Emanet ve Ehliyet

DEVLET MEMURİYETİ

1545 Yeryüzünde ilk insan cemaati; Hz. Adem (as) ve çocuklarından teşekkül etmiştir. Kendi aralarındaki ilişkilerde; Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği  hükümlere tabi olmuşlardır. Esasen bütün peygamberler insanları Allahû Teâla (cc)'ya ibadet etmeye ve Tağut'a kulluktan kaçınmaya davet etmişlerdir.(288) İnsanlar arasındaki bütün ilişkiler; Allahû Teâla (cc)'nın hükmüne göre düzenlenmek mecburiyetindedir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "- Ey Davud, biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. O halde insanlar arasında hak (ve adalet) le hükmet!.. Heva ve hevesine tabi olma ki; bu seni Allah yolundan saptırır. Şüphesiz Allah yolundan sapanlar için, hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azab vardır"(289) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu ayetin tefsirinde İbn-i Kesir: "Burada, insanlar arasındaki ilişkileri düzenlemekle görevli amirlere (valilere); hak ile muamele etmeleri (Allahû Teâla (cc)'nın hükümlerini dikkate alarak) adaletle hükmetmeleri, sırat-ı müstakim'den sapmamaları için aziz ve celil olan Allah'tan bir vasiyyet mevcuttur"(290) diyerek, hükmün umumi olduğuna dikkati çekmektedir.

1546 Kur'an-ı Kerim'de Resûl-i Ekrem (sav)'e hitaben: "(Ve şu emri indirdik) İnsanlar arasında, Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmet!.. Sakın onların (insanların) heva ve heveslerine uyma"(291) hükmü beyan buyurulmuştur. Dikkat edilirse emir kat'idir. İnsanların; Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümleri bir kenara bırakarak, kendi akıllarından kaynaklanan hükümlere tabi olma hakları yoktur. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Allahû Teâla (cc)'ya isyan hususunda mahlûka itaat yoktur"(292) buyurduğu bilinmektedir.

1547 İslâm dini; insanların can, mal, nesil, akıl ve din emniyetlerini muhafaza etmeyi esas almıştır. Bunun için; siyasi teşkilat önemlidir. Müslümanların irade beyanı sonucu (bey'atla); İslâmi hükümet teşekkül eder. Emir sahiplerinin; ilim, takva ve hesap günü şuuru bulunan ehliyet sahibi kimseleri me'mur tayin etmeleri esastır. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Emanet, ehliyetsiz kişilere verildi mi!.. Artık kıyametin kopmasını bekle"(293) uyarısı oldukça önemlidir.

1548 Memuriyet için aday gösterilen kimse; o makama gelmek için hırslı olmamalıdır. Eğer böyle bir iştiyak sözkonusu ise, sünnete uyarak onu tayin etmemek esastır. Zira Resûl-i Ekrem (sav): "- Vallahi biz bu işe, onu isteyeni tayin etmeyeceğimiz gibi, ona (o makama) hırs gösteren birini de tayin etmeyiz"(294) buyurmuştur.

1549 Bir makama getirilen kimse; o makamın kendisine sağladığı imkân sebebiyle müslümanlar arasında ayrım yapmamalıdır. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Mü'minleri birbirine karşı merhamette, sevgide ve yardımda bir vücud gibi görürsün. Bir organ hastalanınca; vücûdun diğer organları hasta organın çektiği acıya uykusuz kalarak, hararetle ortak olurlar"(295) şeklindeki tarifi meseleyi kavramamızı kolaylaştırmaktadır. İslâmi hükümetin temel hedefi yeryüzünde adaletin sağlanmasıdır. İmam-ı Şafii (rha): "Adaletten murad; Allahû Teâla (cc)'nın emrine uygun şekilde amelde bulunmaktır"(296) hükmünü beyan etmektedir. Malum olduğu üzere; adaletin zıddı zulümdür. Mü'minlerin adaletten ayrılmaması farzdır.

1550 Kur'an-ı Kerim'de: "Bir de zulmedenlere meyletmeyin. Sonra size ateş dokunur. Zaten sizin Allah'dan başka yardımcılarınız yoktur. Sonra (zalimlere meylettiğiniz için) Allah'dan da yardım göremezsiniz"(297) hükmü beyan buyurulmutur. Müfessirler Ayet-i Kerime'de geçen ("Velâ terkenû") rukun kökünden gelen fiile değişik manalar vermişlerdir. Genel olarak; bir şeye dayanıp güvenmek, meyletmek, zulüm ve haksızlık işleyenlere karşı ses çıkarmayıp, dalkavukluk etmek üzerinde durulmuştur.(298) İmam-ı Gazali: "Zalimlere dua etmek helal değildir. Ancak "Allah seni ıslah etsin, hayırlı işler yapmaya muvaffak kılsın, kendisine kulluk ve ibadet etmek suretiyle uzun ömürler versin" diyebilir. Fakat: "Sultanım, Allah sizi korusun, başımızda daim etsin, bol nimetler ihsan etsin" gibi dualar caiz değildir. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav): "Zalime; bekâsı için dua eden, yeryüzünde Allah'a isyan edilmesini seven kimsedir" buyurmuştur. Şayet daha ileri giderek, kendisinde bulunmayan vasıflarla övmeye başlarsa, yalancı, münafık ve zalime ikram etmiş olur ki, bunların hepsi ayrı ayrı birer suçtur. Resûl-i Ekrem (sav): "Fâsık övüldüğü zaman, Allahû Teâla (cc) muhakkak gadab eder" buyurmuştur. Diğer hadiste: "Fâsık olana ikram eden, açıkça İslâmiyeti yıkmaya cür'et etmiştir" buyurulmuştur. Süfyan-ı Sevri'ye sormuşlar: "Biz, zalimi, çölde susuzluktan ölüme mahkûm olmuş görürsek, ona su verelim mi?" Süfyan: "- Vermeyin, bırakın ölsün. Çünkü ona su verip onu hayata kavuşturmak, yapacağı zulümde ona yardımcı olmaktır" dedi. Diğerleri ise, ölmeyecek kadar su verilir. Başka hiçbir surette tarafına bakılmaz demişlerdir"(299) hükmünü beyan etmektedir.

1551 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Benden sonra bir takım emirler olacaktır. Kim onların yalanlarını tasdik eder, yaptıkları zulümde kendilerine yardımcı olursa benden değildir. Ben de onlardan değilim. O kimse benim havzımın etrafına yaklaşamayacaktır. Kim onların yalanlarını tasdik etmez, zulümlerinde onlara yardım etmezse, bendendir. Ben de onunla beraberim. Ve o kimse havzımın kenarında bana ulaşacaktır"(300) buyurduğu bilinmektedir. Zalim yönetimlerden; kadılık, amillik, memurluk ve işçilik gibi görevler alınır mı? sualine cevap arıyalım. İmam-ı Gazali; görev almak bir tarafa, zalim sultanların memurlarıyla ilişkinin dahi caiz olmayacağını izah etmektedir. Nitekim: "Zalim sultanların kadıları, valileri ve diğer memurları ile yapılan muamele, aynen kendileriyle yapılan muamele gibi olup, belki daha da ağır bir haramdır. Kadılara gelince: Onlar, sultanların haram olduğu bilinen mallarını alır ve bunları biriktirirler. Ulema kılığına girdikleri için, insanlar onlara aldanır. Kadılar, sultanlarla ihtilat (iç-içe girmek, karışmak) eder, mallarından alır. İnsan tabiatı, yaratılış itibariyle haşmet ve mevki sahiplerine heves eder ve onlar gibi olmayı arzu eder. İnsanların onlara bağlanmalarının sebeb ve hikmeti budur. İşçi ve hizmetçilerine gelince: Zaten bunların kazançları; efendilerine dayanarak, vurgunculuktan başka birşey değildir"(301) hükmünü zikretmektedir.

1552 Fûkaha'dan bir kısmı; "Devlet memuru (kadı, amil, vs.) "Ecir-i Has" hükmündedir. Bir akid sonucu; malum olan bir menfaati, belli bir ücret karşılığında satmıştır. Akid meşru olduğu süre içerisinde aldığı ücret helaldir. Kaldı ki zalim sultanın "ıslah edilmesi" veya en azından "zulmünün ortadan kaldırılabilmesi" için, ehliyetli kimselerin görev alması gerekir" kanaatindedir.

1553  Kur'an-ı Kerim'de: "Aranızda (birbirinizin) mallarınızı haksız sebeblerle yemeyin ve kendiniz bilip dururken insanların mallarından bir kısmı günah (ı mucip yollar) la yemeniz için, o malları hakimlere aktarmayınız"(302) hükmü beyan buyurulmuştur. Günahı mücip yollardan kasıd; yalancı şahidlik, yalan yere yemin ve rüşvettir. "Ve tûdlu biha ile'l hûkkami" kavl-i keriminden maksad; mallarınızı hüküm sahiplerine rüşvet vermek suretiyle kaptırmayınız demektir.(303) Resûlullah (sav) bir Hadis-i Şeriflerinde: "Amirin hediye alması haram, hakimin rüşvet kabul etmesi ise küfre yakın bir günahtır" buyurmuştur. İslâmi bir yönetimde; amir durumunda olan kimsenin hediye alması (veya onlara hediye vermek) ihanettir.

1554 Resûl-i Ekrem (sav), Esed oğullarından İbn-û Utbiyye adında birisini, zekât toplamakla (amil) görevlendirmişti. O vazifesini ifâ edip dönünce Resûlullah (sav)'â: "- Şunlar size verilenler. Bunlar da bana hediye edilenlerdir" dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav) minbere çıktı ve Allahû Teâla (cc)'ya hamd-ü senadan sonra: "- Şu amil olarak görevlendirdiklerimize ne oluyor ki, gelince "Bu sana ait olanlar, bunlar da benimkiler" diyorlar. Acaba onlara kendi babalarının evlerinde oturdukları zaman da hediye veriliyor mu, yoksa hayır mı? Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin olsun ki, kim bu şekilde (hediye adı altında) herhangi birşey alırsa, kıyamet gününde onu (aldığı şeyi) boynunda asılı olarak taşır.."(304) buyurdu ve görevlilerin hediye almasını yasakladı.

1555 Bir Hadisi Kudsi'de: "Kullarıma işkence etmeyiniz"(305) emri verilmiştir. Hz. Ömer (ra) halka irad ettiği bir hutbede: "- Ben memurlarımı sizleri dövmeleri ve haksız yere mallarınızı almaları için göndermedim. Ben size onları ancak dininizi öğretmeleri ve Hz. Peygamber (sav)'in sünnetini ta'lim ettirmeleri için gönderdim"(306) buyurmuştur. Hanefi fûkahası; dayak, tehdit ve işkence sonucu, herhangi bir suçu itiraf eden kimsenin; bu itirafının ikrar olarak kabul edilemeyeceğinde müttefiktir.(307) Hz. Aişe (r. anha)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te; Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kim ümmetime ait bir işin başına geçer de onlara güçlük çıkarırsa, sen de onlara güçlük çıkar. Kim ümmetimden bir işin başına geçer ve onlara karşı yumuşaklık ve merhametle muamele ederse, sen de onlara merhametle muamele et"(308) şeklinde dua ettiği belirtilmektedir. Yine halka zulmeden şurta (emniyet) görevlileriyle ilgili olarak; "(Zalim) Polislere: "Elinizdeki kamçıyı atın ve cehenneme girin" denir"(309) Hadis-i Şerifi, Hz. Enes (ra)'den rivayet edilmiştir.

1556 İslâmi hükümet; bir hizmet akdi ile görevlendirdiği kimselerin ihtiyaçlarını karşılamak durumundadır. Müstevrid b. Şeddad (ra)'dan; Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Kim bizim amirimiz olursa evlensin, hizmetçisi yoksa hizmetçi alsın, meskeni yoksa mesken edinsin. Ebû Bekir (ra) der ki; Peygamber (sav)'in şöyle dediğini de söylediler: "- Kim bundan fazlasını alırsa ya haindir veya hırsızdır."(310)


 

Günün Sözü

"“Ya âlim, ya talebe, ya dinleyici veya (bunları)seven ol. (Bunların haricinde) beşinci olma helâk olursun.” (Hadîs-i Şerif—Muhtâru’l-Ehâdis)"
Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.