Emanet ve Ehliyet

E) YETİMLERİN VE KİMSESİZLERİN KORUNMASI VÂCİPTİR

1718 Kur'ân-ı Kerîm'de: "Bir de sana yetimleri sorarlar. De ki: "Onları faydalı ve iyi hale getirmek hayırlıdır. Şayet kendileriyle bir arada yaşarsanız, (unutmayınız ki) onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah (yetimlerin) salahına çalışanları da (onların mallarında ve hallerinde) fesadlık yapanları da bilir. Eğer Allah dileseydi sizleri zahmete sokardı. Şüphesiz Allah mutlak galiptir. Tam hüküm ve hikmet sahibidir"(183) hükmü beyan buyurulmuştur. Ayet-i Kerim'de geçen "Yetâmâ"; yetimin çoğuludur. Yetim; tek kalma anlamına gelen "yetem"den alınmıştır. Babası ölmüş kimseye; babasından ayrı ve tek kaldığı için yetim denilmiştir.(184) Hz. Ali (ra)'nin "Büluğa erdikten sonra yetimlik kalkar" buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla yetimlik; büluğa erme noktasında sona erer. Cahiliye döneminde; yetimlerin mallarına el koymak ve onları ezmek suç sayılmıyordu. Esasen hak için sadece kuvvetli olmayı ölçü alan ve "kuvvetli olan haklıdır" sloganının arkasına sığınan her ideolojide durum aynıdır.

 1719 İbn-i Abbas (ra)'dan gelen bir rivayete göre; cahiliye devrinde kız çocuklarına, kadınlara ve küçük yaştaki erkek çocuklara mirastan pay verilmezdi. Birgün ensardan Hz. Ass bin Sabit (ra) öldü ve geride iki kız ile bir küçük oğlan çocuğu bıraktı. Hz. Ass (ra)'ın iki amca oğlu gelerek mirasının tamamını aldılar. Karısı: "hiç değilse kızlarıyla evlenmelerini teklif etti, ancak bu teklifini kabul etmediler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav)'e müracaat ederek, durumu beyan etti.(185) Kısa bir süre sonra şu Âyet-i Kerîmeler inzal buyuruldu: "Anne ve baba ile yakın hısımların bıraktıklarından, erkeklere, anne ve baba ile yakın hısımların bıraktıklarından kadınlara (azından da, çoğundan da) farz kılınmış birer nasib olarak hisseler vardır. Miras taksim olunurken (mirascı olmayan) hısımlar, yetimler, yoksullar da hazır bulunurlarsa, kendilerine ondan (bir şey vererek) rızıklandırın. (Gönüllerini alacak) güzel sözler de söyleyin. Arkalarında âciz bir küçük çocuklar bıraktıkları takdirde onlara (halleri ne olacak diye düşünüp) endişe edenler (himayeleri altındaki yetimler ve diğer mirascılar hakkında da aynı hissi taşımaktan) saygı ile korksunlar. Allah'tan sakınsınlar. Sözü dosdoğru söylesinler. Hakikat; yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler, karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir"(186) Resûl-i Ekrem (sav) Hz. Ass (ra)'in amca oğullarını çağırtarak: "Mirasa dokunmayacaksınız!.. Zira Allahû Teâla (cc) şu anda bana erkeğin de kadının da mirasta payları olduğunu vahyetti" buyurdu."(187)

 1720 İmam Fahrüddin-i Razi şunları zikrediyor: "Hakikat, yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir" âyetinde, Allah (cc) yetim mallarını yiyenler hakkında cezanın şiddetini ortaya koyarak, yetimler üzerindeki rahmetinin büyüklüğünü beyan etmektedir.(188) Esasen zayıfı himaye etmek; mü'minlerin önemli özelliklerindendir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Mü'minlerin evlerinin en hayırlısı, içinde yetime iyilik edilen evdir. Evlerin en şerlisi de içinde yetime kötülük edilen evdir"(189) buyurduğu bilinmektedir. Diğer bir Hadis-i Şerif'te: "Kim bir yetimin başını Allah rızası için okşarsa, elinin değdiği her kıl için kendisine sevap verilir. Ve kim yanında bulunacak kız veya erkek bir yetime iyilik ederse ben onunla cennette şu iki parmak gibi (yan-yana) olurum"(190) buyurmuştur.

 1721 Kur'ân-ı Kerîm'de: "Yetimin malına yaklaşmayınız!.. Ancak büluğa erinceye kadar (onun malına) en güzel biçimde (yaklaşabilirsiniz)"(191) hükmü beyan  buyurulmuştur. Sahabe-i Kiram; bu nasslar karşısında, yetimlerin mallarından ellerini tamamen çekti!.. Hatta öyle ki; yetimin tabağından artan yemeği dahi yemekten korktular. Evlerinde yetim bulunanlar, onun yiyecek ve içeceğini ayırdılar, ona ayrı bir ev tahsis ettiler. Bu durum; mallarını çalıştırmaktan aciz olan yetimlerin aleyhinde olduğu gibi, yetim sahiplerine de güç gelen bir işti. Hatta Abdullah b. Revâha (ra) Hz. Peygamber (sav)'e: "Yâ Resûlullah!.. Hepimiz yetimleri oturtacak ayrı bir eve, sahip olmadığımız gibi, onlara ayrı yiyecek ve içecek verecek kudrete de sahip değiliz" diyerek mazeret beyanında bulundu. Bunun üzerine; yetimlerin mallarını faydalı ve iyi bir hale getirmenin daha hayırlı olduğunu ve güzel bir biçimde kullanmanın vebal olmayacağı bildirildi.(192) Dolayısıyla yetimin velisi; şer'i hududlara riayet ederek onun malını çalıştırabilir veya kendi malına katarak şirket kurabilir. Yetimin faydası neyi gerektiriyorsa, onu yapmak müstehabtır.(193) Nitekim Resûl-i Ekrem (sav) bir hutbesinde: "Dikkat ediniz!.. Yetim malını kim idaresinde bulundurursa, o malla yetim için mudaraba yapsın. Malı kendi haline bırakmasın, yoksa zekât onu bitirir"(194) buyurmuştur.

 1722 Yetimin malını muhafaza etmek vâciptir. Eğer yetimin velisi zengin ise; o maldan, kat'iyyen ihtiyacı için harcamada bulunamaz. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Yetimleri nikâh (zamanın)a kadar (gözetip) deneyin. O vakit; kendilerinde bir akıl ve salah gördünüz mü, mallarını onlara teslim edin. Büyüyecekler (de ellerine alacaklar) diye, bunları israf ile tez elden yemeyin. Kim zengin ise (yetimin malını yemeye tenezzül etmesin) kaçınsın. Kim de fakir ise, o halde örfe göre (birşey) yesin. Artık onlara mallarını teslim ettiğiniz vakit, karşılarında şahid bulundurun. Tam bir hesap sorucu olmak bakımından ise Allah yeter"(195) hükmü beyan buyurulmuştur. İmam-ı Şabi: "Bir kimse, zaruret halinde nasıl ölü etini yiyebiliyorsa, yetim malını da ancak öyle bir ihtiyaç anında yiyebilir. İmkan olunca, tekrar o malı yerine koymalıdır" buyurmuştur. Âyet-i Kerîme'de geçen "Rüşd" kelimesi; belirsiz isim olarak kullanılmıştır. Hanefi fûkahası; "çocuğun rüşde ermesi malı tasarruf edebilme, koruyabilme ve ticaret yapabilme kabiliyetinin teşekkül etmesidir" hükmünde müttefiktir.

 1723 Kur'ân-ı Kerîm'de: "Yetimlere (rüşde erince) mallarını verin. Temizi, murdara değişmeyin. Onların mallarını, kendi mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu muhakkak ki büyük bir günahtır"(196) hükmü beyan buyurulmuştur. Ayetteki "Habis" ve "Tayyib"den maksad; helâl ve haram olandır. Yani helâl malınızı bırakıp onların size haram olan mallarından yemeyiniz manasına gelir.(197) Bazı müfessirlere göre; "Habis" ve "Tayyib" den maksad, iyi ve kötü olandır. Bazı insanlar, yetimin şişman olan koyununu alır, yerine zayıf koyun verirler. "İşte koyununun yerine koyun" derlerdi. Yahut yetimin değerli olan parasını alır, yerine değersiz paralar verirlerdi. Ayrıca "işte o da dirhem, bu da dirhem" derlerdi.(198) Bütün bunlar yasaklanmıştır.

 1724 Yetimlerini korumayan toplumlar; her türlü musibete hazır olmalıdırlar. Zira Allahû Teâla (cc) Fecr Sûresi'nde insanların başına gelen musibetlerin sebeblerini beyan ederken: "Hayır!.. Siz bilakis yetime ikramda bulunmazsınız"(199) buyurmuştur. Bu bir anlamda; Allahû Teâla (cc)'nın kendisine zenginlik ihsan ettiği kimseden beklediği bir vecibedir. Yetime ikramda bulunmak esastır.(200) Bunun için mutlaka o yetimin velisi olmak gerekmez. Yetimlerin yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarını karşılamak, güzel sözlerle onların gönüllerini almak, memnun etmek bir muaşeret kaidesidir.(201) Bütün bu hususlarda; sadece ve sadece Allahû Teâla (cc)'nın rızasını gözetmek, mü'mine has bir edebtir.

 1725 Allahû Teâla (cc)'ya ve ahiret gününe inanan müslümanlar; miskinlere, yetimlere, esirlere, borçlulara ve hapsedilmiş kimselere yardım ederler. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Yemeğe olan sevgilerine rağmen; yoksulu, yetimi, esiri doyururlardı. Biz size ancak Allah'ın rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür istemeyiz!.. Çünkü biz Rabbimizden, o suratların ekşiyeceği çetin günden korkarız" derlerdi. İşte bundan dolayı Allah, o günün şerrinden onları korumuş, (yüzlerine) bir güzellik, (yüreklerine) sevinç vermiştir"(202) hükmü beyan buyurulmuştur. Dikkat edilirse mü'minin; yetime, yoksula ve esire, niçin yardım elini uzatması gerektiği gayet açık bir şekilde beyan buyurulmuştur. Müfessirler; boçluların ve hapse düşmüş kimselerin de, bu ayetin hükmüne dahil olduğu kanaatindedirler.(203) Esasen zulmen hapsedilmiş her müslüman "esir" hükmündedir. Günümüzde esir düşen binlerce müslüman vardır.

 1726 Şurasını unutmamak zorundayız ki; alemlere rahmet olarak gönderilen Resûl-i Ekrem (sav) bir yetimdi. Kim yetimi korursa; cennette ona komşu olur!..(204) Yetimlerin mallarını gasbeden ve onlara haksızlık edenlere gelince: Hz. Ebû Said El Hudri (ra)'den şöyle rivayet edilmiştir: "Resûl-i Ekrem (sav) bana Mirac'a götürüldüğü geceyi anlattı. Buyurdu ki: Baktım, dudakları deve dudaklarına benzeyen bir topluluğun yanındayım. Başlarında bulunan biri, bunların dudaklarını tutuyor, ağızlarına ateşten bir taş parçası koyuyor. Ağızlarından atılan bu taş, aşağılarından çıkıyor. Bunların bir bağırışı bir inleyişi var ki (çok acı), Cebrâile bunların kim olduğunu sordum: "Bunlar yetimlerin mallarını zulüm ile yiyenlerdir" dedi"(205)