Feteva-i Hindiye

Taharri

KİTÂBÜT-TAHARRÎ
1- TAHARRİNİN MÂNÂSI, RÜKNÜ VE ŞARTI
Taharrinin Hükmü:
2- ZEKÂT HAKKINDA TAHARRİ
3- ELBİSE, DERİ VE KAPLAR HAKKINDA TAHARRÎ
4- TAHARRİ HUSUSUNDA ÇEŞİTLİ MESELELER
 

KİTÂBÜT-TAHARRÎ
 
1- TAHARRİNİN MÂNÂSI, RÜKNÜ VE ŞARTI
 
Taharri: Bir şeyin hakikatini ona vâkıf olmak için araştırmak de mektir. Hakikatine vâkıf olunamadığı zaman da bir şeye zann-ı gâlib hasıl etmekten ibarettir. Mebsüt'ta da böyledir.
Taharrinin rüknü: Kalbiyle sevab istemektir. Çünkü taharri onu doğrultur.
Caiz olmasının şartı: Gerçekten diğer delillerin istenilen şey hak kında şüpheli olmasıdır. Çünkü taharri, şüphe haline hüccet olur. [1]
 
Taharrinin Hükmü:
 
Taharrinin hükmüne gelince: Serî, şerifte, amelin doğru-olması-dır. Serahsî'nin Mahıyt'de de böyledir.
îki kişi araştırma yaptıklarında, biri isabet ettiremeyip, diğer bi risi isabet ettirirse, bunlar ecirde müsavi olmazlar. Çünkü isabet ettiren şahıs, isabet savabı alır. Mecmâatü'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Namaz vaktinde şüpheye düşülür, ve bu şüphe, vaktin girip gir mediğinde olursa; vakit girdiği kesinleşene kadar sabredilir.
Şayet şüphe, vaktin çıkıp çıkmadığında olursa; o günün namazına niyet edilir. Cevâhira'l-Fetâva'da da böyledir.
Bir adam, açık havada ve sahrada yıldızları tanımaksızın taharri ile kıbleye dönerek namaz kılar. Sonra da yanlış istikamete döndüğü açığa çıkarsa; üstadımız Zahîriiddin el-Mtafinânî:  "Namazı caizdir." buyurmuştur.
Başkaları ise:"Câiz değildir." dediler.
Zira açık delillerde güneş gibi, ay gibi şeylerin mevcudiyetinde, bir adam için cehalet özür olmaz.
Fakat hey'et bilgilerinin inceliklerini ilmi nücûmun suretini bilme mek bir ma'zerettir. Zahîriyye'de de böyledir.
Gözleri görmeyen bîr kadın, kendisini kıbleye çevirecek kimseyi bulunmaz vakit de darahrsa, teharrî ederek namazını kılar. Cevâhirül Fetâvâ'da da böyledir.
Namaz babında söylendiği gibi kıble hususunda taharri, şehrin haricinde caizdir; böylece, şehrin içinde de caizdir.
Bunun şekli: Gecenin karanlığında, hasta bir toplum namaz kılar; birisi de imam olur; onlardan bazısı, kıbleye döner; bazısı da başka ci hete döner ve onların hepsi de taharrilerinin isabet ettiğini sanarlarsa, hepsinin namazları da caizdir. Çünkü, sahih olanların şüphe halinde na­mazları caiz oluyor da, hastaların namazları niçin olmasın? Bunun de lili: İmâm Mohammed (R.A.), aralarını ayırmadan ev şehirde olsun veya olmasın namazlarının cevazına hükm eylemiştir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:
Bir adam misafir (= yolcu) olur; gece vakti, namaz kılmak istediği zaman da kıbleyi soracak kimse bulamazsa, namazını taharri ile kılar.
Şümsü'l-Eimme Halvînî, Şerhinde, Misafir mes'elesinde, şöyle buyurmuştur.
Bir adam, birine misafir olduğunda, herkes yatıp, uyuşa; misafir de te'heccüd namazı kılmak için kalksa, onları uyandırması mekruhtur.
Bazı âlimlerimiz: "Eğer, farz namaz kılacaksa taharri caiz olmaz. Nafile kılacaksa taharri caiz olur." buyurmuşlardır.
Şemsn'I-Eimme Hatvânî, İmamlarımızın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Sahih olan kavle göre, şehirde taharri caiz değildir. Çünkü, sor mak suretiyle kıblesini doğrultur. Soracak kimseyi bulması da çok müm­kündür. Hükümde galibe göredir."
Hastanın namazı babında söylenenler, misafir hanelere hamledi lir. İçinde adam bulunan evde sormadan caiz olmaz. Mutayt'te de böyledir.
Bir adam, bir kavmin mescidine girdiğinde, eğer mescitte adam varsa, ondan kıbleyi sorar; taharri ile kılması caiz olmaz.
Ancak taharrisi isabet etmişse, namazı caiz olur. Şayet kimse yoksa, taharri ile namazını kılar. Namazı kıldıktan sonra isabet etmediği meydana çıksa bile, bu namaz, caizdir. Eğer taharrisiz kılmışsa, bu namazı caiz değildir.
Fetâvâyi Hucce'de şöyle zikredilmiştir:
İki kişi yabana çıktıklarında, her biri taharrisini yapar ve taharri leri birbirine mahalif düşerse, bu durumda ikisinin de namazı sahih olur. Eğer namazın içinde birisi diğerinin cihetini kabul ederek, döner ve ona uyarsa; yeniden tekbir almış olması hâlinde bu caiz olur; değilse caiz olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Kitabu's-SalâtMa kıble hakkında taharri mes'eleleri çok geçmiştir. En doğrusunu bilen AUahu Teâlâ'dır. [2]
 
 
2- ZEKÂT HAKKINDA TAHARRİ
 
Eğer, bir kimsenin, taharrî'den sonra ve zann-ı galibine göre, ver diği zekâtta şüphe vâki olur ve verdiği zat, fakir midir, değil midir veya kendisine zekât verilen şahıs yahut âdil bir kişi haber verir veya onu. fakirlerin arasında görür yahut onun, insanlardan istekte bulunduğunu görür ve kalbine onun fakir olduğu düşerse, bu durumların hepsinde "onun fakir olduğunu bilir veya zann-ı galibi onun fakir olduğuna olur yahut bir şey bilmez veya ekseri zannı "o zengindir" olur, veya onun zengin olduğu bildirilirse; İmâm Ebâ Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, verdiği zekât caizdir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'mı görüşü de bazı durumlarda böyledir. Yalnız "zekât verdiği zatın zengin olduğunu" bilirse işte bu surette malının zekâtı caiz olmaz.(yeniden verecektir.)
Bundan sonra, İmâm Ebâ Hanîfe (R.A.) ve İmam Muhtmmed (R.A.)'e göre eğer verilen adamın zengin olduğu anlaşılırsa, sadaka caiz olur.
Fakat, onun alması helal olur mu?
Âlimler, bu hususta ihtilaf eylediler: Bazısı: "Helâl olmaz." dedi; bazısı da: "Olur." dedi.
Bazıları da: "Aldığını, müddeiye geri verir." buyurdular.
Bundan sonra, verene sevap var mı?
Bazı âlimler: "Sadaka (= zekat) sevabı yok; iylik etme sevabı var dır." dediler.Ve buna da İmâra Ebû Yflsuf (R.A.)'un Hüccet kitabını şa hit getirdiler. İmâm, muhtelif mes'eleler bölümünde şöyle buyurmuş: Bir adam, bir su ile abdest alsa ve namaz kılsa; sonrada o suyun temiz olmadiği anlaşılsa, şayet bunu bilmeyerek yaptı ise, namazı câizdir.Eğer bilerek yaptı ise, namazı iade eder." îşte yukarıdaki mes'ele bunun gibidir.
Şemsü'l-Eîmme Halvânî, şöyle buyurmuştur:
Bu sözün altında büyük faide vardır. Bu namaz, abdest suyunun temiz olup olmadığı bilinmediği için câizdir.Halbuki, hakikatta fasittir.
İmâm Mubammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:
Her bir namaz ki fâsid olarak kılındığı hâlde, onu kılan şahıs, caiz diye kılmış ve bu adam, durumu bilmeden Ölmüşse, mes*ûl olmaz. Onun kanaatine itibar edilir.
Bu,İmâm Ebû Yûsuf (R.A.yun bir adam hakkında söylediğine ben ziyor. Şöyle ki: Bir adam, bir câriye satın aldı ve ona defalarca cima yaptı; sonra da o cariyeye bir sahip çıktı. Bu durumda satın alan şah sın, ona yaptığı cima helâldir. O adamı iyi bir adam olmaktan o hâl ge ri bırakmaz. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'de İmâm Mobammed (R.A.) göre bu cima haramdır. Ancak sahibine günâh yoktur. Mahıyl'te de böyledir.
En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [3]
 
3- ELBİSE, DERİ VE KAPLAR HAKKINDA TAHARRÎ
 
Bir adamın yanında iki veya daha çok elbise olduğu zaman, bun ların ba'zisı temiz, ba'zısı da pis olur ve alâmetleri sebebiyle onları ayırma imkânı olursa; ayırılır.
Ayırması mümkün olmaz ve muztar kalır, namaz kılacak kadar te miz elbise bulamaz ise, o elbiseleri veya bunlardan birisini yıkayacak imkânı da olmazsa; bu durumda taharri eyler. Eğer, zann-ı galibi biri nin temiz olduğuna ise, onunla namazını kılar. Eğer zann-ı galibi, pis olduğuna veya ikisininde aynı olduğuna ise, taharri eylemez. Zehiyre'de de böyledir.
Taharrisi neticesinde, birisinin temiz olduğu kanaati ile öğle namazını kılar; sonra da reyinin çoğu, diğerinin temiz olduğuna dâir olur ve onunla ikindiyi kılar, önceki kıldığı öğle namazı caiz oldu mu?
Biz "caiz oldu." diye hükmederiz. Zira önceki elbisenin temizliği: diğer elbisenin necisliğine dâir hükmünden idi. Bu hükümden sonraki reyinin çokluğuna itibar yoktur.
Şayet öğle namazını kıldığı elbisenin temiz olmadığına itikadı tam ise, bunun hilafınadır. Ve o namazı, iade eder.
Keza, bir kimse, taharri eylemeden iki elbiseden birisin aldı ve onunla Öğle namazını kıldı; müslümamn fi'li sıhhat üzerine hamledile-ceğinden, onun fesadı açıklanmadıkça, o namaz caiz olmuştur. Sanki o elbise temizmiş gibi hükmedilir.
Bir adamın, üç elbesesi olmuş bulunur ve araştırma yapıp birincisiyle öğle namazını kılar; ikincisi ile ikindiyi kılar üçüncüsü ile de ak şam namazını kılar; sonra da birincisi ile yatsı namazım kılarsa bu du rumda Öğle ve ikindi namazı caiz; akşam ve yatsı namazı fâsiddir. Çün kü o öğle ve ikindi namazlarını temizliklerine hükmederek kıldı; o tak dirde üçüncü elbisenin pisliği taayyün eyledi, onunla kıldığı namaz caiz olmaz. O takdirde, yatsı namazını temiz elbiseyle kılmış oldu. Fakat üze rinde akşam namazının kazası olarak kılmış olduğundan tertibe riâyet edilmediği için, oda caiz olmaz. Diğer bir rivayette ise kıldığı yatsı na mazı caizdir, Serahsî'nin Muhryt'nde de böyledir.
Nevâdir'de şöyle zikredilmiştir:
tki elbiseden birisi pis olur; taharri yapmaksızın onun biriyle öğle namazını kılar; ikincisi ile de ikindi namazını kılar, sonra da, taharrisi sonucu, birincisinin temiz olduğunu öğrenirse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Bu adam, namaz kılmamıştır." buyurmuştur.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Öğle namazı caizdir," buyurmuştur. Muhıyi'te de böyledir.
Neyâdir'de şöyle zikredilmiştir:
îki kişi yolculuk yaparken, her İkisinin yanında da yalnız iki elbise olur ve birisi temiz, birisi pis bulunur; o şahıslardan biri taharrî ederek, o elbesilerden biriyle namaz kılar; diğeride taharrî ederek diğer elbisey le namaz kılarsa, her ikisinin de yalnız başlarına kıldıklan-namazlan caiz olur.
Birisi imâm olsa da, diğeri ona iktida edip uysa, imâmın namazı caiz olur; muktedînin namazı caiz olmaz. Zehıyre'de de böyledir.
tki kişi şakalaşsalar ve birisinden bir damla kan aksa; ve her ikisi de o kanın kendinden olduğunu inkâr ederek ayrı ayrı namaz kılsalar; her ikisinin namazı da caiz olur.
Şayet birisi diğerine uyarsa; onun namazı caiz olmaz.
Bu cins meselelerde, üçüncü bir durum daha vardır. Üç kişi şaka-laşırlar; birisinden bir damla kan akar; veya birisi sessizce yellenir; son ra da üçü birden, bunu inkâr ederler; daha sonra da birisi imâm olup, ikisi de ona uyarak öğle namazını kılarlar; İkincisi de ikindi namazını kıldırır; üçüncüsü de, akşam namazını kıldırırsa; hepsinin öğle namazı caiz olur. Akşam namazını kıldıran imamın ikindi namazı caiz olmaz. Öğle ve ikindi namazlarının imamlarının da akşam namazları caiz olmaz. Ebfi'l-Kâsim es-Saffar ise: "Hepsinin de namazı şahindir, caizdir." buyurmuştur.
Bir adam sefere çıktığında, yanında bir kısmı temiz bir kısmı pis; kap bulunursa; taharri neticesi, temizlği galip olan kapla veya zarureti hâlinde veya muhayyerliği hâlinde de cümlesinden içtiği su ve aldığı ab-desti caizdir. Eğer zann-ı galibi pis olduklarına olur; veya zannı müsavi ve hâli de hâli ihtiyarî olursa, araştırma yapmadığı gibi, o kaplardan su içmez ve abdest de almaz:
Şayet hâli, hâi-ı ıztırar ise, bi'1-icma su içmek için taharri yapar. Bize göre, abdest için taharri yapmaz. Teyemmüm eder, Zehıyre'de de böyledir.
Galebe-i zan, suyun pisliğinde olursa; o suyun tamamı dö külür ve teyemmüm yapılır. Bu bir ihtiyattır; vâcib değildir.
Fakat suyu dökmek teyemmümün sıhhati için ihtiyattır; dökmese de olur.
Tahâvî, Kitabında şöyle buyurmuştur:
Yanında hem temiz hem de pis su bulunan kimse, bunları birbirine katar ve kendisi de teyemmüm ederse; bu en ihtiyatlı olanı olur. Çünkü suyu dökmek, tamamen onun faydasından mahrum olmak olur. Birbi rine katarsa, hayvanına içirir. Âciz kalınca, kendisi de içer. îşte bu, en evlâ olanıdır.
Belh'li âlimler: "Hem temiz, hemde pis olma ihtimali olan iki kap tan abdest alır; zira, böylece, hadesin gitmesi teyakkun eder." demişlerdur.
Biz, bu görüşü almayız. Çünkü böyle yaparsa, temiz olmayan su ile azalarını da pislendirmiş olur. Alel husus, başına meshetmekle pis su ile meshettikten sonra, temiz su ile meshetse, yine de başı temiz ol maz. Böyle bir işe mahal yoktur. Mebsût'ta da böyledir.
Bu durumda olan iki sudan abdest alan zat, başının ayı ayrı yer lerine iki defa mesh ederse; kılacağı namazı caiz olur. Serahs'nin Muhıy-iı'nde de böyledir.
Arkadaşları yok iken, kabını, onların kabına katarsa; bazı âlim ler: "Araştırıp, kabım alır ve onunla abdestini alır." demişlerdir.
Bu, yiyecek menzilindedir. Şöyle ki: Bir topluluğun müşterek yiye ceği olduğunda arkadaşları yok iken, bunlardan birisine ihtiyaç vâki olur ve hissesini almak isterse; hissesi kadarını alır.
Ekmek de böyledir.
Bir kimsenin ekmeği, arkadaşlarının ekmeğine karışırsa; bazı âlimler: Taharri yapar." demişler; bazıları da... "Yapmaz; fakat arkadaşlarını bekler, onların tamamı gelince alır." demişlerdir.
Bu serbest ve imkânlı zamandadır.
Fakat zaruret hâlinde ise, bütün ahvâlde taharri yapar ve hissesini alır. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adamın yanında» biraz boğazlanmış hayvan eti ile biraz da lâşe eti bulunduğunda, o şahıs her hâlü kârda araştırma yapar. İmkânı varsa, onları birbirinden ayırır. Eğer ayırma imkânı olmaz ve zaruret hâlinde bulunup açlıktan ölüm tehlikesi ile karşılaşırsa; bu hâlinde ta-harrî eder ve yer.
Şayet zann-ı galibi onların haram oluşuna dâir ise veya zannı mü savi ise taharri ile yemesi helâldir.
Meyte (= murdar ölen) suya atıldığı zaman, suyun üstünde ka lır. Bu onun alâmetidir.
Boğazlanmış hayvan ise, atılınca suya batar. Bazan da, insanlar, murdar ölen hayvanı, onun çabuk bozulmasından tanırlar.
Bunların tamamı, mecûsinin kesmediği veya müslümanın kasden besmeleyi terk ederek kesmediği zaman böyledir. (Aksi halde, hiç birisi yenmez.) Mebsût'ta da böyledir.
Sâde yağ veya zeytin yağı yenmesi helâl olmayacak bir durumda bulunduğu zaman, yemenin haricinde-ondan faydalanmak helâl olur.
Bunlara kansan necaset,-yemek hariç-diğer menfâatlerine mân olmaz.
Bunların içine atılan at, eşek, katır pislikleri ve pis toprak, bunla rm yenilmesini haram kılar.
(Bunlar deri dibağatı ve emsali şeylerde kullanılırlar.) Biz, bunların yenilmesinde ihtiyaten haramhğuı durduğuna itibar ederiz. Serahrf'nin Muhıyü'nde de böyledir. En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [4]
 
4- TAHARRİ HUSUSUNDA ÇEŞİTLİ MESELELER
 
Bir adamın, dört cariyesi olur ve bunlardan birisini azâd eder; sonra da hangisini azâd ettiğini unutursa; cima için taharriye ruhsat yoktur.
Cima için taharri olmadığı gibi. satmak için de taharri yoktur.
Hâkim de o adamla, cariyelerin arasım azâd edilen belli olana kadar ayıramaz.
Şayet, o cariyelerden üçünü satarsa, hâkimin hükmüyle satışı caiz ahır.
Geride kalan ise hür olur.
Ona cima yapamaz.
Çünkü hâkim, bilgiye dayanmadan hükmeyledi. Bilgisiz hükme He itibar olunmaz.
Ancak, onu nikahlayabilir.
Eğer nikahlarsa, ona cima yapmasında bir beis yoktur. Çünkü, eğer o hür ise, aralarındaki nikâh sahihdir. Eğer câriye ise mülkü olması ba­kımından, o yine kendisine helâldir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir topluluğun, her birinin bir cariyesi olduğunda, onlardan bi risi, cariyesini azâd eder; fakat Hangisinin azâd eylediği bilinmezse; azâd olunan câriye belli olana kadar, herbirisi cariyesine cima eder. Eğer on lardan birisinin re'yi ekser ise, bana en sevimli olanı, onun o cariyeye cima etmemesidir. Tam teyakkun edene kadar cima etse de haram olmaz.
Bunların cariyelerinin tamamını, bir adam satın ahrsa; azâd edilen câriye belli oluncaya kadar, onlardan hiç birisine cima edemez.
Şayet onların tamamını satın alır da yalnız birisini satın almaz ise işte o zaman, satın aldıklarının hepsine de yaklaşır ve çımaları ona he lâl olur.
Onlara cima ettikten sonra, o kalan bir cariyeyi de satın alsa; bu defa, artık hiç birisine cima etmesi helâl olmaz. Ve, onlardan hiç birisinide onlardan azat olan câriye belli olmadıkça satamaz.
Satın alan adam, o topluluktan birisi olsa bile, yine böyledir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adamın on küp sirkesi olur ve bunların birisinin içine düşüp ölen bir fareyi çıkarıp attıktan sonra, o küpün hangisi olduğunu unu­tursa, bu şahıs, kedisini küplerin yanına kor; kedi onlardan hangisinin yanında beklerse işte necis olan küp odur; diğerleri temizdir. Gunye'de de böyledir.
En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dir. [5]

[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/205.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/205-207.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/208-209.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/210-214.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/215-216.