti kabul edilir. Hulâsa'dada böyledir.

Sabilerin ve delilerin şehadetieri kabul edilmez. Bunak da, mecnun hükmündedir.

Bir kimse, bir saat cinnet geçirse, bir saat da ifakat bulsa, ifakatı zamanındaki şehadeti kabul edilir.

Şemsü'I-Eimme Halvânî (R.A.) cünûn (= cinnet delilik) süresini iki gün olarak takdir etmiş ve: "Tecennünü, iki gün veya daha az olur; sonra da, iyileşirse; bu iyilik halindeki şahitliği kabul edilir." demiştir. jMuhiyt'te de böyledir.

Tek bir kadının şahitliği kabul edilmez.

Yalnız ben olan kadının —mirasın dışında— nesebini sabit olması hususunda doğuma şehadeti kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Keza, oyun oynarken, çocukların biri biri hakkındaki şehadetieri kabul edilmez.

Her ne kadar ihtiyaç olsa bile, hamamdaki kadınların hamamda ivaki şehadetieri, kabul edilmez. Zehıyre'de de böyledir.

Keza, zindanda (= hapishanede) hapislerin orada cereyan eden bir vakıa hakkında birbirlerine karşı şehadetieri caiz değildir.

Fakat, kadınların, ana karnındaki çocuğun kaç aylık olduğuna, bir de, doğumda çocuğun canlı veya cansız doğduğuna dair şehadetieri veya doğumda her hangi bir azasının hareket edip etmediği hakkındaki şeha­detieri kabul edilir.

Bunların çocuğun üzerine, cenaze namazı kılınıp kilınmayacağı hakkındaki şehadetleri, bi'1-icma' kabuledilir.

Ancak, miras hakkındaki şehadetleri ihtilaflıdır:

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Şehadetleri kabul edilmez; İki erkeğin veya iki kadın bir erkeğin şehadetine ihtiyaç vardır." buyurulmuştur.

İmâmeyn ise: "Eğer kadın adile ise "Tek kadının da şehadeti mak­buldür." buyurmuşlardır. Tercih edilen de budur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Çocuğun doğum anındaki hareketine gelince, her iki imama göre de, iki kadın, iki erkeğin şehadeti gerekir. Muhiyt'te de böyledir.

Kadınların, hırsızlık hakkındaki şehadeti eriyle  el kesilmez. Ancak, hırsıza tazminat yaptırılır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse: "Eğer, ben içki içersem; şu kölem hür olsun." der; bir erkekle, iki kadın da, o adamın içki içtiğine şahitlik yaparlarsa; bu köle azad olur. Adama had yapılanız.

Keza, bir şahıs: "Eğer filanın malım çalarsam, kölem azad olsun." der; bir erkekle, iki kadın da, onun, o adamın malını çaldığına şahitlik yaparlarsa; kölesi azad olur; fakat, eli kesilmez. Hulasa'da da böyledir.

Memiükün (= kölenin) şehadeti makbul değildir. Köle, ister mü-debber olsun. İster, mükateb olsun; isterse, ümmü-veled olsun fark etmez.

Bir kısmı azad edilmiş olan kölenin şehadeti de, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Köleliği   sebebiyle şehadeti kabul olunmayan kimsenin tamamı azad olur veya kafirliği veya çocukluğu sebebiyle şehadetleri kabul olunmayan şahısların sonradan bu mani halleri zail olursa, şehadetleri kabuledilir.

Fasıklığı sebebiyle şahitliği kabul edilmeyenlerin veya karı-koca oldukları için, birbiri hakkında şahitlikleri kabul edilmeyen kimselerin veya efendisinin kölesi; kölesinin efendisi hakkında şahitlikleri kabul edilmeyenlerin, bu halleri zail olsa bile, yine şehadetleri kabul edilmez. Şayet efendisinin hadisesine şahit olur veya iki kadının, biri birine karşı davaları  bulunursa;  bunlar  birbirinden  ayrıldıktan  sonra,  şehdetler kabul edilir. Her ne kadar, hadise zamanı köle veya kafir, çocuk ise de, bu halleri gittikten  sonra, yapacakları şehadet kabul edilir.  Çünkü şehadette itibar şehadetin eda edildiği zamandadır. Bu durumda ise, bunların şehadete mani bir halleri yoktur.

Karı-koca birbirine nikahlı iken, bir biri hakkında şikayette bulunsalar; hakim şehadetleri kabul eder; reddetmez. Aralarında ayrılık vuku bulsa, İmâm Muhammed (R.A.) bu faslı Asi kitabında zikreyle-memiştir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre hakim şehadeti yeniletir; önceki şehadette hükmeylemez. Muhıyt'te de böyledir. [16]

 

2- Fışkı Sebebiyle Şehadeti Kabul Edilmeyen Kimseler
 

Büyük bir günahı aleni (= aşikar, açıktan açığa) olarak işleyen kimsenin bi'1-ittifak, şehadeti men edilir.

Küçük günahlara gelince, eğer onlar, fısk nev'inden iseler (insan­ların duymasıyla şeni oluyorsa mutlaka fasıktır.) bunları işleyen kim­senin de şehadeti kabul edilmez.

Eğer böyle değil ve iyiliği ekser ise (fesadından salahı çoksa; savabı hatasından fazla ise) kalbi selim olmasa bile adil ise, böyle'bir kimsenin şehadeti kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): Fasık, halk arasında mürüvvet sahibi, büyük bir kişiyse şehadeti makbul olur." buyurmuştur. Esahh olanı, fasıkın şehadetinin kabul olunmamasıdır. Kâfî'de de böyledir.

Faiz yiyen ve buna devam eden kimsenin şehadti kabul edilmez. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Haram yemekle şöhret bulmuş kişinin de, şehadeti kabul edilmez. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir. .

Bir defa bile olsa, yetimin (haksız olarak) malını yiyeni kimsenin şahitliği, kabul edilmez. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

İçkiye devam eden ve içmek niyetinde olan yani bulsa içmek isteyen kimsenin şehadeti makbul olmaz.

Şemsü'l-Eimme Serahsî şöyle buyurmuştur:

Devamlı içmek ile beraber, insanlara karşı aleni içmek de vardır. Ve sarhoş olarak sokağa çıkıp çocukların onunla alay etmesi vardır. Eğer gizli içerse adaletten düşmez.

İmâm Muhammed (R.A.), Asfda şöyle buyurmuştur:

Devamlı içki içenin şehadeti makbul olmaz.

Sununla, şarabın haricinde bütün içkiler irade edilmiştir. Mohıyt'te de   böyledir. Şayet   tedavi   için   içerse,   adaletten   düşmez.

Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Kebair meclisinde oturanın da —her ne kadar kendisi içmese bile— şehadeti kabul edilmez. Muhjyt'te de böyledir.

Fışkı sebebiyle hadde {- cezaya) müstehak olan kimsenin ve; büyük bir günah işleyen kimsenin şehadeti kabul edilmez. Hidâye'de de^ böyledir.

Muayyen (belirli) vakitleri olan, namaz oruç gibi farzları, özürsüz; geriye bırakan kimselerin de adaletleri düşer.

Muayyen vakti olmayan zekat, hac gibi farzlara gelince; Hişam, İmâm Muhammet! (R. A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Onların te'hiri, sahibini adaletten düşürmez.

Mohammed bin Mukatil (R.A.) de, bunu kabul eylemiştir.

Bazı alimler ise: Özürsüz, hac ve zakati tehir etmek adaleti düşürür. Demişlerdir. Bu görüşü, Fakıyh Ebû'1-Leys, kabul etmiştir.

Kadî Fahns'd-din de, bu farzları tehir edenlerin, adaletinin düştüğünü kabul eylemiştir.

Zamanımızda, haccı te'hir edenler, adaletten düşmezler. Muzma-rat'ta da böyledir.

Sahih olan, zekatın geciktirilmesi de adaleti geçersiz kılmaz. Bir kimse, üç Cum'ayı terk ederse fasık olur.

Bu durum, bir çok yerde söylenilmiştir. Şemsü'I-Eimme ei-Hsdvani, bu görüşü kabul eyledi. Fetva da, buna göredir. Bu, Özürsüz olarak, meccanen ve ondan 'kaçınılarak yapılan, zamandadır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer bir1 kimse, hastalık veya şehre uzak olmak veya imamın fasıklığım te'viî sebebiyle veya buna benzer hallerde, Cum'ayı terk etmişse onun şehadeti terk ve reddedilmez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, namazı cemaatla kılmayı hafife alarak' terkeder ve avamın yaptığı veya mecnunların, fasıkların yaptığı gibi cemaatı fevt etmek isterse, şehadeti düşer.

Şayet onu imamının fasık olduğunu te'vil ederek terk eder ve ona iktidânın mümkün olmadığın düşünerek ve onu o fasıklıktan vaz geçirmenin mümkün olmadığını bildiğinden namazını evinde yalnız' başına kılarsa, veya imamı sapıklıkta görür ve ona uymanın caiz olmadığı kanaatında olursa; bunlar, cemaati terk sebebiyle, o zatı ada­letten düşürmez. Muhiyt'te de böyledir,

tki kişi, "bir adamın karısını üç talak boşadığına şehadeti yap­salar ve onun sahibü'l-firaş olduğunu söyleseler ve: "Biz bundan önce, ona göre şahitlik yaptık.'* Yalnız, o adam, bize "bunu saklayın; kimseye demeyin." dediği için demedik." deseler; bu şehadetleri kabul edilmez. Çünkü onlar, kendilerinin fasık olduklarını ikrar eylemişlerdir. Ve bun­ların fasıkhkları sözle değil, yaptıkları işlerdir. Vâkıâtü'l-Hüsamiyye'de de böyledir.

tki kişi, bir adamın talakı veya ıtakı (=  köle azad etmesi) hakkında şahitlik yapsalar ve: "Bu, bir sene önce idi." deseler, şehadet­leri caiz olur. Şehadetlerini tehir etmeleri vehmi gerektirmez.

Uygun olan, bunun adamın karısını nikahı altında tuttuğu ve köelyî de azat etmemiş olduğu zamandır! Çünkü, dava bunların şehadetiyle şart değildir. Dava yapılırda şehadeti tehir ederlerse, fasık olurlar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şeyhu'l-İslâm Hâher-Zade şöyle buyurmuştur:

Kul haklarında, iddiacı tarafından şehadet talep edildiği halde, açık bir mazeret olmaksızın o tehir edilir, bundan sonra da şehadeti eda eder­lerse, bunların şehadetüeri kabul olunmaz. Çünkü bu te'hire, hak sahi­binin rızası yoktur. Bu tehir de özürsüz olarak yapıldığından, her ikisi de fasık olmuşlardır. Zahîriyye'de de böyledir.

Satrançla kumar oynayan kumarcıların şehadetleri kabul edilmez.

Başka bir şeyle kumar oynayanların şahitlikleri de kabul edilmez.

Her ne kadar, satrançla kumar oynamıyor olsa bile, eğer onu oynamaya devam ederken namaz kılmadan geri bırakıyor veya oyun içinde batıla yemin ediyorsa; yine şehadeti caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdî­hân'da da böyledir.

Künye' de şöyle zikredilmiştir:

Her kim, satranç oyununu yolda oynarsa şehadeti makbul değildir. Hidâye Şerhı'nde de, bu böyledir.

Her kim. nerd (= tavla»   ovunu ovnarsa. onun şehadeti merdûddur. Bu, her haliyle böyledir.

Bir kimse, çalgılardan biriyle meşgul olur da namaz ve diğer farz i lamellerin birinden geri kalmazsa bakılır: Eğer o, halk arasında şenî denilen bir şeyse, (zurnalar, tanburlar gibi,..) şehadeti caiz olur.

Ancak, fuhşuyata giderse, (raks etmek, halay çekmek gibi...) o zaman, büyük günahlar içine dahil olur ve o takdirde şehdeti düşer. Muhiyt'te de böyledir.

İmâm Ebü Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Kim solucan ile oynar fîraset murad ederse; şehadeti caiz olur. Mültekıt'ta da böyledir.

Rakkas ve meşûz'un şehadeti caiz değildir. Hidâye'de de böyledir.

Güvercin uçurmak suretiyle oyanayanların da, şehadetleri caiz değildir.

Ancak, güvercine ünsiyet eden, onları evcilleştiren, fakat uçurup oynamayanların şehadetleri kabuledilir. Mebsûl'ta da böyledir.

Kâfi1 de ve Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. Ancak, güvercini ile başkasının güvercinini çektiriyor ve gelen güvercinin etini yiyor veya onu satıyorsa, o zaman şehadeti makbul olmaz.

İnsanlar için şarkı söyleyip onlara dinleten kimsenin de şehadeti makbul olmaz.

Ancak, kendisi işitecek kadar söylüyorsa, hatta tenha bir yerde yalnızlığından dolayı söylüyorda onun sesini başkaları da duyuyorsa bu durumlarda, şehadeti kabul edilir. Bunda bir beis yoktur. Tebyîn'de de böyledir.

İnsanlara duyurarak te^annî yapan, (şarkı söyleyen) kadının da şehadeti kabul edilmez. İnsanlara duyurmuyorsa bile, kadının böyle yapması güzel değildir. Ebri-Mekârim Şerhi'nde de böyledir.

Başkasının ölüsüne (= musibetine) nevha yapanın, (=  ağıt yakanın) ve bunun bir kazanç haline getirenin de şehadeti caiz değildir-Mubiyt'te de böyledir.

Kendi ntusibeti için nevha yapan kimsenin şehadeti kabul edilir. Sirâcü'I-Vehaâc'da da böyledir.

Kadınlaşan erkeğin, kasden sesini kadınlar gibi çıkaranların, onlar, gibi hareket edenlerin, de şehadetleri kabul edilmez.

Fakat bu, kendi isteğiyle olmaz, kasdi bulunmaz da, bu şahıs hilkaten kadınlara benzerse, şehadeti kabul edilir. Tebyîn'de de böyledir.

Namusuna  sahib  olmayan  kisme  fasıktır;  şehadeti  makbul değildir. Zehıyre'de de böyledir.

Şiddetli gafil olan kimsenin de şehadeti kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Yalancılığı ile şöhret bulmuş kimselerin de, adaleti yoktur; şeha­detleri kabul edilmez. Tevbe etseler bile, şehadetleri hiç kabul edilmez.

Sehven yalan söyleyen kimse bunun hilaf madır. Veya, bir kimse bir defa kasden yalan söylemiş ve sonra tevbe eylemişse; bunların şehadeti kabul edilir. Bedâi"de de böyledir.

Adaletiyle tanınan bir kimse, bir defa yalan şahitlik yapar, sonra da   tevbe   ederse;   şehadeti   kabul   edilir.   İtimad   buna   göredir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Fasık bir kimse, tevbe etse bile, tevbesinin üzerinden bir müddet geçmedikçe, şehadeti kabul edilmez. Böylece, tevbesinin eseri meydana çıkmış olur.

Sahih olan, bu işi hakime havale etmektir.

Adaleti olmayan bir kimse, yalan şahitliği yapar; sonra da tevbe ederse; şehadeti kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Tevbe ettikleri zaman, bi'1-icma,' zina, sirkat ve içki hadlerine çarptırılmış kimselerin şehadetleri de kabul edilir. Beöâi*'de de böyledir.

Tevbe etmiş olsa bile, namuslu bir kadına "zina etti.*' diye iftira edip de, kendisine hadd-i kazf uygulanmış bulunan kimsenin şehadeti kabul edilmez. Hidâye'de de böyledir.

Bize göre, eğer o adam, dört şahit dinletmiş ve sözünü tasdik ettirmişse; şehadeti makbul olur. Mebsüt'ta da böyledir.

Bir kimseye had cezasının sopası vurulurken, tamamlanmadan kaçarsa zahirü'r-rivayede, vurmak tamamlanmasa bile şehadeti makbul olur.

Şayet bir kafir kendisine hadd-i kazf uygulandıktan sonra, bu şahıs müslüman olursa, şehadeti kabul edilir.

Köle, bunun hilafınadır; hadden sonra azad edilse bile, şehadeti kabul edileniz.

Ancak, zina iftirasını hal-i küfründe yapsa, müslüman olunca da şehadeti ebediyyen geçersiz olur.

Haddin bir kısmı küfür halinde; bir kısmı da hal-i islammda uygu­lansa, yine zahiriTr-rivayede, ebediyyen şehadeti batıl olur. Eğer tevbe ederse o zaman şehadeti kabul edilir. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir,

Sahih olan, zahirü'r-rivayemn cevabıdır. Bedâi'Me de böyledir.

Şair   bir   kimse,   eğer   şiirinde   hicveyliyorsa,   (bir   suçsuzu suçladınyor; iyi bir kişiyi kötülüyorsa) şehadeti kabul edilmez.

Eğer şiirinde bir kimseyi methediyorsa; methi gerçekten daha fazla oba böe, şebadeti kabûledilir. Tatarhânîyye'de de böyledir.

Salih (iyi) bir kimse, içinde fuhşiyat bulunan şeyleri şiiriyle teğannî (etse bile adaleti düşme#. Çünkü, o başkasınm fuhşunu hikaye ediyor ve bunu arap şiirinden talim eylemiş.

Eğer bir şair şiiri, arapçayı Öğrenmek için söylüyor ve öğreniyorsa; içinde hoş olmayan sözler osla büe şehadeti batıl olmaz\ Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.

Bir kimse, ailesine veya cariyelerine yahut çocuklarına sövse, bu aleni olsa bıîe, o şahsın adaletten düşmesine sebeb olmaz. Çünkü, insan bunu az kerre yapar. Fakat bunu adet haline getirirse, adaletten düşer. Vâkıatü'l-Hüsamiyye'de de böyledir.

Hayvanına şovende aynıdır. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Sahabe ve tabiîn gibi, selefe aleni şovenlerin şehadetleri kabul ,ediîmez.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve arkadaşlarına şovenler de böyledirler. Nihâye'de de böyledir.

Din   bilginlerine   şovenlerin   de   şehadetleri   kabul   edilmez. Fethu'l-KadSr'de deböyledir.

Peygamber (S.A.V.)'in sahabilerine sövmekte töhmet altında kalan bir kimsenin şehadeti caiz olur mu?

Alimler şu cevabı verdiler:

Biz, onları fısk-ı fücurla ihtam ederiz ve onların şehadetlerim'n kabulünü caiz görmeyiz. Muhıyt'te de böyledir.

Hattabıyye ehli hariç, diğer hevâ ehlinin şehadeti kabul edilir. Hidâye'de de böyledir.

Şeyhu'1-İslâm: "Bize göre, ehl-i hevanın şehadetleri makbuldür. Ancak, bunun için onların nevalarının küfiü gerektirmemesi ve hilebaz değil, adi ehli olmaları gerekir."

Sahih olan da budur. Möhiyt'te de böyledir.

Hakareti gerektiren işleri yapan bir şahsın da şehadeti caiz değildir.

Yol üzerine işeyen ve yolda ekmek yiyen kimselerin şehadetlerinin makbul olmaması gibi... Hidâye'de de böyledir.

Çarşıda, halk arasında yiyen de böyledir; Sirâcirl-Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimse, doyduktan sonra yerse; ekseri alimlere göre, adaletten düşer ZahidTde de böyledir.

Ebû Hanîfe'nin Menakıhı'nda;  "Cimrinin şehadeti makbul değildir." diye yazılmıştır. Muhıyt'te de böyledir.

Kerhî (R.A.):  "Yolda, sadece don ile yürüyenin (üst giyişi almayanın) de şehadeti caiz değildir." buyurmuştur. Nihâye'de de böyledir.

Hamama havlusuz girenin de ondan vaz geçtiği bilinmez ise şeha­deti kabul edilmez, (yani çıplak yıkanıp, da avret yerlerini başkalarına gösterelerin, tevbe etmedikçe— şehadetleri makbul olmaz.) Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ebu Hasan, bir alîmin şöyle dediğini anlatıyor: tyi hali ile bilinen bir   yaşlı   adam,   Mekke   yolundan,   oğlu   ile   nafaka   hususunda hesaplaştıkları icjn, şehadeti kabul edilmedi. Zahidi'de de böyledir.

Dalkavukluk yapanın  ve sözünde  aslı  olamyan  maskaralık yapanın şehadeti caiz değildir. Bahru'r-Raık'ta da böyledir.

Kefen satıcısının da şehadeti makbul değildir. Şemsü'l-Eimme şöyle buyurmuştur:

Kefenci, bu işi yalnız başına yapar ve ölen var mıdır diye gözetirse, şehadeti kabul edilmez.

(Yoksa kefenlik bez satan ve diğer kumaşlarla birlikte bulunduran kimsenin şehadeti kabul olunur.) Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse resimlenmiş elbise satsa veya elbiseye resim nakısı yapsa, şehadeti makbul olmaz.  Akdıyye'de de böyle söylenmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Beldenin emiri gelirken insanlar çıkıp, yolda onu gözetirlerse; müteahhirin alimleri: "Bunların adaletleri düşer, ancak, öğüt almak için olursa, bu takdirde adaletten düşmezler." demişlerdir.

Fetva ise, ta'zime layık olmayan bir kimse için yola çıkılır ve bu öğüt almak için de olmazsa adaletleri batıl olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Sünnetsizin şehadeti kabul edilir. Ancak, onu hafife alarak terk etmişse, o zaman şehadeti kabul edilmez. Hidâye'de de böyledir.

Hayası çıkarılmış kimsenin şehadeti kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Zinadan doğmuş bir kimsenin şehadeti zina hakkında olsun, diğerleri hakkında olsun, kabul edilir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Hünsâ-i müşkilin şehadeti caizdir. Hükmü ise kadın hükmü gibidir. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Uygun olan, hunsa-i müşkilin, hadlerde ve kısas da —kadınlar gibi— şehadetin kabul edilmemesidir. Gayetü'l-Beyân'da da böyledir.

Halktan, haksız olarak fazla para alan amelelerin şehadetleri makbul değildir. Hakkını alırsa, makbuldür. Muhıyt'te de böyledir.

Yazıcıların  halleri  güzel ise,  şehadetleri  kabul edilir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Sadru'ş-Şehid Husamü'ddîn, Vakıat'ta şöyle buyurmuştur: Vergi tahsildarları topladıkları dirhemlerden kasden ve haksız olarak   aldıkları  zaman,   şehadetleri   kabul  edilmez.   Muhıyt'te   de böyledir.

San'at ehline gelince: Çöpçülerin,  süpürgecilerin hamalların hacametcilerin şehadetleri kabul edilir. Köle ve cariye alıp satanlarla, dallallann da şehadetleri kabul edilir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir. [17]

 

3- İtham Edilmesinden Veya Tenakuzun Lüzumundan Yahut Hükmü Bozma Gereğinden Dolayı Şehadeti
Makbul Olmayan Kimseler

 

Ana ve babanın, evlatlarına karşı şehadetleri, —her ne kadar aşağı inerse insin— kabul edilmez.

Evlatların şehadeti de, ana-baba,  büyük ana ve büyük baba, hakkında —her ne kadar yukarda olursa, olsun— caiz olmaz.

Bir kocanın, karısına karşı şehadeti caiz olmaz.

Cariyesi de olsa böyledir.

Bir kadının da, kocası hakkındaki şahitliği kabul edilmez. Koca, köle dolsa bile, bu böyledir. Havfde de böyledir.

Bain talakla karısını boşayan kimsenin o kadına karşı, şehadeti caiz değildir, Hulasa'da da böyledir.

Bir kimse bir kadın için şahitlik yaptıktan sonra, onunla evlense; şehadeti geçersiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. .

Bir kimsenin, süt yönünden oğluna veya babasına karşı şehadeti caizdir. Havî'de de böyledir.

Rebib'in  (-   aldığı kadının eski kocasından olupta yanında bulundurduğu oğulluğun) şehadeti caizdir. Kunye'de de böyledir.

Bir kardeşin, bacısına (= kız kardeşine) karşı şehadeti, caizdir. Serahsî'nin Muhiytı'hde de böyledir.

Kardeşin kardeşe ve onun çocuklarına karşı şehadet caizdir. Keza amcalar ve onların oğulları; dayılar ve onların oğullan; halalar ve onların çocukları; teyzeler ve onların evlatları hakkında da şehadet caizdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adamın, kayın valdesi, kayın pederi ve kayın biraderi hakkın­daki şehadeti caizdir.                                           

"Bir  kimsenin  kızının  kocası;   babasının   karısı  (- analığı)  ve karısının bacısı (- baldızı) hakkındaki şehadeti de caizdir. Hulasa'da da böyledir.

Bir adam, oğlunun oğlu için, oğluna karşi şehadette bulunsa; bu şehadeti caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Birbiriyle, mülaanede bulunmuş koca ve karının veledinin şeha­deti; ümm-ü veledinin, veledinin döşeğine karşı olan şehadeti; eğer onu nefy ediyorsa; nefyeden için kabul edilmez. Çünkü, bu çocuğun nesebi, kocası tarafından tesbit edilmiştir. Her ne kadar miras ve nafaka husu­sunda bazı ahkam kesilmişse de; bazı ahkam hakkında da kesilmemiştir. O da şehadetin kabulü; nikahlaşmasmın haram oluşu; ona zekat ver­menin cevazı ve başkasının o çocuğu iddia etmesinin fesadıdır.

Hatta bir adam: "Bu çocuk benimdir." diye iddia etse; onun iddiası sahih olmaz. Her ne kadar, lanetleşmişlerin çocuğu onu doğrulasa bile bu böyledir.    

Şayet İanetleşmişler iddia ederlerse, neseb onlardan sahih olur. Ancak biz, bu ahkam hakkında hürmet emrine ihtiyat olsun diye nesebi baki kıldık. Çünkü bu ahkam, kendisinde ihtiyat olunacak bir ahkamdır. Bunun içindir ki şüpheler, sebebiyle şehadet ibtal edilmiştir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Lanetleşmişlerin   evladının   şehadeti,   kendi   hakkında   kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Mülâane de bulunmuş karı-kocanın nefy ettikleri (= yani kendi veledleri olduğunu kabul etmedikleri) çocuk hakkındaki şehadeti, kabul edilmez. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Ortalık bir köleyi, bu ortaklardan birisi satar ve müşteri de onu azad ederse; bu köle, satıcısına; karşı şahitlik yapar ve şehadeti kabul edilir. Çünkü, azad edilmiş insanın şehadeti, hem azad edene, hem de başkasına karşı makbuldür.

Bir adam yanındaki çocuğun nesebini iddia ederse; onun nesebi sabit olur. Onu satmak, azad etmek ve hüküm almak batıl olur. Kâfî'de' de böyledir.

Bir kimsenin,  kölesine, müdebberine, mükatebine ve ümm-ü veledine karşı şehadeti caiz değildir. Hâvî'de de böyledir.

Bir çırağın ustasına karşı şehadeti, caiz değildir. Çırak, ustası ve ailesiyle birlikte yemek isterse, ona mahsus ücret olmaz.

Ortak olan çırağın, kendini icarlayana karşı şehadeti caiz olur.

Fakat, ustasının, öğrensin, tanınsın, alışsın diye belirli bir ücretle çalıştırdığı  bir  çırağın  ustasına  karşı  şehadeti,  müstahsen  değildir. Hulâsada da böyledir.

Ustanın, çırağı hakkındaki şehadeti makbuldür.

Keza, icara verenin şehadeti de makbuldür. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

İcarcınin, icara verene karşı şehadeti makbul değildir.

Ariyetin (- emanet bırakılanın), ariyeti bırakana, ariyet hakkın­daki şehadeti, caiz değildir. Bahru'r-Raık'ta da böyledir.

Münteka'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, bir aylığına bir ev icarlar ve tam bir ay da,o evde kaldıktan sonra, başka bir davacı gelirse; o zaman müste'cir, diğeri, hakkında dava açar ve davacı icarı ister. Bu ister, onun emriyle olsun, İster emirsiz olsun müsavidir. Eğer: "Benim emrimle oldu." derse; o (zaman, müste'ceri hakkında şehadette bulunamaz. Çünkü müste'cir, müste'cerin şehadetiyle oturmuştur.

Eğer: "Haberim yoktu." derse; o zaman, şehadeti kabul edilir. Çünkü, müste'cerin hakkı yoktur.

Şayet, tam bir ay oturmadı ise, şehadeti caiz olmaz.

Eğer davacı "icarın kendi emriyle olduğunu" iddia etmezse, bu böyledir.

Eğer müste'cir şahit dinletir de, "iddia sahibinin icare verdiğini isbat ederse; icarın feshi için, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) "İkisinin de şehadeti caiz olur." buyurmuştur. İster, ücret ucuz olsun; isterse, pahalı olsun fark etmez.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: Feshi hakkında, şehadetîeri caiz olmaz. Çünkü, onlar ücretle vermişlerdir. Eğer, bir evde, ücretsiz iki kişi oturuyorlarsa, şehadetîeri caiz olur." buyurmuştur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Çırak ustasına, şehadette bulunur ve bu çırak aylık ücretli olursa; tam bir ay geçene kadar ta'dil etmediyse, şehadeti reddedilmez. Sonra ta'dil   eylediyse,   şehadeti   makbul   olmaz.   Tadilden   önce   karısını boşayanın şehadetinin kabul olmadığı gibi...

Çırak olmayan bir kimse, önce şahit; sonra da çırak olursa; şeha­deti batıl (= geçersiz) olur.

Şayet hakim onun şehadetini reddetmez; o da çırak olmadığı halde, sonradan çırak olur, bilahare de bir müddet ücretle çalışırsa, her ne kadar şahitlik zamanında da hüküm zamanında da çırak değilse, bile —hakinronun şehadetiyle hükmetmez. Gerçekten hakim, onun şehade­tini geçersiz saymadığı gibi kabul de etmemişse ücretli olduğu müddetçe, şahitliğini kabul eder. Fetâvâyi KâdîhânMa da böyledir.

Bir ortağın,  ortağı hakkındaki şehdeti dava şirket (ortaklık) hakkında ise merduddur.  Çünkü,onun bu şehadeti kendi nefsi için olmuş olur. Eğer ortaklığının dışında bir şey için şahitlik yaparsa, bu şehadeti de kabul edilir. Çünkü, bîr töhmet yoktur. Kâfî'de de böyledir.

Keza, iki ortağın çırağının şahitliği de kabuledilmez. Mebsût'ta da böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Asi kitabında şöyle zikretmiştir:

İki kişi, "Gerçekten filan için, şu adamda bin dirhem vardır." Diye şahitlik yaparlarsa; bunda vecihler vardır: .

Birincisi: İki kişi, "Bir adamda, ortak olarak bin dirhemlerinin olduğuna dair" şahitlik yaparlarsa, bu durumda şehadetleri asla kabul edilmez.

İkincisi: Ortaklıklarını kaTdırırlarsa (Şöyleki: "Biz şehadet ederiz ki: Gerçekten, bu adamda filan için beşyüz dirhem vardır. Bu bir yönden bana aittir; bir yönden diğerine aiddir." deseler) bu husustaki şehadet­leri kabul edilir.

Üçüncüsü: Mutlak olarak, ona şehadeti itlak ediyorlarsa; bu asla kabul edilmez.

Bir kimsenin üç kişi de bin dirhem alacağı osla; onlardan, ikisi: ."gerçekten alacaklı alacağından vaz geçti." diye şehadet etseler, eğer bazıları, bazısına kefil ise, bu şehadetleri asla makbul olmaz.

Eğer bazıları, bazılarına kefil değilseler ve o kişi: "Gerçekten ala­caklı tek kelime ile alacağından vaz geçti." dese; yine şehadetleri asla kabul edilmez.

Eğer, bunu tek tek söylerler de: "Filan hakkındaki alacağından vaz geçti." derlerse; işte, o filan hakkında olan şahitleri kabul edilir.

Bunun benzeri, Hııdııd kitabında söylenmiştir.

Eğer iki kişi, gerçekten bir kelime ile: "Annesine zina iftrası yaptı." derle ikisini de şehadeti kabul edilmez.

Şayet, tek tek, ayrı ayrı şahitlik yaparlarsa; bu husustaki şahitlikleri kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Üç kişinin, bir adam, bin dirhem borçları olsa, bunlardan ikisi, üçüncüye karşı: "O borcundan kurtuldu. Alacaklı ondaki alacağından vaz geçti." deseler; şehadetleri kabul edilmez.

Keza: "Alacaklı, o borçlusundan, bir şey aldı." dedikten sonra da "alacaklı, alacağından vaz geçti." diye şahitlik yapsalar; yine şehadetleri kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Azl edilmeden önce* vekilin müvekkili hakkındaki şehadeti —eğer mahkemeye düşerlerse— kabul edilmez.

Şayet karşılıklı dava açarlarsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, şehadetleri kabul edilir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerini, bütün haklarına karşı vekil tayin eder; o zat da, hakim huzurunda, bu vekaleti kabul ettikten sonra, bin dirhem hakkında, karşılıklı dava açarlar ve asil vekili azl eder ve veki., bu bin dirhem için şahitlik yaparsa; şehadeti reddedilir.

Eğer başka bir mal için dava eder ve şahitlik yaparsa, reddedilmez Şayet hakim, vekilin vekaletini bilmiyor, o da kendinin vekilliğini isbat ediyor sonra da, asil onu azl ediyorsa; o zaman vekilin vekaleti zamanındaki hakkı hususundaki şehadetini hakim reddeder.

Ancak, asil, vekili vekaletten azlettiği tarihten sonraki hakkı husu­sunda şahitlik yaparsa, bu müstesnadır. Kâfi*de de böyledir.

Bir kimse, hakimin huzurunda diğer birini, bütün davaları husu­sunda vekiî ettiğini, iddia eder; o adamda, bunu kabulettikten sonra da, asîl olan, vekili azlederse; azlolunan da vekili hakkında şahitlik yaparsa; bu şahitliği kabul edilmez.

Ancak, vekil olduktan sonra cereyan eden, bir hadise hakkındaki şehadeti şehadetlerini kabul etmediği üç kişiden başkası için yaparsa, bu şehadeti caiz olur.

Bir kimse, diğerini, davalarına vekil tayin eder ve bütün haklarını ona havale eder ve ister şehir de ister köyde olsun, bütün haklarını o alacak olur; vekil bir adam getirerek, onu hakime şikayet eder; sonra da asil olan zat, vekilini vekaletten karşı, şehadette bulunamaz. Hulasa'da da böyledir.

Bu vekil, azilden sonra olan bir hadiseye, şahit olursa; şehadeti kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Alacak almak için vekil tayin edilen kişinin, alacak hakkındaki şehadeti makbuldür. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir kimse, davası için, üç kişiyi vekil tayin eder ve: "Kim davaya bakarsa, işte  o vekildir." der; onlardan ikisi ise, diğeri için, "davaya vekil değildir." diye şahitlik yaparlarsa; eğer, asîl her birini ayrı ayrı ;davaya bakmak için ve alacağım almak için vekil eylemişse; diğer iki vekilin arkadaşları hakkındaki şehadetleri ve her birinin diğeri hakkın­daki şehadetleri, —hem davada, hem almada— caizdir.

îki kişi, bir adama karşı şahitlik yaparak: "Bize, hanginiz, benim karımı boşarsanız, caizdir dedi." derlerse, işte bu caizdir.

Veya yanınızdaki olanı, hanginiz boşarsa caizdir." derse, işte o da caizdir.

Sonra da koca, bu sözünü inkar ederse; o takdirde, şehadetleri caiz; olmaz.

Şayet koca, enirini ikrar eder, (= kabul eder), iki kişi de onun karısını üç talak boşâdığma şahitli yaparlarsa, şehadetleri caiz olmaz. Çünkü, onlar daha önce vekil olmuşlardı. Vekalette ortak olanların: bazılarının bazıları hakkında yaptıkları şehadet —lehlerine de aleyhle­rine de olsa— caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

îki kişi, alım-satım için vekil olur; iki dalla da, bunların "biz, bu şeyi filana sattık." dediklerine şahitlik yaparlarsa; şehadetleri kabul edilmez. Zehıyre'de de böyledir.

İki şahit: "Gerçekten filan, onlara füaneyi nikahlamayı emreyledi.'' veya   "hal  eylemeyi   (=   mal  mukabili   karsını  boşamayı) emreyledi." derler; müvekkil de, bu emri ve akdi inkar ederse; bunların tanımamda iki vecih vardır.

1) Davacı akdi ikrar edebilir. O zaman, o ikrara göre hükmedilir; onların şehadetine göre değil. Hul olsun, nikah olsun, alım-satım olsun müsavidir.

2) Eğer davacı akdi inkar ederse; nikah ve alım-satımda kocanın ikrarına meyletmeksizin, hüküm verilmez. Hul da ve talakta —amir emreylemişse bile— ise hükmedilir. Fakat, koca akdi inkar eder; dava­cıda, akdin tamamını ikrar ederse, tamamiyle hükmeder; nikah müstes­nadır. Bu, îmâm (R.A.)'e göre böyledir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

İmam Ebû Yûsuf (R.A.), Nevadir'de şöyle buyurmuştur:

İki şahit, şehadette bulunurlar da: "Gerçekten fîian bize, filanı alım-satım için vekil tayin ettiğini tebliğ etmemizi emretti ve kölesini satmasını istedi. Biz de, ona haber verdik. veya "Bize, bir kadına varıp, onu kocasını boşadığım söylememizi, emretti. Biz de Vardık tebliğ, eyledik." derlerse; şehadetleri caiz olur.

Şayet: "Biz şehadet ederiz ki, gerçekten o adam bizi karısı hakkında muhayyer bıraktı ve: "Karım muhayyerdir." dedi. Biz de söyledik. O da nefsini ihtiyar eyledi." derlerse, şehadetleri kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir

Vekilin oğlunun, vakelete karşı şehadeti kabul edilmez.

Keza, bir vekilin, ana-babasınm, ecdadının ve torunlarının vekalete şahitlikleri kabul edilmez. Hulasa'da da böyledir.

Vekilin iki oğlu, vekilin akdine şahitlik yapsalar, bu kabul edilmez.

Eğer müvekkil ve vekil ikiside sözleşmeyi ikrar ederlerse; davacı da bunları iddia ederse; artık hakim, sözleşmeye dair hükmeder. Fakat, onların şehadetiyle değil de ikrarları sebebiyle hükmeder.

Eğer davacı bunları inkar ederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R. A.)'a göre onların şehadetleri kabul edilmez.

Bu sözleşme sebebiyle de, hiç bir hüküm verilmez. Ancak* huP (= mal mukabili karı boşama) müstesnadır.

Burada bîrde, kocanın ve müvekkilin ikrariyle malsız boşamaya hükmedilir.

Eğer vekilde müvekkil de hepsini inkar ederlerse; şayet davacı da aynen inkar ederse, o zaman şehadete iltifat edilmez.

Eğer davacı iddia ederse, bütün alimlere göre şehadetleri kabul edilir.

Eğer vekil müvekkilinin iki emrini ikrar eder, müvekkil de emrin birini kabul eder, sözleşmeyi inkar eder; davacı da onu Öylece dava ederse» hakim sözleşmenin tamamına hükmeder. Nikah müstesnadır... Bu İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göredir.

tmâmeyn'e göre, bütün akidlere hükmeder; istisnası olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, karısının boşama yetkisini bir yabancının eline verir o da, onu boşar; iki tane de şahid olursa, hüküm verilir. Kocası karısının boşanma yetkisinin kendisi ile, karısının babasına havai eder; kendisi de kadını boşar ve bunun böyle olduğunu, sağ olan baba iddia ederse; tmftm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, şehadeti kabul edilmez. İmâm Ebû Yftsuf  (R.A.)*e  göre,  adamın  yok  olması,  ölmesi  menzilindedir. Muhıyt'te de böyledir.

Müvekkilin iki oğlu, babalarının "şu adamı alacaklarını almaya vekil tayin ettiğine" şahitlik yaparlar borçlu da bu vekaleti inkar ederse; şahitlikleri kabul edilmez. Hulasa'da da böyledir.

Bir adam, bir evin dava edilmesine ve onu almaya bir başkasını vekil tayin eder; kendisi de kaybolur; vekil tayin edilen şahsın iki oğlu, babalanmn bu hususta davacı olarak vekil tayin edildiğine- şahitlik yaparlarsa; şehadetleri kabul edilmez. Borçlu, ister onun vekaletini inkar etsin, isterse ikrar etsin bu böyledir.

Bu, müvekkil talip olduğu zaman böyledir.

Eğer müvekkil borçlu olur; talip de iddia eder; borçlu olan adamın oğullan şahitlik yaparlar ve "gerçekten, babalarının bu adam tarafından vekil tayin edildiğine" şahitlik ederler; vekil de, vekaletini inkar ederse; bu şehadet makbul olmaz. Çünkü, dava karışmıştır.

Eğer vekil, vekaletini iddia ederse, yine şehadetleri kabul edilmez. Talip, vekaleti ikrar etse de, inkar etse de bu böyledir. Çünkü, bu beyyine, hasmın gayrısına karşıdır. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, iki kişi, bir kişiden elbise satın alırlarsa; parasını peşinen ödesinler veya ödemesinler; bir başkası gelir de o elbisenin kendisine ait olduğunu iddia ederse; müşteriler de "elbisenin onun olduğuna" şahitlik ederlerse; bu şehadetleri caiz olmaz. Mubıyt'te de böyledir.

İki müşteri, fasid alış yaparlarsa; müşterinin birisinin mülkün bir kısmının kendisine ait olduğunu iddia etmesi halinde, bu kabul edilmez.

Keza, hakim, aralarındaki sözleşmeyi bozar veya müşteriler karşılıklı razı olurlar; aynı (= eşya) da ellerinde bulunur ve satıcıya geri verirler sonra. da şahitlik yaparlarsa, bu şehadetleri kabul edilir. Hnlasa'da da böyledir.

Bir kimse, diğer bir adamdan, sahih bir alım-satımla bir cariye salın alır; karşılıklı teslinvtesellümden sonra da müşteri bir kusur sebe­biyle, hakimden hüküm almadan bu cariyeyi satıcıya geri verir; satıcı da kabul ettikten sonra da, başka bir adam gelerek, cariyenin kendisine ait olduğunu iddia eder; önceki müşteri ve başka bir adam da cariyenin iddia edene ait olduğuna şahitlik ederlerse; bu şehadetleri geçersiz olur. O cariyenin bedeli, ister müşterinin yanında olsun; isterse, satıcıya vermiş bulunsun müsavidir.

Şayet red, ayıb sebebiyle ve hükümden sonra olur veya teslim almadan önce, hükümsüz teslim alınmış olur veya red, şartlı olarak göreme muhayyerliği ile olursa; sonra da başka birisiyle birlikte, müşteri, müddeinin lehine şahitlik yaparsa; şehadetleri caiz olur.

Bedelini vermemiş olsa bile cevap böyledir.

Şayet   cariyenin   parasını   müşteri   vermemiş   olur;   cariye   de müşterinin yanında ölmüş bulunur; sonra da müşteri cariyenin iddia edene ait olduğuna, bir başkasıyla şehadette bulunursa; ikisnin şehadeti de geçersiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir köleye mukabil, bir cariye satın alır ve karşılıklı da teslim tesellümden sonra da, bu cariyeyi alan şahıs, onda bir kusur bularak, onu, hakimin hükmüyle geri verir ve köleye karşılık bu cariyeyi habsetse (yani yanında bıraksa) sonra da bir adam gelerek, satıcının huzurunda, bu cariyeyi iddia eder müşteri de, buna, başka bir adamla birlikte "bu cariye, iddia edenindir." diye şahitlik yaparlarsa, bu şaha­detleri kabul edilmez.

Eğer bu, cariyeyi verdikten sonra olsaydı, şehadeti caiz olurdu.

Şayet köle, cariyeyi satan şahsın yanında ölür; sonra da canyi./î satın alan şahsın, bu cariyede bir kusur bulup, hakimden hüküm almadan bu cariyeyi satana müracaat eyler.

Eğer bir adam, gelerek, o cariyeyi iddia eder; müşteri de bir, başkasıyla, iddia sahibinin lehine şehadette bulunursa, şehadeti caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, başkasından bir köle satın salır; satıcı da, onun kusu­rundan vaz geçer, (yani onun kusurunu söyler) alan müşteri de, başka birisine —onun kusurunu bildiği halde— satar; ikinci müşteri dava açar ve birinci müşteriyi şikayet eder; önceki satıcı da, başka bir şahitle şehadette bulunur" o, kusurunu bile bile aldı." derlerse; hakim, birinci satıcının şehadetini kabul eder ve köleyi ikinci satıcıya reddeyler; Onun (ikinci satıcının) "kusursuz." demesini kabul etmez.  Mahıyt'te de böyledir.

Bir adam bir köle satar ve onu müşteriye teslim eder; onu, o müşteriden satın alan, diğer müşteri iddia eder; birinci müşteri ise inkar eder ve birinci satıcı, onun "ikinci müşteriye ait olduğuna" şahitlik ederse; şehadeti kabul edilmez. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet müşteri, o köleyi filana sattığını iddia eder; müşteri de onu inkar ederse; satıcının şehadeti kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Satıcı sattığı şeyi "başkasına sattığına" şehadette bulunursa, bu şehasdeti kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimsenin yanında buluna bir cariyeyi, başka bir adam: "Ben bu cariyeyi filandan yüz dinara satın aldım. Filan da, benden bin dirheme satın aldı "ve ben satıp parasını almadan da teslim aldı." diye iddia eder, cariye yanında bulunan şahıs da, bunu inkar edince, önceki müşteriye karşı, birinci müşterinin iki oğlu şahitlik yapsalar, babaları hakkında olan şehadetleri, kabul edilir. Bu şehadetleri kabul edilince de önceki müşteri için bin dirheme hükmolunur; ikinci müşteriye de yüz dinar hükmolunur.

Eğer, cariyeyi elinde bulunduran şahıs, "Bu cariye, benimdi." diye iddia eder; önceki müşteri de bunu inkar ederse; ikisin in de şehadeti kabul edilmez ve cariye ikinci müşterinin olur.

Önceki müşteri için, cariye hakkında hiç bir hüküm verilmez. İkinci müşteri, bu cariyeyi, diğer müşterinin bedelini vermesi için elinde de tutamaz. Ve bir iddiada da bulunamaz.

Şayet ikinci müşteri iddia edip, "o cariyeyi, bin beijyüz dirheme satın aldığını" ve "hatta, parasının da bir cinsten olduğunu" söyler; birinci müşttri de, bunu inkar ettiği halde, diğer müşteriyi, cariye elinde bulunan tasdik ederse; eğer ikinci, birinciden, cariyeyi onun izniyle almış ve onu da doğrulamış ve öylece kabul etmişse; cariye elinde bulunan şahsın, onu diğer müşteriye vermeme hakkı yoktur. O müşterinin  de, bedel olarak vereceği bir şey olmaz. Fakat son müşteri, birinci müşteri ile parası hakkında aralarında boşluk var ve hatta cariyenin! bedeli birinci müşteriye verilmiş, onu da ikinci müşteri tasdik ve kabul etmişse; cariye elinde olan zat, o parasını birinci müşteriden alır. Eğer,b öyle bir durum yoksa, diğer müşteriye tahliye emredilmez.

Şayet son müşteri ikrar eder ve cariyeyi teslim alırıdığmı söylerse; istihsan da, diğer müşterinin, —bin dirhemi ödenene kad,ar— onu elin de; tutma hakkı vardır.

Eğer, diğer müşteri bin dirheme veya bin beşyüz dirheme   satın almışsa bu böyledir.   

Eğer, beşyüz dirheme satın alnuşsa, o cariyeyi beşyüz, dirhemini alana kadar yanında alıkoyar.

Eğer cariyeyi elinde bulunduran şahıs, öncel d müşteriyi tasdik edip , cariye ona teslim eyler; ancak son müşteri bun ,u iknar eder ve idi-dasının da cariyeyi elinde olanın oğlu vasıtasıyla be/ ıgesini ibraz eder ve' şahitlik yaparsa ikisinin de şehadeti kabul edilir ve ik inci satış sabit olur.

Sonra da bakılır: Eğer. son müşteri cariyeyi (teslim aldığını iddia eder; cariye de, elnide bulunan şahsın yanında olur; bedeli de a,ynı cinsten değil de, muhtelif ise cevap aynıdır.

Eğer bedel, bir cinsten ise, istihsanda, cariye elinde bulunan şahsın, onu elinde tutmak hakkı vardır. MHhıyt'te de böyledir.

Keza satış fasid olur; kıymetinde de ihtilaf ederlerse; teslim ahp-verme gününde, aiım-satımı yapılan iki köle azad olunduktan sonra, kıymetleri alım-satım güsıü olan kıymet olarak kabul edilmez. Muhıyt'te

de böyledir.

Şayet bedellerinde ühtilaf etmezler; fakat müşteri bedeli verdiğini ikrar satıcı da inkar eder; azad edilen köleler de, müşterinin lehine şehadette bulunurlar veya satıcının bedeli teberru ettiğini söylerlerse, şehadetleri kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İmâm   Ebû   Yûsuf  (R.A.)'dan   rivayeten,   İbnü   Semaa'nm Nevadiri'nde şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, iki köle satın alır ve onları teslim alarak azad eder ve noksanları sebebiyle de satıcıya müracaat edince, satıcı bunu inkar eder; bu iki köle de, o kusurların kendilerinde olduğuna şahitlik yaparlarsa; şehadetleri kabul edilmez.

Keza, bir kimse, müşteriye karşı, bu iki kölenin yarılarının kendi­sine ait olduğunu söylerse; :*dne o iki kölenin şehadetleri kabul edilmez.

Keza, gerçekten müşteri şahitlik yapıp "onlardan birinin, yarısını bağışladığım" azat etmedim söylerse; yine onlarm şehadetleri kabul edilmez.

Keza, bir adamın ümroı-ü veledi Ölür veya onu azad eder; o da, "bu adamın karısı olduğuna" ş; ahitlik yapar, bir başka şahitler daha olursa, bunların şahitlikleri kabul e dilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, kölesini s atıp müşteriye teslim ettikten sonra, bu köle kendisini, müşterinin azad eylediğini iddia müşteri de, bunu inkar etse; satıcı da buna şahitlik yap sa; bu satıcının şahitliği kabul edilmez. Fetâ­vâyi Kâdîhâiı'da da böyled ir.

iki kişi, "babalarını n, şu cariyeyi, bir adama sattığına dair şahitlik yaparlar veya "şu köleyi, babamız sattı. Müşteri de onu azad eyledi." derler; baba da böyle iddia ederse; oğullarının şehadeti kabul edilmez. Fakat, köle azad edilmiş oilur.

Eğer baba inkar edtar; cariye de iddia ederse; müşteri inkar etse bile, oğulların şchadeti caiz olur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adamın, bir cariyesi ve onun iki tane de hür oğlu olur ve bunlar müslüman da olurlarsa; cariyenin efendisinin onu bin dirheme karşılık azad etmesi ve böylece iddia etmesi halinde azad vaki olur.

Onun ikrarı sebebiyle, oğulların bedelini verdiklerine dair şehadet-leri kabul edilir. Şayet cariyenin efendisi, inkar eder; cariye de şahitlik yaparsa, oğulların şt \deti kabul edilmez. Eğer cariye inkar ederse, kabul edilir.

Eğer efendinin iki oğlu, böylece şahitlik yaparlar; efendi de ididia ederse, oğulların şehadeti kabul edilmez.

Eğer efendi inkar ederse, oğulların şehadeti kabul edilir.

Eğer cariyenin yerinde köle olmuş olsa ve efendinin oğullar da öylece şahitlik yapsalar, bunu efendi de köle de inkar etmiş olsalardı; yine oğulların şehadeti İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre kabul edil­mezdi. İmâmeyn'e göre ise, kabul edilirdi. Zehıyre'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bir kimse, diğer bir adamdan bir köle satiri alıp, onu da azad eder ve bu köleyi bir başka şahıs satın alıp, o da azad eder ve en aşağıdaki efen­disi öldüğü halde, ortanca ve en yukardaki efendisi durmakta olur; bir şahıs beyyinesi ile gelerek, "ölen adamın, kendi kölesi olduğunu" söyleyip, o kölenin terekesini ister; en önceki efendinin iki oğlu da, "ortadaki adamın, onu filandan satın aldığına şahitlik yapıp" onun da azad eylediğini söylerlerse, şehadetleri caiz olur.

Eğer ortanca efendisi ölür; kölenin de önceki efendisinden başka varisi kalmaz; sonra da ilk efendinin iki oğlu, —söylediğimiz gibi— şahitlik yaparlarsa; şehadetleri kabul edilmez.                        

Ortanca efendi, öldükten sonra, sonraki efendisi de ölür ve bir varis de bırakmaz, ancak bir kız varisi ve önceki efendisi kalır; sonraki efendiyi de bir adam iddia eder ve "onun efendisi olduğunu" söyleyip, beyyine de ibraz eder; kızı da iddia ederek, "onun hür olduğunu" ve ortanca efendisinin, onu azad eylediğini" söyler; önceki efendi de bun­ları inkar eder; oğullan da "ortanca efendinin, onu satın aldığım ve ona sahip olduğunu, sonra da onu azad eylediğini" söylerlerse; gerçekten ben,    onların    şehadetini   caiz   görür   ve    kabul    eder   ve   onun, "ortanca efendisi tarafından hür bırakıldığına; mirası da, yarı yarıya, kızı ile ilk efendisi  arasında taksimine kail olurum.  Muhıyt'te de böyledir.

îbnü Seınâa'nın Nevâdiri'nde İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu zikredilmiştir:

Bir kimse için, iki kişi şahitlik yaparak: "Gerçekten bu adam, şu evi, iddia sahibine bin dirheme sattı. Müşteri de kaporasını verdi." dediklerinde, bu ödenen para, satışın aslı ise, onların şahitlikleri kabul edilmez. Eğer asıl parası değilse, şehadetleri caiz olur. Zehayre'de de böyledir.

İki kişi, bir şahsa karşı "evini iddia sahibine bin dirheme sattı. İki •kişi de ona kefil oldu." derlerse; İmâm Muhammed (R.A.): "Ödeme, eğer evin aslı içinse, şehadetleri kabul edilmez.

Çünkü satış, onların tazminatı ile tamam olur. Sanki onlar satmış gibi olurlar. Eğer tazminat, evin asıl parası hakkında değilse, şehadetleri caiz olur." buyurmuştur.

Bir kimse, bir cariye satın aldığında, ona da iki kişi kefil olurlar sonra da, bu kefiIUer, cariyenin parası hakkında satıcıyı uyanrlarsa; şehadetleri caiz olmaz.

Keza, "Satıcı, parasından vaz geçti." diye şehadet ederlerse, yine şehadetleri kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İbnü Semaa, İmam Muhammed (R.A.)'in- şöyle buyurduğunu nakletmiştir.

Bir kimse, diğer bir şahsa, "filana satmış olduğu bir şey için, bir ödeme" yapar; alacaklı da "Ben, filana, bin dirheme satmıştım." der; ödeme yapacak şahıs bunu, inkâr eder ve bunun üzerine, "babasının, bin dirheme sattığına" iki oğlu şahitlik yaparlarsa, bunların şehadetleri caizdir.

Keza, ödeme yapmak isteyen kimse, ettiği halde oğulları, "Filan adam, sana ödeme yapmayı ermeylemişti." ve "Sen de ondan dolayı ödeme yaptın. Onu satan da,onu bin dirheme satmıştı." deseler, şeha-detleir caiz olur. Ondan, bin dirhem alıair. O da kendisine "ödeme /ap." diyene başvurup, verdiği parayı alır. Muhıyt'te de böyledir.

îki şüf'a sahibi, satıcıya karşı şüf'a hakkını istediklerim inkar stseler; halkbuki o da, o hakkı, onlara teslim etmemiş olsa; şehadetleri naiz olmaz.

Fakat, teslim etmiş olursa, müşteri hakkında şahitlikleri caiz olur.

Şayet müşteri, aliş-yerişi inkar, satıcı da bunu iddia eder, o zaman, şüf'a hakkı olanların şehadetleri caiz olmaz. Her ne kadar, haklarını) istemiş olsalar bile bu böyledir.                                                         .

Şefî'in çocuğunun, babası hakkındaki şehadeti ve babasının oğluı hakkındaki şehadeti geçersizdir.

Eğer şefin, iki oğlu şüf a hakkınnvbabalarına teslim edildiğine dair şehadette bulunurlarsa, işte bu caizdir.

Efendinin oğlunun ve babasının, bir kölenin satışma karşı şehadet­leri caiz değildir.

Köle ve mükateb şüfa hakkına sahiptirler.                                    .

Evlatlarının, babalarının, efendilerinin onlara şüfa hakkının tes­limine dair şehadetleri caizdir. Havî'de de böyledir.

Şüf anın aslında zikredilğine göre satıcı için, evladı şehadette bulundukları zaman; şayet şüf'a sahibi müşteriden şüf'a hakkım istemiş ve müşteri de onu inkar eylemiş bu evde müşterinin elinde bulunmakta ise, şehadetleri kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İbnü Semâa'nın Nevadiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Bir kimsenin sattığı bir evi müşteri henüz teslim almazsa; evin şüf'a hakkına sahib olan birisi de gelerek, b hususta dava açar; satıcının iki oğlu da "evi, müşteri teslim aldı." diye şehadette bulunurlar ve "şefî'de, şüfa hakkını alarak, sattı." derlerse; şehadetleri kabul edilmez.

Keza, eğer "Evin şüfa hakkmı teslim etti." diye şahitlik yapar­larsa, yine şehadetleri kabul edilmez.

Bu, babanın iddia edip, oğulların da ona şahitlik yaptıkları zaman­dadır.

Fakat, babanın inkarına şahitlik yaparlarsa, o zaman şehadetleri kabul edilir.

Şayet müşteri evi satıcıdan teslim almış olur; sonra da satıcının oğulları "şufa hakkıyla satıldı ve teslim edildi." diye şehadette bulu­nurlarsa, şehadetleri kabul edilmem. İster satıcı iddia eylesin isterse inkar eylesin müsavidir. Mırfııyt'te de böyledir.

İbnü Semaa'dan nakledildiğine göre, eğer satıcımın oğulları şahitlik yaparlar ve "gerçekten şüf'a hakkı olan hakkmı teslim eyledi." derlerse, bu caiz olur.

Eğer satıcı böyle söylerse, caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, bir adama bir ev satsa izinli kölesinin de, üzerinde şüfa Ihakkı olanın alacağı olsa> efendinin oğulları, "kölenin, şüfa hakkını teslim ettiğine dair" müşteri için şehadetleri kabul edilmez. Bu, evin, satıcının efendisinin olin de olması halinde böyledir.

Keza, izinli ve borçlu bir köleyi, efendisi sata»; kölede efendisine şefi  olur;  efendinin  oğulları  da  köleye  karşı  şahitlik  yaparlarsa; jgerçekten, bunların ev hususundaki şehadetleri geçerli olmaz. Havî'de de böyledir.

Efendi evini şüfa olarak mükatebesein sattığında efendinin iki oğlu: "mükateb, şüf'a hakkını müşteriye sattı." diye şahitlik yaparlarsa; şehadetleri batıl olur.

"Ev satıcının elinde bulunursa böyledir." denilmiştir.

Eğer ev müşterinin elinde olursa, töhmetten kurutlmaları için şehadetleri kabul edilir. Efendisi şefi olur, ev de satıcının elinde bulu­nursa, efendinin iki oğlunun "şüf'a, müşterinindir." demeleri halinde şehadetleri caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet ev için iki şefi olur; iki şahid de, şehadet ederek: "Birisi şüfa hakkını teslim etti; fakat hangisi etti bilemiyoruz:" derlerse; bun­ların da şehadetleri batıldır.

Eğer şüf'a üç kişinin olur ve ikisi, diğerine karşı: Bu adam, şüfa hakkını teslim etti." derlerse, şehadetleri caizdir.

Eğer: "Bizşehadetini istiyoruz." derlerse, batıldır.

Keza: "Biz onunla birlikte ve onlardan birinin oğluyla veya babasıyla veya mükatebesiyle veya zevcesiyle şüf amızı teslim ettik." derlerse, şehadetleri batıldır. ( = geçersizdir.) Havî'de de böyledir.

Varislerden birisi borcu ikrar ettikten sonra o ve başka birisi, ölünün vasisi veya başkası için "borcuna" şahitlik yapsalar, şehadetleri dinlenir ve kabul edilir. Hızânetü'l-MüftSn'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R. A.) şöyle buyurmuştur:

Vasinin, ölünün borcu veya başka bir şeyi için şehadeti batıldır. İster varis küçük olsun, isterse büyük olsun fark etmez.

Eğer vasi, ölünün alacağına karşı şahitlik yaparsa, bütün hallerde şehadeti caizdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Varislerden bazıları ölenin üzerine şahitlik yaparlar ve kendisi için üzerine şahitlik yapılan şahıs da küçük olursa, bi'1-ittifak şehadetleri caiz olmaz. Buluğa erişmiş birisiyse İmânı Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre yine böyledir.

İmameyn'e göre şehadetleri caizdir.

Eğer büyük üzerine, bir başkası şahitlik yaparsa; zahirü'r-rivayede, şehadeti caizdir.

Şayet büyük küçük hepsi için mirasın dışında şahitlik yaparsa, şehadeti caiz olmaz.

İki vasi, ölenin belirli bir evi üzerine ikrar da bulunduğuna şahitlik yaparlarsa; buluğa erişmiş birisi için, şehadetleri kabul edilir. Hulasa'da da böyledir.

Azledilen bir vasi, ölü için veya yetim için şahitlik yaparsa, davacı olmasa bile şahitliği kabul edilmez. Edebü'1-Kadî Şerhı'nde de böyledir.

Şayet vasinin, vasiyet edenin ölümünden sonra şehadeti kabul edilmezse; hakimin yanında yaptığı şehadeti reddedilmez.

Hakim ona: "Vasıyyeti kabul ettin mi, etmedin mi?" der; eğer: "Kabul ettim." derse şehadeti batıl olur.

Eğer reddederse, şehadeti imzalı olsa bile, bir şeyle cebredilmez.

Şayet susarsa, o zaman hakim, hüküm de tevakkuf eder. Mültekıt'ta da böyledir.

Ölenin üzerinde alacağı bulunan iki kişi,  "ona vasi olduklarını" veya "bir vasiyetine şahit olduklarını" söylerler ve veraseti hakkında yapacakları şehadeti davacı inkar ederse; şehadetleri kabul edilmez.

Eğer davacı iddia ederse, şehadetleri —ölüm açık olsun veya olmasın— kabul edilir.

Ölene borçlu olan iki kişi, veraset veya vasiyyetleri hakkında şeha-dette bulunurlar ve eğer ölü açıkta olmazsa, şehadetleri kabul edilmez.

Ölü açıkta olur; şehadet olunan da iddia etmezse, yine şeyadetleri kabul ediyorsa; işte o zaman, istihsanda şahitlikleri kabul edilir. Şayet iki varis, kendisine vasiyet edilene karşı şahitlik yapıyorlar ve ölüm de açık değilse şehadetleri kabul edilmez. İsterse kendisine şahitlik yapılan talep edici olsun, isterse inkar edici olsun fark etmez.

Eğer ölüm belli veya kendisi için şahitlik yapılan talip ise, istihsanen şehadet kabul edilir.

Kendilerine vasiyet edilen iki kişi, başka bir vasi hakkında şahitlik ederler ve ölüm açık olmazsa, şahitlikleri kabul edilmez. Eğer, ölüm açık olur; kendisi için şahitlik yapılan da istekte bulunursa istihsanen, şahit­likleri kabul edilir.

Kendilerine vasiyet yapılanlar, kendi için vasiyet yapılana şahitlik yaptıklarında, eğer ölüm belli olur ve meşhudun leh de vasiyet edileni isterse, şehadetleri kabul edilir.

Eğer ölüm belli değilse, şehadetleri kabul edilmez.

tbnü Semaa'nın Nevadiri'nde, İmâm Muhammet! (R.A.) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

İki kişi şahitlik yaparak: "Gerçekten ölen zat bizim babamıza vasiyyet eyledi." derler; ölenin varisleri de bunu ikrar veya inkar ettik­lerinde, eğer babalan vasıyyeti iddia ederse, şehadetleri kabul edilmez. Babaları vasıyyeti iddia ederse, şehadetleri kabul edilir. Muhiyt'te de böyledir.

Şayet iki şahit şehadette bulunur ve: "Gerçekten, ölen zat, bu iki kişiye vasiyyet eyledi." derlerse; onunla hükmedilir.

Sonradan, iki alacaklısı veya iki varisi yahut iki vasisi, başka bir adama vasiyyet ettiğini söylerler; o da iddia ederse, kabul edilmez.

Kâfî'de de böyledir.

Eğer hükümden önce şehadette bulunurlarsa;   o zaman hakim, hükmünden döner ve ona hükmeder. Bu, ikinci şahsın vasiyyeti iddia etmesi halinde böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse ölür ve üç adet köle bırakır; bunların kıymetleri de eşit olur; onlardan ikisi şahitlik yaparlar ve "Ölen zat, bu köleyi filan zata vasiyet eyledi." derlerse; hakim o köleyi o zata hükmeder.

Varisler: "Ona değil de, başka birisine vasiyyet etti." derlerse;. hakim onu reddeyler.

Ancak bu hususta hükümden önce şahitlik yaparlarsa şehadetleri kabul edilir.

Vasiyyet   eden   şahıs,   öncekine   vasiyyetten   dönerse;   bir   şey gerekmez.

Eğer döndüğüne şahitlik yapmazlarsa, bu durumda her biri İçin, bu kölenin yansı vardır.  Bu,  ikincinin diğer köle için şahitlik yaptığı zamandır.

Eğer iki şahit, hükümden sonra önceki köleyi, ikinci için demiş olsalar ve döndüğünü de söyleseler, döndüğüne ait şehadetleri red ve ikinci için vasiyyeti kabul edilir.

Eğer döndüğünü söylemezlerse, şehadetleri reddedilmez ve o köle, ikisinin arasına hükmedilir. Bu, ikinci için vasiyyet eylediği zamandır. Şayet önceki için "azad eyledi." diye veya "üçte bir" diye şehadette bulunsalar, bu reddolunur. İster başka köle için olsun, ister önceki için olsun müsavidir. Bu vasiyetten dönüşünü söylememeleri halinde böyledir. Kâfide de böyledir.

Fakat bu durumda, köle azad edilmiş olur. Ona ruhsat gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer, iki şahit, "önceki kölenin üçte birinin vasiyet olunduğuna" şahitlik yaparlar; sonra da, iki varis, "diğer birisinin, üçte biri ile vasiyet edildiğini" —öncekine hükmedilmeden önce, söylerler rücuu da söyle­mezlerse; sözleri kabul edilir; döndüğü ise hariç tutulur.

Hakimin taksimi ve teslimi, —Eğer ölen vasiyyetinden dönmemiş olursa— hükmü gibidir.

Fakat hakim, malı varislerle, vasiyyet olanlar arasında taksim ettikten sonra şikâyet vaki olursa, hakim onu reddeder. Çünkü, o hakimin taksimini bozar. Hakimin taksimi ise hakimin hükmüdür.

Keza, eğer varis: "Gerçekten ölen zat, malının üçte birisini vasiyyet eyledi." verya "Bu köleyi, filan adama vasiyyet eyledi" diye ikrar ederse, Öylece hükmedilir.

Sonradan, o varis, başka bir adamla birlikte: "Gerçekten ölen zat, malının üçte birisini" veya "bu köle" yahut "başka bir köleyi vasiyet eyledi." dese; sözü kabul edilmez.

Keza, eğer varis, "bir adamın, ölen de alacağının olduğunu" ikrar' eder ve öylece de hükmedildikten sonra, başka bir adamla gelerek» "Ölenin, başka birine de borcunun olduğunu" söyler; terkede, ikisine de' kafi gelmezse; sözleri kabul edilmez.

Eğer önceki hüküm, iki şahitle verilmişse; ikincisi için de hükmedilir, ve mal ikisine tahsis edilir.                                                                  

Eğer ikinci için şehadet, birinciye hükmedilmeden önce ise, vecih-îerin tamamı kabul edilir. Ancak varis: "Üçte birle vasiyyeteyle." veya. "bir köle vasiyyet eyledi." demiş veya "öncekine borcunun olduğunu" söylemiş ve öncekine alacağı teslim edilmiş olur; sonra da ikinci için şahitlik yaparsa; işte bu şehadeti kabul edilmez. Keza, şayet teslim hakim tarafından daha önce yapılmış ise, ikinci içinde şehadeti kabul edilmez. Kâfî'de de böyledir.

Varis yabancı birisiyle birlikte, "ölen adamın, malının üçte birini bir adama vasiyet ettiğine" şahitlik yaptıktan sonra; hakim, hüküm vermeden önce, başka birisine vasiyyet eylediğine şahitlik yaparlarsa, şahitlikleri müsavi olur; {ıakim, ister önceki için, hüküm vermeden önce olsun isterse, sonra olsun fark etmez.

İki kişi, şahitlik yaparak: "Gerçekten ölen adam malının üçte birisini işte şu adama vasiyyet eyledi." derler; sonra da varislerden iki kişi: "Doğrusu ölen adam, vasiyyeten rücu eyledi ve malının üçte biri­sini, varisi olan filancaya vasiyyet eyledi." derlerse; önceki iki şahit ve bütün varisler ölümden sonra buna razı olunca, varis olarak şahitlik yapan iki kişinin, o şahıs hakkındaki "üçte bir" şehadetleri kabul edilir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, önceki adama hükmedilir. İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, varislerin, "ölenin yasiyyetten rücu etti." sözleri batıldır. (= geçersizdir.) Muhıyt'te de böyledir.

tmam Muhammed (R,A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Bir adam ölür ve mal bırakır, bir de kardeşi olur; bir adam da, "ölenin oğlu olduğunu" iddia ve buna beyyine de ibraz eder ve kendi­sinden başka varisin olmadığına şahit dinletirse, mal ona hükmedilir. Ölenin oğlu, "babasının, iki şahit için malının üçte birisini vasiyyet ettiğini" veya "onlara borcunun olduğunu" ikrar ederse; îmâm : "Onların şehadetleri batıl olmaz. Çünkü oğlu, hüküm verildikten sonra ikrar eylemiştir. Eğer bu ikrarı, hakim, hüküm verme den önce yap-.saydı, o zaman şahitlerin şehadetleri batıl olurdu." buyurmuştur. Havî'de de böyledir.

Ölen bir şahıs, fakir olan komşularına bir şey vasiyyet eder; varisler de bunu inkar ettiği halde, bu vasiyyet üzerine komşulardan iki kişi şehadette bulunurlar ve "kendilerinin muhtaç olan çocuklarına vasiyet yapıldığını" söylerlerse; İmâm Muhammed (R.A.): "Asla şeha­detleri kabul edilmez." buyurmuştur.

Bu şunun gibidir: İki kişi, bir adama karşı şehadette bulunurlar ve gerçekten o adam, analarına ve fîlaneye de kazf etmiş olursa, şehadetien makbul olmaz.

Şayet, komşularına karşı vakıf yapmış olsa, komşularından iki fakirde buna şahitlik yapsalar; şehadetleri caiz olur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Fahrüddin şöyle buyurmuştur: Fetva şunun üzerinedir: Biz, ken­disinin muhtaç olan evladına karşı şahitlik yapan kimsenin şehadetini kabul etmeyiz.

Vasinin vasiyeti caizdir. Vakıf hususunda ise, onun te'vili; komşularının fukarası sayılı değildir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Şayet iki kişi, "ölen zat, kendi ehli beytinin fakirlerine, malının üçte birsinin vasiyyet eyledi." diye şahitlik etseler ve bu şahitlik edenler de,  ehli beytinin iki fakiri veya ehli beytinin fakirlerinin çocukları olsalar, şehadetleri caiz olmaz.

Eğer şahitlik yapanlar, zengin iseler; kendilerinin de fakir çocuklarr yoska, şahitlikleri caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, köyünün mektebine ve aynı mektebin muallimine bir vakıf yapsa; bir adam da o vakıf gasbeylese köy ehlinin bazıları, "bu vakfın filan oğlu filanın olduğuna ve mektebe vakf eylediğin e" dair şahitlikte bulunsalar; bu şahitler o mektebin çocukları olmazlarsa; mek­tebin talebelerinin içinde, kendi çocukları olsa bile şehadetleri caiz olur. Esahh olanı budur.

Keza, bazı mahalle ehli, mescitleri için şahitlik yapsalar şehadetleri caiz olur.

Keza, alimlerin medreseye karşı yapılan vakfa şahitlikleri, kabul edilir. Keza, bu medresenin ehlinden olanların şehadeti de, kabul edilir.

Keza, bunlar şahitlik yaparak: "Bu mushaf mescide vakıftır." der-: j lerse şahitlikleri kabul edilir. Hıılasa'da da böyledir.

Bir kimse, malından bir şeyi, mahallesinin mescidine vasiyyet ettiği halde varisleri bunu inkar ederler; o mescidin cemaatından bazıları da, bu vasiyyete şahitlik yaparlarsa, şehadetleri caiz olur.

Keza, camiye vakf edildiği ne veya bir misafirhane yapılmasına vakfedildiğine şahitlik yapsalar; şehadetleri caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir köy ehlinin bazıları, diğer bir köy ehlinin bazılarına karşı, "haraçlarının fazla olduğuna dair" şahitlik yaparlarsa, bu şehadetleri caiz olmaz.

Eğer, heryerin belirli bir haracı varsa veya şahitlik yapanların kendi haraçları yoksa, o zaman şahitlikleri kabul edilir.

Nesefî'nin Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir: Köy ehli veya sokak ehli şehadetleri geçici olmadığı halde, "bir yerin, o köye veya mahalleye ait olduğuna" şahitlik yaparlarsa; şehadetleri kabul edilmez.

Eğer şehadetleri geçen, kimseler olurlar ve şayet kendi nefisleri için iddia da bulunurlarsa, yine şehadetleri kabul edilmez.

Eğer başkalarının alması içinse, o takdirde, şehadetleri geçerlidir. (= kabul edilir) Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), şöyle buyurmuştur:

İki adamın elinde, emanet bırakılmış, bir adama ait bir mal bulunduğunda, aynı adam, iddia edince, emanet bırakılanlar da, "bu malın, o adam ait olduğuna" şahitlik yapsalar; şehadetleri kabul edilir.

Eğer iddia eden, emanet bıraktıklarından başka iki kişiden idida da bulunur; emanet bırakılan iki kişide o adamların üzerine şahitlik yaparak: "bu iddia edilen mal, iddia edene aittir." derlerse, bu şehadet­leri kabul edilmez. Emanet bırakılan mal, ister mevcut olsun; isterse zayi olmuş bulunsun değişmez.

Eğer o iki kişi, emanetleri, emanet edene vermiş olurlar; sonra da, iddia edenin ikrarına "emanet veren, malını aldı" diye şahit dinletir­lerse, şehadetleri makbul olur. Müntekâ'da da böyledir.

Kendisine emanet bırakan şahıs: "Evet, emanet bırakan, emanet bıraktı." diye, iki şahit dinletir ve bir kişi de bunulkrar ederse; şehadeti caiz olur.

Keza, ödünç bırakılan iki şahit "Evet emanet bırakıldı veya "ariyet /erildi." diye şehadette bulunur ve fakat, onu bizse sattı." derlerse; şehadetleri caiz olmaz.

Bir kimse, iki kişiye, bir köleyi emanet bıraktığında, o iki kişi: "Bu köleyi efendisi mükatebe yaptı." veya "müdebbere yaptı." veya "tam azad eyledi." derler; köle de böylece iddia da bulunursa, şehadet­leri caiz olur. Bu, alım-satıma benzemez. Çünkü, azad olmak mül­künden çıkmak olur. Muhıyt'te de böyledir.

İki kişinin ellerinde bulunan, iki adamın rehinini bir adam gelerek "benimdir." diye iddia ederse, bu durumda rehin bırakılanlar şahitlik yapmaları halinde, şehadetleri caiz olur.

Şayet rehin bırakanlar, "rehin bırakılan şeyin, başka iki kişinin i-ehini olduğuna" şahitlik yaparlar; rehin bırakılanlar da bunu iknar ederlerse; rehin bırakılanlar, bu rehnin kıymetini iddia sahibine öderler.

Bir kimse, cariyesini iki adama rehin bırakır, cariye de rehin bırakılanların yanında zayi olur ve bu cariyenin kıymeti de rehin bırakan şahsın borcu kadar veya borcundn az yahutta çok bulunursa; rdıin bırakılanlar, "cariyenin, iddia eden için zayi olduğuna şahitlik yapar-, larsa; şahitlikleri kabul edilmez. Onların bu cariyenin kıymetini, iddia sahibine ödemeleri gerekir. Çünkü, onu gasbettiklerini ikrar etmiş oldular. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İddia eden şahsın ikrarına iki şahit: "İddia eden; rehin konulan, şey, kendisine rehin olarak bırakılan şahsın malıdır." dedi diye şehadette bulunurlarsa; ister rehin duruyor olsun, isterse zayi olsun; şehadetleri kabul edilmez. Ancak, rehin geri verildikten sonra, şahitlik ederlerse, o zaman şahitlikleri kabul ediliı. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Gasbeden iki kişi,  "gasbettikleri şeyin iddia eden şahsa ait olduğuna" şehadette bulunurlarsa; gasbolunan şeyi, kendisinden gas-bedilen şahsa vermeden önceki şahitlikleri, kabul edilmez. Hulasa'da da böyledir.

Gasbolunan şey, gasbedenlerin elinde zayi olduktan sonra, şeha­dette bulunsalar; hakim, onun kıymeti hakkında hüküm versin veya vermesin, şehadetleri makbul değildir. îster gasbettikleri şeyin bedelini gasbeyledikleri şahsa ödemiş olsunlar, isterse ödememiş olsunlar far-ketmez. Muhıyî'te de böyledir,

İki borçlu, borçlarının iddia edene ait olduklarına şahitlik yapar­larsa; ne borçlarını ödemeden önce, ve ne de ödedikten sonra, şehadet­leri kabuledilmez.

Keza aynını geri verirse, yine böyledir. Çünkü red, aynın benzeri olur.

İki borçlu, borçlarının iddia edene ait olduğuna şehadette bulun­salar, şehadetleri kabul edilmez. Bu, borçlarını ödeselerde böyledir. Huiasa'da da böyledir.

îbnü Semaa'nın NevadirTnde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Ticaret yapmasına izin verilmiş bir kölenin, üzerinde borç bulunur; onda alacağı olanlar da; "o köleyi efendisinin azad eylediğine" şahitlik yaparlar; efendisi de inkar ederse; muhtar olan, şahitler efendiye tabi olurlar. Ya kölenin kıymetini öderler veya köleyi serbest bırakırlar. Bedelini ödeseler bile şehadetleri kabul edilmez.

Eğer, onun kıymetinden teberri ederler ve azad edilmiş kölenin de borcunu kabul ettiğini seçerlerse, işte o zaman, şehadetleri kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Alacak sahibinin, borçlusuna karşı yaptığı şehadet caizdir. Acak, alacaklının, borçlusunun ölümünden sonra, bir mala şehadeti kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Taksim edici iki kişinin, kendilerine karşı yaptıklarına şahitlikleri, İmâm  Ebû  Hanîfe (R.A.)'ye  göre caizdir.   Bu,  İmâm Ebû  Yûsuf (R.A.)'un da son kavlidir. Muhıyt'te de böyledir.

Hakim, onlar için taksim etse de veya onlardan başkaları taksim etseler de yine aynıdır. Hidâye'de de böyledir.

Eğer taksim eden iki zat, bir parça araziyi hıfz eder taksim etmezler; sonra da durumu hakime arz ederler; varisler de huzurda olur, o yeri ikrar ederlerse; hakim aralarında kurra çektirir.

Sonradan şehadet ederek, "taksim yaptıklarını" söylerlerse, hilafsız olarak şehadetleri kabul edilir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse ölür, iki kişiye mal bırakır, bir de kardeş olur ve o iki kişi, bir çocuk hakkında, "ölenin oğludur." diye şahitlik yaparlar ve "bundan başka varisini bilmiyoruz." derlerse, şehadetleri kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse ölür ve onun iki kişide, bin dirhem alacağı bulunur, bu borçlular da bir adam için, "ölenin oğludur." Ondan başka da varisi yoktur." derler, onlardan başka iki kişi de "kardeşi de vardır." diye şahitlik yapsalar ve "Başka varisi yok." derlerse, gerçekten bu borçluların şehadetleri kabul edilir. ,

Şayet kardeşinin şahitleri önce şahitlik yapmışlar ve hakim de, kardeşine hükmeder; sonra da "oğlu var." diye şahitlik yaparlarsa, şehadetleri kabul edilmez.

Keza, hakimin emriyle borç kardeşe hükmedilse; sonra da   "oğlu var."   deseler,   şehadetleri  kabul  edilmez.   Fetâvâyi  Kâdîhân'da  da böyledir.

Keza, dinarlara karşı tasarrufta bulunsa veya kardeşi onlara karşılıklı   bir   mal   bıraksa   veya   bu   ikisi   —ölenin   terekesinden— kardeşlerinden bir cariye satın alsalar veya kardeş, onlara mukabil olarak   tasaddukta   bulunsa;   şahitlerin   şehadetleri   kabul   edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Ölen adam tarafından, ellerinde borç olarak gasbeylemiş olduk­ları  bir köle bulunur ve o köleyi de "onun oğul için olduğuna şehadet edene kadar" kardeşe vermezlerse; yine şehadetleri kabul edilmez.

Eğer, hakimin hükmüyle, o köleyi kardeşe verdikten sonra ölenin oğlu için şahitlik yaparlarsa; şehadetleri kabul edilir. Şayet o köle, ölen adam için, onların elinde bir emanet ise; oğlu için şahitlikleri kabul edilir. Bu köleyi, kardeşe, ister vermiş olsunlar, isterse vermemiş olsunlar fark etmez. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimsenin, ana-baba bir kardeşi ölür ve ölen bu şahsın, bir adamda alacağı bulunur; ondan vaz geçmiş veya onu bağışlamış olur yahut bir aya terkeder de, sonra da o borçlu, bir başkası ile: "Ölenin oğlu vardır." diye şahitlik yaparlarsa şehadetleri makbul olur. Çünkü onun için bir menfaat yoktur; belki de zarar vardır. (Borçtan dönmek, hibeyi reddetmek gibi...) Bir şey mukabili hibeden dönüş bunun aksi­nedir: Kâfî'de de böyledir.

İbnü Semaanın Nevadiri'nde İmam Mııhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet edilmiştir:

Bir kimse, belirli bir mehirle, bir kadını nikanladıktan sonra, ayni şahıs, başka biriyle birlikte "o kadın, şu adamın cariyesidir." diye şahitlik yapar o adam da idida ederse; hakim, bu kocanın şehadetini kabul etmez. Bu durumda iddia eden şahıs, isterse "nikahlarını ben emreyledim." desin; isterse emreylemesin müsavidir.

Keza koca, ister bu kadına cima etsin, isterse etmesin; ister mehrini vermiş olsun, isterse olmasın fark etmez.

Şayet: "Ben, onun nik ahi anmasını emretmiştim ve ona mehrini almasını da söylemiştim." dese bile böyledir.

Koca, mehri kadına vermiş olsa da, olmasa da, hakim şehadetini kabul eylemez.

Eğer: "Ben, onun evlenmesine emir verdim. Mehir almasını da söyledim." der kocası da ona mehri vermemiş olursa; şehadeti kabul edilmez.

Eğer kocası mehrini, kadına vermiş o da onu kabul etmişse; alimler bu hususda: "Koca, mehr-i misil veya daha fazla vermiş o da, mehrinde azaltmaya razi olmuş ve aldanmış bu da emirle olmuşsa, nikah sahih olmaz. Bu durumda, uygun olan şehadetin de kabul olunmamasıdır.

Biz, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un muhtemel kavlini böylece söyledik. İmâm Muhammed (R.A.)'in kavli de budur. İmam Ebu Hanîfe (R.A.)'nin kavli, bu değildir. Çünkü ona göre nikahla vekil olan kimsenin, mehir de dilediğini vermesi sahihdir.

İmameyn'e göre ise, vekil, mehr-i misille kayıtlıdır.

Eğer bu görüş, hepsinin görüşü olsaydı, İmam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin;  efendinin;  kölesi ile cariyesi arasında ayırım yapmasına ihtiyaç olurdu. Ve bu efendinin yabancıyı da ayırması gerekirdi.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, fark nedir?

Me'mur haddi aşmayarak hareket ederse; ancak o zaman, Amirin emri geçerli olur. Ve nikah hususunda töhmet vekile ait olur. Bu ise, köle ile cariye de ittiham olunmakta, menfaat gereğidir. Çünkü onlar, aldatmayı öğrenirler. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, bir kadının nikahladıktan sonra, bir adamla: "Bu kadın filan adamın cariyesi olduğunu ikrar eyledi." diye şahitlik yapsa, bu şehadeti kabul edilmez. Ancak, koca, onun mehrini verir.

İddia eden şahıs: "Ben, ona evlenmesi için izin verdim. O da men-rini aldı." derse, o zaman olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İki kişi kız kardeşlerinin mehrine onun evlenmesi sebebiyle şahit olurlar ve: "Biz, bacımızı, bin dirheme nikahladık." derler; kocası da bunu inkar eder ve: "O beşyüz dirhemdi." derse; kardeşlerin şehadeti kabul edilmez.

Şayet koca mehri ve nikahı ikrar ettiği halde, beraatini söyler; kardeşler de buna şahitlik yaparlarsa; şehadetleri kabul edilir.

Bir kimse, kızını iki oğlunun şehadetiyle nikahlar; onlar da, kocanın nikahı inkarına karşı, şahitlik yaparlar ve baba: "Ben nikah­ladım." derse; İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, şehadeti, kızın büyük olması halinde caiz olur.

Bir adam ile iki kadın, iki kadının nikahına şahit olsalar; koca da karılarına:   "Siz   benden   boşsunuz."   derse,; bunlar   o   ikisine   de başkalarının talakına da şahit olamazlar. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

tmâm Mulıammcd (R.A.), Cami'de de şöyle buyurmuştur:

îki kişi, babalarının, kendi analarını boşadiğına şahitlik yaparlar; baba da bunu iddia ederse; şehadete ihtiyaç olmaz.

Eğer baba inkar eder; ana da iddia ederse; bu durumda oğullarının şehadetîeri kabul edilir.

Şemsü'd-dîn el-Evzecendi'nin Fetavalarmda, "Gerçekten ana, boşanmaya iddia ediyorsa, oğullarının şehadeti makbul olur." buyurmuştur.

Sahih olan da budur,. Cami'in beyanı da budur. Mnhıyt'fe de böyledir.

Bir kimse, nikahladığı bir kadım cima etmeden gelir boşar; sonra da, başka bir kadın nikahlar ve iki oğlu da, "onu üç talak boşadığına" şahitlik yaparlar, önceki üç talak boş olur; ikinci kadını başkası nikah­lamadan önce nikahlar. Eğer baba, kadını tasdik ederse ayrılık düşer; cemi mehir gerekir.

Eğer kadın, inkar ederse; her ne kadar baba inkar etse bile, oğulların şehadetîeri caiz olur. İster, kadın inkar; isterse, ikrar etsin; fark etmez.

İki kişi, "babalarının dinden çıktığına" şahitlik yaparlar, karısı da bunu inkar Eder; eğer o oğlanların anaları sağ ise ve babalarının da< nikahının altında ise, şahitlikleri kabul edilmez. Eğer baba, iddia ederse, kabul edilir mi? Veya inkar ederse kabul edilir mi?

"Evet" edilir. Şayet anaları ölü olur ve baba iddia ederse, şahitlik­leri kabul edilmez. Eğer inkar ederse, kabul edilir. Muhıyt'te de> böyledir.

İki oğul,   "babalarının  analarını mal mukabili boşadiğma" şahitlik ederler; eğer bunu baba iddia ederse, oğulların şehadetîeri kabul] edilmez.                                                                                     

Eğer baba inkar eder; ana da iddia ederse; yine şehadetîeri kabul edilmez.

£akat, ana inkar ederse; şahitlikleri kabul edilir.

Eğer oğülar,  ''babalarının, karısını mal mukabili boşadığına" şahitlik ederler; anaları da hayatta olmazsa baba da bunu ikrar ederse; şehadetîeri kabul edilmez. Eğer inkar ederse; şehadetîeri kabul edilir. Zehıyre'de de böyledir.

İbnü Semaa'nm Nevadiri'nde İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu  rivayet  olunmuştur  ve  bunu  O  da  İmâm  Ebû  Hanîfe (R.A.)'den rivayet etmiştir: Bir kimse kölesine: "Şu iki adamın evine girerse..." veya "elbisesine dokunursa; arük sen hürsün." der; köle de öyle yapar ve iki kişi gelerek, buna şahitlik yaparlarsa bu caizdir.

Fakat şu mesele buna muhaliftir: Bir kimse: "Eğer kölemle konuşursanız..." veya "onun elbisesine dokunursanız, o hürdür." der; onlar da öyle yaparlarsa; şehadetîeri kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

İki kişi, şahitlik yapıp: "Filan adanı, kansına sen boş ol; filan filan kimse ile konuşursan, dedi ve konuştu." deseler bu şahitlikleri kabul edilmez; geçersizdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, kölesine: "Eğer filan adanı, seninle konuşursa, işte sen hürsün." der; o adam da, o köle ile konuştuğunu iddia eder; iki oğlu da şahitlik yaparlarsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre şehadetieri kabul edilmez. İmam Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre de bu böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

İki kişi, bir adam hakkında şahitlik yaparak: "O adam, "eğer kölem babalarınızla, şöyle konuşursa, bu kölem hür olsun." dedi; der-lede onların babaları ister hazır, ister gaib olsun, ikrarları batıldır. Eğer babalar, konuştuklarını inkar ederlerse; şehadetîeri caizdir. Darb ( = dövmek) üzerine olan yemin de, böyledir.  Fetâvâyi Kâdîhân'da da

böyledir.

Bir adam iki kişiye: "Eğer, şu eve girerseniz, kölem hür olsun." der;  onların oğulları da "babalarını o eve girdikerine" şehadetlik yaparlarsa, İmam Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmam Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre şehadetîeri kabul edilmez.

Eğer, babalan sağ olursa, babalarının girdiklerinde dair şahitlikleri hilafsız caiz olur.

Bu, bütün hükümlerde böyledir. Çünkü, şehadetlerinin isbatı mümkündür. Nikahta olsun, talakta olsun, ahm-satım ve diğerleri gibi şeylerde, eğer baba sağ olurda iddia ederse/böyledir. Ölü iseler, yine böyledir. Yani şehadetleri caiz olmaz.

Eğer baba sağ olur da, inkar ederse, hilafsız olarak, şehadetleri caiz ve makbul olur. Zefrıyre'de de böyledir.

Uyûiı'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kisme, "Eğer iki kişiyi döverse karısının üç talakına yemin etse" ve onları da dövse; o dövülen iki kişinin şahitlik yapmalarına ruhsat vardır. Ve şahitlik yapmaları halinde, üç talak vaki olur. Dövülen şahıslar şahitlik yapıp yapmamakta, istedikleri gibi muhayyer ola­mazlar. Eğer, yemin eden şahıs; "Muhayyerdirler." derse, şehadetleri caiz olmaz. Tafarhâniyye'de de böyledir.

İki  kişi  şehadet  ederek:   "Gerçekten  o  adam:   "Ben  ikinizi döversem kölem hür olsun." dedi derler; onlardan başka iki kişi de, "o adamın, onları dövdüğüne" şahitlik ederlerse; şehadetleri caiz olmaz.

Keza,  üzerlerine  şahitlik  yapılan,   "dövdüklerini  yeminle  inkar ederse yine böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam "Şu evime kim girerse, işte onun kölesi hür olsun." der; üç-dört kişi de onun o eve girdiğine şahitlik yaparlarsa; İnıam-ı Sanı: "Eğer onlar, "biz girdik; o adam da bizimle girdi." derlerse ve girenler iki   kişi   olursa,   o   adam   hakkındaki   şehadetleri   kabul   edilmez.'' buyurmuştur.

Keza bir adam: "Eğer, sizin vücudunuza dokunursa, işte onun karısı boş olsun." veya: "...kölesi hür olsun." der; onlardan birisi de: "Benim cesedime dokundu." diye şahitlik yaparsa, şehadeti makbul olmaz. Şayet o: "Eğer sizin elbisenize dokunursa..." der, o da, doku­nursa, şehadeti kabul edilir.

Fetâvâyi Kâdîhân'da şöyle zikredilmiştir:

Eğer şahitler, meseleler hakkında şahitlik yapmak istediklerinde talak, ıtak hakkına sebebsiz şahitlik yapabilirler; bu caizdir. Kerderi'nin Vecizi'nde de böyledir.

Keza, bir kimse, bir ölünün kitap vasiyyetine şehadette bulunursa, (bu kabul edilir. Çünkü) onun vasiyyet hakkı vardır.

Fakiyh Ebu Bekir el-Belhî: "Uygun olan: "Ben, şahit tutuyor ve şu kitaplarımı vasiyyet ediyorum. Ancak (elini koyarak) şu kitaplarım müstesnadır." demesidir " buyurmuştur.

Ebû'l-Kasım şöyle buyurmuştur:

Bir kadın, kocasına karşı.mehrini, iddia eder; ölen adamın varisleri de, bu kadının nikahını inkar ederler; bir adam da: "Ben nikahlarına şahidim." der ve kendinin akdini söylemez ve mütevelli olduğunu söylerse; şehadetine itibar olunmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, iki kişiye: "Eğer siz, hilal (-  ay) gördüysen> işte kölem hür olsun." der; onlar da,ona hilali gösterirlerse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) "Köle azad olmaz" buyurmuştur. Orucun caiz olmasına şehadetleri, makbul olur.

Bir kimse: "Filan ve filan-, şu kölemin şu eve girdiğini görürlerse, işte o hürdür." der; onlar da şehadette bulunarak: "Onun o eve girdiğini gördük."   derlerse;   —başka  iki   şahit  göstermeden—   sözleri   kabul edilmez.

Üç kişi hakkında, "bir adamı, kasden öldürdü." deseler, sonra da, onlar "biz affedildik." diye şehadette bulunsalar; bu şehadetleri caiz olmaz. Onlardan ikisi şehadette bulunarak: "O bizi affetti." ve bunu da affetti." deseler, îmânı FJbû Yûsuf (R.A.)'a göre o bir kişi affedilmiş olur. Hulasa'da da böyledir.

Hasan bin Ziyad'm şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:

Bir kimse ""bütün kölelerini azad eylediğine ve ebediyyen borç almayacağına dair yemin etse ve iki kişi de ona borç yerdiklerine, şeha­dette bulunsalar, bu şehadetleri kabul edilmez. Onun talep ettiğine dair şahitlik yaparlar; fakat, "vermediklerini" söyleseler, şahitlikleri kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse yemin eder ve: "Eğer, ben filan, adamdan, dirhemler borç alırsam,  kölem azad olsun."  der;  sonra da,  o adam,  "onda alacağının olduğunu iddia" eder; bunun üzerine de, kölenin babası başka birsiyle birlikte, şahitlik yaparsa, Nevazil'de "Gerçekten o adam, borcunu iddia eden öder. Fakat kölesi azad edilmiş olmaz.' denilmiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet o, kölenin azad olması şartiyle iki kişiye borç etmemeye yemin etmiş olur; onlar da, "ona, borç verdiklerine" şahitlik yaparlarsa, şehadetleir caiz olur.

Bir  kimse,   "Şu  iki  evi  yıkmayacağına veya onların  ellerini kesmeyeceğine dair yemin ettikten sonra, o ikisi, "o adam, böyle yaptı." diye şahitlik yaparlarsa; şehadetleri, caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

îki kişi şahitlik yaparak: "İşte şu adam, kölesini azad eyledi." derler; sonra da, o köle, o iki şahitten birine karşı, cinayet işleyip, iki gözünü çıkarır; kölenin efendisi de "köleyi azad eylediğini inkar ederse; kendisine karşı cinayet işlenen şahsa, bir şey gerekmez ve onların şeha-deti de kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, iddia eyliyerek, bir adamın elinde olan evi ister; ona dair iki de şahit dinletir; iddia sahibi de, o iki şahide evini icarlamış olur ve tazminat da gerekmezse, şehadetleri caiz olur.

Eğer şahitler: "Biz, onu yıkmak üzere icarladik. Ve onu da yıktık." derlerse —iddia sahibinin evini yıktıkları için— şehadetleri makbul olmaz. Ve yıktıkları binanın kıymetini tazmin ederler. Feiâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.

Bir kimsenin yanında bir koyun bulunur; başka bir şahıs da gelerek, o adamın isteği üzerine, bu koyunu boğazlarsa, sonra da başka birisi gelerek, "koyunun kendisinin olduğunu, önceki adamın o koyunu zoraki elinden aldığını iddia edip, iki de şahit dinletir, o şahitlerden birisi de, bu koyunu boğazlayan şahıs olursa, koyunu boğazlayan bu şahsın şehadeti kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Şahit, şayet yürüyemeyecek kadar yaşlı ve bineksiz mahkemeye gitme.imkanından yoksun; yanında da bineği bulunmaz, bir hayvanı da kirahyamazsa, kendisi için şahilik yapılacak olan zat, ona, binip geleceği bir vasıta gönderir. Bu durumda onun şahitliği geçersiz olmaz.

Eğer böyle olmaz ve yörümeye gücü yeter veya bineği olur ve bu halde kendisi için şahitlik yapılacak olan şahıs binek gönderir bu şahıs da» ona binerek gelirse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göre, şeha­deti kabul edilmez.

Şahit, lehine şehadette bulunacağı adamla yemek yerse; şerhadeti reddedilmez.

Fakiyh Ebû*l-Leys, şöyle buyurmuştur:

Bu da binek hususunda söylendiği gibidir. Fakat birlikte yemek yemekte eğer şahitliği yapılacak adam, şahit için yiyecek hazırlamamişta; yanında yiyeceği var iken, şahitler ona uğramışlar ve birlikte yemek yemişlerse, şahitlikleri reddedilmez.

Şayet lehine şahitlik yapılcak zat, onlara özel yiyecek hazırlamış onlar da onu yemişlerse şahitlikleri kabul edilmez.

Bu, şahitlik yapılmak üzere olursa böyledir. Eğer böyle olmaz ise, insanlar şahitlik yapmak üzre toplanmışlar, şahitlik yaptıracak adam da, onlara yemek hazırlatmış veya binek göndermiş, onları şehirden çıkarmış bineklere bindirip yemeği yedirmişse; bu husustada ihtilaf vardır. İmâm Ebû Yûs«£ (R.A.): "Binmeleri hususunda şahitlikleri kabul edilmez. Yemekleri hususundaise kabul edilir." buyurmuştur.

İmâm Muhammet! (R.A.) göre ise, her iki halde de şahitlikleri kabul edilmez. Fetva ise, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göredir.

Yemek yemek ve yedirme halk arasında, hususiyetle nikahlarda .cereyan eden bir hadisedir. Gerçekten halk, bu merasimlerde bol şeker, gül suyu ve dirhemleri saçarlar. Eğer bunlar şehadeti düşürseydi, bunu yapamazlardı. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adamın davasını hakim hoş görmezse; iki kişiye emrederek onlara, "davanın hakikatim öğrenmelerini" söyler. Sonra bu davaya bakarsa; bu iki kişinin şahitlikleri —eğer adil kişilerse— caiz olur ve bunda bir beis yoktur. Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir. Zabiriyye'dede böyledir.

Emir (= komutan) için, askerin şehadetini —eğer bunlar kale içindelerse kabul edilmeyeceğine dair Hulasa Kitabında nas vardır. Durum böyle değilse, şehadetleri caizdir

Ziyadat'da İmâm Muhamemd (R.A.) şöyle buyurmuştur: Şayet seriyye (= öncü ordu birliği), İslam diyarına esirlerle birlikte döner; esirler de: "Biz islam ehliyiz" veya "Zimmet ehliyiz." "Bizi islam diyarından yakaladınız." dedikleri halde seriyyedekİler de: "Biz, sizi harpa diyarından aldık." derlerse; esirlerin sözü geçerli olur.

Eğer seriyyedekİler davlarına beyyine gösterirler şahitleri de ticaret ehli olan tüccarlar olurlarsa; bunların şehadetleri caiz olur.

Eğer şahitler bu seriyyeden olursa; şehadetîeri kabul edilmez. Şayet bu mes'ele bu hal üzere kalırsa; bu seriyye hakkında ne olur?

Bu seriyyenin askerlerinden bazılarının, diğer bazıları hakkında yaptıkları şahitlik caizdir. Çünkü seriyye (= küçük ordu birliği) sayılı kişilerdir. Bazılarının şehadetleri, bazıları hakkında, kendi nefsine göre şehadet yerindedir.

Fakat orduya gelince, cem-ü azimdir. (Sayılan çoktur) Bazılarının, diğer bazıları hakkındaki şehadetlerine mani bir hal yoktur.

Sayrafiyye'de: "Seriyye: Sayısı yüz veya daha az olan askeri öncü birliktir. Bundan fazlası seriyye sayılmaz." denilmiştir. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teala'dır. [18]

 
5- ŞEHADETTE HUDUTLARA MÜTEALLİK MES'ELELER
 

Şehadette hudutları zikretmek elbette gereklidir. Hulasa'da da böyledir.

Şehadet, hazırda olan bir akar hakkında ise, —onun hududunu açıklamaya ihtiyaç yoktur. Zehıyre'de de böyledir.

Şahitler akarın üç hududunu zikrederlerse,  şehadetleri kabul edilir. Muhiyt'te de böyledir.

Şahitlik yapılacak akar, meşhur olmaz. Şahidler de, bunun sadece üç cihetine şahitlik yaparlar ve: "Dördüncü cihetine (= tarafım) bil­miyoruz." derlerse; istihsanen yine şahitlikleri kabul edilir. Ve bu şeha-detle, dava sahibine hükmedilir. Üçüncü had, önceki hadde mühazi ( = hizalı) kılınır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, üç köşeli bir yeri iddia ediyor; o yer de iki yönü ile tarif ediliyor; şahitler de iki yönünü söylüyor I arsa, bu dava da, şahitler de makbuldür. Muhiyt'te de böyledir.

Eğer dört tarafı söylenmekte iken, bir tarafı meçhul kalmışsa; bu bir zarar vermez.

Şayet şahit, tarafların birisini yanlış söylerse, şehadeti kabul edilmez.

Bu, böylece, Sadra'ş-ŞehSd'in Edebü'1-Kadî Kitabı'nda zikredilmiştir.

Şemsü'l-Eimme Halvani: "Bu, bazı alimlerce kabul edilmez; bazıla­rınca da kabul edilir." buyurmuştur.

Fetva, Sadru'ş-Şehid'in kavli üzerinedir. Yani bu şahidin şehadeti kabul edilmez. Hulasa'da da böyledir.

Şahidin yanılması şahidin ikrarına göredir. Eğer bir şahit: "Ben yanıldım." derse; buöylece tesbit ediliri

Fakat, iddia olunan şahıs: "Şahit, hudutta hata etti; yanıldı." derse, onun davası dinlenmez.

Şeyhu'1-tmam Şemsü'1-Eime Serahsî ve Şeyhu'i-İmam Evzecendi böyle buyurmuş ve fetva vermişlerdir.

Keza dava olunan, dava edenin şahidinin, bir yön hakkında yanıldığını iddia ederse davasına kulak verilmez,

Şemsü'I-Eime Serahsî'nin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Eğer şahit, haddin ("= etrafın) birinde hata eder; sonra da hatırlarda şehadetini tekrarlar ve isabet ettirirse şehadeti kabul edilir. İster aynı mecliste hatırlasın, isterse, başka mecliste hatırlasın fark etmez.

Bu şahit: "Bu tarafın sahibi filan idi. Ancak, o evini filana sattı. Biz, onu bilmiyoruz." veya "Bu tarafın sahibi, bizim dediğimizdir. Yalmz bundan sonra adı böyle olmuş. Biz onu bilmiyoruz.' der. Mnhıyt'te de böyledir.

Şahitler, bir şahsa karşı şehadette bulunur hududlu bir şeyin, hududunu söyler ve: "Biz hakikati böyle biliyoruz. derler; şehadet edilen şey de bir köyde bulunur; iddia olunan kimse de, hakimden, "şahitlerin o köye giderek, hududu tayin etmelerini talep ederse; hakim,, şahitlerin böyle yapmalarına lüzum görmez. Sahih olan da budur. Zehıyre de de böyledir.

Şahitler bir adamın evi hakkında şahitlik yaparak: "Biz, evi tanı­yoruz. Oraya gitsek, hududu üzerinde dururuz. Fakat, etrafının adlarını .bilmeyiz." derlerse, hakim, şehadetlerini kabul eder.

Eğer şahitler adil kişilerse, hakim, iddia edeni de olunanı da şahit­leri de muavinimde birlikte oraya gönderir ki, şahitler muavinin huzu­runda hududu göstersinler. O şahitler varır hududun üzerinde dururlar ve: "işte, bizim şahitlik yaptığımız yer." derler ve tekrar hakime dönerler; emin olan zatlar da: "Evet, şahitler isimlerini söyledikleri yerde durdular.'* derlerse; o takdirde hakim, evi iddia sahibine hük­meder. Köylerde de, kasaba kenarlarında da bu böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

îki şahit, şu beldedeki ev hakkında: Filan mahallede, filan oğlu filanın evine bitişiktir. Ve o, şimdi iddia olunan adamın elindedir. Fakat, biz onun hududunu bilemeyiz ve üzerinde duramayız.*' derler; iddia sahibi de, hakime: "Ben başka şahitler getireyim." der ve "onların, evin hududunu çok daha iyi bildiklerim" söyleyerek onları alır getirir; onlar da: "Hududu şudur, şudur." derlerse; bu meselede ihtilaf vaki olmuştur.

Bazı fetva nüshalarında: "Buna göre hükmedilir." denilmiş; bazıla­rında da:'*Bu durumda, iddia sahibine hükmedilmez.'' denilmiştir.

Köylerdeki tarlalar ve bütün gayr-i menkuller buna göredir. Zehıyre'de de böyledir.

Zahırü'd-dîn    el-Mürğîam,    bu    mes'ele    hakkında    şöyle buyurmuştur:

Böyle bir durumda, rivayetler muhtelif olunca; en doğru olanı, son şahitlerin şehadetîerini kabul etmektir. Çünkü, çok kene böyle yapılır.   

Bir kimse, bir yeri sattığına dair veya köyde bir bağ hakkında şahitler dinîetse de şahitler, satüan yerin hududunu bilenıeseler; fakat, hududun adlarım söyleseler» —hakikaten öyle ise— şehadetîeri şahindir.

Esahh olanda budur. FüsuİM'î-Imadiyye, Künye ve Zahîriyye'de de böyledir.

Eğer iddia sahibi, evin iddia edene ait olduğuna şahitlik yapmaları için iki şahit getiremezse, böyledir. O zaman, davacı, hududunu tanıma­ları ve komşularının adlarını öğrenmeleri için hakimden güvenilir iki kişi göndermesini ister; hakim, bunu kabul edip onları gönderir. Onlar da evin hududunu ve komşularını tanırlar. Bu, söylenilen hududa muva­fakat ediyor ve emin kişiler de böyle söylüyorlarsa; hakim, o evi iddia sahibine hükmeder. Onların şehadeti sebebiyle, ev iddiacının olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bunun tamamı, ev meşhur olmadığı zamandadır.

Eğer ev, bir adamın adıyla meşhur olursa, (Kûfe de ömer ibni Haris'in evi gibi...), ve (Basra'da Zübeyrniîn evi gibi...) ona iki insan şehadette bulunursa; "hududunu söylemeye ihtiyaç kalmaz." denilmez.

Eğer —hududu söylenmezse şehadetîeri kabul edilmez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göredir.

İmâmeyn'e göre ise, bunların şehadetîeri, hududunu söylemeseler de, kabul edilir. Arazi ve akar meşhur da olsa, bunun hilafınadır. (yani hududu belirtilmedikçe, şehadetîeri kabul edilmez.) Fetâvâyi KâdJhân'da da böyledir.

Şayet şahitler: "Biz köydeki eve şahitlik yaparız. Filan mahallede mescide bitişiktir- Yalnız, komşularım adını bilmiyoruz." derler; bu durumda iddia sahibi: "Ben hududuna dair iki şahit daha getireyim." derse; o zaman hakim, ona iltifat etmez. FüsuIü'I-Imâdiyye'de de böyledir.

Şahitler hududu bilmedikleri halde, güvenilir kişilerden sorarak, hakimin huzurunda açıklama yaparlarsa; hakim şehadetlerini kabul eder. Dava olunanın üzerine şahitlik yaparlar ve kendi nefislerinden açıklamada bulunurlar; iddia olunanın söylediklerini söylemezi erse, yine kabul edilir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Şahitler, eğer bir yerin tek tarafını söylerlerse, bununla bilgi hasıl olmaz ve hüküm verilmez. Hulasa'da da böyledir. [19]

 

Meyân-i Dîhî
 

Sahipleri ölmüş veya kaybolmuş varisi kalmamış olan arazilere meyan-i dihî denir.

Keza, mülkiyeti, köy veya kasaba halkına haraç arazisi olarak ter­kedilmiş bulunan yerler de meyan-i dihî denilir.

Keza, hayvanların otlaması için terkedilen mer'alara ve taksime tabi tutulmayan yerlere de meyan-i dihî derler. Muhıyt'te de böyledir.

Muhtar olan, elinde bulunduran şahıs söylenilirse, bu tarif için kafi gelir. Hulasa'da da böyledir.

Şayet, bir yerin tek yönü söylenir ve "Taksimden önce, filan adamındı.' denirse; esahh olan, bu kabul edilmez.

Şayet, böyle bir yer vakfedil misse, onun mutasarrıfı muhakkak söylenmelidir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir memleketin hududu, hükümdarının ismiyle anılır ve ona nisbet edilirse; —o yerin iki emiri olsa bile— o yer, emirinin adı ile tanı­nabilir.

İki kişi, bir adama karşı: "Gerçekten o, filanın duvarım yıktı." derler ve o duvarın hududuna dair, enini boyunu beyan ederlerse; şeha-detleri caiz olur. Her ne kadar kıymetini söylemeseler bile, bu böyledir.

İmâm: "Bana göre elbette onun, ağacından, yerinden haber vermesi gerekir." buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimsenin evinin bir kapısı olur; bunun önünden geçilmek gerektiği halde, ev sahibi ondan men eder; iddia sahibi, başkasının kapısından yol ister ve beyyine ile, o yerin ev sahibine ait olmadığını isbat etmesi gerekirse, burada, ev sahibinin sözü geçerli olur. Yalnız, yemin verilir.

Eğer, adam, o yerin kendisine ait olduğunu isbat ederse, iddia sahibi, bir hak talebinde bulunamaz.

Ancak, aranın yol olduğuna şahit dinletirse; o takdirde gelip geçebilir. Her ne kadar yolun hududu olmaz ve eninin, boyunun ölçüsü bilinmezse bile böyledir. Bu takdirde şehadet makbuldür. Alimlerimiz­den bazıları: "Bunun te'vili: "Davacının ikrarı ve bu sebeble ikrarının sahih olmasıdır. Fakat şahitler oranın yol olduğuna şehadette bulunur­larsa; sahih olan, şehadetlerinin kabulüdür. Kapının hükmü, yol olur ve genişliği kapıya kadar dayanır. Mebsût'ta da böyledir.

Keza, bir evin yolu, sokağa açılmış olan duvardan olur,1 sokak halkı da, bunu inkar ederlerse;, orası yoldur.

Bir adamın oluğu, bir diğerinin evinin üzerine akıyor ve yine bir kanal, bir adamın tarlasından geçiyorsa; bu hususta ihtilaf vardır. Eğer su, dava zamanında akıyorsa, bu takdirde, su sahibinin sözü geçerlidir.

Eğer su, dava zamanı akmıyor ve daha önceden beri akıyorsa, yine su sahibinin sözü geçerli olur. Oluk da böyledir. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer şahitler şehadete bulunurlar ve "Bu oluk, daha önce de akı­yordu"  ve  "Bu akan, yağmur suyudur." derlerce; işte bu yağmur suyudur.

Eğer şahitlik yaparlar ve: "Bu su, abdest suyudur." veya "başka, serpilen bir sudur." derlerse; öyle olur.

Eğer açıklama yapamazlarsa, o zaman söz yeminle birlikte ev sahibin aiddir. Mebsût'ta da böyledir.

Fakıyh Ebû'1-Leys şöyle buyurmuştur:

Müteahhirînden olan alimlerimiz şöyle demişlerdir: "Oluk husu­sunda, en güzel olanı: İmkan varsa, başkasının evinin üzerine akıtma-maktır. Şayet imkan yoksa, yapılacak bir şey yoktur. Ancak, oluğu yere indirmek vardır. Zahîriyye'de de böyledir.

Da'vada veya şehadette bir yerin hududu, köyde filan ve filanın arazisine bitişik ve o yerin davacısıda çok ve dağınıksa, bu durumda dava da şehadet de sahih olur. Her ne kadar bilgisizlik varsa da zaruret hamledilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir mülkiyetin yeri ve hududu belli olur ve müddei: "O yer, beş ölçek mitkan tohum ekilecek kadar bir yerdir. " der ve hudutlar da isabet ederse, bu yer o kadardır. Eğer hudut üç ölçeklik ise, bu durumda bu yer o kadardır; Şemsü'l-İslam Ebu'l-Hasan es-S ağdı: "Bu dava ve şehadet eğer hudut isabet ederse, batıl olmaz." buyurmuştur.,

Bazı alimler ise: Bu durumda dava da, şehadet de geçersiz olur." demişlerdir."

Bu mes'elenin tafsili (= açıklanması) gerekir. Şöyleki:

Eğer şahitler dava konusu olan yerde hazır olurlar ve ona işaret ederlerse, bu dava ve şehadet kabul edilir.

Eğer gıyaben şehadette bulunurlarsa; onunla da, böyle bir beyyine kabul edilmez." demişlerdir.

Fıkhen ezhar olan da budur. Füsûlü'I-Imâdiyye'de de böyledir.

En doğrusunu bilen Allahü Teala'dır. [20]

 

6- MİRASLARDA ŞEHADET
 

Bir adam, "ölen filanın varisi" olduğunu iddia edip iki de şahit dinletir bu şahitler de: "Gerçekten bu, filanı ölünün varisidir. Bundan başka varisi yoktur. derlerse, o zaman hakim, o şahitlerden, sebebini sorar. Sebebler de ihtilaf olunca hüküm vermez. Bilgisiz hükmetmek doğru olmaz.

Eğer şahitler ölürler veya kaybolurlarsa; hakim onlardan sorup iyice öğrenmeden, bir şey ile hükmetmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

îki kişi şahitlik yaparak: "O, oğlunun oğludur." veya "ölenin kardeşi" veya "dedesi" veya "büyük anası" veya "azadli kölenin efendisidir.'' derse açıklama yapmaları gerekir.

Şöyleki: Önce şahitler: Gerçekten bu, ölenin varisidir." dedikten sonra kardeşi hakkında: "Bu, ölenin ana-baba bir kardeşidir." veya "Baba bir kardeşidir.' veya "anasından kardeşidir." derler.

Ceddi hakkında ise: "Babadan dedesidir." veya "anasının babasıdır." veya "ananın anasının babasıdırt" veya "Babasının babasının babasıdır." derler.

Azad eylediği köle hakkında ise: "Bu adam ölenin azad eylediği kölesidir." veya "Azad eylediği cariyenin efendisidir."; derler ve "Bun­lardan başka, varisinin bulunduğunu bilmiyoruz." diye ilave ederler. Kâfi'de de böyledir.

Eğer şahitlik yapanlar; O, "ölenin   amcasıdir." veya "Amcasının oğludur."  derlerse; bu varisi ölüye nisbet eylemedikce şehadetleri caiz"olmaz. Hatta, ölenin bir babası varsa, onu ölene apaçık nisbet ederler. Şöyleki: Gerçekten o, ölenin babadan kardeşidir." veya "anasından kardeşidir." gibi. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Şahit   şehadetinde:   "Gerçekten   bu,   ölenin   oğludur.'*   veya "kızıdır."  veya   "anasıdır."  veya  "babasıdır."   derse;   "varisidir." demeye ihtiyaç kalmaz. Kâfî'de de böyledir.

Fetva buna göredir. Hulasa'da da böyledir.

Ölen zatın ismini söylemek şart değildir. Hatta şahit: "Bunun dedesidir; babasının babasıdır varisidir." dese de, ölenin adını anmasa, şehadeti kabul edilir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

İki şahit şehadette bulunarak: "Gerçekten filanı, ölen şahıs azad eyledi ve bu adam, azad eylediğinin asabesidir." deseler; bu şahitlikleri —asabelik sebebini açıklamadıkça kabul edilmez.

Bu açıklama şöyle yapılır. "O, gerçekten, azad eylediğinin oğludur." veya "babasıdır." veya "kardeşidir." denir veya buna benzer bir söz söylenir. Muhıyt'te de böyledir.

Şahjtler, şehadette bulunurken,  ölenin varislerini ve sebebini söylerler; bunun üzerine ilave yapmazlarsa; şehadetleri kabul edilir. Ancak hakim, malı kendine şehadette bulunulan bu şahsa vermez; belki de, başka bir varis daha çıkar da hakim, ayıplanır ve o varisin hakkı zayi olmuş olur. Onun için bir müddet bekletilir. Zehıyre'de de böyledir.

Şahitler, şehadete bulunurlar ve sebebleri bildirirler sonra da: "Biz başka varis bilmiyoruz." derlerse; işte bu şehadet makbul olur.

Bu durumda hakim, malı varislere verir ve ayıplanmaz. Şahitlerin böyle söylemesi, hakimi kınanmaktan düşürür. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer şahitler: "Ondan başka varisi yoktur." derlerse; bilgilerine hamledilir. Buistihsandır. Havî'de de böyledir.

Şayet şahitler: "Onun, yer yüzünde, başka varisi yoktur." der­lerse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, şahitlikleri kabul edilir.

İmameyn, buna muhalefet etmiştir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Şahitler, bir şahsa göre veraset hakkı tamsalar ve sebebini de açıklasalar: "Bu şahıs, bütün mala müstehaktır. Bunu, verasetten oğlu veya oğlunun oğlu veya babası gibi kimse yoktur." dedikten sonra da: "Başka varisini bilmiyoruz."  deseler,  hakim hiç kınanmadan malı onlara teslim eder. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet şahitler: "Gerçekten bu adam, ölenin oğludur." derler; başka bir şey söylemezlerse; hakim bu durumda ölenin malını, —başka varisinin olmadığına kanaat getirene kadar— vermez.

Eğer bu müddet içinde, başka bir varis daha çıkarsa, o zaman her­kesin hakkını kendisine teslim eder. Zehıyre'de de böyledir.

Şahitler:  "Bu kadın,  ölenin karışıdır. Başka da varisini bil­miyoruz." derlerse; hakim bu kadına dörtte bir; ölen kadınsa, kocana yarı hissesini verir.

Fakat, şahitler, şehadetinde: "Bu karışıdır." veya "Kocasıdır. Başka varisinin olup olmadığını bilmiyoruz." derlerse; hakim, onların haklarının ekser (= lafza) olanını vermez; kal (= az) olanını verir.

Zamanımızın uzamasıyla hakim yerilecek olur; varis de çıkmazsa, İmâm Muhammed (R.A.): "Davanın aslına göre, hakim, karı veya kocanın hisselerinin ekserisini; yani kocaya nısıf ( = yarı); karıya, dörtte bir verir" buyurmuştur. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: İkisinin de nasi-blerinin az olanını; yani koca'ya dörtte bir; karıya sekizde bir verir." buyurmuştur.

Tahâvî de: "îmam Ebû Yûsuf (R.A.)'un görüşü, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin görüşüdür." denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

İki kişi, bir adamın, "ölenin ana-baba bir kardeşi olduğuna" şahitlik yapsalar ve "Başka varisinin olduğunu bilmiyoruz." deseler; hakim de hükmettikten sonra, bir başkası için, "bu ölenin oğludur." diye şahitlik yapsalar; şehadetleri kabul edilmez. Kardeşinin aldığı malı, bu iki şahit, ölen adamın oğluna öderler.

Eğer bir başkası için, "bu, Ölenin ana-baba bir kardeşidir. Başkasını bilmiyoruz." derlerse; şehadetleri kabul edilir ve ikincisi de birinci ile birlikte mirasa varis olur. Bu şahitlere, evvelki için tazminat gerekmez. İkinciye bir şey borçlu olmazlar.

İki  şahit,   "gerçekten  filan  adam,  ölen  zatın  ana baba bir kardeşidir; ondan başka varisin bilmiyoruz." diyerek şehadette bulu­nurlar, hakim de hükmünü verir; sonra da başka iki şahit, "bu adam oğludur." diye başka birisi hakkında şahitlik yaparlarsa, önceki hüküm bozulur ve bu zaruridir.

Eğer mal duruyorsa, kardeşten alınarak oğula verilir; zayi olmuşsa, oğul muhayyerdir;. Dilerse amcasına ödettirir; dilerse şahitlere ödettirir.

Şayet, amcası yani ölenin kardeşi öderse, kimseye müracaat edemez,

Eğer şahitler öderlerse, ölenin kardeşine müracaat ederler.

Bir adam, şahitlik yaparak "Gerçekten o zat, ölenin dedesidir." dediğinde; hakim de böylece hükmeyledikten sonra, bir başkası gelerek;, "ölenin, babası olduğunu" iddia ve isbat ederse, o mirasa, hak sahibi olur. Hulasa'da da böyledir.

Dede olan, iddia edenin babası olduğunu isbat etse fakat baba olan da: "bu, benim babam değildir." diye söylese, dede de bir beyyine getirmek istese, hakim ona teklifte bulunmaz. Muhiyt'te de böyledir.

İki şahit, beldenin hakime şahitlik yaparlar; o da, o adamın, varisi olduğuna başka da bir varisinin bulunmadığına" hükmederse; bu durumda onun varisliğine hükmeder, nesebine değil:

Şayet, başka birisi de "nesebden oğlu" olduğunu isbat ederse, miras aralarında pay edilir.

Şayet ikinci zat, "o adam Ölenin babasıdır." diye hüccet getirirse, ikinci zat için südüs, (altıda bir) kalanı, birincisi olan oğlu içindir.

Eğer Önceki, "ölenin dedesi olduğunu" söyler; ikincisi de "babası olduğunu" isbat ederse, mirasın tamamı ikincinin olur.

Önceki, "ölenin babası olduğunu" söyler, ikincisi de "oğlu olduğunu" isbat ederse, oğluna mirasın altıda beşi verilir. Babasına da altıda birisi verilir.

Şayet ikinci zat, aynen, "ölenin babası olduğunu" belgelerse miras ikincinin olur.

Ancak önceki adam, hakime hüccet getirir de, "ölenin babası olduğunu" kanıtlarsa, o hak sahibi olur. ikincinin, nesebi geçersiz olur.

Şayet birinci adam, hakim hükmünü vermeden önce "babalığını" isbat ederse; verasette müşterek olurlar. Hatta onlardan birisi ölmüş olsa; diğerinin babalığı sabit kalır.

Eğer Önceki zat bunak veya çocuk olur ve ihakkmı aramaya gücü yetmezse, hakim, onu —erkek ise— oğul olarak kabul eder.

Şayet ikinci adam ölenin babası olduğunu kanıtlarsa, ikinciye malın altıda birisi vardır.

Eğer, bir adam, "Ölenin kardeşi olduğunu" kamtlasa önceki ile mirasdan düşer.

Eğer, önceki kimse kadınsa, hakim onu ölenin kızı kabul eder ve bütün mal (farz olarak ve red olarak) ona verilir.

Sonraki adam, "ölenin kardeşi olduğunu" isbat edince, mirasın yarısı ona verilir.

Eğer ikinci kişi, "ölenin oğlu olduğunu" isbat ederse, oğluna üçte ikisi verilir. Kâfi de de böyledir.

Bir adam beyyine getirerek, "ölenin, amcası olduğunu isbat eder, ondan başka varisinin olmadığı da bilinir sonra da,bir başkası gelerek: "Ölenin kardeşi  olduğunu"  isbat  edip,  "kendisinden başka varis olmadığını söyler; daha sonra da başka biri, beyyinesi ile "ölen zatın, oğlu olduğunu" isbat eder ve: "Benden başka varis olduğunu bil­miyorum." derse; hepsinin beyyinesi olsa bile, hakim mirası oğluna verir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse ölünce bir başkası beyyine ile "ölenin filan oğlu filan olduğunu, kendisinin de filan oğlu filan oğlu filan olduğunu" söyler ve kendisim ölene nisbet ederek: "Ben başka da-varis bilmiyorum." derse; mirasın tamamı ona verilir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kimse, başka birisinin elinde bulunan evin, kendisine ait olduğunu,  onun kendisine babasından mrias  kaldığını, iddia edip şahitler getiri; onlar da öyle söylerler ve: "Bu ev, ölene kadar babasının idi." derlerse; hakim, şahitleri kabul eder. Ve evi, iddia sahibine hük­meder. Şahitler: "Miras olarak bıraktı." demeseler bile, bu böyledir.

Keza,   şahitler:   "Gerçekten   bu   ev,   ölene   kadar   bunun babasınındı." veya "...babasının elindeydi." diye şehadette bulunur­larsa, hakim, bunların şehadetini köıbul edip, evi o adama hükmeder. BUj zahirü'r-rivayedir. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet şahitler, şehadette bulunarak: "Gerçekten, bu adamın babası, bu evde durur  iken, mesken edinmişken, öldü." deseler şeha-detleri kabul edilir.

Şayet şahitlik yaparlar ve: "B.u adamın babası, bu evde öldü." veya "Biabası, ölene kadar bu evde Ciurdu." derlerse, şehadetleri kabul edilmez..

Keza, eğer şahitlik yaparlar ve: "Gerçekten babası, bu eve girdi ve burda öldü." derlerse şahitlikleri kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhâiı'da da böyledir.

Şahitler, şehadette bulunur: "Gerçekten, babası ilk gömleği burda giydi ve burda vefat eyledi." veya "Bu yüzüğü burda taktı." derlerse; şahitlikleri kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Ebû'l-Heysem üç hakimden hikayeten şöyle buyurdu:

"Onlar  şöyle  tafsil  eylediler:  Eğer  şahitler:  Gerçekten yüzük, öldüğü, zaman küçük parmağında veya onun yanındaki parmağında idi." derlerse şehadetleri kabul edilir.

Eğer: "Yüzük orta veya baş parmağın yanmdakinde idi." derlerse, şehadetleri kabul edilmez.

Fakat sahih olan ale'l-ıtlak şehadetlerinin kabuldür. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer şahitler: "Bu elbise sırtında iken, vefat eyledi." derlerse; şehadetleri kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer şahitler şehadet ederler ve: "Gerçekten babası bu deveye binerek vefat etti.'' derlerse; o deve varislerin olur.

Eğer şahitler şehadette bulunurlar ve: "Gerçekten onun babası öldü. O, bu döşeğin üzerinde otururdu." veya "Bu yaygının üzerinde uyurdu." deseler, şahitlikleri kabul edilmez. Ve bu varisler için hükme­dilmez. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet, şahitlik yaparlar ve:  "Ölen adam, öldüğü gün, bunu başının   üzerine   koymuştu."   derlerse;    şehadetleri   kabul   edilir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bu cins mes'elelerde aslolan, hakkında şahitlik yapılan şey miras bırakılan bir ayn olur ve o da ölenin yanında bulunursa, bunun iki yönü vardır: Ya onun işine şahitlik yapılır (taşınır mallar gibi... elbise ve emsali gibi... Binek ve diğer hayvanlar gibi...) veya gayr-i menkûl (emlak, ev ve emsali gibi...) malllaıra şahitlik yapılır.

Bunların terekeliği isbat edi'ünce, iddia olunan mal, iddia edene hükmolunur.

Şahitler, şehadette bulundukları zaman: "Bu ev, bu adamın babasının malıdır." veya "Babası, bu evde sakin idi." veya "Ona (-eve) malik idi." derler; miras cereyan edince de: "Babaları öldü ve bu evi miras olarak terkeyledi." derlerse şehadetleri kabul edilir ve sözlerine göre hüküm verilir.

Bu,  İmam Ebû Hanîfe (R.A.) ve tmâm Muhammed  (R.A.)'e göredir.                 

İmâm 'Ebâ Yûsuf (R.A.)'un son kavline göre de müddeîniın iddiasına göre, evin ona teslimi emredilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet  şahitler şehadette  bulunurlar  ve:   "Gerçekten   bu  ev 'babasımndı." derler; iddia edene ise, miras gitmez ise, o zaman hakim şahitleri kabul etmez.  İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'un önceki kavlide budur. Muhiyt'te de böyledir.

"Babasımndı." diye şahitlik yapıp "içinde öldü." demeleri buna muhaliftir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

"Gerçekten babasımndı." diye şehadette bulunurlar ve: "Babası öldü ve miras olarak bırakmadı." derlerse, alimlerin bir kısmı: "Bu, ihtilaf üzeredir." dediler; bazıları ,da: Bi'1-icma' şehadetleri kabul edilmez." buyurdular. Bu, Fadlî'nin ihtiyarıdır.

Esah olan da budur. Hulasa'mn Dava Kitabı'nın onuncu bölü­münde de böyledir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam öldüğü zaman, bir varisi, beyyinesiyle evini iddia eder ve: "Bu ev, babamındır; emanet bırakmıştır." veya "icara vermiştir." veya ödünç vermiştir. Şimdi, bu adamın yanındadır." derse; hemen ev alınıp, ona teslim edilir. Babasının öldüğüne şahit istenilmez. Miras bıraktığına da bakılmaz. Kâfî'de de böyledir.

İki şahit: "Filan öldü ve bu evi miras bıraktı." diye şahitlik yaparlar ve:  "Bu  ev,  filanın babasınındır."  derlerse;  ondan başka varisin olup olmadığı da bilinmiyorsa; o adamın öldüğünü başka bilen de  yoksa,   bu  şahitlerin  şehadetleri   kabul   edilmez  ve  geçersizdir. Mebsût'ta da böyledir.

Bu, iddia eden zatın, ölene nisbeti belirli olduğu zamandır. Eğer nesebi maruf (= belirli) değilse, şahitler de şehadette bulunarak: "Bu, filan oğlu filan oğlu filandır. O adam da ölüp bu evi miras bırakmıştır. Bundan başka da mirasçını bilmiyoruz." derlerse bu hususta bir bahis yoktur.

Müntekâ'da: "Nesebe dair şehadetleri kabul edilir, mirasa dair olanı ise geçersizdir." denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın elinde bulunan, bir ev hakkında, şahitler: "Gerçekten bu ev, filanın dedesinindir. O da öldü. Bu evi bu davacının babasına miras olarak bıraktı. O da öldü; bu dava eden oğluna/miras olarak ter-ketti." derlerse; hakim bi'1-icma bu evi, o adama hükmeder.

Bu sözün doğruluğu bilinirse böyledir. Bu görüş, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Mııhammed (R.A.)'e göredir.

İmam Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, sözün doğruluğu bilinmese de böyledir.

Bazı alimlerimiz: "Bu mes'elede, —hilafsız— şehadet kabul edilmez." buyurmuşlardır.

Şayet şahitler evi elinde bulunduran şahsın ikrarına, şahitlik yaparlar ve: "Gerçekten bu ev, iddia sahibinin dedesinin evidir." demiş olursa; o, zaman mirsda cereyan etmemişse, artık hakim, —başka bir varis yoksa evi iddia sahibine hükmeder. Zehiyre'de de böyledir.

Şahitler, "evin İddia sahibinin dedesine ait olduğuna" şahitlik yaparlar; fakat, miras cereyan etti. "demezlerse" bu durumda, yine miras geçerli olur ve hakim evi iddia sahibine hükmeder.

Eğer miras cereyan etmemişse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmânı Muhammed (R.A.)'e göre kabul edilmez. Fakat, İmam Ebû Yûsuf (R.A.)'un son kavline göre, alimler görüş ayrılığına düştüler.

Bazıları: "Şehadetler kabul edilir." derken; bazıları da: "Edilmez" demişlerdir. Bu durumda ev, iddia edene hükmedilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Akdiyye Sahibi şöyle buyurmuştur:

Bir adamın elinde bulunan eve, bir başkası belge getirerek İddiada bulunur ve "Babam, bu evi, bundan bin dirheme satın aldı. Kendisi de vefat eyledi." der; satıcı da, bunu inkar eder ve: "Ben beyyine istemem." derse; gerçekten, onun babası da ölmüş ve evi miras olarak bırakmış olur; fakat, o evin başka vasisinin olup-olmadığı bilinmez; bir kadın da meydana çıkarak senetleriyle, şahitleriyle, "bu evin, kocasına ait olduğunu" isbat ederse; ev o adama verilir. Zehiyre'de de böyledir.

Eğer bu ev, satıcıdan başka bir şahsın elinde ise, birlikte dava ederler. Serahsî'nİn Muhıytı'nde de böyledir.

el-Asl'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adamın elinde bulunan bir eve, evde olanın kardeşinin oğlu gelip* beyyinesini de getirerek, "o evin, dedesinden kalma olduğunu ve o ölerek evi babası ile amcasına miras bıraktığını; sonra da babasının öldüğünü, onun hissesinin kendisine kaldığını" söylese; hakim, evin yarsını amcasına, yansımda yiğenine verir.

Hakim, hüküm vermeden önce oğlanın amcası "kardeşinin daha önce öldüğünü" isbat ederse, yani: "Bunun babası, dedesinden önce vefat eyledi. Dedeye altıda bir hisse gider. Sonra da dede ölünce, miras tamamen bana kalır." derse; bu mes'elenin iki yönü vardır.

Birincisi: Kardeş oğlunun elinde babadan kalma bir şeyin olmadığı.

Bu takdirde, kardeş oğlunun beyyinesi evladır.

İkinci yönde: Kardeş oğlunun elinde babadan kalma bir şeyin olmasıdır.

Bu durumda, mes'ele ayni haldedir. Yani bedenin mirasının tamamı amcasınındır. Babasının mirası ise, kendisinindir. Yani, bu durumda, her ikisi de ayni anda ölmüş kabul edilir. Muhryt'te de böyledir.

Ev bir adamın elinde olsa, kardeşinin oğlu iddia ederek, "hepsinin, babasına ait olduğunu ve kendisinden başka varis olmadığını" söylese; hakim, aralarında eşit taksim yapar.

Eğer amcası: Babamla kardeşim arasında yarı yarıyaydı." der; kardeşinin oğluda bunu. kabul eder; ancak amca, "babasının, kardeşinden daha sonra.öldüğünü" söylerse; yarısı babaya, yarısı da dedeye verilir.

Sonra da: "Babam öldü." derse; ondan kalan altıda bire, amca sahip olur.

Eğer yiğeni: "Dedem önce öldü. Dedemin malına, yarı yarıya ortağız; Sonra da, babam öldü. Ben, ona varisim," der ve her ikisi de beyyine ibraz edemezlerse; birisi diğerine, yemin teklifinde bulunur. Netice yeminden sonra belli olur.

Yemini, her ikisi de yapamazsa, ev yan yarıya taksim edilir.

Eğer, biri yemin eder de, diğeri etmezse; hüklüm, yemin edene göre, yani, onun lehine verilir.

Eğer, onlardan birisi şahit dinletir beyyine getirirse, beyyinesine şahidine göre hükmedilir.

Her ikisi de, beyyine getirirse, ev aralarında ortaklaşa, yarı yarıya taksim edilir. Zehiyre'de de böyledir.

Elinde beyyineleri bulunan iki kişi, babalarının ölüp, o evi, kendi­lerine miras bıraktıklarını iddia ediyorlar, başka da varislerinin olduğu da bilinmiyor ve bunlar evi elinde bulunduranı dava ediyorlar; ev elinde olan da kardeş oğlu ve o da varis olur, iddia edenler de, iddia olunan ölene kadar beyyine getirememişler; bir kimseye de vasiyet yapılmamış; sonra da diğerleri, beyyinelerini yenilemişlerse; bu durumda hakim evi, yan yarıya taksim eder.

Eğer ev elinde bulunan, kardeşinin oğlu ise, bir yabancı da bir beyyine getirerek, "evin kendinin olduğunu ve babasından miras kaldığını, babanın öldüğünü duymadığını" söylerse; şayet hakim de amcanın ölümünden sonra bunların şahitlerini tezkiye etmelerini isterse; amca ve yeğen ikisi de, şahitlerini tezkiye edemezlerse; hakim, evin tamamını, sonrakine hükmeder.

Sonradan, amca ve yiğen şahitlerini tezkiye ederlerse; hakim, bu durumda, bir şeyle hükmetmez. Ancak önceki şahitlerin gelmesini ister. Onlar da gelip: "Gerçekten ev, onun veraset yoluyla evidir.*' derlerse evin tamamını ona hükmeder. Şayet yabancı, amca sağ iken yeğenininde ölümünden sonra beyyine ikame etmiş, onların ikisi de beyyinelerini (şahitlerini) tezkiye etmişlerse; hakim, evi yarı yarıya hükmeder.

Eğer yeğen, beyine getiremez ve hakim de, evi o yabancıya hük­meder sonra da yeğen yabancıya karşı, beyyine biraz ederse; bu defada hakim, hükmü yeğene göre verir.

Eğer yeğen, amcası hayatta iken, beyyine getirir; yabancı da onun ölümünden sonra getirirse; hakim evi yabancıya hükmeder.

Şayet, onlardan her birisi amcalarına karşı şahit dinletseler, amca da ölse, artık hakim onların şahitlerini dinler ve beyyirielerine göre, evi aralarında, yarı yarıya taksim eder.

Eğer onlardan birisi, aralarında hüküm verildikten sonra: "Ben, arkadaşıma karşı beyyine ikame edeceğim.  derse; ona iltifat olunmaz.

Şayet onlardan her birisi, amcalarına karşı İki şahit dinletseler; amcaları da ölse, başka yabancı iki şahit dinletse, hakim de onlara göre hükmettikten sonra, kardeşinin oğlu, ayrı iki şahit dinletse, onlara da iltifat edilmez.

Eğer yeğen, yabancıya karşı iki ayrı şahit dinletirse, o yiğenin lehine hükmedilir.

Bir adam ölür, iki kişi de, onun mirası hususunda iddia ederler; onlardan her birisi, "ölen zatın, kendi efendileri olduğunu, başka da hiç bir varsinin olmadığını" söylerler ve bunu da isbat ederler; fakat, azad vakitlerini  açıklamazlarsa  miras   aralarında  hükmedilir.   Şayet  ıtk zamanını bildirirlerse; önceki azad olunan köle, mirasa daha evla olur.

Zehıyre'de de böyledir.

Bişr'in   Nevadiri'nde,   İmâm   Ebû   Yûsuf   (R.A.)'un   şöylt buyurduğu rivayet olunmuştur:

Baba bir iki kardeşin, elinde bir ev bulunur; onlardan birisi: "C evin, kendisine, ölen cariyesinden miras kaldığını" kanıtlayıp "Cariyem öldü. Mirasının dörtte biri babama, geri kalanı da bana isabet etti. Sonra da babam öldü. O dörtte bir hisseyi ikimize terk eyledi." der; diğer kardeşi ise: "Bu ev, babamındı. O öldü. İkimize kaldı." diye belgelerse; öncekinin beyyinesi kabul edilip alınır; diğerinin belgesi kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir. [21]

 

7- DÂVA VE ŞEHÂDET ARASINDAKİ İHTİLÂF VE TENAKUZ
 

Bu babda:

1) Müddeâ bih'in ( = Dâva Edilen Şey'in) Deyn (= Borç) Olması Hâli;

2) Dâva Edilen Şeyin Mülk Olması Hâli;

3) Müddeâ bih'in Akd veya Mülk Sebeplerinden Biri Olması Hâli; olmak üzere üç bölüm vardır. [22]

 

1- Müddeâ Bih'in Borç Olması Hâli
 

Şehadet, bir dâvada vâki olursa, kabul edilir; değilse kabul edime?:. Kenz'de de böyledir.

Muteber olan, dâvada şehâdetler arasında, mânâ bakımından ittifalan olmasıdır.

Jâu hususta lafza itibar edilm ez.

Hatta, bir adam gasb davası yaptığında iki şahit, onun ikrarına şeha detfe bulunurlarsa, bu kabul edilir. Gâyetü'l-BeyânMa da böyledir.

Muvafakat, ya kendisine şahitlik yapılan şeyde mutabakat olur veya iddia edilenin  hilâfına   az yahutta çok muvafakat bulunur. Fetl ıu'1-Kadîr'de de böyledir. [23]

 

Müddeâ Bih'in Borç Olması
 

Bir kimse, binbeşyüz dirhem iddiada bulunur; şahitler de beşyüz dirhem olarak şahitlik yaparlarsa, hakim beşyüz dirhem olarak hük­meder.

Keza, iddiacı, bin dirhem dediği halde, şahitler, "beşyüz dirhem" diye şehadette bulunurlarsa, hakim, beşyüz dirhem olarak hükmeder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, diğer birinde, "beşyüz dirhemi olduğunu" iddia ettiği halde, şahitler, "bin   dirhem   olarak"   şehadette   bulunurlarsa;   bu durumda, şahitlikleri kabul edilmez.

Ancak, iddiacı: "Benim, onda bin dirhemim vardı. O beşyüz dirhemini bana ödedi." veya "...vazgeçtim. Şahitler bunu bilmiyorlar." derse; o zaman hakim, beşyüz dirhem olarak hükmeder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, "beşyüz dirhem" iddiasında bulunduğu halde, şahitler de "bin dirhem" diye şehadette bulunurlar; alacaklı da "Benim, onda bin   dirhemim  vardı.   Ondan   beşyüz  dirhemini   aldım."  derse,  bu durumda da hakim, şahitlerin şehadetlerini kabûleder.

Şayet müddeî: "Benim alacağım, ancak beşyüz dirhemdi." derse şahitlerin şehadeti bâtıl (= geçersiz) olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Borçlu: "Mal sahibi vazgeçti." veya "Bana, alacağım helâl eyledi." iddiasında bulunur ve mal sahibinin kararı üzerine, şahitler de getirir; onlar da, şehadet ederek, borcun ödendiğini söylerlerse; bu durumda hakim, borçludan, beraat veya helalleşmekten sorar.. Eğer borcun sakıt olması veya ödenmesi söz konusu ise ve borçlu: "ödedim." derse; şeha-detler kabul edilir. Eğer: "Borç sakıt oldu." derse; bu kabul edilmez;.

Eğer susarsa; İmâm Muhammed (R.A.), el-Asl'da: "Borçlunun açıklaması zaruri değildir. Fakat şehadetleri, —sözler muvafakat etmedikçe— kabûledilmez." buyurmuştur. Zehıyre'de de böyledir.

Borçlu borcunu ödediğini iddia ettiği halde iki şahit "alacaklf vazgeçti." derlerse; hakim, hiç sormadan borcun berâatine hükmeder.

Hakimin hükmü beraat sebebiyle sabit olur.

Hatta borçlu kefil olsa; kendisini kefil edenin emriyle de, bir başkasını kefil eylese; o da borcu ödediğini iddia ettiği halde; şahitler ibra edildiğine, şahitlik etseler; mal sahibi alacağı için, asîl borçluya müracaat eder. Kefil ise, kendisini kefil edene dönemez. Ve bir şey isteyemez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir   kisme,   borcunu   ödediğini   iddia   ettiği   halde   iki   şahit "bağışlandığına'' veya "tasadduk edildiğine" veya "helâlleştiklerine şehâdet ederler veya tam bunun aksi olursa; sözlerde muvafakat ( = uyumluluk) olmadığından, hakim şahitleri kabul etmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

İki şahit, "sunun şunda bin dirhemi vardır." diye şahitlik yaparlar ve "yüz dirheminin ödendiğini" söylerler; alacaklı da: "Hayır, bir şey ödenmedi." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Bin dirhem öder. Yüz dirhemini geri ister." demişlerdir. Serahsî'nin Mumytı'nde de böyledir.

Uyun'da şö\yle zikredilmiştir:

İki şahit, bir iadama karşı, bin dirhem üzerine şahitlik yapsalar ve: "Beşyüz dirhemini ödedi." derler; alacaklı da: "Benim onda, bin dirhemim var. O t| an a, bir şey ödemedi." derse; şahitlerin söylediği bin dirhem üzerinden (mkmedilir. Şayet şehadetlerinde: "Bin dirhem haktır; ödeme batıldır ve 3 karşı tarafı fıskla suçlamışlardır. Muhıyt'te de böyledir.

İki şahit, dirhemi vardır. Fe iddia sahibi de: adam da:  "Onuri etmedi."  derse; olmasaydı; hakim] böyledir.

alandır." deseler, şehadetleri kabul edilmez. Çünkü, hadette bulunarak: "İşte şu adamın şu adamda bin kat o, dirhemlerinden vazgeçti; teberru etti." derler; 'Evet, teberru ettim." der; üzerine şahitlik yapılan bende bir şeyi de yok; bana bir şey de teberru $u durumda şayet beraat üzerine şehadet yapılmış , bin dirhemi hükmederdi. Fetâvâyi Kâdîhân'da da

Bir adama karşı, iki kişi, "bin dirheme" şahitlik yaparlar; iddia eden de aynen iddia ettiği halde; iddia olunan, iki şahit dinleterek, "iddia edende, yüz dinarının olduğunu" söyler; iddia eden de, onu inkar ederse; bu durumda iki tarafın şahitleri de kabul edilir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse, başkasını iddia ederek, "evini r icarlayıp, icarı , verdiğini" söyler ve adam da ölürse, icar akdi bozulur, kara veren malını ister; şahitler de, "ev sahibinin, icar aldığını'' ikrar ederlerse; : şahitlikleri kabul edilir, İcar sözleşmesinden bahsetmesi er bile böyledir.

Hulâsada da böyledir.

İki şahit, "câriye bedeli olarak", bir adama karşj, "bin dirheme" şahitlik yaptıkları halde, aleyhine şahitlik yapılan kişi Gerçekten, benim ona, eşya bedeli borcum vardır." derse; alimler, bu mes'elenin te'vilinde: "Şahitler, iddia olunanın ikrarı üzerine, câriye bedelidir." diye şahitlik ederlerse; mes'ele iddia olunduğu üzre, bin dirhem olarak muhafaza edilir. Eğer gasbetmiş olduğu bir cariye bedelidir. O cariye de ölmüştür." derlerse, şehadetleri kabul edilmez." demişlerdir. Muhıyt, Hulâsa ve Zehiyre'de de böyledir.

Şayet o, ikisi hakkında: "şehadette bulunmadılar." derse, onların şahitlikleri kabul edilmez, Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Bir kimse, başka birinde, "yüz ölçek buğdayındı olduğunu "-iddia ederse; "veresiye sebebiyle, iki şahidin, bu husustaki şehadeti kabul edilmez." denilmiştir.

"Edilir." diyenler de vardır. İddia olunanın şahitleri, "yalnız, iddia edenin ederlerse şehadetleri kabul edilmez.          

"Doğru olanı da budur." denilmiştir.

Bir 1 ımse, diğerinde, "alacağının olduğunu" iddia eder; bu müddeînin şahitleri de, "oü dirhem verdiğini" söyledikleri halde onu, iddia olunanın aldığını söylemezler; iddia olunanın da aldığı sabit .olursa; dinde bulunanın sözü geçerlidir. "Emanet olajrak aldım." derse; ikrarına" şahitlik öyle  kabul  edilir.   "Borç  olarak  aldım."  derse,  onun  borç  olarak alındığına beyyine gerekir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir kimse, "bir dinarının, başka birinde olduğunu" söylediğinde; şahitler de, müddeînin dinarının, müddea alevlide olduğunu söylerlerse, bu şahitlerin şehadeti, kabul edilmez. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir kimse,  alacağının  olduğunu söyler;  şahitler de  "malının olduğuna ikrar ettiğine" şehadette bulunurlarsa, sebebini açıklamadan, sözleri kabul edilir.

Şayet, "on dirheminin olduğunu" söyler ve bunun da alacak olduğunu bildirirse; şahitler de aynı sözle söyleseler bile, borç sabit olmaz. Fakat, "borç sebebiyle" derlerse, şehadetleri kabul edilir. Hızâ­netü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, diğer bir adamda bir dinarının olduğunu iddia eder fakat,, ne sebeble verdiğini söylemez; şahitler ise, sebebiyle şehadette bulunurlarsa; şehadetleri caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

iMuhıyt'ın Şehadet Bölümünde şöyle zikredilmiştir:

Bfir adam, borç sebebiyle verdiğini iddia eder veya buna benzer bir şey sjöyler; şahitler de "mutlaka borç sebebiyledir." derlerse; Şemsu?l-Einime Evzecendî: "Bu şehadet, kabul edilmez." Buyurmuştun Fetâvâyi Kâdîhân'da ise: "Kabul olunur." denilmiştir. Sahih olan da budur.

Muhıyt'ın şehadât Böliinıirnde:

Blir adam, bin dirhem iddjia eder ve: "Beşyüz dirhemi, köle bedeli; onu sattım ve teslim aldı. Beşyüz dirhemi de, eşya bedeli; onu da satın aldı ve teslim aldı." der; şahitler de beşyüz dirheminin mutlak olduğunu" bahsederlerse; bjeşyüz dirhem olarak, şehadetleri kabul edilir. Sebebini söylemeleri şart değildir.

İmâm: Bu mes'ele hakîkında, şahitlerin mutlaka sebebini söyleme­leri gerjekmez; bu şart değildir. Yeterki, alacağının olduğuna şahitlik etsinler 1." buyurmuştur:

Zâhîrü'd-dîn de buna g,öre fetva vermiştir.

En! doğrusunu bilen H2:. Allah'dır.

Füjsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir. [24]

 

2-  Müddeâ Bih'în Mülk Olması Hâli
 

İddia sahibi, "yurt" diye iddia ettiği halde, şahitler "beyt (= ev)' diye şahitlik yaparlarsa; uygun olan, örf en bu şehadetin kabul edilme­sidir.

Bu, zahir ve sahih olanıdır. Zahîriyye'de de böyledir.

îddia  sahibi,  yurdun  tamamını  iddia  ettiği  halde,   şahitler, "yarısının  üzerine  şahitlik  ederlerse;  hakim,  yarısı üzerine hüküm verir."   Sözlerde,   muvafakata   bakmaz.   Fetâvâyi   Kâdîhân'da   da böyledir.

İddia sahibi, mutlak mülk olarak iddia, şahitler de belirli sebebler söylerlerse, şehadetleri kabul edilir. Tebyîn'de de böyledir.

Hakimin iddia sahibine: "Mülkün sebebini" sorması uygun olur. Şahitlerin beyan ettikleri sebeble mi, yoksa, başka bir sebeb de var mı?" derse; bu şahitlerin şehadeti kabul edilir ve mülk o adama hükmedilir.

Eğer iddiacı: "Ben başka sebebden dolayı iddia eyledim.j" veya "Şahitlerin söylediği sebebden iddia eylemedim." derse o zamanj hakim şahitlerin şehadetlerini kabul etmez. Mu'hıyt'te de böyledir.        

Müddeî, mutlak mülk iddia eyleri; şahitler de, iddianın sebebiyle şehadette bulunurlar; sonra da "mutlak mülk olarak şahitlik yaparlarsa; şehadetleri kabul edilmez.

Önce mutlak mülk olarak şahitlik! yaparlar. Sonra da sebebini söylerlerse; şehadetleri kabul edilir. Füsûltin-İm£diyye'de de böyledir.

Müddeî, doğumdan dolayı iddiada bulunduğu halde, şahitler, "mutlak malı olduğunu" söylerse; şehadetleri kabul edilir.

Şayet, iddia sahibi, /'mutlak malı olduğunu" söylese de, şahitler, "onun doğum yoluyla olduğuna" şahitlik etseler; şehadetleri kabul edilmez. Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.                              

Bir kimse, önce bir hayvan hakkındsı, "doğumu ile" iddii.a eder; şahitler de, "onu satın aldığını" söylerlerse; şehadetleri kabul edilmez.

Ancak, sözlerinde muvafakat bulunur da, iddia sahibi: "Benim mülkümde doğdu. Ancak, ben onu, o adama sattım. Sonra da geri satın aldım." derse, bu durumda sözler de muvafakat olmadığından, şahit­lerin şehadeîi kabul edilmez. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, "mutlak mülkü olduğunu" iddia eder; şahitler de, "babasından miras kaldı." veya "onu, filandan satın aldı." derler; "fi'l-hâl mülküdür." demezlerse; bu şahitlikleri kabul edilir. O ayn (-mal) iddia sahibine hükmedilir. Fakat, hakim, şahitlere:  "Siz mül­künden çıktığını biliyor musunuz?" diye sorar. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Müddeî, "o malın, babasından miras kaldığını" iddia eder ve şahitler getirir; şahitler de: "Gerçekten, o mal, babasından mîras kaldı. Fakat bir de gâib kardeşi vardır." derlerse; şehadetleri caiz olur. Fetâ­vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müntekâ'da şöye zikredilmiştir:

Bir kimse, "mutlak mülkü (= malı) olduğunu" iddia eder ve tari­hini de söyleyerek: "Benden, bir ay öne aldı." derse; şahitler tarih söylemezlerse, şehadetleri kabul edilmez.            

Fakat bunun aksine olursa; şahitlikleri kabul edilir.

Miras davası da, mülk davası gibidir. Kerderî'nin Vecizi'nde ve Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, başkasının elinde bulunan bir evi, dava eder ve: "O evin, bir senedenberi kendinin olduğunu" söyler; şahitler de "on senedir bunun olduğuna" şahitlik ederlerse; şehadetleri geçersiz olur.

Şayet iddiacı, "evin yirmi senedir, kendinin olduğunu" söylese de, şahitler: "Bir senedir bunundur." deseler; şahitlikleri kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhıân'da da böyledir.

Bir kimse, bir şahsın elinde bulunan bir malı iddia eder ve "kendi malı olduğunu" söyler ve malı elinde bulunduran kimsenin bir aydan beri, kendisinden aldığını iddia eder; şahitler de —tarihsiz olarak— "mutlaka o malın, onun olduğunu" söylerlerse, şehadetleri kabul edilmez.

Keza, iddia sahibi, mutlak olarak "aldığını" söyler; şahitler de, "bir aydır almış olduğuna" şahitlik ederlerse; şahitlikleri kabul edilmez.

Ancak, sözler birbirine mutabık olduğu zaman, şahitlikleri kabul edilir.

Eğer müddet: "Ben mutlaka aldım demekle, o vakti kasdeyledim." derse; o takdirde, şehadetler kabul edilir.

Bazıları da: "Bu takdirde, sözlerde mutabakat bulunmasa bile, kabul olunur." demişlerdir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Müddeî: "Malımı geri vermek üzere aldı."  der;  şahitler de aldığına şahitlik yaptıkları halde, geri vereceğine şahitlik yapmasalar; aldığı  kabul edilince;  reddine   (= geri vermesine)   hükmedilir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Keza, iki şahit, "alanın, aldığını ikrarına" şahitlik yaparlarsa, şehadetleri kabul edilir. Hızânetü'l-Esrâr'da da böyledir.

Müddeî, "Bir adam, malımı aldı." diye iddia eder ve "şu kadar dirhem." der; şahitler de: Faiz olarak aldı." derlerse, şehadetleri kabû-ledilir. Füsûlü'l-Imadiyye'de de böyledir.

Müddeî,  zoraki  alındığını  iddia  ettiği halde, şahitleri "faiz yönünden alındı." derlerse şahitlikleri kabüledilmez.

Bir kisme iddia ederek: "Filan şahıs haksız olarak, bütün malımı aldı." der ve malının kıymetini beyan eder; şahitlerde: "İddia olunan, bu  malların  tamamını,  başka birisinden aldı." derlerse;  şehadetleri kabûledilir.    Alan    şahsa    bu    mallan    hazır    etmesi    emredilir. Hızânetü'l-Miiftîn'de de böyledir.

Şayet iki şahit: "Filan adam, filanın kölesini zoraki elinden aldı." dedikten  sonra da:  "Geri verdi." deseler ve:  "Efendisinin yanında öldü." diye şahitlik yapsalar; kölesi gasbedilen şahıs da: "Bana geri yerilmedi." der ve "gasbedenin yanında öldüğünü" söylerse; aleyhine şahitlik yapılan şahıs da: "Ne gasbettim ne de geri verdim. Böyle bir şey yoktur." derse, hangi hakim olursa olsun "kölenin bedelini tazmin et." diye hükmeder. Zahîriyye'de de böyledir.

Keza, kimse, diğerinin kölesini gasbeder ve şahitler: "Efendisi, bu köleyi, gasbedenin yanında, öldürdü." derler; kölesi gasbedilen şahıs da:   "Ben,  öldürmedim.  Gasbedenin  yanında  öldü."   der;  gasbetti denilen şahıs da: "Ben gasbetmedim ve öldürmedim." derse; gasbetti iddiasında   bulunan   şahsa   kölenin   kıymeti   ödettirilir.    Fetâvfâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müddeî "kölenin zayi olduğunu" iddia ettiği halde, şahitler "o, köleyi aldı." diye şehadette bulunurlarsa, şehadetleri kabul edilir.

Müddeî, kumaşlarının zayi olduğunu iddia ettiği halde, şahitler, "onun kıymetine" şahitlik ederler ve: "Gerçekten o, sattı ve filana teslim etti." derlerse; şehadetleri kabul edilir.

Sattığını söyleseler, fakat, teslim ettiğini söylemeseler; şehadetleri, o kumaşın helak olduğunu gerektirmez. FüsûIü'I-Imâdiyye'de de böyiedir.

Bir kimse, iddia edip "eşeğinin, elinden zoraki alındığını" söyler; şahitler de şehadetlerinde: "Gerçekten bu eşek, iddia sahibinin malıdır. Elinde bulunanın bir hakkı yoktur." derlerse, bu şehadetleri makbul olmaz. Hızânetü'l-Müftfn'de de böyledir.

Bir kimse iddia eder ve:  "Kepeği ile beraber, on batman un alacağım vardır." der; şahitler ise, şehadetlerinde, "unu söyledikleri halde kepeğini söylemezlerse, şehadetleri kabüledilmez.

Keza, unun, "elenmiş un olduğunu" iddia ettiği halde, şahitler, "elenmiş olduğunu" söylemezlerse, şahitlikleri kabüledilmez.

Şayet müddeî taze gümüş iddiasında bulunur; tartısını da açıklar; şahitler ise, tartısını söyledikleri halde, sıfatını söylemezler, "iyi idi." veya "orta idi." veya "kötü idi." demezlerse; bu şahitlik kabul edilir ve değeri az olan gümüşle hükmedilir. Hulâsada da böyiedir.

Müntekâ'nın Dâ'vâ bölümünde şöyle zikredilmiştir: Bir adamın elinde olan bir evi, başka bir adam iddia eder ve: "Mîras olarak, o ev, onunla benim aramda yarı yarıyadır; babamızdan kalmıştır." der; ev elinde olan da bunu inkâr eder ve "tamamının kendisine ait olduğunu" söyler ve bu iddia sahibi, şahitlerini getirir; onlar da: "Bu ev, bunun babasının evidir. O öldü ve bu evi miras olarak bıraktı. Bundan başka da varisi yoktur." derlerse; eğer iddia sahibi, önceden, "yarısını" iddia etmemiş olsaydı iyi olurdu. Şimdi ise, şahitlerinin şehadeti batıl oldu. Ve eğer: Ben yarısını ona bin dirheme satmış, onu da almıştım," dese, hakim, bu satışa itibar etmez ve kabul etmez. Şahitleri de yalancı saymaz ve evin yarısını miras olarak ona hükmeder.

Şayet o, evin yarısını, bin dirheme sattığını beyyineler veya ara­larında anlaşma yaparlarsa; o takdirde hakim evin tamamını miras olarak, o iddiacıya hükmeder. Yansını ise, satıştan dolayı müşteriye verir. Muhıyt'te de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, şufa yoluyla evin yarısının kendine ait olduğunu iddia eder; ev de iki kişinin elinde bulunur; bunlar, evi aralarında taksim etmiş olurlar ve birisi huzurda bulunmadığından davacı, hazırda olanı dava eder, şahitler de: "Evet, bu yarı, bu davacınındır." derlerse, şehadetleri kabul edilmez. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir kimsenin elinde bulunan bir malı, başka birisi iddia ve bu iddiasına beyyine ibraz ettikten sonra, yine bu iddia sahibi: "Bu mal, kat'iyyen benim değildir." derse; beyyinesi bâtıl olur.

Şayet,   hakim   hükmetmiş   olsa   bile,   hükmü   geçersiz   kalır.. "Kat'iyyen" demese bile böyledir. Muhıyi'te de böyledir.

Bir kimse, başka birisinin elinde bulunan bir köleyi iddia edip, buna beyyine de ibraz eder; şahitler de, '"onun iddia edenin olduğuna dair, iddia olunan şahsın ikrarına şahitlik yaparlarsa, şehadetleri makbul olur.

Şayet, iddia eden şahıstan, idida olunan şahsın, satın aldığını ikra­rına şahitlik yaparlar, fakat, iddia eden: "Evet, o öyle söylemiş olabilir. Fakat, ben onu satmadım." derse; iddia eden şahıs, köleyi alır.

Keza: "Onu icarladım." der; veya şahitler, şehadette bulunarak: "îddia  olunan  şahıs,   onu  satın  aldım,  dedi."  derler  ve:   "Emanet bıraktı." diye şahitlik yaparlarsa yine böyledir.

Şayet, iki şahit, "iddia eden şahsın, ona verdiğine şehadette bulu­nurlarsa, şehadetleri kabul edilmez. Şayet, iki şahit; şehadette bulu­nurlar ve "davalının, o köelyi gasbettiğini veya rehin aldığını ikrar ettiğini" söylerlerse; köle, davacıya hükmedilir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, başka birisinin elinde bulunan bir cariyeyi iddia ederek: Bu cariye benimdir." der; şahitler de, şehadetlerinde: "Bu cariye, iddia edenindir.' derlerse, şehadetleri makbul olur mu?

Bu mes'ele kitaplarda zikredilmemiştir.

Bu hususta alimler ihtilaf etmişler; bir kısmı: "Kabul edilir." bir kısmı da: "Kabul edilmez." demişlerdir. Esahh olan da budur. Muhıyt ve Zehıyre'de de böyledir.

Şayet müddeî: "Cariye onundur." diye iddia ettiği halde, şahitler: "Hayır bunundur." derlerse; şehadetleri      makbul olmaz.

Hızânetü'l-Müftfn'de de böyledir.

Müddeî, "cariyenin kendisinin" olduğunu" iddia eder; şahitler de: "Onundur." diye şehadette bulunurlarsa şehadetleri kabûledilir. Bir kimse, başkasının elinde bulunan bir evi iddia eder; iddiasına iki de şahit getirir; onlar da: "Bu ev iddia olunanındır." derlerse; şehadetleri kabul edilmez. Ve, bu ev iddia sahibine verilmez. Zahiru'r-rivaye budur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir binayı iddia ettiği halde, ondan, bir evi müstesna tutarsa, (onun girilmesini, haklarını mürafakasını hariç tutar) şahitler de, "binanın  tamamına şahitlik yaparlar ve  müstesna kılmazlarsa, şehadetleri kabul edilmez.

Ancak, muvafakat ederler de, "hepsi benim." diye iddia eder ve "fakat ben, bir evini sattım." derse; o zaman şahitler kabul edilirler. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Şahitler, bir evin, "bir şahsa ait olduğuna" şehadette bulunduk­ları halde, üzerine şah.tlik yapılan kimse: "Bu ev, bir başkasımndır." derse; bu şahitler, yalancı kabûledilirler.

Eğer: "Hükümden önce, böyle idi." derlerse; ev, ona da, diğerine de hükmedilmez.

Eğer hükünîden sonra: "Bu ev, benim değildir. Filanındır." derse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "İkrar ettiği şahsa icazet veririm." buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, bir evi iddia eder ve "Evi kendisinin yaptığına dair" şahitler  de  dinletir;  sonra  da  kendisine  ev  hükmedilen   bu  şahsa: "Gerçekten bu bina,  aleyhine hükmedilenindir." der veya aleyhine hükmedilen şahıs isbat ederse; o yer hakkındaki hüküm batıl olmaz.

Şayet şahitler açık konuşurlar da, sonra da iddia sahibi: "Bina benimdir." derse, o batıl olur. Eğer aleyhine hükmedilen şahıs, "binanın kendisine ait olduğunu" kanıtlarsa ona da hükmedilmez. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Şahitler, bir şahsa karşı, bir eve şahitlik yaptıklarında, iddia olunan şahıs da: "Bina benimdir. Bunu ben yaptım." der ve şahitler dinletmek ister; iddia edenin şahitleri de hazır olurlar; hakim onlara binadan sorunca, onlar: "Bina, iddia edenindir." derlerse; o zaman hakim, davalının sözüne itibar etmez.

Eğer şahitler: "Biz, kimin yaptığını bilmiyoruz. Ancak, biz binanın yerinin iddia edene ait olduğunu biliyoruz." derlerse; bu takdirde şahitler yalancı olmazlar ve hakim binalı davalıya hükmeder.

Eğer müddet, onun haksız bina yapmış olduğunu isbat ederse, o takdirde, hakim "evin yıkılıp, yerinin iddia sahibine teslim edilmesini" emreder.

Bu davalının şahitleri bulunmazsa böyledir.

Eğer, davalı şahitler getirir ve "binanın kendisine ait olduğunu" isbat ederse; o zaman hakim, evi geri alır. Çünkü, daha önce hakim davalının şahitleriyle hükmeylememişti. Füsülü'Mmâdiyye'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir: Bina iddia edene hükmedildikten sonra, o şahitler ölür veya kaybolur ve onları temine güç yetmez; hakim de, ondan şahit ister; davalı da:    "Binayı benim yaptığıma, beyyinem vardır." derse; onun beyyinesi kabul edilmez ve bina iddia sahibine hükmedilir. Hulâsada da böyledir.

Müddeînin şahitleri, "evin, onun olduğunu" söyleseler de, fazla bir şey demeseler; sonra da ölseler veya kaybolsalar; bilahare de, bir başkası gelerek, aynı binayı dava etse ve iki de şahidi bulunsa; bu durumda hakim, binanın yerini, iddia edene; binayı da iddia olunanlara hükmeder.

Şayet, iddia sahibi binanın kendisine ait olduğunu, hükümden önce, veya sonra beyyinelerse; onun beyyinesi kabul edilmez.

Şayet şahitler: "Biz, yerin iddia sahibine ait olduğunu biliyoruz; fakat binanın kim tarafından yapıldığını bilmiyoruz." derlerse; bu durumda, binanın yeri iddia sahibine; bina ise, "binayı ben yaptım." diyene hükmedilir. Muhiyt'te de böyledir.

Burası ev değil de, içinde hurma ağacı veya diğer ağaçlar bulunan bir yer olur; şahitler de bunu iyi açıklayamazlarsa; bu durumda, hakim, oranın yerini iddia edene; ağaçları ise, diğerlerine hükmeder.

Keza, şahitler, yüzüğün veya bu kılıcın "filana ait olduğunu" söyleseler, fakat kaşını veya hulliyatını (= tezyinatını) söylemezlerse; o takdirde, hakim yüzüğü kaşı ile, kılıcı ziyneti ile, iddiacıya hükmeder.

Fakat üzerine şahitlik yapılan yüzüğün kaşının ve kılıcın ziynetinin kendisine ait olduğunu kanıtlarsa; hakim, —daha önce hükmetsin veya etmesin— bu defa da, onları buna hükmeder. Füsûlü'I-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir kimsenin yanında bulunan bir cariyenin kızı da başka bir şahsın yanında bulunur; bir adam da gelerek, beyyinesi ile birlikte, "cariyenin kendisine ait olduğunu" kanıtlar; hakim de bu cariyeyi ona hükmederse; bu adam, o beyyirie ile, o cariyenin kızım alamaz.

Bunun gibi; bir adamın elinde hurma ağacı, diğerinde de meyvesi bulunur; başka bir adam da gelerek, "hurma ağaçlarının, kendisine ait olduğuna" şahit dinletse ve ağaçlar ona hükmedilse; bu takdirde, hur­maları da ona hükmedilmiş olur. Bu, Müntekâ'da böyle söylenmiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şahitler, "bir adamın elindeki cariyenin,  başka  birine  ait olduğuna" şehadette bulunurlar;  hakim de,  o cariyeyi iddia edene hükmeder; sonra da, şahitler kaybolur veya ölürler; cariye de, elinde bulunduğu adamdan, bir çocuk, meydana getirir; bu şahıs, müddeiye karşı, şahit gösteremezse, müddei bu cariyeyi alabilir.

Keza, çocuk zahir olur veya şahitler, "cariyenin iddia sahibine ait olduğuna" şehadette bulunurlar; buna karşı bir itiraz da yapılmazsa; hakim, hem cariyeyi, hem de çocuğu iddia sahibine hükmeder.

Şayet, cariye elinde bulunan adam: "Ben, çocuğun bana ait olduğunu isbat ederim." derse; bunun sözüne itibar edilmez; hem cariye, hem de çocuk iddia sahibine hükmedilir.

Hakim, hükmünü böylece verdikten sonra, şahitler gelir de: "Bu çocuk, cariye sahibi olan iddiacının değildir. Ancak, iddia olunanındır." derlerse; o takdirde hakim, —her ne kadar beyyinesi olmasa bile— çocuğa davalıya hükmeder.

Şayet, şahitler huzurda olurlar hakim de, hükümden önce, onlardan çocuğu sorar ve onlar: "Çocuk, davalınındır." derler; veya "Kime ait olduğunu bilemiyoruz." derlerse; hakim, cariyeyi müddeîye hükmeder; fakat, çocuğu kimseye hükmetmez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, başka birinin elindeki evi iddia eder ve beyyine de ibraz eder; hakim de, o evi, ona hükmettikten sonra da, ev kendisine hükme­dilen bu zat, "evin bir başkasına ait olduğunu" ikrar eder; fakat, davalının olduğunu" söylemezse, iddia edenin bu evde hakkı olmaz ve hüküm geçersiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ev kendisine hükmedilen şahıs: "Bu ev, benim değildir. Filan adammdır." der; o şahıs da, onu ikrar ederse; bu durumda, bu ev, onun olur. Ve, ev kendisine hükmedilen ikrar sahibinin tazminatta bulunması da gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Hükümden   sonra,   ev  kendisine  hükmedilen  şahıs:   "Bu  ev filanındır. Katiyyen benim değildir." der ve fakat önce ikrar eder, sonra da onu nefy ederse veya önce nefy edip, sonra ikrarda bulunursa; ikrar olunan şahıs, onu doğrularsa bile; her halinde, hüküm batıl (= geçersiz) olur. Ve, bu ev dâvâlıya verilir. İkrar olunana bir şey verilmez. Şayet, "Katiyyen benim değildir." dediğinde, ikrar olunan şahıs onu tasdik etmiş olsaydı, o zaman ev, ikrar olunanın olurdu. Ancak, "O, benden hükümden sonra, bir sebeble aldı." demiş olsaydı; yine ev, ikrar olu­nanın olurdu. O zaman ikrar olunan şahıs, ev kendisine verilen şahsa —ister ikrar önce olsun ister sonra olsun— tazminatta bulunurdu.

Âlimler: "Bu, önce nefy ile başlandığı zaman böyledir. Çünkü, ikrarda vasûl ve açıklık yoktur.

İkrarda vusul olursa, o ikrar sahih olmaz, demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet hakim evi hükmetmeden ve iddiacıya vermeden Önce, o şahıs: "Bu ev filanındır. Benim, onda hakkım yoktur" veya: "Bu ev benim değildir; filanındır." derse, o zaman hakim, evi ancak, ikrar edi­cinin sözüne göre hükmeder O: "Eve, ben bu evi o adamdan satın aldım."   veya:   Bana   bağışladı."   der;   bunu  da   iddiacının   sözüne bitiştirirse, o takdirde hakim, o evi, o zata hükmeder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, diğerinden önce iddiada bulunur; iddia olunan da: "Bu ev, senin değildir." der; müddeî de, şahitler dinletip, "davalının elinde olan evin, kendisinin olduğunu" isbat ederse; hakim, iddia sahibinden sorar; eğer o da, şahitlerin söylediği gibi söyleyip; "mülkün kendine ait olduğunu"  ikrar ederse;  ev  kendisinin  olur.  Eğer:   "Onları tasdik etmiyorum. Gerçekten o ev onun malıdır." derse, o zaman ev davalının olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [25]

 

3- Müddeâ Bih'in Akd Veya Mülk Sebeblerinden Biri Olması
 

Bir evin miras olduğu veya satın alındığı iddia olunur; şahitler de: "Mutlaka davalının mülküdür." derlerse, iddiacının beyyinesi kabul edilmez. Tebyin, Zehıyre ve Muhıyt'te de böyledir.

Meşhur olan, gerçekten miras davası da, mutlak mülk davası gibidir. Fethu'I-Kadîr'de de böyledir.

Bezzâziyye'de:    "Bu   sebeble,   kesinlik   olur."   buyurulmuştur. Bahru'rrRâık'ta da böyledir.

Akdıyye'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, satın alma yoluyla iddiada bulunduğu halde, şahitler: "Mutlak mülktür." diye şahitlik yaparlarsa, bu durumda iddiacının sözü kabul edilmez. Belirli bir kimse, belirli şartlarda bir mülk satın aldığını söyleyerek: "Bu, benim malımdır." der; şahitler de, "onun malı olduğuna" şahitlik yaparlarsa, şehadetleri kabul edilir. Hulâsada da böyledir.

Babası-dedesi belirli bir şahıstan satın aldığım iddia ettiği halde "teslim aldığını" söylemez, şahitler de "onun malı olduğuna" şahitlik yaparlarsa, şehadetleri makbul olur. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir kimse, bir evi, bu evi elinde bulundurandan değil de, bir başkasından satın aldığını iddia edip, iki de şahit getirir, onlar da şeha-detlerinde: "Bu ev, hîbe edildi ve bu şahıs ondan teslim aldı." derlerse, şehadetleri  kabul  edilmez.   Çünkü,  bu  şehadette  uygunluk  yoktur. İddiacı: "Satın aldım." dediği halde, şahitler: "Bağış yapıldı." derler ve sonradan  iddiacı,  bunu  inkâr  ederek:  "Satın almadım; bana bağışlandı." der ve bunu da isbat ederse, şehadetler kabul edilir. Fetâ­vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, birinin elinde bulunan bîr evin "Kendisine bağışlandığını" iddia eder; "tasadduk edildiğini" söylemez; iki şahit de, "o evin sadaka olarak verildiğine" şahitlik yaptıkları halde, bu şahıs, hakimin  yanında:   "hibedir."   diye  iddia  eder ve  şahitlerle davacı arasında, böylece tenakuz vaki olursa; bu dava kabul edilmez ve dinlenmez.

Eğer, bu şahıs, kat'iyyetle iddia ederek "hîbedir." der; "tasad-duktur." demez; sonra da şahitler gelip "tasadduk olduğunu" söyleyince, "bende hîbe olduğunu inkâr edip," "tasadduk etmesini" istedim. O da bana tasadduk etti." derse, buna, böylece izin verilir. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet, bu kimse, o şeyi, o şahsın "emanet koyduğunu" iddia eder; şahitler de, kendisine emanet konulan şahsın ikrarına şehadette bulu­nurlarsa, şahitlikleri kabul edilir. Gasb ve ariyet de böyledir. Fusûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

İddiacı, "o şeyi seneler önce, satın aldığım" iddia eder; şahitler de buna şehadette bulunurlarsa, alım-satım tarihini bilmeseler (~ hatır-layamasalar) bile şehadetleri kabul edilir.

Bir kimse, alım-satım iddiasında bulunup da tarihini iki ay olarak söyler; şahitler de "bir ay" diye şehadette bulunurlarsa; şehadetleri kabul edlir. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir kimse, bir şahsın elinde bulunan bir köleyi, iddia ederek, "bir sene önce tasadduk eylediğini" söyler; elinde bulunan şahıs da, bunu inkar eder; şahitler de "o adamın, bu köleyi, iki yıldır satın almış olduğunu" söylerlerse, şehadetleri kabul edilmez.

Ancak, müddeî ile sözleri muvafık düşerse; (yani, müddet: Satın aldım fakat ona sattım. Sonra da, o, onu bana tasadduk eyledi." der; şahitler de aynısını söylerlerse, o zaman) şehadetleri kabul edilir. Fetâ­vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, "bir sene önce, alım-satım yaptığını" söylediği halde, şahitler şehadette bulunarak: "Gerçekten, bu bir tasadduk idi." der­lerse,  muvafakat  bulunmadığı    için,    şehadetleri    kabul    edilmez. Zehıyre'de de böyledir.

Müddeî, "bir senedir, babadan kalma miras olduğunu" iddia ettiği halde, şahitler:  "Bunu,  mal sahibinden satın aldı."  derlerse, hakim, onların şahitliklerini kabul etmez.

Şayet iddiacı, mirası inkar edip, "satın aldığım" söylerse, o tak­dirde, beyyinesi kabul edilir. Fakat, şahitlerini yeniler.

Bir kimse, başka birinin yanında bulunan bir cariyeyi iddia eder ve: "Ben, onu bir köleye mukabil, satın aldım." der; satıcı da bunu inkâr eder; iddiacı, şahitler getirir; onlar da: "Evet, onu bin dirheme satın aldı." derlerse, bu durumda hakim, şehadetlerini kabul etmez.

Ancak, iddia sahibi: "Satın aldım." demiş olsaydı, o zaman, şeha­detler kabul edilirdi.

Önceden, müddeî köleyi, bir sene evvel, bin dirheme satın aldığını" iddia eder; sonra da şahitlerini getirir, onlar da: "Bir sene önce veya daha önce satın aldı." derlerse; "bir sene önce..." deyip de. muva­fakat vaki olmadıkça, şehadetleri kabul edilmez.

Ancak, iddiacı ile şahitlerin sözleri mutabık oku; her ikisi de "bir sene önce" olduğunu söylerlerse; o zaman şahiıliklcri kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir,

Müddeî, bir şahsın elinde bulunan bir köleyi "ondan satın aldığını" iddia eder; köle elinde bulunan şahıs da bu iddiayı kabul etmez ve iddia sahibi iki şahit getirir, onlar da, "onu" sattığına" şahitlik yaparlar ve: "Fakat bu köle, satanın mıdır, alanın mıdır bilmiyoruz." derlerse, şehadetleri caiz olur. Şayet müddeî, iki şahit getirir; onlar da hakime: "Bu köleyi, satıcı bu iddia edene sattı." derlerse; gerçekten hakim, o zaman köleyi davacıya hükmeder.

Bir kimse, "birinden, bir ev satın aldığını" iddia eder, şahitler de: "Evet satın aldı. Fakat vekilinden satın aldı." derler veya "Filan sattı." derlerse, bu satış caiz olur. Fakat, şehadetleri kabul edilmez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, nikah sebebiyle, bir kadını şu kadar mehirle iki şahitde, nikaha şehadette bulundukları halde, onun zevcesi olduğunu söyleme­seler; şehadetleri kabûledilir. Bu durumda, mehr-i misile veya bundan az söylenmişse mehr-i misile hükmedilir. Şahitlerin söylediği mehir fazla olsa bile, onunla hükmedilmez. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir kimse, bir kadına karşı iddiada bulunup "O, elli dinara, nef­sini bana nikâh eyledi." der; şahitler de, şehadette bulundukları halde, mehri söyfemezlerse, şehadetleri kabûi edilir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse: "Bu, benim kanmdır." veya "..nikahlmıdır." der; şahitler de şehadet ederek; "onların evlendiklerini" söylerler fakat, hali hazırda, bir  karşilrşm?   olmasa   bile, "Bu, bunun menkuhasıdır." deseler, şehadetleri kabul edilir. Hızânetü'l-Müftfn'de de böyledir.

Hizâne'de şöyle zikredilmiştir:

İki yaşlı hakkında şahitlik yaparak; "Hangisi olduğunu bilmiyoruz." derlerse; o zaman onlardan şahit istenilir. Birisi, beyyine getirir ve: "Onu, bu nefsine tezvîc eyledi. Fakat, hal-i hazırda karısı mıdır, değil midir, bilmiyoruz." veya: "O, bunu satın aldı; fakat, hala mülkünde duruyor mu durmuyor mu? bilmiyoruz." derlerse; nikaha ve mülkiyete hüküm verilir. Bu şahitler, akid şahidi olmuş olurlar. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir köle iddiada bulunarak: "Efendim beni azad eyledi." der; şahitler de buna şehadette bulunurlarsa; bazı alimler: "Bu şehadet kabul edilir." bazıları ise: "Kabul edilmez." demişlerdir.

Bir cariye: "Kendisini, filan şahsın azâd eylediğini" iddia eder, şahitler de buna şehadette bulunurlarsa; bu cariye hürre olur.

Şayet, köle, "aslen hür olduğunu" iddi eder; şahitler de, "onun azâd edilmiş olduğunu" söylerler ve: "Onu, filan şahıs azâd eyledi." derlerse; bazı alimler: "Şehadetleri kabul edilir." bazıları ise: "Kabul edilmez." demişlerdir. Füsûlü'İ-lmâdiyye'de de böyledir.

En doğrusunu bilen, Allahu Teâlâ'dır. [26]

 

8- İKİ ŞAHİT ARASINDAKİ GÖRÜŞ AYRILIĞI
 

Lafzen ve mana bakımından iki şahidin ittifakına itibar olunur. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmâ m ey n'e göre ise ittifak manadadır ve muteber olan budur; başkası değildir.

Lafızda (= sözde) ittifakla murad, iki sözün mana yoluyla birbirine uyumlu olmasıdır. Bu, tazammun yoluyla değil de, va'z yönünden olmalıdır. Tebyın'de de böyledir.

Hatta, bir kimse, gasb iddiasında bulunduğunda iki şahitten birisi, gasb üzerine, diğeride gasbı ikrar üzerine şahitlik yaparsa, şeha-detleri kabul edilmez.

Şayet, birisi emanet konulduğunu söyler; diğeri de * 'emanet konulduğunun ikrarını söylerse, kabul edilir mi?

Uygun olan kabul edilmemesidir. Kıyas budur.

Gasb meselesinde kıyasa göre boredur. Ve uygun olan, şehadetin kabulüdür. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Sözün aynı olması veya muradın aynı olması müsavidir. Meselâ, şahitlerden birisi hibe, diğeri de ikram olduğunu söylerse;

şehadetleri kabul edilir. Fethıı'I-Kâdir'de de böyledir.

İki şahidin birisi, nikaha, diğeri de evlenmeye şahitlik yapsalar, şehadetleri caiz ve makbul olur. Muhiyt'te de böyledir.

Bunda bir ihtilaf yoktur. Tebyîn'de de böyledir.

Şayet, iki şahitten birisi şahitliğinde: "Eğer eve girersen, boş ol; dedi. O da eve girdi, "der; diğeride "filan ile konuşursan boş ol; dedi. O da konuştu." derse, ikisinin şehadeti de kabul edilmez.

Keza, onlardan birisi: "Üç talak boşadı." diğeride: Üç talak niye­tiyle, bana haram ol; dedi." derse; alimlerin ekserisine., göre, şehadet­leri kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İki şahitten birisi "bin dirheme" şahit olsa; diğeri ise iki bin dirhem"dese; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) göre, şehadetleri kabul edilmez.

İmâmeyn'e göre, müddeî, iki bin dirhem diyorsa, şahitlikleri bin dirhem olarak kabul olunur.

Yüz ve iki yüz dirhem de böyledir.

Bir, iki ve üç talakta böyledir. (İtibar azadır. Çünkü, onda muta­bakat vardır.)

Sahih olan görüş, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin görüşüdür. Muz-marât'ta da böyledir.

Bir adam, onbeş dirhem iddiada bulunuyor; iki şahidden birisi, onbeş dirhem olarak" şahitlik yapıyor; diğeri ise, "on dirhem olarak" şahitlik yapıyorsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, şehadetleri kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer iki şahitten birisi, "bin dirhem," diğeri ise "bin bçş yüz dirhem" der; iddia sahibi de "binbeşyüz dirhem' diye iddia ederse; bin dirhem olarak kabul edilir.

Bunun benzeri, bir talâk, yarım talâk; yüz dirhem ve yüzelli dirhem demek gibidir.

Müddeî:   "Binden   başka   değildir."   dediği   halde,   şahitler: Binbeşyüz... derlerse, bu batıldır. (= geçersizdir.)

Keza, müddeî sussa da, sonra da: "Bin dirhem." dese, yine kabul edilmez.

Şayet müddeî: "Hakkımın aslı binbeşyüz dirhemdi. Fakat, beşyüz dirhemini aldım. Şahitlerin dediği gibidir." veya: "Ondan beşyüz dirhemini almayacağım. Şahitlerin bundan haberleri yoktur." derse; o takdirde kabul edilir. Kâfî'de de böyledir.

Şayet,  şahitlerin  birisi   "yirmi"  diğeri  de  yirmi  beş"  dese; bi'I-icma' yirmi dirhem olarak kabul edilir.

Bu dava,  müddeînin yirmi beş dirhem diye iddia ettiği zaman böyledir.

Fakat müddet, "yirmi dirhem" diye iddia ederse; bi'1-icma şehadetleri kabul edilmez.

Bin, ikibin... gibi olanlar da böyledir.

Eğer müddei: "Benim, onda iki bin dirhemim vardı. Bin dirhemini teberru ettim." derse; şehadetleri kabul edilir. Hulasa'da da böyiedir.

İki şahit, bir şahsın, diğerinde, "bin dirheminin olduğuna" şeha-dette bulunduklarında, bu şahitlerden birisi: "Gümüşün siyah olduğunu", diğeri ise, "beyaz olduğunu" söylerler; beyaz da siyahdan üstün olur ve iddia sahibi, "siyah" diye iddia ederse; şehadetleri asla kabul edilmez. Ancak, sözlerinin birbirine uyması halinde kabul edilir.

iddia sahibi: "Şahid doğru söyledi. Ancak ben, gümüşün vasfına boş verdim. Onun için, şahidin birisi öyle, birisi böyle söyledi." derse; sözlerde mutabakat olunca şehadetleri kabul edilir.

Eğer hepsi de: "Beyaz gümüştü. Beyaz gümüşle, siyah gümüş eşitti." derlerse, siyah gümüş olarak hükmedilir.

İmâmeyn'e göre, sözde ve mânada değeri az olana göre hükmedilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bu hüküm, her yerde ve her cinsde böyledir. Eğer mikdarda ve vasıfta ihtilaf olursa, efdal olan, iddia sahibinin iddiasına uygun düşendir.

Şayet müddeî, şahitlerin şehadet ettiklerinden, azl olanı iddia ediyorsa, şehadetler makbul olmaz.

Cinste ihtilaf ettiklerinde, de şehadetler' kabul edilmez. Meselâ birisi: "Bir kür buğday" der de, diğeri: "Bir küt arpa" derse; şehadet­leri kabul edilmez. (Kür = Bir nevi Ölçektir. Lügatta 700048 = yediyüz bin kırksekiz) dirhem veya bir müd veya bir ölçek) demektir. Zehıyre'de de böyledir.

Şahitler, "bin dirhem" diye şehadette bulunduklarında, bun­lardan birisi: "Beşyüz dirhemini, borçlu ödedi." derse; bin dirhem olarak, kabul edilir. Onun: "Beşyüz dirhemini ödedi." demesine itibar olunmaz.

Ancak, o şahitle birlikte, öbür şahitte aynısını söylerse; o zaman, "bin değil, beşyüz dirhem" demeleri gerekir. Alacaklı, şahitlere; "beşyüz dirhem aldığını" bildirmişse, diyecek kalmaz. Tebyîn ve Kâfî'de de böyledir.

Bir adam, diğerinde "bin dirhem alacağının olduğunu" söylediğinde, iki şahitten birisi, "bunun alacak olduğunu"; diğeri de "yarısının ödendiğini" söylerse; ödenmemiş gibi hüküm verilir.

Zahirü'r-rivayede böyledir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'den rivayet olunduğuna göre, borcun ödendiğine hüküm verilmez. Bedâî'de de böyledir.

Borçlu, borcunu ödediğini iddia eder ve iki şahitden birisi de, "alacaklının   alacağını   aldığım   ikrar   ettiğini"   söyler;   diğeri   de "alacağından vazgeçtiğini" söylerse; şahitlikleri kabul edilmez.

Eğer hak sahibi, borçlunun söylediğini kabul ederse; o zaman, şahitlerin şehadeti kabîıl edilir.

Bir adamın, diğerine bin dirhem borcu olur; onu da ödediğini iddia eder; iki şahidinin birisi, "ödediğini"; diğeri de, "ödendiğini ikrar ettiğini" söylerse; şahiıtlikleri kabul edilmez.

Şayet borçlu, borcunu ödediğini iddia eder; şahitlerin ikisi de birden "borcun ödendiğini" veya "bağışlandığını" veya "tasadduk edildiğini" veya "helallaştıklarırn" söylerlerse; bu durumlarda, şehadetleri kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Borçlu, '-borcundan vazgeçildiğini iddia eder"; şahitlerden birisi de,  böylece şehadetl;e bulunur,  diğeri ise,  "borcun bağışlandığına" şehadette bulunur, veya tasadduk edildiğini veya onunla helallaştığım söylerse; şehadetleri kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Borçlu, "borcunun teberru edildiğini" iddia ettiğinde, şahitlerden birisi, "hîbe (=  bağış) yapıldığını" diğeri de "tasadduk edildiğini" söylerse; şehadetleri kabul edilmez.

Şayet borçlu, "borcunun bağışlandığını" iddia eder; şahitlerden birisi "bağışlandığını"; diğeri de "tasadduk edildiğini (= zekat olarak verildiğini) söylerse; şehadetleri kabul edilmez.

Eğer şahitlerden birisi: "Borcun teberru edildiğini" söyler; diğeri de atiyye yapıldığını veya helallaştıklarını veya alacaklının alacağını borçluya helal ettiğini söylerse; şehadetleri kabul edilir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Borçlu, "borcunu ödediğini" iddia etiğinde, şahitlerden birisi "hediye edildiğini" söyler; diğeri de, "alacaklının alacağından vazgeçti­ğini" söylerse; şahitlikleri caiz olur.

Şayet kefil,  "hibe edildiğini" iddia eder; şahitlerden birisi: "Bağışlandığını"; diğeri de: "Teberru edildiğini." söylerse; şehadetleri kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Resîdü'd-Dîn'in Fetvaları'nın Dördüncü Babı'nda: Bir kadın, talaktan (=  boşandıktan) sonra mehrini iddia eder; kocası da onu, karsının  bağışladığını  söyleyerek  iki  şahit gösterir;  onlardan  birisi "kadının bağış yaptığını"; ikinci şahitde "teberru ettiğini söylerlerse, şehadetleri kabul edilir. Füsûlü'I-Imâdiyye'de de böyledir.

Câmiü's-Sağîr'de şöyle zikredilmiştir:

Bu, davada, akid, iddia edilmediği zaman böyledir.

Eğer davada sözleşme yapıldığı iddia edilirse; bu sekiz mes'eledir.

1) Alım-satım,

2) İcâre,

3) Kitabet,

4) Rehin,

5) Itk (= Köle azâd eylemek)

6) Kasden adam öldürmekte sulh

7) Mal karşılığı karı boşama

8) Nikah. Hulasa'da da böyledir,

Bir kimse, birisinin bir kölesini, başka bir adamın, bin dirheme aldığını görür ve buna şahitlik yapar; diğer iki  şahit de "binbeşyüz dirheme aldı." diye şahitlik yaparlarsa, şehadetleri geçersiz olur.

Keza, iddia sahibi: "Bu satıcıdır." der ve ik :i malını, az veya çok olarak açıklar; şahitlerin birisi az olana, diğeri de çok olana şehadette bulunsalar, şehadetleri geçersizdir. Kitabette de böyledir. Hidâye'de de böyledir.

Şefi şüf'a hakkını isteyip, iki de şahit dinletir; bu şahitlerden birisi: "Gerçekten bin dirheme sattı." diğeri de: "İki bin dirheme sattı." dediğinde müşteri ise: "Üç bin dirheme satın aldım." derse; şahitlerin şehadetleri kabul edilmez.

Keza, onlardan birisi: "Bin dirheme satın aldı." diğeri de: "Yüz dinara satın aldı." derse; şehadetleri kabul edilmez.

Keza, şahitlerden birisi: "Gerçekten o, onu filandan satın aldı." derken; diğer şahit: "Başka bir filandan satın aldı." derse; şehadetleri , kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

"Kiranın başlangıcı, işte budur." denilir, (satış gibi...) ve icara veren   veya   icarlayan:   "Bir   müddet   sonra   —icarı   ödensin   veya ödenmesin— icarlanan şeyin, sahibine teslim edileceğini" söylerler ve iddia sahibi, icara veren kimse, olursa, bu durumda, dava maldır.

Eğer, davacı, icarcı ise, dava, bi'1-icma sözleşmedir. 'Rehin  hakkında  ise,  eğer  müddeî:"O  rehindir."   derse,  kabul edilmez.  Eğer:   "Mürtehendir."  derse,  dava borç davası gibi olur, Kâfi'de de böyledir.

Hul (= mal mukabili boşama)   veya talak, ıtâk yahut kasden dökülen kan (= adam öldürme) hakkında dava açılır ve davacı, koca veya efendi yahut kısasın velisi olursa; dava olur.

Eğer o, köle veya kadın veya katil olursa, bi'1-icam' kabul edilmez. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Nikah hususunda, iki malın, az olanı sahihdir. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göredir.

Bu dava, ister koca tarafından, isterse karı tarafından olsun müsa­vidir.

tmâmeyn'e göre, bu şehadet batıldır. Hiç bir şeyle hükmedilmez.

Eğer, davacı kadın ise, burda ihtilaf vardır." denilmiştir.

Fakat iddia sahibi koca ise, bi'1-icma' beyyinesi kabul edilmez.

Önceki, esahh ve istihsândır. Sahih olan, malın azıda çoğuda dava hususunda müsavidir. Tebyîn, Hidâye ve Kâfi'de de böyledir.

Bir kimse,   diğerini,  kölesini icarladı diye dava eder; kölenin sahibi de, bunu inkar eder, icarlayan da iki şahit dinletir; onlardan birisi: "Beş dirheme icarladı." müddeî ise: "Dört veya beş dirhem" der; diğer şahidde: "Altı dirheme icarladi." derse; şehadet geçersiz olur.

Bir kimse, hayvanını Bağdat'a kadar binmeye, on dirheme kiraladığını, onun da hayvanın üzerine yük yüklettiğini iddia eder ve iki de şahit dinletir; onlardan birisi: "On dirheme, binmeye kiraladı." der; diğeride: "Yük yükletmeye, kiraladı." derse; bu yük de hakikaten yoksa (= yani yüklenmesi örf adet değilse), şehadetleri batıldır.

Bir kimse, "bizzat bir hayvanı, belirli bir ücretle, Bağdat'a kadar kiraladı." diye şahitlik yapar; diğeri de "Bağdat'a kadar, belirli bir yük yükletmek üzere, on dirheme kiraladı." derse; bu şehadet kabul edilmez. İster icarlayan dava etsin; isterse, icara veren dava etsin müsavidir.

Keza, onlardan birisi, "binmek için" diğeri de "yük taşımak için kiraladı." deseler; şahitlikleri kabul edilmez. Muhiyt'te de böyledir.

Şayet bir kimse, kumaşını boyatmaya verdiğini ve teslim eylediğini iddia eder; boyacı da bunu inkâr eder; iki şahidden birisi: "Kırmızıya boyansm için..." derken, diğeri de:  "Siyah veya sarı boyansın için verildi." derse; şehadetleri kabul edilmez.

Keza  kumaş sahibi; boyacıyı dava-etse de, şahitler muhalif söyle­seler, şehadetleri kabul edilmez. FüsûIü'I-Imâdiyye'de de böyledir.

Eğer iki şahidin birisi, "satıcının, aybım söyleyerek sattığını," diğeri de bunun aksini söylerlerse; şahitlikleri kabul edilmez. Hulâsa'da da böyledir.

İki şahit, bir şahsa karşı, şahitlik yaptıklarında, birisi: "Filandan dolayı, filan için, bir aya kadar bin dirheme kefil oldu." diye; diğeri de: "Ha!-i hazıra kefil oldu." diye şahitlik yaparlar alacaklı da, "vaktin geldiğini" iddia eder; kefil ise, bunların tamamını inkar edip, yalnız kefil olduğunu ikrar eder ve mal için bir müddet iddiasında bulunursa; bunda iki vecih vardır:

1) Ya adam malını, bin dirheme ihale eyledi diye bir şahU dinletir.

2) Veya yüz dinara ihale eyledi diye iki şahit dinletir.

Fğer şahitler arasında ihtilaf olursa, şehadetleri kabul edilmez.

İki şahitten birisi, "bin dirhem" diye; diğeri de, "bin dirhem ve yüz dinar" diye şahitlik yaparsa; ikisinin şehadeti de kabul edilir vevbin dirhem olarak hükmedilir.

İddiacı, iddiasını, dirhemler ve dinarlar olarak cemilerse; bu böyle olur.

Fakat, yalnız dirhem olarak iddiada bulunursa; o zaman, şahitlik­leri kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, kefaletini iddia ettiğinde; iki şahitten birisi, "kefale­tine"; diğeri de "havalesine" şahitlik yaparlarsa; kefaleti kabul edilmiş olur. Ve onunla hükmedilir. Çünkü o, ekaldir (- daha noksandır.) Fü-sûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

İki şahidden birisi; kefaleti üzerine:  "Ben şehadet ediyorum; gerçekten filan: "Şayet, ben, filana, filan malı, o, bu senenin aylarında vermezse, ben, o malı, o adama ödeyeceğim." dedi der; diğer şahit de: "Ben şehadet ediyorum; gerçekten filan: Şu altı ayın içinde, filan oğlu filana,   şu  malı   ödedim,   dedi."   derse,   şahitlikleri   kabul   edilmez. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet,  şahitlerinden birisi:  "Gerçekten o,  filanı, belirttiği ev hakkında,  davaya vekil  etti."  der;  diğer  şahitde:   "Başka  bir  şey hakkında, davaya vekil etti." derse; ev hakkındaki şehadetleri caiz olur.

Şayet birisi; "Filaneyi boşamaya vekil etti." diye şahitlik yaparken; diğer şahit: "Daha başka birisini boşamaya vekil etti." diye şahitlik yaparsa, bu vekil, o kadınların ikisi hakkında da vekil olmuş olur.

Bunun şekli: Bir adam, "belirli bir şey hakkında vekil olduğunu" veya "belirli bir dava hakkında vekil olduğunu" iddia eder ve iki de şahit dinletir ve "filan ile birlikte, muayyen bir şeye vekil olduklarını" isbat eder; aynı zamanda diğer tasarrufa da vekil olduğunu kanıtlarsa; o muayyen şeye dair şehadetleri kabul edilir mi?

Uygun olanı, o muayyen (- belirli olan) şeye, vekaleti sabit görü­lür. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Müddeî, vekaletine dair, iki şahit dinlettiğinde, onlardan birisi: "Talib, bunu filanan alacağını almaya vekil etti." diğeri ise: "Filandan borcunu almaya musallat etti." veya "Ona vasiyet etti." derse; şehadetleri caiz olur ve hakim davasına bakabilir; alacağını da alır.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

Diğerlerinin kavline gelince, borcu almaya vekil olur; fakat, davaya vekil olamaz.

Şahitlerin ikisinden birisi, "borç almaya vekil oldu."; diğeri de: "Borcu almaya gönderdi." veya "emretti." derse şehadetleri caiz olur. Fakat dâvaya bakamazlar.

Şahitlerden birisi, "vekil tayin edildi." der; diğeri de "Vasî tayin edildi."  der;  fakat  "hayatında."  demezse;  veya  şahitlerden  birisi: "hayatında vekil tayin edildi." dese de diğeri, "hayatında" demezse;

şehadeti kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İbnü Semâa'nın Nevâdiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

İki adam, vasiyet üzerine şahit olduklarında onlardan birisi: "Gerçekten o filanın ölümünden sonra, bütün malı için vasî oldu." diğeri de: "Malımın tamamını öldükten sonra filana vasiyet eyle; dedi, diye şahitlik eyle; dedi." derse; bu da bir veya iki mecliste söylenirse, bu şehadet caizdir. Zehıyre'de de böyledir.

İkisi de, vekaletine şehadette bulundukları halde, birisi "azledildiğini..." söylese, vekaleti caiz olur; azli caiz   olmaz. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, "bir kölenin efendisi olduğunu" ve "ona ticaret izni verdiğini"   iddia  edip,   iki   de  şahit  getirir;   onlardan   birisi, "izin verildiğine" şahitlik eder; diğeri de "kölenin ahş-veriş yaptığını; fakat, efendisinin onu men etmediğini" söylerse; şehadetleri kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), şöyîe buyurmuştur:

Büyük olan ve izinli bulunan bir kölede, birinin alacağı olduğunda, kölenin efendisi: "Onun izinden men edildiğini" söyler; borçlu da: İzinli olduğunu" söylerse; efendinin sözü geçerli olur.

Eğer borçlu, iki şahit getirir de, onlardan birisi: Efendisi, bu köleye bez satmaya ve almaya izin verdi." der; diğer şahit de: "Yiyecek alıp-satmaya ve almaya izin verdi." derse, şehadetleri caiz olur.

Keza, şahitlerden birisi: "Gerçekten bu kölenin efendisi, ona bez al, sat, dedi.' der; diğeri de: "Efendisi, ona, yiyecek al-sat dedi." derse; şehadetleri caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

İki şahit, bir şey hakkında, bir vakit veya yer hakkında yahut inşa ve ikrar hakkında ihtilafa düştüklerinde, eğer şahitlik yapılan şey, has­saten söz ise, (alış-veriş, icare talak, ıtâk, sulh, ibra gibi...) Meselâ: Bin dirhem satın aldığına, iki şahit şehadette bulunsalarda; onun beldesinde veya gününde, saatin da ayında ihtilafa düşseler veya bin dirheme sattığına şahitlik yaptıklarında, anlardan birisi: "sattı" diğer şahitde: "sattığını söyledi." dese, şehadetleri caiz olur.

Keza, talak hakkında; şahitlerden birisi: "Pazar günü boşadı." diğeri de: "Dün boşadı." veya birisi: "Bu gün bin dirhemi ikrar eyledi," dediği halde, diğeri: "Dün ikrar eyledi." dese, şehadetleri caiz olur.

Bu husustaki ihtilaflar, şehadete mani olmazlar. Ancak, "alacaklı ile biz, bir günde, bir yerde idik." derler; sonrada, gününde veya yerinde ihtilaf ederlerse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre şehadetleri caiz olur.. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a ise: "İş, kiyâsen İmâm Ebû Hanîfe gibidir. Ben ise şehadetin geçersizliğini, tahsin ediyorum. (= güzel görüyorum.) buyurmuştur. Çünkü töhmete sebebdir. Zira bir günün saatında ihtilaf olsa caizdir; fakat, ayrı ayrı günler töhmeti gerektirir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Reşîdü'd-dîn'in Fetvâları'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse: "Ödemek şartıyla sattı." diye iddia ettiği halde, malı elinde bulunduran şahıs, bunu inkar ettiğinde; iki şahitten birisi: "Ödeme şartıyle sattı." der; diğeri de, müşterinin "ödeme şartiyle satın aldığını ikrar ettiğini" söylerse; şehadetleri kabul edilir, Füsûlü'l- Imâdiyye'de de böyledir.

İki şahit, "filan, karısını boşadı." diye şahitlik yaptıklarında, birisi: "Cuma günü, Basra'da boşadı." diğeri de: "Bizzat o günde, Kûfe'de boşadı." derse; şahitlerin, şehadet ettikleri yerlerin, birbirini tutmaması halinde şehadetleri kabul edilmez. Onlardan birinin yalanı meydana çıkmış olur. Çünkü, bir insan aynı günde, hem Basra'da hem de, Küfe'de bulunamaz. (Bu hal, bu güne mahsus değildir.)

Şu hâl ise, buna muhalifdir: Şahitlerden birisi: "Karısını Küfe'de boşadı." diğeri de: "Kûfe'de boşadı." der ve vakit tayin etmezlerse, işte bu olur. Ve şehadetleri geçerlidir. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet, "ayrı ayrı günlerde'* diye şahitlik yaparlar, Kûfe'den, Mekke'ye gidecek kadar gün farkı da bulunursa, bu durumda şehadet­leri caiz olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir kimse, sulh için iki şahit getirdiğinde hakim onlardan tarihini söylemelerini ister; onlardan birisi: "Yedi ay veya daha az yahut daha çokdur." der; diğeri de: "Ben de üç sene sanıyorum." derse; aralarında çok fark bulunduğundan, şahitlikleri kabul edilmez.

Eğer tarih beyanına ihtiyaç olmazsa, o müstesnadır. Kunye'de de böyledir.

Kendisine şahitlik yapılan şeyde, —ister emir siygasıyla olsun, ister ikrar sigasıyla olsun,— ihtilaf ederlerse; (Meselâ: Hudud kitabında olduğu  gibi:   "İffetli   kadına  zina  yaptı."   diye  iftira  eden   kimse hakkında, iki şahitten birisi:"îftira etti."diğeri de: "İkrar etti." derse;) şehadetleri kabul edilmez.

Şayet iftirada ittifak ederler; fakat, zaman ve mekanda ihtilaf eder­lerse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bu şehadet kabul edilir.

İmâmeyn'e göre ise, bu şehadet kabul edilmez. Muhıyt'te ve Fetâ­vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet ihtilaf (= görüş ayrılığı) fiilde olursa; (borç veya talak gibi...) şehadet kabul edilmez. Hulâsa'da da böyledir.

Kendisi hakkında şahitlik yapılan şey, hakikaten veya hükmen gasb ve cinayet gibi şeyler olur; yerleri ve mekanlarıda ayrı bulunur veya emir yahut ikrar olursa; şehadetleri kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet gasbedilen şey zayi olur; iki şahit de, onun kıymetine şahitlik yaparlar ve birisi: "Bin dirhem kıymetinde idi." der; diğeri de: "gasbeden şahsın: "Bin dirhemdi." ikrarına şahitlik yaparsa; şehadet­leri kabûledilmez. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, katil (=  adam öldürme) iddiasında bulunduğunda şahitlerden birisi "katli üzerine." diğeri de, "katli ikrar üzerine" şeha-dette bulunurlarsa; şehadetleri kabul edilmez. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Şayet şahitler, katilin iki yerde veya iki zamanda ikrarı üzerine şahitlik yaparlarsa; şehadetleri caiz olur. Siraciyye'de de böyledir.

Eğer şahitler, kati aletinde ihtilaf ederlerse (şöyle ki: Şahitlerden birisi: "Sopa ile öldürdü." derken; diğer şahit: "Kılıç ile öldürdü." derse) şahitlikleri kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

İki şahitten biri: "Gerçekten o, kasden öldürdü." derken diğeri: "Hataen öldürdü." derse; şehadetleri kabul edilmez.

Şahitlerden birisi: "Kılıç ile öldürdü." der; diğeri:"Ben, ne ile Öldürdüğünü hatırlayamıyorum." derse, yine şehadetleri kabul edilmez. Zehıyre'de de böyledir.

Kendisine şahitlik yapılan şey fiilsiz, —yalnız sözle— tamam olmazsa (nikah gibi) şahitler de yerinde veya zamanında yahut inşa veya ikrarında ihtilaf ederlerse; şehadetleri kabul edilmez..

Eğer şahitler hükmü sabit olmayan bir akidde ihtilaf ederlerse (fiilen almak müstesna... hîbe, sadaka, rehin gibi...) alımın aleniyeti üzerine şahitlik yaparlar ve gününde, yerinde ihtilaf ederlerse; şehadet­leri; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yusuf (R.A.)'a göre caiz olur.

Şayet rahinin (= Rehin bırakanın), sadaka vereninin, bağışta bulunanın almayı ikrarlarına şehadette bulunurlarsa, şehadetleri caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Rehin iddia edildiğinde, şahitlerden birisi, "alımın açıklığına"; diğeri de "rehin verenin, rehin alandan, rehni aldığını ikrarına" şahitlik yaparsa; şahitlikleri kabul edilmez.

Bu   hususta, gasb da rehin   gibidir. Füsûlü'1-Imâdiyye'de   de böyledir.

Talip ve matlûp hususunda, şahitler ihtilaf ederlerse; (bir elbise veya bir binek hakkında, ihtilaf ederler veya şahitlerden birisi "filan benimle beraberdi." diğeri de: Filan, benimle beraber değildi." derse,) el-Asl'da "Bu caizdir. Şehadetleri geçerlidir." denilmiştir. Zahîriyye'de de böyledir.

Şahitler gasb hakkında şehadette bulunduklarında, gasbedilen sığırın renginde ihtilaf ederlerse; gerçekten şehadetleri kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

îki kişi, bir adamın, bir sığır çaldığına şahitlik yapsalar da, sığırın renginde ihtilaf etseler; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, şehadetleri kabul edilmez, tmâmeyn'e göre ise, şehadetîeri kabul edilir,

"Buradaki ihtilaf, birbirine benziyen renklerdedir. Yoksa, beyazla siyah gibi renklerde değildir; Kırmızı ile siyah gibi renklerdedir." denilmiştir.

Sahih olan, ihtilaf bütün renklerdedir. Kâfî'de de böyledir.

Eğer malı çalınan şahıs, rengini açıklar; (kırmızı gibi...) şahit­lerden birisi: "Siyahtı."; diğeri de: "Kırmızıydı." derse, şehadet kat' edilmez, (yani hüküm verilir.)

Bu muhalefete göre, şahitler elbisede ihtilaf ederler (Şöyleki: . Birisi: "Herevî kumaştı." dese, diğeride: "Merevî kumaştı." der; fakat zaman ve mekanda da ihtilaf ederierse, şehadetleri  kabul edilmez. Tebyîn'de de böyledir.

Şahitlerden birisi: "O bir sığır çaldı." derken; diğeri de: "Öküz çaldı." dese; veya birisi: "İnek çaldı." derken o birisi: Eşek çaldı." dese; şahitlikleri kabul olunmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Mutlak bir mülk iddia olunduğunda, iki şahitten birisi, bir sebeb beyan ettiği halde; diğer şahit "mutlak" olarak söylese; sebep söyle­mese; mülk, mutlak olarak hükmedilir.

Şayet müddeî sebebli iddia eder; şahitlerden birisi de öyle söyler; diğer şahit ise, "mutlak" diye şahitlik yaparsa; şehadetleri kabul edilmez.

Câmi'Me şöyle zikredilmiştir:

Bir mülk iddia edildiğinde, müddei, iki de şahit getirir; onlardan birisi: "Bu, bunun mülküdür." diğer şahit ise, "îddia olunan şahsın, "bu mülk, iddia edenindir." dediğine" şahitlik yaparsa; şehadetleri kabûledilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şu, bunun hilafinadır:

İki şahitten birisi, borç üzerine şahitlik yapsa da; diğer şahit de, "borçlunun ikrarına" " şahitlik yapsa; şehadetleri kabûledilir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adamın elinde bulunan köle hakkında, şahitlerden birisi, "elinde köle bulunanın ikrarına"; diğeri de "davacının, o köleyi, ona emanet verdiğinin ikrarına" şahitlik yapsa; şahitlikleri kabul olunur ve köle iddia sahibine hükmedilir.

Şayet, şahitlerden birisi, "kölenin iddia edene ait olduğunu, köle elinde bulunan şahsın ikrar ettiğine"; diğeri ise, "kölenin, köle elinde bulunan şahsa ait olduğuna" şehadette bulunsa; iddia sahibi de kölenin kendine ait olduğunu iddia etse; bu köle iddia sahibine hükmedilir. Muhıyt'te de böyledir.

İki şahitten birisi,  "kölenin, iddia edene ait olduğunu iddia ettiğine'*;   diğeri   de,   "köleyi,   iddia  edenin   köle  elinde bulunana verdiğine" şahitlik yapsa; şehadetleri kabul edilmez. Ve bu köle, iddia sahibine hükmedilmez. Füsûlü'Minâdiyye'de de böyledir.

Fakat, köle elinde bulunan kimseye, "köleyi iddia edene vermesi emredilir. Zehıyre'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Gasb Kitabı'nda şöyle buyurmuştur: Bir kimse "başka birinin elinde bulunan cariyenin kendisine ait olduğunu" iddia ederek, iki de şahit getirir; onlardan birisi, "cariyenin zoraki alındığına"; şahitlik yaptığı halde, diğeri "gasben alındığım" söylemezse; şehadetleri kabul edilir.

Eğer onlardan birisi "iddia edenin cariyesi olduğunu" söyler; diğer şahitde, aynısını söylerse; şehadatleri kabul edilir.

Şu mes'ele, buna muhaliftir:

İki şahitten birisi, "o cariye, elinde bulunanındır."dediğinde, diğeri de: "Evet elinde bulanındır." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre şehadetleri kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

İki şahitten birisi, "cariye elinde bulunan şahsın o cariyenin iddia edene ait olduğunu ikrar ettiğine" diğer şahit de, "o cariyeyi, elinde bulunan şahsın, iddia edenden satın aldığına" şahitlik yapar; iddia eden de, cariye elinde bulunanın ikrarını söyleyerek "Ben, ona bir şey sat­madım." derse; beyyinesi kabul edilerek, cariye iddia sahibine hükmo-lunur.

Şayet müddeî: "İkisini de söyledi." derse (yani, "satın aldığmı"da, "emanet bırakıldiğım"da ikrar etti; derse) işte bu durumda, şehadetleri kabul edilmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur: Bir kimse, diğer bir adamda, "bin dirheminin olduğunu*' iddia eder; iki şahit de, "matlûbun, talibe bin dirhem borcunun olduğunu" ikrar eylediğine" şahitlik ederler; bir başka şahit de, "Matlûbun, talibe bir şey satıp onun bedeli olarak bin dirhem aldığına" şahitlik eder; talip • de: "Gerçekten, benim malım, onda alacaktır. Şahit yalan söyledi." der ve "malın kendine ait olduğunu" iddiada İsrar ederse; bu durumda, o bin dirhem, alacak olarak iddiacının lehine hükmedilir. Şayet: "Sattığım malın bedelidir. Benden aldı." der ve şahitler de öyle söylerlerse; talip başka şahit getirmedikçe, bir şey ile hükmedilmez. Talip sattığı şeyin bedeli olduğunu ikrar edince onun aldığını isbatJçin, iki şahide ihtiyacı vardır. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, gerçekten matlûp ikrar ederek, "talibin, kendi üzerinde, bin dirheminin olduğunu" söyler ve "onun da borç olduğunu" beyan eder; şahitlerden birisi de: "Filanın emri ile, onu ödedi." der; talib ise: "Şahitler, benim söylediğim gibi vasfeylediler." derse, o zaman, talibin lehine hükmedilir. Eğer: "Benim malım, şahidin birinin söylediği gibi ödendi." derse; o zaman, ona bir şey ile hükmedilmez.

Bu, alım satımda da böyledir.

Fakat, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyasına göre, bu durumların hepsinde de talibin malı verilmelidir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, diğerinin elindeki köleyi iddia eder ve beyyine de ibraz eder; (şahit dinletir) onlardan birisi» ikrarına şahitlik yaparak, "onu, hîbe eyledi." diğeri de: "Sattı ve köle elinde bulunan şahıs yüz dinara satın aldı." derse; iddia sahibi kölesini alır.

Keza, o şahitlerden birisi: "Yüz dinara satın aldı." derken; diğeri: "Bin dirheme satın aldı." derse, yine şehadetleri kabul edilmez. Hulâsa'da da böyledir.

İki şahitten birisi, "köle elinde bulunan şahsın, o köleyi sahibinin kendisine bağışladığına dair ikrarına;" diğeri de, "iddia sahibinin, o köleyi, elinde bulunan şahsın, kendisine sadaka olarak verildiğine dair ikrarına" şahitlik yapar; iddia sahibi de, "köle elinde bulunanın bu iki­sini de söylediğini" iddia eder; "Ancak, ben onu bağış yaptım." tasadduk etmedim." derse; o zaman, köle iddiacıya hükmolunur.

Keza iki şahitten birisi, "köle elinde bulunan şahsın, onu, köle sahibinden yirmi dirheme kiraladığını söylediğine; diğerinin de, bin dirheme satın aldığını söylediğine" şahitlik yapsa; veya, şahitlerden birisi, "köle elinde bulunan şahsın, köle sahibine: "Bunu bana bağışla." dediğine"; diğeri de: "İddia sahibinin bana tasadduk etti; diye, köle elinde bulunan şahıstan duyduğunu" söylese; veya, iki şahitten birisi, "köle elinde bulunan kimsenin, iddia sahibine, "bunu bana bin dirheme sat." dediğini duyduğuna" şahitlik yaptığını; diğerinin de "bana, yüz dinara sat." dediğine şahitlik yapsa; iddia sahibi de "köle elinde bulunan şahsın, şahitlerin söylediklerinin hepsini söylediğini, doğrularsa; ancak: "Gerçekten ben, köleyi ona satmadım; icara da \ermedim." dese; işte o zaman hakim, bu durumların hepsinde de, bu köleyi, iddia sahibine hükmeder. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet, iki şahitten birisi, "köleyi elinde bulunduran şahsın, o kölenin, iddia sahibine ait olduğunu söylediğine"; diğeri de, "köle elinde bulunan şahsın, o köleyi, sahibinden icarladığmı söylediğine" \oya "rehin bıraktığına" yahut "gasbettiğine şahitlik yapsa; bu köle, iddia sahibine hükmedilir.

Bu, müddeînin, köle elinde bulunanın böyle söylediğini kabul etiği aman böyledir.

Ancak,  iddia  sahibi: "Ben,  köleyi  ona  sattım."  veya  "îcara verdim."; "rehin bıraktım." veya "Benden zoraki almadı." der; şahitIerden birisinin sözü de yaîan olmazsa; o zaman köle, zi'I-yed'e hük­medilir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Şayet köleyi elinde bulunduran şahıs, kölenin iddia sahibine ait olduğunu ikrar eder; iddia sahibi de, "onu sıla eylediğini" söyleyerek iki şahit getirir; şahitlerden birisi, "iddia sahibinin, o köleyi tasadduk eylediğini söylediğine"; diğeri de, "iddia sahibinin, o köleyi bağış yaptığım söylediğine" şahitiik yaparsa; hakim bunların şahitliklerini kabûf etmez.

Ancak, başka bir şahit daha getirir, o da hîbe veya tasadduk olduğuna şahitlik yaparsa, o zaman hakim, iddia sahibine hükmeder.

Bu mes'ele, şuna muhalifdir:

Şahitlerden birisi, "köîe sahibinin, o köleyi, köle elinde bulunan şahsa, bağış yaptığını, onun da bu köleyi aldığını" söyler; diğer şahit de, "o kölenin, mehir olarak verildiğini ve köle elinde bulunan şahsın, onu, bu yüzden aldığını" söylerse; o zaman, köle zi'1-yed'e hükmolunur. Muhıyfte de böyledir.

Şahitlerden  birisi   "zi'1-yedin,  iddia  eden  şahıstan,  o  köleyi aldığını' söyler; diğeri de: "Köle, sahibinindir." derse; şahitlikleri kabul edilmez. Hulâsa'da da böyledir.

Şahidin birisi, şehadette bulunarak: "Bu köleyi, filandan aldı." der; diğeri de: "O adam, bu köleyi emânet bıraktı." derse; şahitlikleri caiz olur. Bu durumda hakim, köleyi elinde bulunduran şahsa emre­derek onu, sahibine vermesini ister. Fakat, mülküyetine hükmeyîemez.

Keza, şahitlerin birisi, "o kölenin, emanet bırakıldığını; böyle olduğunu, filanın söylediğini" söylerse; bu kölenin sahibine verilmesi emredilir.

Eğer, iki şahitten birisi, köleyi elinde bulunduran şahsın, "o köleyi, bir başkasının gasbettiğini; söylediğine"; diğeri de, "iddia sahi­binin, onu emanet bıraktığını söylediğine şahitlik yapsa, veya köleyi elinde bulunduran şahsın, onu iddia sahibinden aldığını" söylese; şeha-, detleri kabûî edilerek, :ddia olan şahsa, bu köleyi, iddia sahibine vermesi emredilir.

Fakat, kölenin mülkiyeti, iddiacıya hükmedilmez. İddia olanın, o köleye sahip olduğuna dair şahit istenir.

Hatta, eğer davalı, bundan sonra, bu kölenin, kendisine ait olduğunu, bizzat isbat ederse; bu köle, ona hükmedilir.

Müntekâ'da aynı mes'ele şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse elbisesini, bir şahsın yanına koyup onu da söylese; iki şahidden birisi "elbise elinde bulunan şahsın, onu, iddia sahibinden zoraki'aldığını" diğer şahit de, "iddia sahibinin, onu emanet bıraktığım söylediğine şahitlik yapsa ve onun, söylenenden fazla olduğunu beyan etse; müddeîde, ikisinin de söylediğini kabul etse ve fakat: Benden zoraki aidi." derse; bu şahitlerin şehadetleri kabûledüir.

Elbise elinde bulunan şahsın elindeki, bu elbisenin mülkiyeti, iddia sahibine hükmedilir. Bundan sonra, elbise elinde olanın beyyinesi kabul, edilmez.

Eğer şahitlerden birisi, "elbise elinde bulunan şahsın bu elbiseyi, iddia, sahibinden gasben (~ zoraki) aldığını söylediğine", şahitlik yaptığı halde diğeri de "alıp da, geri verdiğini" söyese; iddia edenden hüccet istenilir. Aksi halde, iddia olunan şahıs, beraat eder.

Bundan sonra, şayet iki şahitten birisi, "zi'f-yedin, o kölenin iddia edene ait olduğunu söylediğine" diğeri de, "ondan'emanet aldığına dair ikrarına" şahitlik yapsa; işte bu şahitlikler kabul edilir ve köle müddeîye hükmedilir. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet şahitlerden birisi, "bir adamın, diğerinde bin dirhem alacağının olduğunu" söyler; diğeri ise, "emânet olduğuna" şahitlik yaparsa; şehadetleri kabul olunur.

Bu, iddia sahibinin, "mutlak olarak bin dirhme" iddia eylediği zamandır.

Fakat, davada iki sebebden birisini söyler de, şahitlerden birisi onu yalanlarsa; şahitlikleri kabul edilmez.

Bu da, şahitlerin şehadetlerinde görüş ayrıîığı olduğu vakittir. Fakat, şahitlerden birisi "iddiacının bin dirhem alacağı olduğuna"; diğeri de "bin dirhem emanet parası bulunduğuna" şahitlik yaparlarsa; şehadetleri kabul edilmez. Hizâiîetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir kimse, alış-veriş iddiasında bulunup, satışın mikdarma dair de, iki şahit dinletir; onlardan birisi: "Satıcı, bu köleye bedel olarak, on dinar istedi." diğeri de: "O kadar." derse; şahitlikleri kabul edilir.

Bir kadın, bir yer iddiasında bulunduğunda, iki şahitten birisi: "Bu  mülk,  bu  kadınındır.  Kocası  buna bıraktı."  diğer şahit ise: "Kocasının, bu yeri, ona verdiğini ben duydum." dese; şahitlikleri kabûledilir. Füsûİü'Mmâdiyye'de de böyledir.

Bir kimse, bir akarın, babasından kalma miras olduğunu iddia ettiğinde, iki şahitten birisi: "Gerçekten bu mülk, bu adamındır." diğeri de: "Gerçekten bu yer, bu adamındır." derse; şehadetleri kabul edilmez. Çünkü, akar üzerinde bina bulunan yere derler. Yer ise, böyle değildir. Ona, arsa ismi verilir.

Şayet bir adam, akar iddiasında bulunsa da, şahitler bostan ( = bahçe) diye şahitlik yapsalar. Şehadetleri kabul edilmez. Hızânetü'l-Müftin'de de böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Tealadir. [27]

 

9-  NEFY ÜZERİNE ŞEKADET VE BEYYİNELERDEN BİR KISMKNIN DİĞERİNİ ORTADAN KALDIRMASI
 

İki şahit, bir şahsın sözüne veya işine şahitlik ederek o şahsa, kiralamak, kitabet, ahm-satım, kısas, mal, talak, ıtak, ilzam etseler ve o şahitler, yerini veya gününü belirttikleri halde, üzerine şahitlik yapılan şahıs da, beyyine ibraz ederek, "o yerde: veya o günde olmadığını" isbata çalışsa, onun beyyinesi kabul edilmez;. Muhıyt'te de böyledir.

Keza, üzerine şahitlik yapılan zat, iki şahit getirir onlar da, önceki şahitlerin söyledikleri yer ve günün dışında, başka bir şey söylerlerse, şehadetleri kabul edilmez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimseye İkarşı, bir beyyine ikame edilmiş, fakat, o adam o sözü söylememiş;  o  işi  yapmamış olur veya tiyle bir ikrarda bulunmuş olmazsa; işte o beyyine kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Keza, iki şahit, olmayan bir şey hakkında şahitlik yaparlarsa, kabul edilmez.

Keza, "filanın, üzerinde olmayan borca şahitlik yaparlarsa; şahit­likleri kabul edilmez.

Keza, hakkında hüküm verilmiş bir hak için beyyine getirse; üzerine hükmedilen şahıs: "Benim beyyinem vardır." derse; onun beyyinesi de kabul edilmez. Mebsûi'ta da böyledir.

Bütün beyyinelei-, cem olup, bir halde tojbAansalar bile iki şahidden birisinin yalanı sebebiyie, sükût ederler. (= dü/jerler.)

Şayet halcim, şahitilerden birisinin şehadeti sebebiyle hükmeder; sonra da, diğerinin yalanı açığa çıkarsa; (Meselâ; şahitler: O adam, karısını kurban bayrama günü, umrede Köfe'de boşadı." derler; iki şahitde, şehadet ederek: "Gerçekten o adam, Zeyneb'i, bugünde Mekke'de boşadı/' derlerse) bunların şahitlikleri kabul edilmez. Şayet hakim, bu iki beyyineden biri ile hükmeder; sonra da birisi gelerek: "İkinci şehadeti kabûİ etmez. Bunların şehadet günleri ayrı ayrıdır ve Küfe ile Mekke arasında bu kadar mesafe vardır." derse; onun bu şehadeti kabûi edilir. Serahsî'nin Mtıhıytı'nde de böyledir.

İki şahit, "bir adamın, karış mı, kurban bayramı günü, Mina'da boşadığma" şahitlik yapsalar; diğer iki şahit de, "o günden sonra, Kûfe'de kölesini azâd etti," deseler; artık hakim önceki şahitlerin sena-detiyie, karının boş olduğuma hükmeder.

Eğer yerler sür'at sebebiyle cem olurlarsa, hakim, her iki tarafın şehadetini de kabul eder.

Aksi takdirde, ikincisi geçersiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kadın, "kocasının, kurban bayramı günü Mekke*de öldüğünü" isbat eder; hakim hükmünü verdikten sonra, ikinci bir kadın, beyyinesiyle, "aynı adamın, Horasan'da aynı günde, kendisini tezvîc eylediğini isbata kalkişsa, onun şahitleri kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İki şahit, şehadette bulunarak: "Gerçekten o adam, Zeyd'i, bayram günü, Mekke'de Öldürdü."; diğer iki şahit de: "Bayram günü, Kûfe'de öldürdü." derler; hepsi de hakimin huzurunda bulunursa; hakim, bu iki şehadeti de kabul etmez.

Eğer,, bir taraf önce şahitlik yapar; hakim de, ona göre hükmeder; sonra da, ikisi gelerek başka türiü şahitlik yaparlarsa; hakim onu kabul etmez. Hidâye'de de böy'ledir.                            

Bir kimse, beyyinesiyle, bir başka şahsın, fytekke'de, bayram günü curnı işlediğini isbat eğer; hakim de hükmettikten sonra, davalı, bu yaralamanın Kûfe'de ol diığunu iki şahitle söylerse; onun beyyinesi kabul edilemez.

Şayet, önce hükmedilmiş olmaz ve beyyinelerle her iki dava bir arada toplanırsa; her ikisi de ibtal edilir. Geçersiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Nevadır'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, beyyinesiyle, birisinin, babasını, kurban bayramı günü, Mekke'de öldürdüğünü isbat etse, diğer oğlu da:  "Gerçekten filan şahsın, babasını, bayram günü Kûfe'de öldürdüğünü söylese; bu beyyi-neler kabul edilerek, her birine nısıf (= yarım) diyet hükmedilir. Eğer, ölen iki kişi, öldüren bir kişi ise; bu şehadei. batıl olur. Bunun benzeri, Câmi'de zirkedilrniştir: Şöyleki: Bir kimse, beyyine getirerek, bir başka şahsın ortanca oğlunun, babasını öldürdüğünü isbat eylese; ölenin ortanca oğiu da, o şahsın küçük oğlunun, babasını öldürdüğünü isbat eylese; küçük oğul da, babasını, büyük oğlunun öldürdüğünü isbat eylese; gerçekten baba­larının öldürüldüğüne hükmedilir. Fakat, bu öldüren şahısların her birine üçte bir diyet düşer. Serahsî'nin Mıılîiyti'nde de böyledir.

Bir kimse, başkasının elinde olan bir evin kendisinin olduğunu beyyineler; bu evin, babasının ölüp, kendisine kaldığını iddia eder ve babasının öldüğü günü söyler; iddiacının başka da varisi olmazsa; bir kadın da, beyyinesiyle, o oğulun, babasının öldüğünü söylediği günden bir gün sonra, o babayla evlendiğini ve ona nikah olduğunu isbata kalkışırsa, hakim, ona, hem mehir, hem de miras hükmeder.

Hakim, gerçekten mehir ve miras hükmeder; ister, oğlunun beyyi­nesi olsun, isterse olmasın müsavidir. Eğer, daha başka bir kadın daha hakimin hükmünden sonra gelip, o adamın, kendisini de nikahladığım isbat ederse; hakim, onun da beyyinesini kabul eder.

Şayet varis, bir adama karşı beyyine ile ''onun babasını, filan günde, o adamın öldürdüğünü isbat eder; hakim de Öylece hükmettikten sonra, bir kadın gelerek "o adamın kendisini nikahladığını" söyler fakat nikah (zamanını, onun ölümünden bir gün sonra olarak belirtirse, beyyinesi kabul edilmez. Çünkü, ölenin ölüm günü hükme bağlanmıştır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet bir oğul, beyyine ile "gerçekten, bir adamın, kendi babasını, kasden kılıç ile öldürdüğünü; bunun yirmi sene olduğunu, kendisinden v başka varisin bulunmadığını"söyler; sonra da, bir kadın, beyyinesi ile "15 senedir, o adamla evli olduğunu" söyler ve "o kocadan, çocuklarının olduğunu da beyan ederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Bu kadının beyyinesi kabul edilir ve çocukların nesebi sabit olur." buyurmuştur.

Bu  istihsandir. Oğlanın, "babasının öldüğüne" dair  beyyinesi geçersiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şayet  kadın,   nikah  üzerine  beyyine  getirir  ve   "çocuğunun olmadığını" söylerse; o takdirde, oğlunun beyyinesi geçerli olur ve katilin katlinden dolayı, miras da —kadına değil— oğluna verilir.

Ancak, kadının evlad beyyinesi istihsandır. Bu İmâmeyn'in kavlidir. Muhiyt'te de böyledir.

el-AsJ'da şöylezikredilmiştir:

Bir kimse,   rebîü'l-evvelde,   başka   birisinin,   babasını,   kasden öldürdüğünü isbat eder; iddia olunan şahıs da, "müddeînin babasının sağ olduğunu ve ona, bundan sonra da bin dirhem borç verdiğini" iddia eder ve şahitde dinletir; şahit şehadetinde: Filanın babası, dün bin dirhem borç aldı." der; diğer tarafda, gerçekten, babasının daha önce öldüğünü kanıtlar veya bir kadın, iki şahit dinleterek "Kûfe'de, filan adamın, kendisine "karımdır." dediğini ve bunu da, kurban bayramı günü söylediğini," isbat eder; bir başkası da, "o adamın, aynı günde Mina'ya geldiğini isbat ederse; o takdirde, iddiacının beyyinesi geçerli olur. İddia olunanın beyyinesine, itibar olunmaz. Ancak, cemmi gâfir (Çok adam) gelir de, onun şehâdetini kabul ederlerse; o müstesnadır. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsa karşı beyyine getirerek, "bir sene önce, babasını öldürdüğünü iddia ve kasden öldürdüğünü isbat etse; bir başkası da "dün, o adama bin dirheme, bir köle sattığını isbat etse İmânı Ebû Yûsuf (R.A.), İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den rivayeten "Katili, maktul yerine öldürmekle hükmedilir. O birinin davası batıldır. ( = geçersizdir.) buyurmuştur. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'ın kavli de budur. Serahsî'nin MuhıytTnde de böyledir.

Dört kişi, "bir kadının zina eylediğine şahitlik ettiklerinde, diğer dört şahit de, "bu dört şahit de ehl-i zinadır." diye şahitlik yapsalar; bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre batıldır.

İmâmeyn'e göre ise, öncekilerin şehadetleri sebebiyle, kadına had yapılmaz. Sonrakilerin şehadetleri sebebiyle ise, önceki şahitlere had yapılır, (yüzer sopa vurulur). Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, iki kadına: "Sizin hanginiz bu ekmeği yerse, işte o boştur." dediğinde, iki şahit de: "Ekmeği şu yedi."; diğer iki şahit de: "O bir, kadın yedi." derlerse; iki tarafın şahitleri de kabul edilmez.

Şayet önceki şahitlerin şehadetleri üzerine hükmedilmiş olsaydı, diğer şahitlere itibar olunmazdı. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer hakim şahitleri reddeder; sonra da o iki fırkadan birisi ölürse; bilahare de, diğer fırka şahitlik yapar ve şahitliklerini aynen tekrar eder; önceki taraf başka iki şahit getirirse; işte, onların şehadetleri kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

İki şahit, şehadettebulunarak:"Bu köle,bu adamındır." derler ve "hastalıktan öldüğünü" söylerler; onun varisleri de:"Hayır, o hürdü." deyince; şahitler: "Biz hür olarak öldüğünü bilmiyoruz." derler; kölenin varisleri de, beyyine ile isbat ederlerse, onların beyyinesi kabul edilir. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer: "Eğer o hür olarak öldüyse, filan da hürdür." derse; o filan, hür değilse, önceki kölenin sahibi de hür olarak ölmüş olmaz; yoksa, hürdür.

Eğer kölenin efendisi ona: Eğer-bu hastalıktan ölürsen, işte sen hürsün der; o da, o hastalıktan ölürse, yeminle birlikte veresenin sözü "kabûledilir. Diğer kölenin bütün malı da, azâd olmuş olur.

Eğer kölenin sahibi: Şayet sen, bu hastalıktan ölürsen; hürsün." derse; bu söz, bir beyyinedir. Eğer, o köle ölürse; hür olarak ölür ve azadlığına hükmedilir. Muhıyt'te de böyledir.

İki şahit, bir kölenin müdebbereliğine şahitlik yaparlarsa; efendisi ölünce, şahitler onun hür olduğuna şahitlik yaparlar.

Bir   kadın, "kocasının,   kendisini   kurban   bayramı   günü boşadığmı" isbat eder, kölesi de kendisini Mina'da azâd ettiğini isbat ederse; her ikisinin de şahitleri kabul edilir.

Şayet, erkek bunların tamamını inkar ederse; beyyineler batıl olur.

Eğer adam, onlardan birisinin beyyinesini kabul eder de, diğerini inkar ederse, o takdirde, hem boşama, hem de köleyi azad etmeye hük­medilir. Muhıyt'te de böyledir.

İddia olunan şahıs, iddia edenin şahitleri üzerine beyyine geti­rerek, "o şahitlerin kazf cezasına uğradıklarım" söyler ve ceza veren beldenin hakimini de açıklar; üzerine şahitiîk yapılan da: "Ben, hakimin kazf cezası verdiğine karşı ikrarını Jsbat eylerim." der ve "had cezasının icra edilmediğini" söylerse; o takdirde, zamanın hakimi, onun. cezalı olduğuna hükmeder.

Eğer kazf şahitleri, belirli bir vakit ile kayıtlarlarsa; (Şöyleki: Filan hakim, ona, 457 (dörtyüzelliyedi) senesinde, had yaptı; derlerse) üzerine şahitlik yapılan da: 'o hakim, 455 (dörtyüzellibeş) senesinde öldü." der ve beyyine de getirerek, onun bir senedir yok olduğunu ve hükmünün 457 senesinde olduğunu söylerse; gerçekten hakim, o kimsenin kazf cezasına uğramış olduğuna hükmeder ve onun beyyinesine iltifat etmez.

Ancak, önceki hakimin haddin ikamesi (= yerine getirilmesinden önce, öldüğü ve kaybolduğunu şahitler söylerler; bu da büyük, küçük alim cahil herkesçe bilinirse; o takdirde hakim, hüküm vermez. Bu şahidin haddi olduğu anlaşılmış olur. Üzerine şahitlik yapılan şahsa, mal cezası verir.

Biz, bu mes'eleden şöyle bir mes'ele çıkardık ve bu, fetvalarda da, vaki oldu: "Babam filan oğlu filanın, sende yüz dinar alacağı vardı. Gerçekten, sen bir şey ödemeden, babam öldü." Ve onun ölümü sebe­biyle, yüz1 dinar bana miras kaldı. Benden başka da varisi yoktur." der ve yüz dinarı kendisine teslim etmesini ister; iddia oîunan şahıs da: "babanın, gerçekten bende iddia eylediğin gibi yüz dinar alacağı vardı. Ancak, ben onun seksen dinarını babana o hayatta, iken ödedim. Baban da, hali hayatında, bunu ikrar eyledi ve Semerkant'da benim evimde, aldığını "sende alacağım olan yüz dinarın, seksen dinarını aldım. Sende, yirmi dinardan başka alacağım kalmadı dedi." der ve bunu da isbat eder; iddia sahibi de: "Senin davan geçersizdir. Babamın, senden seksen dinar aldığı hususunda, gerçekten senin söylediğin günde, benim babam, Semerkant'ta değildi." der ve bunu da isbat ederse; iddia olunan şahsın beyyinesi, müddeînin beyyinesi sebebiyle reddedilir mi?

Hayır, reddolunmaz. Ancak iddia sahibinin babası, iddia olunanın şahitlerinin şehadette bulundukları gün, Semerkant'da bulunmaz ve onun ikrar edip, borcundan seksen dinarını aldığına şahitlik yapmaz­larsa o müstesnadır. Aksi halde, Semerkant'ın büyük bir belde olduğu zahirdir. Bunu, her küçük, büyük ve her alim ve cahil bilir. Bu takdirde, hakim, davalının beyyinesi sebebiyle davalının beyyinesini reddeder." denilmiştir. Zehıyre'de de böyledir.

Câmi-i Sağîr'in Hac'la Yemin bahsinde şöyle zikredilmiştir:

Bir efendi: "Eğer ben, hac yapmazsam, sen hürsün, ey kölem." der; köle de: "Sen hac yaptın." der ve iki şahit dinletirse; o adam da, o seneyi Kûfe'de geçirse de, hac yapmış olmasa; köle azad olmaz.

tmâm Muhammed (R.A.)'e göre, daha önce hac yapmışsa, köle azad olmuş olur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.)'in kavli isabetlidir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Bir kimse, kölesine: "Eğer ben, bu gün şu eve girmezsem, sen hürsün." der; köle de, "efendisinin, o eve girmediğini beyyinelerse; şehadeti makbul ve köle hür olur.

Bir efendi, kölesine: "Eğer seni, suçsuz yere, elimle döversem..." dese de, sonrada, o köleyi, bir suçundan dolayı eliyle dövünce bu cariye, beyyine getirerek: "Beni suçsuz dövdü." dese; layık olan, şehadetinin kabul edilip, bu cariyenin hür olmasıdır.

Bir kimse, karısına: "Eğer, seninle konuşursam, boş ol." der; karısı da, şahitler göstererek konuştuğunu isbat ederse; karısı boş olur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

İki şahit, bir adamın müslüman olduğuna şahitlik ve bazı imkân konularını istisna ederler; diğer iki şahit de, imânında, istisna etmek­sizin, müslüman olduğuna şahitlik ederlerse,, o adamın, müslüman olduğuna hükmedilir. Buhara alimleri şöyle hikaye ettiler:

Bir kimse, haracı olmayan bir yerin kendisine ait olduğunu iddia edip, şahitler dinletir; şahitler de: "Bu yer, hürredir." deseler; ekseri alimler bu şehadeti kabul etmişler; bazıları da kabul etmemişler ve: "Maksadları, o yeri haraçtan kurtarmaktır." demişler ve netice, şahit­lerin şahadetinin kabul edilmeyeceğinde ittifak etmişlerdir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, bir kadının, kendi karısı olduğunu iddia eder; kadın da, 'ona haram olduğuna" şahit getirerek: "Beni üç talak boşadı." dese; (Çünkü, adam, ona: "Sen, üç talak boşsun demiş olsa) aradan da bir gün geçince, bu koca itiraz eylese; kocanın davası reddedilir.

Selem sahibi, selemin sahih olduğunu iddia eder; selemi teslim alan da, "selemin fasid olarak vaki olduğunu" söyleyip" Çünkü, müd­deti belirli değildir." der ve buna şahit dinletirse; şahitler kabul edilirler. Füsûiü'Mmâdiyye'de de böyledir.

Bir kimse, "doğan bir şeyin, kendisine ait Olduğunu ve kendi mülkünde doğduğunu"  iddia eder ve  "hiç  bir sebeble mülkünden çıkmadığını" söylerse; sözü kabul edilir.

Biz de, bu görüşü alırız. Cevâhiru'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir kimse, bizzat bir kadına, çocuğu kendisinin emzirmesini şart koşsa; o kadında, o çocuğu, koyun sütü ile beslese; ona emzirme ücreti verilmez.

Eğer kadın, inkar eder ve: "Ben hayvan sütü içirmedim ve kendi sütümü içirdim." derse; yeminli olarak kadının sözü kabûledilir.

Eğer, sabinin sahibi, iddiasını isbat ederse; Şemsü'l-Eimme el-Hafvânî: "Bu kadına ücret yoktur." buyurmuştur.

Bu meselenin te'vili: Gerçekten şahitler: "Kadın, koyun sütü içirdi ve kendisi emzirmedi." derlerse, bu böyledir.

Fakat, "kendi emzirmedi." demeleri kafi gelmez ve bu şehadetleri kabul edilmez.

Şayet kadın, bizzat kendisinin emzirdiğini isbat ederse, hak kadınındır. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

İki kişi, şahitlik yaparak: "Biz, bir adamın Mesîh (= Hz. İsa) Allah'ın oğludur." dediğini duyduk. Ve, bu söz nasranilerin sözüdür; demedi." derlerse; o adamın karısı, bain oiur.

O şahıs: Ben, sözümü nasrânilerin sözüne uladım. (Yani "Nasra-niler böyle derler." dedim." derse, yine şahitlerin, şehadeti makbuldür. Adam karısından, ayrılır.

Şayet şahitler: "Biz onun mesih, Allah'ın oğludur; dediğini işittik; fakat, başka sözünü işitmedik." derlerse; şehadetleri kabûledilmez. Hızânefü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir kimse, bir şahsa karşı iddiada bulunarak: "Gerçekten bu şahıs, bir çocuğa, bağından çıkarmak için, eşeğe vurmasını emretti. Çocukda, eşeğe vurdu ve eşek öldü." der ve şahit de dinletir; iddia olunan şahıs da, "bü eşeğin, kendine ai£ olduğunu" isbatlarsa; beyyinesi kabul edilmez. Çünkü o maksudun hilafına beyyine ikameye çalışıyor. Kunye'de de böyledir.

En doğrusun-u bilen Allahu Teala'dır. [28]

 

10- KÜFÜR EHLİNİN ŞEHADETİ
 

Kafirin, müslümana karşı şehadeti kabul edilmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir,

Zimmet ehlinin, bir kısmının, diğer bir kısmı hakkındaki şehadet-leri kabul edilir. Bunlar, ayrı milletlerden olsalar bile, adaletlerinden sonra, bu böyledir. Bedâi'-'de de böyledir.

Zimmet ehlinin, müste'menler hakkındaki şehadetleri, hilafsız olarak caizdir.

Müste'menlerin zimmet ehli hakkındaki şahitlikleri de kabul edilir.

Dâr-i islam'a emanla girenlerin bazılarının, bazıları hakkındaki şahitlikleri de —memleketleri bir olursa— kabul edilir.

Eğer memleketleri ayrı olursa, Rum ile Çin gibi, o zaman birbiri hakkındaki şehadetleri kabul edilmez. Zahîriyye'de de böyledir.

Mürtedin mürtede karşı yaptığı şahitlik, ihtilaflıdır: Bazı alimler: "Kabul edilir." demişler; bazıları da "...edilmez." demişlerdir. Esahh olan;  her halde,  şahitliklerinin kabul olunmamasıdır.  Muhıyt'te de böyledir.

Bir kafirin, diğer kafire karşı şehadetine, iki müslüman şahitlik yapsalar; iki kafir de, o iki müslümanın şahitliklerine karşı şehadette bulunsalar; bir hak veya bir hüküm hususunda yahut Müslüman bir hakimin hükmü hususunda, şehadetleri caiz olmaz.

Şayet müslümanlar, kafirlere karşı şahitlik yaparlarsa; şehadetleri caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kafir, elinde bulunan bir cariyeyi, bir müslümana satsa; iki kafir de buna şahitlik yapsalar; şehadetleri caiz olmaz. Keza elinde bağış veya sadaka olsa yine böyledir. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavli de, Önce böyle idi; sonra bu görüşünden döndü ve: "Onunla, kafire hükmedilir." buyurdu. Mebsût'ta da böyledir.

Müslüman olan bir zimmînin üzerine, iki zimmînin şehadeti caiz olmaz. Çünkü o iki zimmiye göre, o şahıs din değiştirmiştir. Zimmîlerin de,   mürtedlere  şehadeti   caiz  değildir.   Serahsî'nin   Muhıytı'nde  de böyledir.

Müslümanlardan bir erkek  ve  iki   kadın,   bir   kimsenin müslümanlığma şahitlik etseler; o da bunu inkar etse; zamanın hüküm­darı, ona müslüman olması için, onu cebreder ve onu habseder; fakat, öldürmez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir zimmî öldüğünde, on hıristiyan, "onun müslüman olduğuna" şahitlik yapsalar;  onların şehadetiyle, ölenin üzerine cenaze namazı kılınmaz.

Keza, "onun müslüman olduğuna" fasık müslümanlar şehadet eyleseler; yine, bunların şehadetleri kabul edilip de, onun cenaze namazı kılınmaz. Şayet ölen şahıs, müslümanların sevdiği bir kimse ve dininin ehli bir kafir ise; müslüman olan dostu iddia edefek: "O müslüman oldu ve vasiyyet eyledi. Mirasının alınmasını söyledi." der; buna da küfür ehlinden iki kimse şahitlik yaparlarsa; onların şahitliklerine göre, o ölenin malını, dostu olan o müslüman alır ve müslüman olan dostu adil kimse ise; onun şehadetiyle de üzerine cenaze namazı kılınır.

Şayet dostu olmayan başka bir müslüman onun müslüman olduğuna şahitlik yapmasa bile, dostunun şehadetiyle, namazı kılınır. Fakat, mirası verilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, başka birisiyle birlikte, karısının irtidad eylediğini söylese; kadın da onu inkar ve islâmiyetini ikrar eylese; derakap aralan açılır -^eğer kocası ona dahil olmamışsa— ve kadına nısıf (= yarım) mehir verilir. İslâmiyetini îrkarı tevbe sayılır; inkarı ise riddet kabul edilir.

İki kişi, bir kadın hakkında şahitlik yaparak: "Onun müslüman olduğunu'* söylediklerinde, o bunu inkar eder; asıl dini de nasrânilik olursa, bu iki şahidin şehadeti kabul edilir.  Nasraniliğe riddeti yü­zünden, nısıf mehirden uzaklaştıramaz. Muhiyt'te de böyledir.

Amr bin Ebû Amr, îmanı Muhammed (R.A.)'in el-İmlâ'da şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Zimmet ehlinden birisi ölür; adil bir müs­lüman erkek veya kadın, "onun, ölmeden önce, müslüman olduğuna" şehadette bulunur; ölenin yakınları da bunu inkar ederek, mirasına sahip olmak isteseler; müslümanlara düşen görev, onu yıkayıp, kefenleyerek, üzerine namaz kılmaktır.

Bu şahit, kazf cezasını aldiktan sonra, tövbe etmiş biri olsa bile, böyle yapılır. Zehiyre'dede böyledir.

Biri müslüman, diğeri ise nasrani (= hıristiyan) olan iki oğlu bulunan, bir nasrânî Öldüğünde, müslüman olan oğul, nasranî bulunan kardeşine, "babasının müslüman olarak öldüğünü;" nasrani olan ise, müslüman olan kardeşine, "babasının nasrani olduğunu" söylerse; bu durumda,   müslüman   içinde,    miras   vardır   ve   öyle   hükmedilir. SerahsFnin Muhıyti'nde de böyledir.

Keza,  nasrani,  babasının nasraniliğini  isbat etse bile hüküm böyledir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir ölü üzerine, onu müslüman olan oğlunun, "o, müslüman olarak öldü." diye şehadeti yapması halinde namaz kılınır.

Böyle bir halde, iki nasraninin şehadetine itibar edilmez. Şayet müs­lüman olan oğlu: "Babam ölmeden önce, müslüman oldu. Ben, onun varisiyim." derse; nasrani oğul da: "Babam, müslüman olmadan öldü." diye iddia ederse; müslüman oğlunun iddiasına göre, ölenin üzerine namaz kılınır Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.

Müntekâ'öa şöyle zikredilmiştir:

Nasranî şahsın, müslüman oğlu, "babasının, ölmeden önce müs­lüman olduğunu" isbat edemez; hatta, bir adam, o ölende, alacağı olduğunu iddia eder ve onun nasraniliği hakkında isbatta bulunursa; ona, alacağı ile hükmedilir.

Sonra da, müslüman olan oğlu, beyyine ile "babasının ölmeden önce müslüman olduğunu" kanıtlarsa; İmâm Muhammed (Rn^.): "Eğer, alacaklı müslüman ise ve zimmet ehli de şahitlik yaparlarsa; alacak batıl olmaz ve hüküm reddedilmez. Eğer alacaklı zimrnî ise hü­küm reddedilir. Ve, bu şahsın müslüman olan oğlu mirasın tamamında hak sahibi olur.

Şayet, ölen bir şey bırakmamış ve müslüman oğlu, beyyine ile, "onun müslüman olarak öldüğünü isbat edip, küçük kardeşlerini almak isterse; beyyinesi kabul edilmez." buyurmuştur.

Bu hüküm,  bu yere mahsus değildir.  Belki de bütün yerlerde böyledir.

Eğer zimmet ehli, "onun müslüman olduğuna şehadette bulunur; ölü de bir şey terk etmemiş olursa, —bu hususta beyyineleri bulunsa bile— şehadetleri kabul edilmez. Ve onun müslüman olduğuna hükme­dilmez. Zehıyre'de de böyledir.

İbnü Semâa şöyle buyurmuştur:

Ben, İmâm Muhammed (R.A.)'den sordum:

Müslümanlar, bir müslümanın borcu üzerine şahitlik yapsalar ve şahitlikleri de kabul edilse; bu da, bir bir nasrani oğlunun huzurunda olsa; sonra da, bu müslümanın oğlu, zimmet ehlinden "Bunun babasının müslüman olarak öldüğüne," bir beyyine getirse; durum ne olur?

İmâm Muhammed (R.A.), şu cevabı verdi:

O varisdir. Nasraninin terk eylediği mala ve alacaklıya bir şey hükmedilmez.

îbnü Semâa: Ben, İmâm Muhammed (R.A.)'e şöyle dedim:

Eğer borçlu ve müslüman olan oğlu, her birine, iki zimmî şahit getirirse, borçlunun beyyinesi varislere karşı kabul edilir mi? O, şöyle buyurdu:

Eğer varis müslüman ise, zimmet ehlinin şehadeti, onun üzerine hüccet olamaz. Borçlu da bir şeye müstehak olamaz. Muhıyt'te de böyledir.

İki oğlundan birisi, "babasının müslüman olduğuna" şehadet ederek: "Ben de, öylece müslümanım." dese; diğer oğlu da: "Ben, babamın ölümünden önce müslüman oldum." dese; diğeri" de bunu inkar etse; bu durumda ölenin mirası, ikisi de müslüman kabul edilerek taksim edilir. Ve onun babalarının, hayatında müslüman olduğuna hükmedilir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şayet ölen adamın müslüman olan oğlu: "Babam, müsîümandı,"; nasrani olan oğlu da: "Babam nasrani idi." derse; müslümanın sözü geçerlidir.

Eğer, her ikisi de beyyine getirseler, yine müslümanın beyyinesi kabul edilip, o biri reddedilir.

Eğer müslümanın şahitleri, müslüman olurlar ve onun babasını, "ölmeden önce müslümandi." diye vasıflarlarsa; yahut, müslüman-lardan, yalnız iki şahit şehadette bulunurlarsa hüküm yine böyledir.

Ölenin islamiyetle vasıflandırıldığı zaman hakkında Kadı'I-İmâm Rüknü'l-İslâm Ali es-Sağdî, Siyer-i Kebîr Şerhi'nde şöyle buyurmuştur:

Gerçekten şahitler, eğer alim olurlarsa; onu, islamiyetle vasiflania-salar bile, şehadetleri kabul edilir. Eğer cahil olurlarsa; islamiyetle vasıf-lamadan şehadetleri kabul edilmez. Zehiyre'de de böyledir.

Bir müslüman kadın: "Benim kocam müslüman idi." der; Çocukları ise: "Hayır, o kafir idi." deseler; kocanın müslüman kardeşi de, kadının sözünü tasdik ederse; bu durumda ölenin mirası kadına ve kardeşine düşer. Eğer, bu şahsın geride kalan oğlu kafir olurda, kızı müslüman bulunursa, babaları da müslüman olarak ölür, ölenin müs­lüman olan kardeşi de, bunu doğrular; oğlu ise: "Hayır, babam kafirdi." derse söz kızındır ve miras onun olur.

Ölenin karısı olmaz. Fakat kardeşi ve oğlu bulunur ve kardeşi, yalnız başına, "onun müslüman olarak öldüğünü" söyler; oğlu da, aksini iddia ederse; miras oğlunun olur.

Ölenin, kızı ve kardeşi bulunursa, burda ihtilaf vardır; ancak, müslüman olduğunu iddia eden şahsın sözü geçerlidir.

Keza, ölenin babası ile oğlu bulunursa; yine, müslüman olduğunu iddia edenin sözü geçerli olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam ölür; bir ev bırakır; ölenin oğlu müslüman olur ve babasının da "müslüman olarak öldüğünü" söyler ve "bu evi, yalnız bana miras bıraktı." der; ölenin zimmî olan kardeşi gelerek, "kardeşinin de zimmî (yani kafir) olarak öldüğünü" söyler ve: "Bana da borcu vardı."  derse; bu durumda oğlunun sözü geçerli olur ve miras da onundur.

Şayet her ikisi de sözlerini beyyinelerlerse; müslümanın beyyinesi kabul edilir.

Şayet kardeşi, zimmet ehlinden şahit getirir de, oğlu beyyine ( = şahit) getiremezse yine de, kardeşinin şahitleri kabul edilmez.

Fakat kardeşi, şahitlerini müslümanlardan getirir ve "kardeşinin" zimmi olarak öldüğünü" kanıtlar; oğlu da iddiasını isbat edemezse; miras kardeşine hükmedilir. Muhıyt ve Zehiyre'de de böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir nasrani ölür; iki oğlu kalır; onlardan bifisi, babasının Ölü­münden sonra müslüman olur ve sonra da, beyyinesiyle, babasının öldüğü zaman, nasraniliğini isbat ederse; mirasda kardeşine ortak olur.

Şayet, diğer kardeşi, onun, babası ölmeden müslüman olduğunu isbat ederse; o zaman, bu müslüman, kardeşinden hisse alamaz. Ve mirasta ona ortak olamaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Ölen adam, iki oğul bırakır; onlardan birisi, babasının ölümünden sonra müslüman olur; sonra da nasranî olan oğul, "onun, babasının oğlu olduğunu" söylediği halde, müslüman olana, ölenin malı olmadığı için, bir şey verilmiş olmasa; sonra da ölenin malı çıksa, malın tamamı müslüman oğlun olur.

Şayet müslüman ölür ve iki kardeşi kalır; onlardan birisi, "müs­lüman olarak ölen- kardeşinin" ölümünden sonra, miras ister; ölenin oğlu da zimmî bulunursa; İbnü Semâa: "Gerçekten bu mes'elede, ölenin bir de müslümân oğlu varsa; aralarında çıkan anlaşmazlık şöyle bir mes'eledir: Bu mes'elede, eğer oğlu, babasının ölümünden önce müs-îüman olmuş, nesebi de sahih ve sabit olduğu halde, babasının müs-lürnan olarak öldüğünü isbat edemiyorsa; mirasda hakkı olmaz." buyurmuştur. Zehıyre'de de böyledir.

Ölen bir nasraninin karısı: "Ben, onun ölümünden sonra müs-lüman oldum." der ve miras ister; varisler de: "Hayır, sen daha önce müslümân oldun." derler ve mirasdan vermek istemezlerse; onların sözü geçerli olur.

Keza, bir müslümân ölür; nasrani olan karısı: Ben, müslümanım der ve davadan önce de müslümân bulunur; diğer vereseler de, buna itiraz ederler ve: Nasraniye olan bu kadın, kocası öldükten sonra müs­lüman oldu." derlerse; onların sözü geçerli olur. (Yani bu kadına miras gitmez.) Timurtaşi'de de böyledir.

Bir zimmînin elinde bulunan bir evi, bir müslümân ve bir zimmî, miras-yoluyla iddia ettiklerinde, zimminin şahitleri müslümân; müslü-manın şahitleri ise, zimmî olsalar; hakim bu evi, aralarında taksim eder. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir zimmînin zimmî üzerine şahitlik yaptığı şehadetlerden hiç birini, hakim geçerli saymaz.

Zimminin şehadetinde, meşhudun aleyh müslümân olursa, hâkim, bunların şehadetlerini kabul etmez ve geçerli saymaz. Şayet üzerine şahitlik yapılan şahıs (= meşhudun aleyh) hükümden sonra müslümân olmuşsa bu hüküm geçerlidir ve hak sahibinin hakkı ondan alınır. Ancak, hadler müstesnadır. Kısasda istihsanen sahih olur.

Nefs ve mâdûnü'n-nefs'de kısasa gelince, bu kiyaseti geçerli olur.

İstihsanda ise, geçerli ve sahih olmaz. Sirkatte, hırsız hüküm aldığı halde, eli kesilmeden önce, müslümân olursa; hakim, ona malı tazmin ettirir; elini kestirmez.

Şayet, üzerine şahitlik yapılan kimse, müslümân olur; sonra da şahitlerden birisi veya ikisi birden müslümân olurlarsa; hakim bu husus­ların hiç birinde —başka şahit bulunmadıkça— hakim hükmetmez.

Şayet, önce şahitler müslümân olursa; Hakim malda, kısasda ve kazf haddinde hükmeder. Sadece Allah için olan, hadlerde hükmey-lemez. Şerhu Edebü'l-Hassaf li Sadri'ş-Şeiîîd'de de böyledir.

Dört nasrani bir müslüman cariye hakkında, "zina etti" diye şahitlik yaptıklarında eğer zinanın zoraki yapıldığına şahitlik yaparlarsa; erkeğe had cezası verilir.

Eğer: "Kadın da razı oldu." derlerse; her ikisinden de had kaldırılır ve bu şahitlere tazir cezası verilir. Fetâvâyi Kâdîhân'rîa da böyledir.

İbnü Sem a a. İmam Muhammed (R.A.)'in şöyİe buyurduğunu rivayet etmiştir:

İki nasrani hakkında, bir nasrani, bir de müslüman şahitlik yaparlar ve: "Bunlar, bir müslümanı kasden öldürdüler." derlerse; ben, müslü-mana karşı bunların şahitliklerini tecviz eylemem. Nasraniye def eylerim. Müslümana- da "malından diyet vermesini" söylerim. Mtıhıyt'te de böyledir.

İbnü Senıaa, şöyle buyurmuştur:

Ben, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu duydum:    -

Bir müslüman bir nasraninin elini keser ve onu, bir nasraninin kölesi sanarsa; eli kesilen de iddiada bulunup "hür olduğunu" söyler ve bir erkekle, iki müslüman kadını "onu, efendisi bir senedir, azad etti." diye şahit dinletse, durum ne olur?

İmâm şu cevabı verdi:

Onu hür kabul eder; kısas yaparım.

Eğer, eli kesilen şahıs, iki nasraniyi şahit gösterip hürriyetini isbata çalışır; şahitler de, "onu efendisi bir aydır, hür bıraktı." deseler ve diğerinin elinin kesilmesini irade eyleseler; bunların şahitlikleriyle köle azad edilmiş sayılır. Fakat, kısas yapılmaz. "Azad olmasına hükmedilin" sözü, İmameyn'in kavlidir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavli değildir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.), —davasız— kölelikten azad edildiğine dair şehadetlerini uygun görmüyor. Burada da kölenin davası yokdur. "Bu çirkin bir iştir." diyor. Zehıyre'de de böyledir.

Bir müslüman: "Eğer, filan nasrani karısını boşamış ise, benim kölem hür olsun." .der; iki nasranî de: "Gerçekten, filan karısını boşadı." derler ve bunu bu sözden sonra söylerlerse, bu müslümanm kölesi hür olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir müslüman: "Eğer benim kölem, şu eve girerse hürdür der; bir nasrani de karısına: "Eğer, o köle eve girerse, sen üç talak boşsun" der; sonra da iki nasrani, "köle eve girdi." diye şahitlik yaparlarsa; o köle müslürnan ise, onların şahitlikleri geçersizdir.

Eğer köle nasrani ise, şahitlerin nasraninin karısını boşaması hakkındaki şehadetleri caiz; kölenin hürriyeti hakkındaki şehadetleri ise caiz değildir. Serahsî'nin Mnhıytı'nde de böyledir.

Bir nasraninin elinde sarık bulunur ve müslümanlar "bu, onun müslüman olduğuna" nasranîler de, "nasraniliğine" alamettir." derler; o adam da, "taylasanm (= sarığın) kendisine ait olduğunu" söylerse; ben, o taylasanı müslüman için hükmederim. Muhıyt'te de böyledir.

Bir nasrani erkek, bir nasraniye kadın hakkında, belge ibrazı ile: "Onu filan zaman nikahladım." der; böylece hükmedildikten sonra da, bir müslüman onun hüküm olmasından sonra, beyyine getirerek, "o kadını kendisinin nikahladığını" söylerse; ona hükmedilmez.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ise, müslüman hükmedilir, (yani kadın müslümana verilir.)

Her ikisi birlikte belge gösterirlerse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre müslümana; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, nasraniye hük­medilir.

Ölen nasrani üzerinde, bir müslümanın alacağı bulunur, buna da nasranî şahit olur ve yine, bir nasraninin şehadetiyle, ölen bu nasraninin bir  de  nasraniye  borcu  olursa;   İmâm  Ebû  Hanîfe  (R.A.),   imâm Muhammed (R.A.) ve İmâm Züfer (R.A.)'e göre, önce bu nasraninin müslümana olan borcu ödenir. Serahsî'nin Muhıyti'hde c!e böyledir.

Şayet fazla bir şeyi bulunursa, diğer nasraniye olan borca ödenir Muhıyt'te de böyledir.

Sağ olan bir nasraninin elinde bulunan bir köelyi bir müslüman, bir de nasrani iddia ederler ve her ikisi de iki ayrı nasraniyi şahit göste­rirlerse; bi'1-icma, o köle müslümanın olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir zimmî ölür ve yüz dirhemi bulunur; bir müslüman iki zimninin şehadetiyle, "o yüz dirhemin kendisinin olduğunu söyler; yine bir müs­lüman ile bir de zimmî, iki zimmînin şehadetiyle, "o yüz dirhemin ken­dilerinin olduğunu" söylerlerse; bu durumda o yüz dirhemin üçte ikisi önceki müslümana; üçte biri de, diğer ortaklara verilir.

Şayet bir zimmî, iki zimmîyi şahit gösterir; müslüman ve zimmî de, iki zimmîyi şahit gösterirlerse, terk edilen yüz dirhem her birinin arasında üçte bir olarak takdim edilir.

Keza, iki ortak, iki müslümanr şahit gösterir; yalnız zimmî de iki zimmiyLşahit gösterirse, yine bu yüz dirhem, üçe taksim olunur.

Şayet yalnız zimmî iki müslümanı şahit gösterir; diğer iki ortak da iki zimmî veya iki müslümanı şahit gösterirlerse; bu yüz dirhemin yansı, yalnız olana; diğer yarısı da iki ortağa verilir. Kâfî'de de böyledir.

Bir hıristiyan iki yüz dirhem bırakarak ölür; iki de oğlu olur; bun­lardan birisi müslüman olur ve sonradan bir adam gelerek,  "ölen adamda, yüz dirhem alacağı olduğunu" iddia ederek, iki nasranî şahit dinletirse; o zaman, hakim, onun nasibini kafir olan oğlunun hisse­sinden verir ve öylece hükmeder. Müslüman olan oğlunun hissesine dokunmaz. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Nasrani ölür ve bir mülk bırakır; (cariye köle) sonra da iki nasrani şahit, şehadette bulunarak "gerçekten onun efendisinin, onu azad ettiğini söylerler ve "ondan başka da bir malının olmadığını" beyan ederler bir müslüman da iki nasraniyi şahit göstererek, "gerçekten ölen o şahısta bin dirhem alacağının olduğunu" söylerse; İmâm (R.A.): Ben, hepsinin şahitlerini kabul edip, köleyi azad eder ve bu kölenin, müslü­mana ait olmasına genişlik verir." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Rehin Kitabı'nda şöyle buyurmuştur:

Bir zimmî öldüğünde; diğer bir zimmî de, onun eşyalarını iddia eder ve "rehin olduğunu" söyler ve zimmet ehlinden de şahit gösterir; bu arada, bir müslümanda, "alacağının olduğunu" iddia ederek iki müs­lüman şahit gösterir veya zimmet ehlinden şahit dinletirse; "Gerçekten ben, "müslümamn beyyinesi sebebiyle, önce onun alacağını veririm. Müslüman hakkını aldıktan sonra, artan mal olursa; onu da zimmeye veririni.

Yine İmâm Muhammed (R.A.): Rehin müslümana verilmeden, eğer müsiümanın, şahitleri zimmi veya  müslüman   ise;   zimmî  rehni   almaya  daha  elyaktır.   Böylece, alacağını almış olur." buyurmuştur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir müslüman, bir kafire karşı mal iddiasında bulunup, bir müs­iümanın kefil olduğunu da iddia eder; buna beyyinesi de bulunur; bu şahitler de kafirlerden olurlar ve "kefil de değil de, asıl da alacağına" şahitlik yaparlarsa; hakkı asilden alınıp, bu müslümana verilir.

Keza malın aslı kafirde olur; iki şahid de müslümana karşı şehadette bulunur bir kafir de, kefili olursa, o mala şahitlerin asil üzerine olan şehadetleri kabul edilir. Kafir olan kefilin kefaleti caiz olmaz.

Bir müslüman, diğer müslümandan mal iddiasında bulunduğunda, davalı bu, malı inkar eder; davacı da kefaleti iddia eder; kefil ise ehl-i zimmetten olur ve o da inkar eder; alacaklı ise, iki zimmîyİ şahit göste­rirse; şehadetleri kefile karşı caiz olur; müslümana göre caiz olmaz.

Hatta kefil, şayet ödemiş, bulunsa bile, müslümana müracaat ederek, bir hak talebinde bulunamaz.

Keza, ikisinin üzerinde bir eşyası olduğunda, önce müslümana sonra zimrniye hükmedilir. Eğer bunlardan birinin vekili varsa —beyyine sebebiyle— sahibinin borcunu o öder. Mebsût'ta da böyledir.

Bir müslüman, "bir kâfirin diğer bir kafirde olan alacağı bin dirheme, kefil olduğunu" söyler; asil borçlu olan kafir, kefil olan şahsa: "Öde" diye emreylemez, müslüman kefile, iki zimmiyi şahit getirir; bunlar da: "Gerçekten asil borçlu, kefile ödedi." derler; alacaklı da, "ondan alacağını aldığını" ikrar ederse; işte o zimmî, asil zimmîden verdiğini alır.

Şayet bir müslüman, diğer müslümanda veya bir zimmîde olan alacağı için bir zimminin nefsini kefil alsa ve buna dair de zimmet ehlinden şahidi bulunursa bu durumda müsiümanın kefaleti kabul etmemesi halinde, bu caiz olmaz.

Eğer ikrar ederse, o zaman caiz olur.

Kefilin malı ödemiş olması halinde zimmet ehli buna şahit olurlar ve /'kefil, asilin emri ile kefil oldu." derlerse, o zaman kefil, asîle müracaat ederek, alacağını ister ve alır. Muhıyt'te de böyledir.

Kafirlerin bir kafirin mükatebi için şehadeti caizdir.

Bunların, efendisi müslüman olan izinli köle için şehadetleri de caizdir. Mebsflt'ta da böyledir.

Bir müsiümanın, nasrani oian izinli bir kölesi üzerine, iki nasrani şahitlik yaparlar ve: "O, şu adamı öldürdü." veya "Şu atı öldürdü." derlerse; "adam öldürdü." demelerine karşı şehadetleri caiz olmaz.

İmâmeyn'e göre, at hakkındaki şehadetleri caiz olur.

îmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Kısas hakkındaki şehadetleri de caiz olur." buyurmuş ve "Hataen olan mal hariç." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet izinli köle müslüman olur; efendisi de kafir olursa; o kölenin üzerine kefalete şehadet caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.        

Bir kafir, ahm-satım hususunda, bir möslümanı vekil yapsa; iki' müslüman   şahit   olmadıkça,   onun   kefaletine  yapılan şahitlik caiz değildir.

Şayet bir müslüman, bir kafiri vekil yaparsa, o da böyledir; denilir mi?

Hayır, küfür ehlinin şehadeti de olsa, onun vekaleti caizdir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kafir ölür ve bir müslümana vasiyyet etmiş bulunur; o ölene karşı da birisi, alacak "iddiasında bulunur ve ehl-i zimmetten de şahit getirirse;  —vasi'nin  müslüman  olması halinde— istihsanen,  onların şehadetleri kabul edilir. Zatıîrivve'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) Camimde şöyle buyurmuştur:

Bir müslüman, "filan nasrani öldü ve bana vasiyyet eyledi." der ve nasranilerden de şahit dinletirse; onun alacaklısının olması halinde, ona karşı yapılan şehadet makbuldür. Bu kıyasen de istihsanen de böyledir.

Fakat, alacaklısı müslüman ise, o zaman, onun üzerine yapılan şehadetler kabul edilmez. Bu kıyasdır.

Bu İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir. O, önce, böyle: "îstihsanen kabul edilir." dedi.

Keza, bir nasrani nasranilerden şahit getirerek, "filan öldü; ben onun oğluyum ve varisiyim; başka da bir varisi olduğunu bilmiyorum." der; ölen için de bir alacaklı çıkar; o da kafir olursa; onun üzerine yapı­lan şehadetler kabul edilir. Bu kıyasende, istihsanen de böyledir.

Şayet, alacaklı müslüman ise, kıyasen ona karşı yapılan şehadet caiz olmaz. İstihsanen ise, caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir müslüman, "bütün hakları için, bir nasraninin vekaletini" iddia eder ve bunu da Küfe de yapar; bir alacaklı müslüman da, "iki nasraninin  şehadetiyle,  "alacak" iddiasında  bulunursa;  şehadetleri kabul edilmez.

Eğer alacaklı nasrani ise, şehadetleri kabul edilir.

Şayet hakim, şahitleri kabul eder ye onun vekaletini hükme bağlarsa; bütün alacaklılara karşı —müslüman olsun veya olmasın— vekaleti geçerlidir. Hatta, bir müslüman alacaklı gelip, onun vekaletini inkar eylese; hakim, beyyine teklifinde bulunmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir müslüman, bir nasrariiye köie satar; nasrani de, iki nasraninin şehadetiyle hak  kazanırsa;  ona hükmedilir.  Müslümandan,  kölenin bedelini almaya müracaat ederse onu alır. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

İbnü Semâa, İmam Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir? 

Bir nasrani, bir müslümandan bir köle satın alıp, onu da teslim alır ve onu bir başka nasraniye sattıktan sonra, bu ikinci müşteri o kölede, onu teslim aldıktan sonra bir kusur bulur ve "bu kusur müslüman satıcının yanında iken vardı." diye, şahit dinletirse; onu, bu ikinci satı­cıya geri verebilir.

Hakikaten o kusur, müslümanın yanında ve önceki müşteriye sat­madan önce mevcut ise; bu beyyine ile birinci müşteri ilk satıcısı olan müslümana reddedemez. Zehıyre'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir nasrani, bir köleyi, diğer bir nasraniye sattıktan sonra, onu, o nasrani, başka birine satar; sonra da bu köle, on el değiştirir; hepsi de nasrani olur; bilahare birisi o, köleyi teslim alır ve asil satıcısını iddia edip şahitler dinleterek, "o kölenin hür olduğunu" isbat ederse; İmâm Ztifer (R.A.): "Beyinesi kabul edilmez." buyurdu. İlk satıcısı, müs­lüman olsa da, olmasa da, müsavidir. Hatta, en sonraki veya arada birisi müslüman olsa; hatta müslümanlardan iki de şahitleri bulunsa, yine böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Şayet son müşteri müslüman ise, —öncekiler de müslüman olsalar bile— beyyine kabul edilmez. Kölenin hür olduğuna hükmedilir ve birbirlerine müracaat ederek, verdikleri paralarını, —ilk satıcıya varana kadar— alırlar.

İlk satıcı müslüman ise, ona verilen bedel geri alınmaz. Ondan öncekinden de alınmaz.

Eğer köle, kendisinin hür bırakıldığını beyyinelerse; bu, böyledir.

Eğer, önceki satıcının kendisini azad eylediğini iddia ve isbat ederse, gerçekten önceki satıcıya teslim edilir.

Şayet şahitler, nasrani iseler, beyyinesi kabul edilmez.

Keza, ortadaki müslüman ise, beyyinesi kabul edilmez. "Onun azad eylediği" ve "ondan sonrakilerin azad eylediği" sözüne itibar olunmaz.

Fakat, ortadakinin, öncekine dair beyyinesi kabul edilir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Züfer (R.A.)'in kavlidir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: Her hangi bir satıcı için, beyyinesi olur; o da nasraniden olursa; gerçekten o, müslüman tarafından azad edilmiş sayılır. Ve onun hürriyetine hükmedilir. Ancak beyyinesi müs­lümana karşı ise, kabul edilmez. Eğer diğerlerine karşı ise; —ta müslü­mana varan akadar— birbirlerinden kölenin bedelini alırlar. Fakat, müslümana müracaat edemezler. Ondan öncekine de müracaat ede­mezler. Ancak, müslüman ikrar eder de, onun hürriyetini kabul ederse; o zaman, —en Önce azad edene kadar— köleyi satın alanlar, birbirinden paralarını alırlar. Muhıyt'te de böyledir. En doğrusunu bilen, Allahu Teala'dır. [29]

 

11- ŞEHADET ÜZERİNE YAPILAN ŞEHADET
 

Kadına karş! yapılan şehadet, her hususta caizdir. Bu şehadeti şüphe iskat etmez. Bu, istihsandır.

Kadınların şehadetleri ise, hadlerde ve kısasta geçerli değildir ve reddedilir. Hidâye'de de böyledir.

Şehadetİerde Aslolan: Şayet iki şahit, diğer iki şahide karşı şeha-dette bulunur ve o zaman: "Hakim filana kazf haddini vurmuştur." derlerse; bu durumda şehadetleri caizdir.

Diyetlerde aslolan, bunun caiz olmamasıdır. Muhıyt'te de böyledir.

İbnü Rüstem'in Nevâdiri'nde ve Ecnâs'ta şöyle zikredilmiştir: İmâm Muhammen" (R.A.): Ta'zirde, şahide karşı şehadet caizdir."

buyurmuştur. Fethu'I-Kadîr'de de böyledir.

Fürû üzerine ve dereceler hakkında şehadet caizdir.

Çeşitli hususlarda sıyanet (= korumak) için şehadet caizdir. Kâfî'de de böyledir.

İki erkekden aşağı olan şehadet caiz değildir.

Veya, bir erkek ile iki kadından aşağı miktarın şehadeti caiz değildir.

Keza, bize göre, —bazı hususlarda— kadının şehadeti caiz değildir. Hulasa'da da böyledir.

İki şahit, diğer iki şahidin üzerine şehadette bulunurlar veya bir toplumun üzerine şehadette bulunurlarsa; şehadetleri caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İki şahitten birisi, kendi nefsinin aleyhine şehadette bulunur; iki şahit de, başka birine şehadette bulunurlarsa; onların şehadetleri kabul edilir. Hulasa'da da böyledir.

İki kişi, birinin şehadetine karşı şahitlik yaptıklarında, onun, kendi nefsi için yaptığına karşı (yani onun söylediğinin aynısını söyle­seler) şehadetleri caiz olmaz. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Şahitlik Üzerine Şehadetin Şekli:

Asılın şahidliği fer'in şahitliği için şu şekilde olur:

İkrar üzerine şahitlik yapan şahıs şöyle der:

"Ben şahitlik ediyorum; filan oğlu filan benim yanımda, şöyle şöyle ikrarda bulundu."

Veya şöyle söyler:

"Ben şahitlik yapıyorum, gerçekten ben filanı dinledim, o, filan için, şöyle şöyle söyledi."

Keza: "Ben şahitlik ediyorum; sen, bana göre benim gibi şehadette bulundun." der. "İkiniz şahitlik yapınız; benim yaptığım gibi" demez. Ve bu kimse, hakimin huzurunda söylediği gibi şahitlik yapar. Yani, mahkemeye çıktığı zaman, şehadetini değiştirmez. Asıl şahsın: "Filanın nefsi için, şahitlik yap." demesi uygun olmaz. Kâfî'de de böyledir.

İki asıl, iki adama: "İki kişi için, şahitlik yapınız. Biz filana karşı, filan için, bin dirhemi olduğunu duyduk; sizde bizim gibi söyleyiniz." derier; fer'îler de buna karşı şahitlik yaparlarsa; şehadetleri kabul edilmez.

Keza, iki asıl: "Bize karşı, bizim şahitlik yaptığımız üzerine şahitlik yapınız." derlerse; veya "filanın filanda bin dirhemi var; biz, ona şahitlik yaptık. Bizim şahitliğimiz üzerine şahitlik yapınız." derlerse; şehadetleri makbul olmaz.

Keza şayet asi, fer'e: "Filan oğlu filan oğlu filanın üzerinde, filanın şu kadar alacağı vardır. O ikrar eyledi. Sen de öyle söyle." dese, bu caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, başkasına şahitlik yapmak istediğinde, layık olan talip ve matlubun huzurda bulunması ve şahidin onlardan birisine işaret etme­sidir.

Eğer her ikisinin de gıyabında şahitlik yapacaksa, uygun olanı onlardan ikisinin de ismini, nesebini söylemesidir.

Ancak, üzerine şahitlik yapılan huzurda değilse; yalnız, onun adını, nesebini söylemesi kafi gelir; fakat, bununla hükmedilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Fer olan şahit, şahitlik yaparken şöyle söyler: "şehadet ediyorum ki, filan, benim yanımda filan hakkında, şöyle şöyle ikrarda bulundu ve bana da, benim böyle söylediğime şahitlik yap; dedi." Bundan fazla veya noksan söylemez. Zira, işlerin en hayırlısı ortasıdır; İfratı tefridi de değildir.

Zâhidî'de Esahh olan budur." denilmiştir.

Şayet füru': "Biz, böyle söylemeyiz." derlerse; şehadetleri kabul edilmez. Hızânetü'l-Fetâvâ'da d a böyledir.

Fer olan şahide layık bulunan; asılın ismini ve babasının ve dede­sinin ismini söylemektir. Hatta şahit bunları söylemezse, hakim onların şehadetini kabul eylemez. Zehı^re'de de böyledir.

Furû'un şahitleri kabul edilmez. Ancak aslın şahitleri öldüğü veya hastalandığı veya hakimin huzuruna çıkamaz duruma düştüğü zaman veya üç gün, üç gece bulunamadığı zaman kabul edilir. Kâfî'de de böyledir.

Bu, zahirü'r-rivay«;dir. Fetva  da   bunun  üzerinedir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A,,) şöyle buyurmuştur:

Eğer o adam, yarın şahitlik yapıp, geri evine dönmeye gücü yet-miyecek durumda ise füruun sehadeti caiz olur.

Fakıyh Ebû'l-Leys'de, taı kavli kabul etmiştir. Zahidi ve Hidâye'de de böyledir.

Bilginlerimizden pek çoğu bu rivayeti kabul eylemiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Fetva da bunun üzern nedir. Fetâvâyi Siraciyye'de de böyledir.

Hişâm Nevâdiri'nde şöyle zikretmiştir:

Ben, İmâm Muhammed (R.A.)'den sordum:

— Bir kimse, dostları olan bir toplumla, hacca gitmek veya herhangi bir yokluk için çıktıktan sonra, dostları olan toplum, onu yalnız bırakarak geri döndüler. Sonra, onun şehadetine karşı bir toplum şahitlik yapsalar ve üzerine şahitlik yapılan da hazır olduğunu iddia etse ve buna beyyine biraz eylese; fazla veya noksan söylemese; onun şeha-deti üzerine şehadet kabul edilir mi?

İmam şu cevabı verdi:

— Hayır, Çünkü, o gıyabi şehadet olur. Eğer onu yerinde bıraksa­lardı; o ordan çıkınca da, onu toplum görseydi yine şehadetilerini kabul etmezdim. Tatarhaniyye'de de böyledir.

Sadru'ş-şehid Husamü'd-din şöyle buyurmuştur:

Bir emir ve hükümdarın, —beldesinde bulunduğu zaman—.şehade­tine karşı şehadet caiz olmaz. Kunye'de de böyledir.

Bir rivayette,  —hükmün dışında— babanın şehadetine karşı oğlunun şehadeti caizdir. Sahih olan, her ikisinin de biri biri hakkında şehadetinin cevazıdır. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Eğer asil şehirde mahbus ise, onun şehadetine karşı fer'ımn şehadeti caiz olur mu ve hakimin huzurunda şahitlik yaparsa, hakim onun şeha-detiyle amel eder mi?

Bu mes'ele kitaplarda zikredilmemiştir.

Gerçekten alimler zamanımızda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları: "Eğer zindanda habsedilmiş ve bu zindan da hakime aitse, şehadet caiz olmaz.

Eğer, valinin zindanında habsedilmiş v e ordan çıkma ihimali yoksa; şehadet caiz olur." demişlerdir.

Bazıları da: "Münasib olanı, şeh;adetin caiz olmamasıdır." buyurmuşlardır. Zehıyre'de de böyledir.

Şahitlikte asıl olan: Eğer kadın, hiç dışarı çıkmayan birisiyse; onun şahit tutması caizdir. Evinden çıkan ıbir kadınsa, —herhangi bir ihtiyacını almak için, veya hamama gitmek için ve benzeri,— bu kadın da, erkeklere karışmadıkça muhaddara hükmünde olur. (yani şahit tutabilir.) Kunye'de de böyledir.

Eğer, asıl itikafda bulunuyorsa; Kâdî Bedru'ddîn: "O itikaf nezredilmişte olsa, nezredilmemişte olsa,    şehadeti    caiz olmaz." buyurmuştur. Tatarhaniyye'de de böyledir.

Fetâvâyi Suğrâ'da şöyle zikredilmiştir: Nefsi üzerine bir kimseyi şahit tutmak da caizdir.  Ancak bunun için usûlün özrü olmaması gerekir. Şahitlik, özür, hastalık, sefer veya ölüm ile yapılmazsa, furûu onun yerine şahitlik yapar. Hulasa'da da böyledir.

Furü' usûle karşı şahitlik yaptıktan sonra —hükümden önce— üsû! hazır olsa, hakim furû'un şehadetiyle hükmeylemez. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.

Aslın şahidi başkasına karşı,  onun şahitliği üzerine,  şahitlik yaptığında asılda: "Ben bunu kabul etmem." derse; uygun olan, o kimse şahit olamaz. Kunye'de de böyledir.

Bir kimse kendisi için, birini şahit yaptıktan sonra, onu şehade-tinden men eylese; bu nehyi İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, sahih olmaz.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, hatta şehadetten men ettikten sonra bile şahitlik yapsa, şehadeti caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İki şahit, diğer iki şahide karşı şahitlik yaparak: "O kölesini azad eyledi." deseler; asıllar huzurda olmadıkça hüküm verilmez. Her ne kadar fürû' şehadetten mehyedilseler bile, şehadetleri ekseri alimlefce sahih olur. Bazı alimler ise: "Sahih olmaz." demişlerse de önceki kavil zahirdir. Hulasa'da da böyledir.                             -

Eğer asıl olanlar, şehadeti inkar ederlerse, füruun şehadeti kabul edilmez. HidâyeMe de böyledir.

İki füru asla karşı, şehadette bulunsalar, üzerine şahitlik yapılan da ahras (=: dilsiz) veya a'ma olsa yahut irtidat etse veya fasıklık yapsa veya Aklı gitse, bu durumda, şehadeti caiz olmaz. Onun şehadeti için başkası da işhad edilmez; bu batıl (= geçersiz) olur.

Fer' asla karşı şahitlik yapsa, aslın fışkından dolayı ikisinin de şehadeti kabul edilmez.-Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Mebsût'ta ve Hulâsada da böyledir.

Bir adam, başka birini, nefsine karşı şahit ettikten sonra, şahade­tinin caiz olmamasını gerektiren bir hal zuhuretse, bilahare de şehadeti caiz olacak bir hale gelse; (Meselâ: Fasik iken tövbe etse) sonra da fer' asla karşı şehadette bulunsa; bu şehadeti caiz olur.

İki kimse, iki şahit tayin ettiklerinde, füru'lar adil oldukları halde, sonradan fasik; sonra yine adil olsalar ve kendileri veya şahit tayin ettikleri kimseler şehadette bulunsalar; işte bu şehadet de caizdir.

Hakimin yanında, iki fer şahitlik yaptıklarında, hakim, önceki­lerin töhmeti sebebiyle, şehadetlerini reddederse; onların şehadetlerini, bundan sonra kabul etmez. Öncekileri ve onlara karşı şahitlik yapanların şahitlikleri ise böyle.değildir.

Şayet fer, aynın şehadetini kendi töhmetİleri sebebiyle reddederse; öncekilerin şehadetlerini adaletleri sebebiyle kabul eder.

Keza şayet sonrakiler, adil şahit tutarlarsa; onların da şehadetlerini kabul eder. Zehıyre'de de böyledir.

İki şahit, iki kölenin veya mükatebenin yahut iki kafirin şahitlik­lerinin üzerine, bir müslümana karşı şehadette bulunsalar; hakim bu şehadetleri reddeder.

Sonradan bu köleler azad edilse, mükatebeler hürriyetine kavuşsa, kafirler, müslümari olsa ve aynen şahitlik yapsalar veya başka iki kişinin şehadetleri üzerine şahitlik yaptırsalar o zaman, caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer asıl bir kimseyi şahit tuttuğu zaman, o fasık bir kimse idi de» sonra tevbe ettiyse; fer' şahitlik yapamaz; fakat şahitleri değiştirilir. Itâbîyye'de de böyledir.

Asıl şahitler i'tid"t edip sonra da tevbe ederlerse fer'ilere şehadet­leri caiz olmaz. Onlara karşı, eğer asiller, —İslama dönüşten sonra,— kendi nefisleri üzerine şahitlik yaparlarsa, o zaman şahitlikleri kabul edilir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Eğer fürû':"Biz usûl üzerine (—ki o filan oğlu filandır—), filan oğlu filana karşı, şöyle şöyle şahitlik yaptık. Ancak biz, üzerine şahitlik yaptığımız, filan oğlu filanı tanımıyoruz." derlerse; bu durumda hakim, onların şehadetlerini kabul etmez. Ve iddia sahibine emrederek: "Filan oğlu filan da'valiyi, huzura getir.'' der Muhıyt'te de böyledir.

İki feri, iki asil üzerine şahitlik yapsalar eğer hakim usûl ( = atalar) ve fürû' (- çocuklar)'u adaletle tanıyorsa; onların şahitliklerine göre hüküm verir.

Eğer asılları adaletle tanıyor da; fürû'ları böyle tanımıyorsa, onlardan fürû'u sorar. Sormadan önce hüküm vermez.

Eğer usûlün şehadetiyle, onların adaleti açığa çıkarsa, adalet sabit olur. Zahirü'r-rivayede böyledir. İmâm Muhammet! (R.A.)'e göre, Fürû'un ta'dili ile, asilin adaleti sabit olmaz.

Sahihü rivaytede: Eğer iki fer', hakime: "Biz, sana haber vere­miyoruz." derlerse; hakim onların şehadetlerini kabul eylemez.

Eğer iddiacı: "Ben, onları doğrulayan birini getireyim." derse; İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, hakim, bu durumda onun sözüne itibar etmez ve şehadetleri kabul eylemez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müddeî, hakime: Asilden sor; gerçekten   adildir." derse; zahirü'r-rivayede, bu sözü kabul edilmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İki fer': "Biz, aslın adil olup olmadığım bilmiyoruz." derlerse; Şemsü'l-Eimme el-Halvâni: "Bu şahitleri, hakim reddeylemez ve asilleri başkalarından sorar." buyurdu.

Sahih olanı da budur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) da: "Sahih olan budur." buyurmuştur. Muhıyt ve Zehıyre'de de böyledir.

Şayet fer', hakime: "Ben aslı ihtam ediyorum." derse; hakim, fer'ın şehadetini kabul etmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer fer' aslın ta'dilinde (= adil olup olmadığı hususunda) susarsa; bu sahih olur. Hakim, aslın şehadetlerhıi ve adaletlerini kabul eder ve tezkiye ehli olduklarını bilir. Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'e göredir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, bu durumda hakim onların şehadetlerini kabul etmez. Kâfî'de de böyledir.

Hişam, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Adalet hakkında, iki şahidin şehadedi gerekir.

Sonra, bir adam, (mesela) yirmi sene kaybolsa; artık, o adamın, adil olup olmadığı bilinmez.

Bu durumda da, onun hakkında, yine iki şahidin şehadetine ihtiyaç vardır.

Hakim, soracak kimse bulamazsa; bu kimse tanınan bir kimse ise (Ebû Hanîfe (R.A.); Süfyanü Sevrî (R.A.) gibi... onların fürû'Iarmın şehadetilye hükmeder.

Ancak meşhur değilse; onunla hüküm veremez. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

İmâm, Cami isimli kitabında şöyle buyurmuştur:

îki şahit hataen yapılmış bir kati şehâdeti üzerine şehadette bulunur; hakim, akile üzerine diyet cezası verir, sonra da üzerine şahitlik yapılan şahıs öldü denilen şahsı sağ olarak getirirse, bu durumda taz­minat düşer ve velî diyeti geri verir.

Şayet .asıldan iki şahit gelir de, şehâdeti reddeylerse onların ikrarı ve feriler hakkındaki şehâdeti reddedilir; sahih olmaz. Ancak tazminat, hem feriden hemde asıldan kaldırılır.

Eğer,> usûl (= babalar, dedeler): "Gerçekten biz, batıl olduğuna şahitleriz." derler ve devamla: "Biz, o gün, yalancılardandık." derlerse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'e göre bir tazminat gerekmez.

Şâhidlikler İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, akıllı olan davacı muhayyerdir. Dilerse, asillerden tazminat alır; dilerse velisinden tazminat alır.

Eğer, asillerden tazminat alırsa; onlardan küçüğün velisine başvurup verdiğini alır.

Eğer veli, tazminat yapmışsa, asıllara müracaat ederek, verdiği tazminatı geri alamaz. Zehiyre'de de böyledir. [30]

 

12- CERH VE TA'DİL
 

Hakim, şahitlerden, gizli veya aşikar olarak, "davacı nastl bir adamdır.'* diye sorar.O'zemmedilen bir kimse rni, yoksa medhedilen bir kimse mi araştırır. Bu, İmam Ebû Yûsuf (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in görüşüdür. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, hakim müs-lüman hakkında dış görüşüne göre iktisar eder. Hatta üzeine şahitlik yapılan davalı, yerilen birisi olsa bile, bu böyledir.

Ancak, kısas haddi almışsa, o zaman hakim, onu ister gizli, ister aleni tezkiye yapar. Bu hususta icma' vardır.

Hasım ister yerilsin, ister yerilmesin fark etmez.

Fetva ise, bu zamanda   İmameyn'in kavline göredir. Kâfi'de de böyledir.

Hasım şahitler tarafından ta'n (= yerilme, zem etme) edilmez ve şahitler,  onun adaletini söylerlerse (Şöyleki:  "O adildir. Biz, onun doğruluğuna şahitlik yaparız." veya "O adildir. Bizim ona karşı şeha-detimiz caizdir." derlerse) işte o zaman, hakim müddeinin davası üze­rine hükmünü verir.

Bundan sonra, şehidlerden bir şey sormaz. Çünkü, onlar ikrarlarını yapmışlardır.

Şahitler, yalnızca: "O adildir (= doğrudur, güvenilir) derler, fazla bir şey ilave etmezlerse; veya: "Onlar adildir." derler ve "bazan hata yapar" diye söylerlerse davalının âdil bir kimse olması hâlinde tez­kiyeye ihtiyaç kalmaz.

Duruma bakılır: Eğer davalının davasını, iddiacı inkar etmiyor, bilakis şahitler şehadette bulunana kadar susuyor; sonra da: "Şahitler adil kişilerdir." diyorsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) göre hakim, bu şahitlerin şehadetleri sebebiyle, iddiacıya hükmeder. Ve onlardan bir şey sormaz. İster iddia edilen şey hak olsun, —şüphe ile birlikte— ister sabit olmasın müsavidir.

İmâm Muhammed (R. A.), şöyle buyurmuştur: Hakim onlardan iyice sormadan hükmeylemez.'

Şayet davalı, davayı inkar eder; ve o, şahitlere: "Bunlar adildirler; bazı sözlerinde..." derse, bu ihtilaflıdır. Ve daha önce bu mes'ele geçmiştir.

İmâmeyn'e göre hakim, sormadan hükmeder. Fakat, İmâm Muhammed (R, A.)'e göre başkalarından sormadan hükmeylemez.

Camii Sağir'de şöyle buyurulmuştur: Bu durumda, hasmın ta'dili sahih olmaz. İmameyn'e göre, onun tadili yok durumundadır.

Bazı rivayetlerde İmâm Muhammed (R.A.): "Bu durumda hakim, hasme: "Ne diyorsun?" Sen, şahitleri yalanlıyor musun, yoksa doğruluyor musun?" der ve eğer, davalı: "Doğru söylediler." ve "İddiacının iddiasını doğruladılar." derse hükmeder; yok eğer: "Yalan söylediler." derse; davayı erteler; hemen hüküm vermez. Akdiyye'de de böyledir.

Eğer müzekki fasık ise, onun ta'dili sahih-olmaz ve hakim, onunla hüküm vermez. Eğer fasık olurlarsa, davacının da, onlar hakkında: "adil." demesine itibar edilmez.

Hakim, davalıdan, "şahitlerin doğru veya yalan söyleyip söyleme­diklerini" sorar. Eğer davalı: "Doğru söylediler." derse; hakim, bu ikrar üzerine hükmünü verir. Eğer: "Yalan, söylediler." derse; hakim hüküm vermez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer davacı, önce şahitlerin adaletlerini kabul eder; sonra da, üzerine şahitlik yapılınca,  onu ikrar ederse; hakim bu kadarhkla yetinmez. Ve adaletlerini araştırır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın üzerine, iki kişi şahitlik yaptıklarında, davacı:"Bunlardan birisi adildir, fakat, diğeri galat (= yanlış) konuştu." veya "... şüpheli konuştu." derse; hakim, ikinci şahitten sorar. Eğer o şahit," diğerinin de adil olduğunu" söylerse; onların şehadetiyle hükmeder. Çünkü, galat söylemek veya vehim, şehadeti cehr etmez. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.

İki şahidin  şehadette bulunduğu zat,  kendi  üzerine şahitlik yapıldıktan sonra: "Filan şahit, hakkiyle şehadette bulundu." derse; hakim ikinci şahit hakkında bir şey sormaz.  Eğer bu şahıs  önce: "Filanca benim için doğruyu söyler." derse; şehadetten sonra, hakim , tekrar sorar; o zaman davalı hakime hitaben: "Sen şahitlere sor. Ben yalan söylediklerini zannetmiyorum; fakat senin de bir defa onlardan sormam istiyorum: Hakkımda geçersiz şey söylediler mi?" derse; hakim —onlar adil kişilerse— sorar ve şehadetlerini kabul eder. Eğer adil değillerse, sormaz. Edebü'I-Kâdî Şerhı'nde de böyledir.

Bu, Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ebû'l-Leys'in Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:

İki şahit, hakimin huzurunda, şahitlik yaptığında, hakim onlardan birisinin adaletini tanır; diğerini tanımaz; bilinen şahit de adaleti ile ma'ruf ise; Nusayr: "Onun adaleti kabul edilmez." demiştir.

Ebû Seleme'den bu hususta iki rivayet vardır.

Fakıyh Ebû Bekir el-Belhî üç kişinin şehadeti hakkında, şöyle demiştir:

Şayet hakim, ikisini tanır da birisin tanımaz; o iki şahit de, üçüncü şahidin adaletine şahitlik yaparlarsa; bu şehadet de, caiz olmaz. Bu da Nusayr'in görüşüne uygundur ve bununla fetva verilir. Muhıyt'te de böyledir.

İyiliği belirli bir kişinin müzekkî tayin edilmesi ve hakimin mü-zekkiye elçi göndermesi; şahidin şehadetini tercüme ettirmesi İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre efdaldir.

Bunlar iki kişi olurlarsa, daha güzeldir. Bu, tezkiyenin gizli yapıldığı zamanda böyledir.

Fakat, tezkiye alenî yapılırsa, bi'1-icma' adet şarttır. KâfîMe de böyledir.

Şahidin adaleti, bülüğa erişmiş olması, hürriyeti, ve gözlerinin görür olması bi'1-İcma şarttır.

Aleni tezkiyecinin de böyle olması şarttır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Gizli tezkiye de, köleden, körden, sabiden kazf cezasına çarpılmış kimseden tezkiye yapmak, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre makbuldür. SerahsFnin Muhıytı'nde de böyledir.

Tercüman kör olursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre tercümanlığı caiz olmaz. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise caizdir. Hulasa'da da böyledir.

Bir kadının, —eğer güvenilir ve hürre ise, İmâm Ebû Hanîfe (R. A.)'e ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre —tercümanlığı caizdir. Ve, o erkek gibidir.

Bu malla ilgili davalarda olur.

Yalnız başına, bir kadının şehadeti caiz değildir.

Ve, şahitlerin şehadetini tercüme etmesi de caiz değildir.

Babadan, oğuldan ve fasıktan gizli tezkiye yapmak şahindir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm E&û Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bunların her birinin diğerine şehadetleri caiz değildir. Hulasa'da da böyledir.

Bir kadının, kocasını ta'dili (= adaletlidir demesi) caizdir.

Eğer, o kadının, insanlar arasına girmesi teamül halinde ise, başkası hakkındaki ta'dili de makbuldür. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Üzerine şahitlik yapılacak olan, müslüman olursa müzekkînin müslüma nolması, bi'1-icma gereklidir. Hulasa'da da böyledir.

Aleni  tezkiyede,  şehadetin  telaffuzla olması  bi'I-icma  şart değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hakime layık olan, bir mes'ele için, şahitlerin her birinden, adalet sahibi olmasını ve hiç bir yanı desteklememesini doğruluktan sapma­masını istemesidir.

Ayrıca şahidin

1) Tamahkâr olmaması;

2) tmân ölçüsünde, alim kişi olması

3) Cerh ve ta'dili bilmesi ve esbabını tanıması

4) İmkan ölçüsünde zengin olması gerekir.

5) Ancak bunlar, şahidin güvenilir ve sığa ehli olmaları halinde geçerlidir.

6) Alim şahıs, fakir olsa bile, onun şahit olmasının zararı yoktur. Güvenilir olan alim, halk arasına karışmayan kimsedir.

Siga olmayan alim ise, halk arasına dünyayı isteyerek karışan kimsedir.

7) Evla olan, müzekkînin gaflet ehli olmaması

8) Ve halk arasına karışmayan, münzevi hayat ehlide olmamasıdır. Muhıyt'te de böyledir,

Akdiyye'de şöyle zikredilmiştir:

Muaddil'e (= ta'dil ehline) layık olan aleniyettir. Bunu gizli yapmak da, bizim alimlerimizin kavlidir. Zehiyre'de de böyledir. [31]

 

Alenî Tezkiye
 

Alenî Tezkiyenin Şekli Şudur:

Aleni tezkiye yapacak hakim, şahitler ile muaddilleri bir araya toplayıp; bu muaddillere: "Bu adam adalet ehli midir?" veya müzekkî ile şahidi bir araya getirip: "bu adam ehl-i adalet midir?" Şehadeti kabul edilir mi?" der. Kifâye'de de böyledir. [32]

 

Gizli Tezkiye
 

Gizli Tezkiyenin Şekli Şudur:

Hakim, bir elçi göndererek müzekkiden sorar. Veya ona mektup yazar. Bu mektubunda şahidin kimliğini, mahallesini, sokağını bildirir. Böylece müzekkinin, onu iyice tanıması ve onu komşularından, dost­larından sorması sağlanmış olur. Nihâye'de de böyledir.

Hakim güvenilir kişinin eüne, yazısını kapalı ve mühürlü olarak verip müzekkiye böylece gönderir. Bunu, kimse durumu bilmesin ve bir hile yapılmasın diye böyle yapar. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bundan sonra, hakim dilerse, gizli veya aşikar olan müzekkîleri toplar;  dilerse,  toplamaksızın,  iktifa eder.  Zamanımızda tezkiyeler açıktan yapılmakta ve gizli tezkiyelerde ise, içtima bulunmamaktadır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Önce, alenî tezkiye, tek kişi tarafından yapılıyor ve onunla iktifa ediliyordu.

Şimdi ise, fitneden kaçınmak için, tezkiyede gizlilik uygulanıyor ve bu kafi geliyor. İmâm Muhammed (R.A.)'den rivayet'edildiğine göre, O: "Aleni ( — açık yapılan) tezkiye fitne ve beladır." buyurmuştur. Hidâye'de de böyledir.

Muaddile uygun, olan tezkiyenin bulunup bulunmadığını, şahit­lerden sormasıdır. Böylece o, vasıflara sahip olup olmadîkarı anlaşılır. Nihâye'de de böyledir.

Şemsü'I-Eimme el-Halvânî şöyle buyurmuştur:

Ancak bu şahitlerin kendilerinden değil de; —Şayet komşuları ile aralarında düşmanlık yoksa ve komşusunun ondan her hangi bir kor­kusu bulunmazsa— komşularından sorulur.

Bu AH en-Nesefi'nin de seçtiği kavildir.

Bunu, İmâm Muhammed (R.A.), rivayet eylemiştir. Zehiyre'de de böyledir.

Onun,  "adaletini" söyleyecek komşusu bulunmazsa, durumu mahalle ehlinden sorulur. Her ne kadar onlar güvenilir olmasalar bile onlardan sorulur. Tevatür olan haber budur.

Keza, mahallesindeki komşusu siga ehli değilse; onların ta'dil ve cerhlerin de ittifak vardır. Hakimin kalbinde, onların doğru oldukları vaki olur. İşte bu tevatür menzilinde olur. Muhiyt'te de böyledir.

Eğer muaddil, şahidi tanımazsa, onları, iki adil kimseden sorar. O zaman, onlar, o şahidin adaletini söylerlerse; bu daha isabetli olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer müzekkî veya muaddil, şahidin adaletini yazarsa; yazısının altına isminide yazarak: "Adildir; şehadeti kabul edilir." der; Nihâye'de de böyledir.

O takdirde, onun adaletine itimad edilir ve şehadeti kabul olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: O zatın yazısının altına: "Bu, benim indimde adildir. Kendisinden razı olunur. Şehadeti caizdir." demesi uygun olur.

Bizim alimlerimiz, bu görüşü kabul etmişlerdir:

Bazıları ise: "Bu sözler, ta'dil olmaz. Çünkü, benim indimde" demesi vehmi gerektirir." buyurmuşlardır.

Görmüyor musun ki: Gerçekten şahit: "Hak, benim yanımda böyledir." dese, iddia sahibi bunu geçersiz sayar. Zahîriyye'de de böyledir.

Fakiyh Ebû el-Leys şöyle buyurmuştur:

"Benim yanımda demesi" hakikaten zayıftır ve bu, bana göre bir şey değildir. Çünkü, hakikatları bilen, ancak Allahu Tealadır.

O şahıs, gerçekten bildiği hususu söylemeye mecbur edilir. Ve onun içtihadı, —ayrıca- belirlenir. Mııhıyt'te de böyledir.

Eğer müzekkî, şahidin fışkını bilirse; onun aybını açmamak için bir şey yazmaz. Veya: "Allah bilir." der, Ancak, bu şahıs, hakimin istemediği başka birisini tezkiye ve ta'dil ederse, hakim onun şehadetiyle de hükmeder. Müzekki de, o şahit hakkında açıklama yapabilir. Inâye'de de böyledir.

Eğer müzekkî, şahidin adaletini de, fışkını da bilmiyorsa; isminin altına "mesturun" diye yazar. Böyîece, bir hile olmamış ve müzekkî eza görmemiş olur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Muaddil, şahidin adaletini kesinlikle yazar; yoksa "bana göre adildir." demez.

Çünkü, istenilen şey onun adaletidir.

Şayet: "Ben, bilmiyorum. Ancak o adamın hayırlı bir kişi olduğunu biliyorum." derse; esahh olan, bu da ta'dil olur.

Eğer: "Tahminim onun adil olmasıdır." derse; işte bu, ta'dil olmaz. Hulasa'da da böyledir.

Edebii'l-Kadî'de şöyle zikredilmiştir:

Eğer müzekkî: "onlar adildirler." derse; işte bu ta'dil olmaz.

Keza: "Onlar güvenilir kişilerdir." derse; hakim, bununla da yetinmez.

Şayet, gerçekten o adam (müzekkî): "Ben,, onu bilmiyorum. Ancak, bir çok hayırlarını biliyorum." derse, işte bu ta'dil olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bazıları da: "O adildir. Çünkü hürriyeti sabittir ve ev bark sahi­bidir" derse: fazla bir şey söylemeye lüzum kalmaz." demişlerdir. Esahh olan da budur. Fethu'l-Kadîr ve Kâfî'de de böyledir.

Eğer:   "O   adildir;   içki   içmez."   derse;   bu   ta'dil   sayılmaz. Zehiyre'de de böyledir.

Eğer müzekkî şahitleri adaletle tanıyor; iddia sahibinin davasını ise, tanımıyorsa, işte bu geçersiz olur.

Veya müzekkî, şahidin bazı hallerinde vehm ediyorsa; layık olanı bunları hakime bildirmesidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, hakimin bulunduğu yere, elli fersah uzakta olur ve bu şahıs, bir hadiseye şahit bulunursa; hakim, ona güvenilir bir kimse göndererek, muaddilden, şahidin halini sorar. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer şahitler had ve kısas hakkında şahitlik yapacaklarsa; hakim onlardan inceden inceye sorar. Çünkü, çok kerre olurki onlar hadden düşerler.

Bu ha!, Sadru'ş-Şehid'in Hassâf tarafından şerh ediien Edebü'l-Kadi kitabında vardır.

Ta'dil   mektubu   gelince,   hakime   ihtiyat   olan,   onu   aynen başkasından da sormaktır.

Böylece hakim, şahitlerin isimlerini yazarak, ikinci defa da bir başkasından sorar. Eğer mektup aynı şekilde, gelirse, hükmü infaz eder. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Eğer  muaddil  şahitlerin  birininkini  ta'dil  diğerininkini  cerh etmişse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Cerh evladır. İkisini de ta'dil veya cerh ederse; cerh evladır." buyurmuşlardır.

Eğer, birini cerh, ikisini ta'dil etmişse; adalet sabit olmuş olur.

Eğer ikisini cerh etmiş, onunu da ta'dil etmişse, yine cerh evladır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hakim sorduğunda, onların içinde ta'n olunan varsa; hakimin, iddiacıya müddeînin şahitleri cerh etmesini sorması uygun olmaz. Bilakis ona: "Şahidini artır." veya: "Şahitlerine razı mısın?' der. Mutayt'tede böyledir.

Eğer iddia sahibi: "Ben, bunlardan daha güvenilir, daha adil şahit getiririm." derse veya hakime: "Sana, bazı isimler vereyim. Onlardan sor." der ve salih bir toplum ismi verirse; işte o zaman, hakim onun sözünü dinler.

Eğer adil bir toplum şahit getirirse; hakime layık olan, onlardan sorar. Şayet hem hakim, hem de muaddil tarafından şahitlerin adaleti

Ya şahitler adil olduklarını açıklarlar ve içlerinde mecruh bulunmadığını söylerler.

Veya mecruh olduklarını söylerler.

Birinci halde, hakim adaletlerini kabul eder. İkinci halde ise mecruh olduklarını kabul eder. Hassaf m Edebü'1-Kadı şerhı'nde de böyledir.

Fetâvâyi  Kâdîhân'da,   Zahîriyye'de,  Vakıât'ta,  Muhıyt'te ve Uyfin'da da böyledir.

Müzekkî, şahitleri ta'dil eder de, üzerine şahitlik yapılacak olan zat, hakime bir toplumun ismini vererek: "Bu şahitlerin halini onlardan sor." derse; gerçekten hakim, onlardan sorar. Eğer o topluluk, şahitleri cerh ederler veya mecruh olduklarını açıklarlarsa; işte o takdirde onların cerhi evla olur, F?tâvâyi Kâdîhân, Muhiyt ve Uyûn'da da böyledir.

İbnü Semâa'nın Nevadiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Ona sorulmuş:

—Hakim, kendisi için şahitlik yapılana: "Şahitlerini ta'dil ettir." der mi demez mi? diye sorulduğunda.

İmâm:                                                        .

—Hayır, demez." buyurmuştur. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet şahitlerin adaleti, hakimin indinde sabit olmuşsa, bu durumda onların şahitliklerine göre hükmeder. ,

Sonradan, o şahitlerden birisi, başka bir hadise anlatır; o da, şahitler hakkında şüpheye sebeb olursa; hadde ara verilir mi, verilmez mi?

Bunda ihtilaf olunmuştur.

Sahih olan, iki kavildir:

Birincisi: Altı ay ertelenir.

İkincisi: Hakimin reyine havale edilir.

Sahih olan hakimin re'yi ile hükmün infazı veya adem-i infazıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İki adil şahit,  şehadetlerinden sonra ölseler, hakim, onların şehdetine göre hükmeder.

Keza kaybolsalar, yine böyle yapar.

Şayet onlar, ahras veya kör olurlarsa, hakim onların şehadetin göre hükmeylemez. Hızânetü'J-Müftîn'de de böyledir.

Şayet tek olan şahidin adaleti meşhur olur; oda kaybolup tekrar geli ve muaddil: "Onun, gaybubetinin az zaman olduğunu" söylerse, (Ebt H'anîfe ve İbnü Ebu Leyla gibi,..) onlar için adalet vardır.

Şayet   kaybolan   meşhur   değilse,   muaddil   onu   ta'dil   edemez Muhıyt'te de böyledir.

Şayet sabi buluğa erişse; onun hükmü de garibin hükmü gibidir Bir yere misafir olan, (garip), tanınmış bir şahs, doğruluğuna kanaa hasıl olunca, ta'dil edilir. Fetva da buna göredir.

Eğer bir nasrani müslüman olur; sonra da şahit olursa; hakim onu önceden nasranilik halinde adil tanıyorsa şehadetini kabul eder. Eğei böyle tanımıyorsa; onu tanıyanlardan sorarak, vakit geçirmeden onun durumunu öğrenir. Zehıyre'de de böyledir.

Akdiyye'de İmâm Muhammed (R.A.)'den rivayeten şöyle zikre­dilmiştir:

îki nasrani iki nasraninin üzerine şahitlik yapsalar ve bunlar adil olsalar; sonra da üzerine şahitlik yapılanlar bilahare de bu şahitler müs­lüman olsalar, bu durumda hakim önceki şehadetfe hükmeylemez.

Şayet islamiyetten sonra şahitlik yaparlarsa, bu durumda hakim, müslüman bir rnuaddilden onların adaletini sorar. Her ne kadar, önce, adaletleri tesbit edilmiş olsa bile, sonraki ta'dil muteberdir. Hakim, ona göre hükmeder. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, fışkı bilinen bir şahit kaybolur; bir sene veya daha fazla, bir zaman sonra da gelir;  onun ıslâh-i hal ettiği bilinmezse; muaddile sorulur. Eğer adaletine  kail  olursa,  önceki  fışkına itibar  ediimez. Hulâsa'da da böyledir.

İmâm Muhammet* (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, büyük günahlardan birisi sebebiyle şehadetten düşer; sonra da tevbe eder; zaman geçmeden de, hakimin huzurunda şahitlik yaparsa; muaddile layık oİan, kalbi kanaat getirene kadar, onu ta'dil etmemektedir. Taki, tevbesi sahih olsun. Muhıyt'te de böyledir.

Şeriat yönünden ceza almış ve yaralanmış olanların, kölelerin, fasiklann, zina edenlerin ve faiz yiyenlerin, içki içenlerin veya onları kabul ve ikrar edenlerin ve yalancı şahitlerin veya şehadetlerinden dönenlerin veya onları kabul edenleri şehadetlerini müddeî kabul etmek istemez ve hakim de bunların şehadetini kabul etmez. Fethû'I-Kadîr'de de böyledir.

İddia olunan adam, kul hukuku hususunda, şahitlerin şehadetten düşmelerine beyyine getirerek, onların zina ehli olduklarını veya içki içtiklerini ve hırsızlık yaptıklarını; veya sözlerinde durmadıklarını, yahut köle olduklarını veya birinin köle olduğunu veya iddia edenin mal ortağı olduğunu   veya  namuslu  kadına  iftira  edici  yahut  iftira  olunmuş olduğunu veya kazf cezası almış ve tatbik edilmiş bulunduğunu isbat ederse; bu isbatı kabul edilir. Kâfî'de de böyledir.

İddia olunan zat, beyyinesiyle, iddia edenin şahidinin kazf cezası aldığım isbat ederse; hakim şahitlerden, pnun had cezası alıp almadığını sorar. el-Asl'da da böyledir.

Çünkü, had ikamesi, hükümdar tarafından veya naibi tarafından hasıl olur. Ve, onun şehadetini düşürür.

Eğer onun tebaası tarafından yapılırsa şehadeti batıl olmaz. Onun için gerçekten sormak lazımdır.

Şayet: "Hakim, köyde had yaptı." derse; hakim bunun ne zaman yapıldığını sorar mı?

imâm Muhammed (R.A.) bu mes'eleyi el-Asl'da yazmamıştır. Akdiyye'de ise: "Gerçekten hakim, öğrenmek, öğrenmek için sorar. O zaman, kendisinin hakim olduğunu bilmesinden dolayı böyle yapar." denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Savpt Havan- Ren zamanın hakiminin ikrarını ishaf der; gerçekten o'daona had yapmamış olur veya şahitlik yapmadan Önce ölmüş bulunur yahut hakim: "Ben o zaman bu şehirde yoktum." derse bunların iç birisi kabul edilmez. Hulâsa'da da böyledir.

Eğer şahitler: "Müddeî onları, on dirheme icarladı ve benim yanımda bulunan malımdan da. onu verdi." veya: "Şu kadara sulh olduk. Ben, ona mal ödedim." der ve onun şahitlerine karşı böyle söylese; batıl olur.

Bir adam, şahit olsa veya onlardan malını istese veya ikrarlarına şahitlik yapsa onlar da meclîste hazır bulunsalar; bu iş ve müddeînin ikrarı onların fasık olduğunu beyan otursa şehadetleri batıl olur. Fethû'İ-Kadîr'de de böyledir.

İbnü Semâa'nın Nevâdiri'nde İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu zikredilmiştir:

Bir kimse, başka birisinin elinde bulunan bir evi iddia eder ve bunun üzerine de şahitlerini dinletir veya üzerine şahitlik yapılan şahıs beyyine-sini ibraz eder ve: "Gerçekten bu şahit mecrûhdur." derse; hüküm verilmez.

Keza: "Bu şahit ortaklık iddiasında bulunuyor." derse; yine hük­medilmez. Muhiyî'te de böyledir.

Üzerine şahit dinletilen zat, beyyinesiyle: "Gerçekten bu şahitler, bu davadan öncedeki davada da şahitlik yaptılar." derse; onların şeha­detleri kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Üzerine şahit dinletilen zat: "Bu iki şahit köledir." der; onlar da: "Biz hürleriz. Kat'iyyen köle değiliz." derlerse, hakim onları tanıyor ve hür olduklarım biliyorsa, o takdirde meşhudun aleyhin iddiasına iltifat etmez. Şayet, hakim onları tanımıyor ve onlar bilinmiyorlarsa, üzerine şahitlik  yapılanın  (meşhudun  aleyhin)  sözünü  kabulederek, onların şahitliklerini kabûletmez. Ancak müddeî, onların hür olduklarını isbat ederse; o takdirde hakim, onların şehadetlerini kabul eder.

Şahitler: Bizden sor." derlerse; hakim sözlerine itibar etmez.

Eğer sorar da, onlar da: "Hür olduklarını" söylerlerse, hakim şehadetlerini kabul eder ve bu da güzel olur. Hızânelii'î-ÎVfuftîîTde de böyledir.

Eğer hakim, onlardan beyyine isterse; bu daha güzel olur.

Şayet bir adam gelip, o iki şahidin köleliğini iddia ederse; bu hususta kitaplarda bir yazı yoktur.

Fahru'l-İslâm Ali el-Bezdevî: "Burada, şüphe vardır. Onların şehadetini dinlememek gerekir." buyurmuştur. Eğer hür olduklarını isbat ederlerse; beyyineleri olmasa bile, bir genişlik vardır. Muhıyt'te de böyledir.

Keza, şahitler: "Biz köle idik; azad edildik." deseler; hakim, beyyineler olmadan bunların şehadetlerini kabul etmez. Fetâvâyi Kâdî­hân'da da böyledir.

Keza şahitler: "Biz aslen hür kimseleriz." deseler, hakim, bun­ların şehadetlerini de beyyinesiz kabul etmez.

Müzekkîler: "Bunlar filanın köleleri idiler. O, bunları azad eyledi." derlerse, bu durumda da hakim, onlar azad edildiklerine dair beyyine getirmedikçe, onların şehadetiyle hükmeylemez.

Eğer kendisi için üzerine şahitlik yapılan kimse, beyyine ile: "Gerçekten filan, onları azad eyledi. O, şahitlerin efendisiydi." derse; hakim onların hür olduklarına hükmeder.

Hatta o adam hazır olsa da, azad ettiğini inkar etse; onun üzerine beyyine gerekmez. Çünkü, üzerine şahitlik yapılan efendisine intisab eyler. Mtıhıyt'te de böyledir. [33]

 

Diğer Bazı Meseleler
 

Akdıyyc sahibi şöyle buyurmuştur:    .

Yalancı şahit, bize göre yalancılığını ikrar eder ve: "Ben yalan söyledim. Ve kasden şahitlik yaptım."derse; veya bir adamın öldüğüne şahitlik yaptığı halde, öldü diye şahitlik yaptığı adam çıkagelse, şehadeti kabul edilmez. Muhıyt'tc de böyledir.

Hakim, davaya nıuhalifse veya başka şahit kendisi için dava yapı­lanı tekzib ederse,  yalancı şahidin şehadeti    ile hükmetmez. Fetlıu'l-Kadîr'de de böyledir.

Bir şahit: 'Ber yanıidım." veya: "Hata ettim." yahut: "şehade-timi reddeyliyorum." derse; —töhmetinden dolayı— şehadeti kabul edilmez. Nihâye'de de böyledir.

Yalancı şahit bi'1-icma ta'zir edilir. Bunun şehadeti ile hüküm verilmez.

İmâm Ebû Hanı t e (R.A.): Onun ta'zir edilmesi, ancak onu teşhir etmektir." buyurmuştur. Kâfî'de de böyledir.

Eğer şahit, çarşı ehli ise, hakim onu çarşı ehlinin içine gönderir. Eğer, mahalle ehli ise, mahalle ehline yollar. Ve hakimin vekili, onlara: "Hakim size selam yolladı; ve: "Biz bu adamı yalancı şahit olarak bulduk; bundan hazer ediniz; dedi." der; hak da, ondan hazer eder ve kaçınır. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Ebû Hanlfe (R.A.) göre, yalancı şahit dövülmez. Fetva da buna göredir.

İmâmeyn ise "...dövülür ve habsedilir ki, edeblensin." demişlerdir. Siraciyye'de de böyledir.

Şemsü'l-Eimme Serahsî: "İmâmeyn'e göre; yalancı şahit teşhir edilir." buyurmuştur. Hidâye'de de böyledir.

Hakimü'1-imam Ebu Mu ham m ed el-katib (R.A.) buyurmuş ki, eğer yalancı şahit tevbe ederse pişman olup nedamette bulunursa hilafsız olarak ta'zir edilmez. Şayet ısrar ederse hilafsız olarak dövülür ve ta'zir edilir. Eğer tevbe edip etmediği bilinmez ise ihtilaflıdır.

Erkekler ve kadınlar ve zimmet ehli olanlar, yalancı şahitlik hususunda müsavidirler. TebyîıTde de böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teala'dır. [34]

 

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/483.

[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/483.

[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/483.

[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/483.

[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/484.

[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/484.

[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/484-485.

[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/485.

[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/486.

[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/486-487.

[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/487.

[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/487-488.

[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/489-503.

[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/504-513.

[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/514.

[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/514-517.

[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/517-524.

[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/524-556.

[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/557-560.

[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/560-562.

[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/563-573.

[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/5.

[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/5.

[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/6-9.

[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/10-19.

[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/19-23.

[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/24-42.

[28] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/43-51.

[29] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/52-66.

[30] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/67-75.

[31] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/76-80.

[32] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/80.

[33] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/81-89.

[34] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/89-90.