Emanet ve Ehliyet

H) ÖĞRETMEN-ÖĞRENCİ İLİŞKİLERİNDE ÂDAB-I MUÂŞERET

1745 Kur'ân-ı Kerîm'de: "Mü'minler birbirlerinin kardeşidirler"(243) hükmü beyan buyurulmuştur. Dolayısıyla her türlü ilişkide; "Kardeşlik Hukuku" ön planda olmalıdır. Allahû Teâla (cc)'nın tekliflerini öğrenme ve öğretme hayırlı bir ameldir. Bu sebeble; hem öğretmenin, hem öğrencinin dikkat etmesi gereken bazı kaideler vardır. Önce öğretmenin vasıfları üzerinde duralım.

 1746 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bir kimse bildikleriyle amel ederse, Allahû Teâla (cc) o kimseye bilmediklerini öğretir"(244) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla ilim; salih amel için zaruridir. Bildikleriyle amel etmeyen muallim (öğretmen); Allahû Teâla (cc)'nın gazabına hedef olur.(245) Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ey iman edenler!.. Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz! Yapmayacağınızı söylemeniz, en şiddetli bir buğza davet etmiş olma noktasında, Allah indinde büyüdü"(246) buyurulmuştur. Ayette geçen "Makt"; gazaba yakın buğz manasınadır. Resûl-i Ekrem (sav)'den şu hadis rivayet edilmiştir: "Miraca çıkarıldığım gece, dudakları ateşten makaslarla kesilen bir topluluğun yanına geldim. Bunlar kimdir diye sordum. Dediler ki: "Bunlar dünyada iyiliği emreden, kendi nefislerinde yaşamayanlardır."(247)

 1747 Kur'ân-ı Kerîm'de: "Kendiniz bilip dururken, hakkı batıla karıştırıp da, hakikati gizlemeyin. Dosdoğru namaz kılın, zekât verin, rükû edenlerle birlikte rükû edin. Siz insanlara iyiliği emredersiniz de, kendinizi unutur musunuz!.. Halbuki kitapta okuyorsunuz. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?"(248) hükmü beyan buyurulmuştur. Âyet-i Kerîmeler üzerinde iyi tefekkür edilirse, meselenin mahiyeti kavranır. Hakkı batıla karıştırıp, hakikati gizlemek ne büyük bir zulümdür. Kur'ân-ı Kerîm'in mahiyetini ve Resûl-i Ekrem (sav)'in tebliğini bildikleri halde: "Bu beklenen peygamber değildir" diyen ehl-i kitap ûlemaya hitap sözkonusudur.(249) Ancak hüküm; Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümleri gizleyenlerin tamamını içine alır.

 1748 Kur'ân-ı Kerîm'de: "Hakikat indirdiğimiz o açık açık ayetlerimizi ve doğruyu -biz kitapta insanlara onu pek âşikâr bir sûrette bildirdikten sonra- gizleyenler (yok mu?) işte onların hali!.. Onlara hem Allah lanet eder, hem de lanet etmek şanından olanlar lanet eder"(250) hükmü beyan edilmiştir. Ayetteki "Yektûmune" lafzı; ketm etmek, gizlemek manasınadır. Ebû Hureyre (ra) "Hakikat indirdiğimiz o açık açık ayetlerimizi ve doğruyu gizleyenler yok mu?" ayeti olmasaydı, ben hiçbir hadis nakletmezdim" buyurmuştur. Şer'i ilimleri gizlemenin câiz olmadığı sabittir.(251) Nitekim Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bildiği şeyden sorulup da gizleyen kimseyi Allahû Teâla (cc) kıyamet gününde ateşten bir gemle gemleyecektir"(252) hadisi, meselenin ehemmiyetini ortaya koymaktadır.

 1749 Muallim (öğretmen); karşısındaki kimsenin anlayış kaabiliyetini tesbit edip, ona göre davranmak mecburiyetindedir. Resûl-i Ekrem (sav) bütün peygamberlerin, insanların seviyesine inip, onların anlayabileceği şekilde tebliğde bulunduklarını beyan etmektedir. Esasen "muallim" kavramının mahiyeti de bunu gerektirmektedir. İmam-ı Gazali; anlaşılmayan kelimelerden ve üstü kapalı ibarelerden uzak durulması gerektiğini şu şekilde izah etmektedir: "Bu gibi sözlerde bir fayda yoktur. Çünkü bu sözler kalbi bulandırır, aklı şaşırtır, zihinleri hayrete düşürür veya dinleyenleri murad olunmayan manaları anlamaya sevk eder de, herkes kendi kaabiliyetine göre tevillerde bulunur. Halbuki Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz bir cemaate anlayamayacağı şekilde hitap ederse, o söz (anlamadıkları için) cemaatte fitne uyandırır"(253) Dolayısıyla muallimin; karşısındakilerin seviyesini çok iyi tesbit etmesi esastır.

 1750 Biraz önce de üzerinde durduğumuz gibi; muallim (öğretmen), "takva ehli" olmak durumundadır. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Onlar (takva sahipleri) bollukta ve darlıkta infak edenler, öfkelerini yutanlar, insanların kusurlarından afvederek geçenlerdir. Allah iyilik edenleri sever. Ve çirkin bir günah işledikleri vakit Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarından yarlığanmalarını (affedilmesini) isteyenlerdir. Günahları Allah'tan başka kim yargılar? Bir de onlar (takva sahipleri) işledikleri günah üzerinde, bilip dururken ısrar etmeyenlerdir"(254) buyurulmuştur. Mü'minlerin bu vasıfları elde etmek için gayret sarfetmeleri gerekir. Ancak muallimler (öğretmenler); mutlaka öfkelerini yenen ve öğrencilerinin kusurlarını affeden bir mizaca sahip olmalıdırlar. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Gerçek pehlivan, güreşte rakibini yenen değil, kızdığı zaman öfkesine hakim olan kimsedir"(255) hadisi, meselenin inceliğini kavramamızı kolaylaştırmaktadır. İnsanın kendi nefsini ilgilendiren konularda af yolunu seçmesi büyük bir meziyettir. Ancak Allahû Teâla (cc)'nın hukukunun ihlal edildiği noktalarda; sırf "Allah için" buğz etmek, ihlasın tabii bir sonucudur. Dolayısıyla yeryüzünde; heva ve heveslerine uyarak İslâm'a karşı ayaklanan güçlere sırf "Allah Rızası" için buğz etmek her mü'minin görevidir.

 1751 İlim elde etmek için gayret eden kimse; öğretmenlerine karşı ne kadar saygı gösterse azdır. Çünkü ilim; ebedi ahiret hayatını kazanmak noktasında bir vasıtadır. Bilindiği gibi alimler, peygamberlerin varisleridirler. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de kendilerine itaat edilmesi emredilen "Sizden olan Ulû'lemr" tabiri izah olunurken; bunun ûlema olduğu beyan edilmiştir.(256) Dolayısıyla öğrenci; öğretmenine karşı saygı ve itaatte kusur etmemelidir.