Emanet ve Ehliyet

249 BİR VELİ, ASLÂ BİR NEBİ'NİN DERECESİNE ULAŞAMAZ:

Allahû Teâla (cc)'nın emir ve nehiyleri altında sızlanmamak, sabretmek ve her an imtihan üzere olduğunu hatırda tutarak; "ihsan" makamına ulaşmak her mü'minin görevidir. Resûl-i Ekrem (sav) ve Sahâbe-i Kirâm'ın zühd ve takva hususunda ne kadar titiz oldukları malûmdur. Esasen Zühd; insanı Allahû Teâla (cc)'ya kulluktan alıkoyan herşeyi terketmektir. İbn-i Abidin "Şeriat, târikat ve hakîkat" ıstılâhlarını izah ettikten sonra: "Bu üç şeyden murâd, kuldan beklenen kulluk vazifesinin beklendiği şekilde yapılmasıdır"(235) hükmünü beyan ediyor. İmam Ebû Yusr Muhammed Pezdevi (rha): "Şeriat hakîkattir, hakîkat şeriattan başka değildir"(236) buyuruyor. Şer'i şerife ihlâsla sarılan ve insanları Allahû Teâla (cc)'nın dini uğruna cihad'a çağıran mürşid-i kâmil'ler devamlı mevcuddur. İslâmî ıstılahta: "Bütün kalbi ile Allahû Teâla (cc)'ya yönelen mü'min ve takva sahibi kimselere velî denilmiştir."(237) Yeryüzünde Tağuti güçlerle cihad eden Allahû Teâla (cc)'nın veli kullarına ne kadar hürmet edilse azdır. Ancak bunların kat'i olarak imtihanı kazandıkları ve sû-i hatime endişesinden kurtuldukları iddia edilemez. Halbuki Nebî'ler için; böyle bir tehlike sözkonusu değildir. Zira Nebi'ler bazı sıfatlarla, insanlardan ayrılırlar. Sadrüddin Taftazani bu konuda şunu kaydediyor: "Kerramiye'den bazılarının "Velî'nin nebî'den üstün olması caizdir" demeleri küfürdür, sapıklıktır."(238) Sonuç olarak: Bir velî, asla bir nebi'nin derecesine ulaşamaz.

 250 Ehliyet sahibi olduğu sürece bülûğ çağına ermiş bir insan; kendisinden emir ve nehiylerin sakıt olacağı bir mevkie ulaşamaz. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et..."(239) hükmü beyan buyurulmuştur. Ehl-i Sünnetin müctehid imamlarına göre; teklîf-i ilahîden maksad imtihandır. Dolayısıyla kuldan hiçbir suretle teklifler düşmez.(240) Alemlere rahmet olarak gönderildiği kat'i nass'la sabit olan Resûl-i Ekrem (sav)'in ibadetler hususundaki titizliği, tevatür derecesindeki haberlerle sabittir. Ehl-i Bid'at'tan bir zümre (İbahi'ler) "Bir kul son derece Allah'a muhabbet makamına erişip, kalbi gafletten temizlenirse, zahiri ibadetlerin düşeceği" iddiasını ortaya atmışlardır. İbn-i Abidin: "İbn-i Kemâl'in risalesinde zikredilmiştir ki; tasavvuf davasında bulunanlardan bazısı, yüksek bir dereceye vasıl olduğunu, kendisinden ibadet ve taatın düştüğünü ve kendisine bütün günahları işlemenin helal olduğunu iddia eder. Böyle bir kimsenin öldürülmesinin vacip olmasında şüphe yoktur. Çünkü bunun dine zararı pek büyüktür. Böyle bir davada bulunmakla her şeyi mübah kılan kimse kapanmayan bir kapı açmış olur ve bu kimsenin zararı haramların mübah olduğuna inanan kimsenin (İbahi'lerin) zararından daha büyüktür. Çünkü haramların mübah olduğuna inanan kimse küfrünün meydana çıkacağından korkarak bu sapık fikrini söylemekten çekinir. Bu kimse ise ibadet ve taatın, haram ve helâlın dinde kendi derecesine ulaşamayan kimselere mahsus olduğunu iddia edip bütün faasıkları "kendisi gibi yüksek mertebeye ulaştıklarını" iddiaya davet eder"(241) buyurarak, ehl-i bid'at tasavvufçular arasında da, bu sapık anlayışın bulunduğunu kaydetmektedir.