Emanet ve Ehliyet

YEMİN-İ MÜN'AKİDE

2004 : Âyet-i Kerîme'de: ".. Fakat kalblerinizin azmettiği (Akid yaptığınız) yeminler yüzünden (sizi) muaheze eder" hükmü beyan buyurulmuştur. Fûkaha: "Gerek yapmak, gerek yapmamak hususunda olsun, gelecekteki bir mesele üzerine yemin etmeye "Yemin-i Mün'akide" (Akid yapılmış yemin) denilir"(66) tarifini esas almıştır. Yemin-i Mün'akide; mâhiyeti itibâriyle dört kısıma ayrılır. Birincisi: İyiliği tamamlamak üzere yapılan yemindir. Emredilen bir ibâdeti yapmak veya haram kılınan birşeyi yapmamak üzere yapılan yemindir. Esasen yemin etmese de; mükellef bu hususta mes'ûldür. Yeminle nefsini, daha da mes'ûl duruma sokmuştur. İkincisi: Yapılması câiz olmayan şeyi yapmak veya ibâdeti terk etmek üzere yapılan yemindir. Böyle bir yemin (haramı irtikap sözkonusu olduğu için) câiz değildir. Üçüncüsü: Yemini bozup-bozmamak hususunda muhayyer kalan, fakat bozması hayırlı olan kimsenin yeminidir. Bu mâhiyetteki bir yemini bozmak mendubtur. Dördüncüsü: Mübâh olan birşey hakkında yapılan yemindir. Bu yemini muhafaza etmek daha evlâdır. Mebsut'da da böyledir.(67) Bir kimse ailesiyle ilgili bir yemin eder; bu yemin sebebiyle ailesi zarar görürse, yeminini bozarak keffâret vermesi gerekir. Zira Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Vallahi birinizin ailesi hususundaki (Ona zarar veren) yemininde ısrarı: kendisini Allah katında Allah'ın farz kıldığı keffâreti vermekten daha günâhkar yapar"(68) buyurduğu bilinmektedir. Ma'siyet üzere yapılan her yeminde; yemini bozup keffâret vermek müstehabtır. Bazen insan hislerine mağlup olarak; "Falan kimseyi, insanlar içerisinde rezil-rüsvay edeceğim, hem Vallâhi, hem billâhi" diyebilir. Bu çeşit bir yemin; mü'minlerin kardeşliğini tahrip edeceği için câiz değildir. Ayrıca: "Vallâhi Ramazan ayında oruç yiyeceğim veya içki içeceğim" diye yemin eden bir kimse; derhal bundan derhal vazgeçmek zorundadır. "Vallahi Namaz kılmayacağım" veya "Vallahi Babamla konuşmayacağım" diyen kimse için de durum aynıdır. Bu gibi durumlarda yeminden vazgeçmek ve keffâret vermek gerekir.(69) Çünkü Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bir kimse yemin edip; o yeminden başkasını (yani dönmeyi) daha hayırlı görürse; derhal hayırlı olanı yapsın (Yemininden vazgeçsin, bozsun). Daha sonra yemini için keffâret versin"(70) buyurduğu bilinmektedir.
2005 Kur'ân-ı Kerîm'de: "Allah, yeminlerinizin (keffâretle) çözülmesini size farz kılmıştır"(71) hükmü beyan buyurulmuştur. Dolayısıyla ibâdeti terk veya ma'siyeti (Haramı) irtikap üzere yapılan yeminin derhal bozulması gerekir. Esasen mü'minler mümkün mertebe, yemin etmemeye gayret etmelidirler. Feteva-ı Hindiyye'de: "Allah adı ile yemin etmek mekrûh değildir. Fakat az yemin etmek, çok yemin etmekten daha evlâdır"(72) hükmü kayıtlıdır. Mecbur kalınmadığı süre içerisinde yemin etmemek esastır. Dil alışkanlığı teşekkül etmişse; yeminine "İnşâallahu Teala" sözünü ilâve etmelidir. Zira Resûl-i Ekrem (sav): "Bir kimse yemin edip, inşâallah dese, şüphesiz ki o kimse istisna yapmıştır. Bir kimse istisnâ yapsa, ona yemininden dönmek yoktur, keffâret de yoktur. Lâkin ittisâl (Birbirine bitişik olması) gerekir"(73) buyurduğu bilinmektedir. Bu rivayet Abdullah İbn-i Mesûd, Abdullah İbn-i Abbas ve Abdullah İbn-i Ömer (ranhüm)'den mevkûfen ve merfûan gelmiştir. Bilindiği gibi her üçü de; fâkih olan sahabedendir. Ancak ayrı olarak söylenirse, istisnâ meydana gelmez.