Emanet ve Ehliyet
ORUCU BOZAN VE KEFFARETİ GEREKTİREN HUSUSLAR
- Ayrıntılar
- Kategori: Emanet ve Ehliyet
- Gösterim: 3876
818 Kur'an-ı Kerim'de: "Amellerinizi iptal etmeyiniz"(59) hükmü beyan buyurulmuştur. Farz olan Ramazan-ı Şerif orucunu; kasden ve teammüden bozmak, büyük bir cinayettir. Hanefi fukahâsı Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kim Ramazan ayında orucunu bozarsa; onun üzerine zıhar yapan kimsenin üzerine lâzım gelen şey (Keffaret) gerekir"(60) hadis-i şerifini esas almıştır. Dolayısıyla kasden yiyip-içen veya cima eden oruçlu kimse; tetabûya riayet ederek (Yani arka arkaya olmak şartı ile) altmış gün oruç tutmak mecburiyetindedir. Bu onun üzerine farzdır. Ayrıca aynı orucu kaza etmek durumundadır. İmam-ı Merginani: "Ramazan-ı Şerifte tutulan oruçların dışındakilerde keffaret yoktur. Zira ramazan ayında orucu bozmak, cinayet bakımından çok ileri bir derecededir. O başkası ile aynı şekilde mütalâa edilemez"(61) hükmünü zikretmektedir. Hem kaza hem keffarettin gerekmesi için bazı şartlar vardır.
Birincisi: Kasden orucu bozmuş olmak şarttır. Oruçlu kimse hata yolu ile iftar ederse, keffaret gerekmez, ancak kaza gerekir. Meselâ: Abdest alırken ağızına su verdiği anda, elinde olmayarak boğazına suyun kaçması gibi!.. bu durumda kasden bozmak sözkonusu değildir. Ancak gününe gün kaza eder.
İkincisi: Kendi iradesi ile bozmalı, zorlama neticesinde bozmuş olmamasıdır. Meselâ: Kendisiyle cim'a edilen kadın, bu fiile razı olmuşsa hem kaza hem keffaret gerekir. Ancak cim'a zorla yapılmışsa kadına sadece gününe gün kaza gerekir.(62) Çünkü orucu bozması hususunda zorlanmıştır, kendi iradesiyle bozmamıştır.
Üçüncüsü: Oruca başladıktan sonra hastalanmaması veya sefere çıkmaması esastır. Eğer hastalanır veya sefere çıkarak bozarsa, keffaret gerekmez.
Dördüncüsü: Mükellef Ramazan-ı Şerif orucunu tutarken geceden niyyet etmiş olmalıdır.
Beşincisi; orucu bozarken, tabi gıdalardan veya gıda yerine geçebilecek yiyecek ve içeceklerden faydalanmış olmalıdır. Meselâ: Çakıl taşını veya demir parçasını yutan kimsenin orucu bozulur. Ancak keffaret gerekmez. Zira bunlar gıda maddeleri olmadığı gibi, gıda yerine geçecek maddeler de değildir.(63)
819 Şimdi bu genel esaslar dahilinde; orucu bozan ve keffareti gerektiren hususlardan bir kısmını zikredelim: "Tabii gıda maddelerini ve gıda maddesi hükmünde olan yiyecekleri kullanmak; Cima' yapmak (rıza söz konusu olduğu anda hem fail, hem mef'ul için keffaret gerekir.) Ağıza giren yağmur suyunu kasden yutmak; sirke, deve sütü, bakla, kavun karpuz üzüm ve şeker kamışı sularını içmek; şifa olacağı gerekçesi ile harhangi bir ilâcı kullanmak; yağa ve pekmeze katılmış darı ununu yemek; asma yaprağı veya taze ağaç yaprağını yemek; yenilen cinsten otları, ilâç veya gıda niyyetiyle kullanmak!.." Bütün bunlar vücûda dahil olduğu anda oruç bozulur, hem kaza hem keffaret gerekir!(64).
İLÂÇ KULLANMANIN HÜKMÜ
820 Oruca niyyet eden bir mükellefin; aniden hastalanması halinde, mü'min ve mütehassıs bir doktora müracaat etmesi esastır. Eğer ona iğne veya herhangi bir ilâç verirse; mümkün olduğu takdirde, iftardan sonra yaptırması gerekir. Zira iğne; vücûdun iç kısmı ve dimağa ulaştığı zaman oruç bozulur.(65) Hukne yoluyla bağırsaklara ilâç ve su verilmesinde de durum aynıdır.(66) Ancak kullanılan ilâç kuru ve katı olursa, yara üzerine sürüldüğü zaman orucu bozmaz. Zira deri üzerindeki kuru ilâcın; vücûdun derinliklerine ve dimağa uluşma imkânı yoktur.(67) Feteva-ı Hindiyye'de: "İğne vurulan, burnuna veya kulağına ilâç damlatılan kimsenin orucu bozulur. Ancak keffaret gerekmez. Bir kimsenin kulağına, kendi isteğinin dışında ve elinde olmaksızın yağ girmiş olsa o kimsenin de orucu bozulur. Serahsi'nin Muhiyt'inde de böyledir"(68) hükmü kayıtlıdır. Sonuç olarak; oruca niyyet eden bir mükellefin; hastalanması halinde söz, mü'min ve mütehassıs doktora düşer!.. Eğer iğne yapılmasını şart görürse yapılır. Mükellef; o günün orucunu, daha sonra kaza eder!.. Deri üzerine sürülen kuru ve katı ilâçlar orucu bozmaz.